Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu);
Ubeydüllah-i Ahrar (Radiyallah-u anhu) nın kabri
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu);
Evliyanın büyüklerinden. İnsanların i’tikâd, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenip yapmalarını sağlayan ve Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsele-i âliye” denilen İslam âlimlerinin “onsekizincisidir.”
İsmi, Ubeydüllah bin Mahmud bin Şihabüddin’dir 806 (M. 1403) da Taşkend’de doğdu. 859 (M. 1490) senesinde Semerkand’da vefat etti. Babası, o zaman büyük âlimlerden evliya bir zat idi. Annesi ise Hazret-i Ömer (r.a.) in soyundandır.
Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) doğduğunda, kırk gün annesini emmemiştir. Annesi nifasdan temizlendikten sonra emmeye başlamıştır.
Daha çocuk iken yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ ederlerdi. Dilinden Allah-u Teâlâ’nın ismi hiç düşmez, devamlı zikir ile meşgül olurdu.
Dedesi Hâce Şihabüddin (r.a.), âlim ve evliya bir zat idi. Vefat edeceği sırada, torunlarını son olarak görüp vedalaşmak istedi ve onlarla tek tek vedâlaştı. Torunu Übeydüllah-i Ahrar (r.a.) da görmek isteyip, babasına onu getirmesini söyledi. Yanına getirdiklerinde o zaman çok küçüktü.
O yanına getirilince,
-“Beni yatağımdan kaldırın” deyip, yatağı üzerine oturtarak, Ubeydüllah-ı Ahrar (r.a.) ı kucağına aldı. Sarılarak ağladı.
Ve şöyle dedi;
-“Benim istediğim çocuk budur. Ben bunun büyük bir zat olduğu zaman hayatta olmam. Bunun âlemdeki tasarrufunu ve yaptığı hizmetleri göremem. Bir çocuğun şânı âlemi tutacak, İslamiyet’e hizmet edecektir. Cihan padişahları bunun emrine itaât edecekler. Bundan zuhur edecek işler, önceki âlimlerden zuhûr etmemiştir.”
Daha birçok müjdeler verdikten sonra, tekrar bağrına basıp sarılarak, Ubeydüllah-i Ahrar (r.a.) ın babası Mahmud Şâşi (r.a.) ye;
-“Benim bu oğlumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et.” Diyerek vâsıyet etti.
Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri r.a.) daha çocuk iken, üstün hallere kavuşmuş olup, kerametleri görülüyordu.
Kendisi şöyle anlatmıştır;
-“Mektebe gider gelirdim. Gönlüm daima Allah-u Teâlâ ile idi. Bir an O’nu unutmaz, bir an O’ndan gafil olmazdım. Herkesi de kendim gibi sanırdım. Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü. O sırada bana bir gaflet ârız oldu. Bu işle uğraşırken, Allah-u Teâlâ’yı anmaktan uzaklaştım. Hissine kapıldım.”
Karşıda bir genç, çift sürüyordu;
-“Bak şu genç bunca eziyet içinde Allah’ı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O’nu nasıl unutursun?” diyerek hüngür hüngür ağlamağa başladım.”
-“Ben o zaman, herkesi kendim gibi her an Allah-u Teâlâ’yı anmaktadır zanediyordum. Bülûğ yaşına erişinceye kadar, Allah-u Teâlâ’dan gafil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Zanediyordum ki, Allah-u Teâlâ herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yaratmıştır. Sonradan anladım ki, Allah-u Teâlâ’dan gafil olmamak, yalnız bazı kullara mahsus ilahi bir inayet imiş. Ancak riyazet ve nefs mücadelesiyle elde edilebilir, hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
04 Ocak 2010, 23:36 tarihinde.
[...] Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu); [...]
17 Temmuz 2015, 07:12 tarihinde.
[...] Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) murâkabeye vararak, başını göğsüne eğip tefekküre daldı. [...]
17 Temmuz 2015, 07:14 tarihinde.
[...] âlim ve evliyâ ile görüşür, onlarla sohbet ederdi. Bunlardan biri de Muhammed Esed, biri Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleridir. Ubeydullah-i Ahrâr ile dört defa buluşmuştur. İlk görüşmelerinde [...]