‘Şah-i Hazna’ Kategorisi için Arşiv
Şah-ı Hazne (Ahmed el Haznevi) Radiyallah-u anhu;
23 Haziran 2008Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”
İslâm âlimlerinin büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden, onları doğru yolu gösterip, hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin Otuzaltıncisidir. Haznevi dergahının kurucusu; büyük alim, fazilet sahibi ve arif-i billah olan Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) dir. Babaları Hoca Murad Efendi, Türkiye’nin Mardin ili’nin İdil (Hazah) ilçesine bağlı Banıhe köyündendir. Hoca Murad Efendi âlim ve muttâki bir zat olup asil ve temiz bir aileden gelmektedir.
Şöyle ki;
Ahmed El-Haznevi (k.s.) ile kardeşi Molla Mustafa (k.s.) hazretleri daha çok küçük yaşta iken köydeki bazı insanların bayramına gitmişler (Ravi şek ediyor bir şeyler yemişlermi mi yememişler mi onu hatırlamiyorum.) Molla Murad hazretleri arkalarından koşup yakalamış ve kusmaları ağızlarını su ile yıkamışlardır ve arkasında da cemaata hazır olanlara şöyle buyurmuştur;
-”Elhamdulillah bu güne kadar benim ve çocuklarımın boğazlarına değil haram, şübheli lokma girmemiştir.”
Şeyh Ahmed hazretleri (k.s.) babalarının İmam-Hatiplik yaptığı şu anda Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı kazasına bağlı Hazna beldesinde 1886 yılında doğmuştur.
Doğduğu bu yerden dolayı da Haznevi namıyla anılmaktadır. Babalarından sonra ilk hocaları Diyarbakır’ın Silvan kazasının seçkin alimlerinden Müderris Molla Hüseyin Küçük Efendidir. Zamanın usulüne göre bu üstadlarının yanında okuyup, tahsillerini tamamlamış ve ilmi icazetlerini ondan almışlardır.
Şeyh Ahmed (k.s.) daha sonra tasavvufa ilgi duymuş Şeyh Abdurrahman-i Taği hazretleri (k.s.) nin halifesi olan Hizanlı Şeyh Abdulkadir Efendi (k.s.) nin sohbetlerinde bulunmuştur.
Birinci Dünya Savaşından önce hocası Şeyh Abdulkadir Efendinin vefat etmesi üzerine ise, büyük veli ve Allah dostu Abdurrahmani Taği hazretleri (k.s.) nin oğlu ve halifesi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin Nurşini Hazretleri (k.s.) nin sohbetlerine devam etmeye başlamıştır.
Şeyh Hazret (k.s.) olarak ta anılan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Bediüzzaman Said Nursi hazrteleri (k.s.) nin de hocası olup, Üstad Bediüzzaman (k.s.) Tarihçe-i Hayat isimli eserlerinde onu ve onun mürşidi olan Abdurrahmani Taği Hazretlerin (k.s.) i kendisinin üstadları olarak belirtmiştir.
Hatta aynı adlı eserinde; Şöyle buyurmuştur;
-”Yeryüzünde melek misal insanları görmek isteyenlerin Nurşin’e Seyda hazretleri (k.s.) ile Şeyh Muhammed Diyaedddin (k.s.)’in dergahına gitmelerini ve onun müritleri ile tanışmalarını salık vermiştir.”
Şeyh Ahmed (k.s.) bu yüce dergaha dahil olduktan sonra on beş yıl boyunca Hazna’dan Nurşin’e bazen yaya bazen de binek üstünde olarak gitmiş, ilmi ve manevi tedrisatını burada tamamlamıştır.Talebeliklerinin ilk zamanlarında başlarından geçen bir olayı şu şekilde anlatmışlardır:
Nurşin’e gittikten on beş yirmi gün sonrasıydı. Hazretin evindeydim. Malum yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı.
Birgün Muş tarafından o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret’i (k.s.) i ziyarete gelmişti. Hazreti ve talebelerini yemeğe davet etti. Hazret de onun davetini kabul edip, icabet edeceğini bildirdi.
Nasıl olsa ben de gideceğim ve güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok zevk duydu. Hemen çarıklarımı ıslansınlar da rahatça giyeyim diye suya bıraktım.
Hazret (k.s.) yolculuk hazırlıklarını tamamladığında ben de diğer talebeler gibi hazırlanmıştım. Hazret (k.s.) dışarı çıktı, yüzünü bana döndürüp;
-’Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle beraber gelsin. Yalnız Molla Ahmed kalsın.” diye buyurdu.
Ben gitmeyip, kaldım. O zaman hocamın niye böyle dediğini anladım;
Ve nefsime dönüp dedim ki;
-”Bütün suç senindir. Sen güzel yemekler yerim diye iştahlandın. Güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi. Ey nefis senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lazımdır. Bunu yaparsan Allahu Teala’nın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun.”
Şeyh Ahmed (k.s.) on beş yıl süren bu uzun talebelik döneminde Muhammed Diyaüddin Hazretleri (k.s.) inden çok istifade etti. İlim ve irfan yolunda çok ilerledi. Tasavvuf güzargahında çok yüksek derecelere çıktı.
Üstadı ona ilim öğretmek ve insanları Nakşibendi üstadlarının usulüne göre manevi olarak yetiştirip, terbiye etmek için icazet ve hilafet verdi.
Bunun üzerine o Hazna’ya dönmüş ve orada insanları irşada başlamıştır. Kısa bir süre sonra da asıl dergahın merkezini oluşturacak,Tel Maruf beldesine yerleşmiştir.
Mürşidi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretleri ile Birinci cihan harbinde aynı safta düşmanlara karşı mücadele vermiştir. Hatta savaşın en şiddetli anlarında bile mürşidinin yanından ayrılmamıştır.
Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretlerinin kolunun şehid edildiği esnada yine Hazret (k.s.) ın yanlarında Şeyh Ahmed (k.s.) vardı.
O zamanları oğlu ve halifesi olan Şeyh İzzeddin (k.s.) şöyle anlatmaktadır:
-”Küçük yaşta Hazna’daki Haznevi medresesinde tahsile başladım. Medrese çok mahir ve muttaki alimlerden, çalışkan ve ahlaklı talebelerden müteşekkildi.
Birinci dünya savaşının zifiri karanlığı, açtığı yara, oluşturduğu kıtlık ve sıkıntı devam ediyordu. Memleketimiz Fransızların işgali altındaydı. Her taraftan dine, imana, irfana karşı saldırılar düzenleniyordu. Büyük şeyh babam Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) köyden köye sürülüyordu. Buna rağmen o yılmıyordu. Kimi zaman çölde, kimi zaman çadırlar içerisinde talebe okutmaya devam ediyor, misafir kabul ediyor ve insanların irşadıyla aralıksız bir şekilde uğraşıyordu.”
-”Bu zor şartlara rağmen insanlar da ona teveccüh ediyorlardı. Babam korkuyu tanımaz, yorulmak bilmez, en korkunç olaylar karşısında dahi kırılmaz bir irade sahibi, cesaretli, vakur, maneviyatı son derece kuvvetli engin bir alim, tanınmış bir İslam önderiydi.”
-”Medresemiz toprak bir bina idi. Duvarları delikler ve çatlaklarla dolu idi. İçerisinde akrep, fare gibi zararlı hayvanlar da eksik olmazlardı. Sergilerimiz hasırdandı. Rahlelerimiz ise içi saman dolu yastıklardı. Tüm bunlara rağmen ilim öğrenmek ve babamıza layık olabilmek için gece gündüz demeden çalışıp, didiniyorduk. Dünyamız bu anlattıklarımdan başka bir şey olmamasına rağmen Şeyh Ahmed (k.s.) medresenin kapısına gelir ve bizlere;’
-”Ey hocalar! Ey öğrenciler! İnancınızı ve ahlakınızı İslam’a uygun hale getirmek, cehalet karanlığından kurtulmak, insanlara hizmet etmek, halifelik makamına yakışır bir hale gelmek, helali ve haramı bilmek hülasa yüce Allah’ın rızasını kazanmak için ilim tahsil edin. İnsanların itibarını kazanmak, makam ve maddeyi elde etmek, ün salıp, şöhret kazanmak için ilim tahsilinin sonucu nedamet ve hüsrandır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyururlar ki;
-”Allah’ı rızasını kazandıran ilmi, dünya menfaati için tahsil eden kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamıyacaktır. (Ebu Davut R.S 400)’d iye hitap ederlerdi.’
Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) tüm bu zor şartlara rağmen yılmadan çalışmaya devam ediyordu. Baskılar, sürgünler onu asla yıldırmıyordu. Cehalet her tarafta göze çarpıyordu. Şeyh hazretleri öyle oluyordu ki bazen bir çobana kelime-i şehadeti öğretmek ve düzgün bir şekilde söylenmesini sağlamak için saatlerce uğraşıyordu.
Bir seferinde yine böyle bir çobana namaz kılabilmesi için Fatiha suresini ve Ettahiyyatü duasını öğretmeye çalışıyordular. Ne yaptılarsa çoban bu duaları ezberliyemiyordu.
En sonunda Şeyh Ahmed (k.s.) çobanın tanıdığı ve birbirlerinden rahatlıkla ayırabildiği koyunlarına tek tek isim koymaya başladı. Bunun adı ‘Ettahiyyatü’, bu diğerinin ki’ Lillahi’, şuradaki ‘Vessalavatu’diye. Böylece çoban duaları ezberleyebildi.
Aradan bir süre geçtikten sonra bu çoban Tel Maruf’a ziyarete geldiğinde, Şeyh Hazretleri camide ona bu duayı okutturdu. Gördü ki duanın içindeki bir kelimeyi mesela ‘Vettayyibat‘ı eksik okuyordu. Sebebini sorduklarında o isimli koyunun öldüğü şeklinde bir cevap aldılar .
Yıllar süren uğraşları elbette ki boş kalmadı. Pek çok alim ve fazilet sahibi kişiler yetiştirdiler. Gerek talebelerini göndererek ve gerekse de kendileri irşatlara çıkarak insanları eğittiler. Fakat tüm talebeleri ve halifeleri arasında ilimleri, takva ve Allah’a yakınlıkları ile bambaşka olan üç kişi vardı ki bunlar oğulları olan Şeyh Masum (k.s.) Şeyh Alaaddin (k.s.) ve Şeyh İzzeddin (k.s.)’ dur.
Onlar için şöyle buyurmuşlardır:
-”Üç oğlum da kamil-i mükemmil şahsiyetlerdirler. Benden sonra sırayla yerime geçsinler. Bilindiği gibi tasavvufi literatürde ‘kamil-i mükemmil’ tabiri; Allah’a kavuşmuş, O’nun sevgisinde yeni bir hayat bulmuş, yüce marifetlerle, ilahi sırlarla donanmış ve insanları kamil bir şekilde irşad edebilecek bir özellik ve yetenek üzerinde olanlar için kullanılır.
Bu vasıflarıyla onlar Şeyh Ahmed’in (k.s.) diğer halifelerinden ayrıdırlar ve tarikatın asıl gövdesi onlar vasıtasıyla bu güne kadar devam ederek gelmiştir.
Şeyh Ahmed (k.s.) tüm yüce sıfatlarına ve kemallerle dolu, övülmüş hallerine rağmen çoğu zaman gözü yaşlı ve korku dolu bir halde bulunurdu. Yakınlarına ve sevdiklerine daima dert yanar ve kendisinde görülen bu hallerin ve insanların teveccühlerinin bir istidrac, nefsin veya şeytanın bir oyunu olmasından korktuğunu söylerdi. Kendilerini daima kusurlu ve hatalı görüyorlardı.
İnsanlardan gelen eziyetlere karşı çok büyük bir sabır sahibiydiler. Onun için onların İslam’dan bir şey öğrenmeleri, imanlarını kuvvetlendirecek bir sohbeti dinlemeleri ve kendilerini ıslah edecek bu yüce yola girmeleri herşeye bedeldi.
Bu uğurda gördüğü kabalıklara, çektiği eziyetlere hiç aldırış etmiyordu. Öyle oluyordu ki kendisini ziyarete gelenler ayakkabıları ile oturduğu yere basıyor, yaptıkları izdihamla bazen onu incitebiliyorlardı. Ama o bunlara hiç aldırış etmez ve yakınlarından bu gibi kimselere kızanları böyle yapmamaları için uyarırdı.
Bu yüce ahlakları ile pek çok insanın kalbini İslam’a, imana ve bu yüce ıslah yoluna ısındırdılar. Onların imanlarını kurtarmalarına vesile oldular. Çok büyük ve salih alimlerin yetişmesine vesile oldular.
Şah-i Hazna (Radiyallah-u anhu) nın halifeleri
23 Haziran 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”
Şah-i Hazna (Radiyallah-u anhu) nın halifeleri’nin isimleri;
1-Haci Hüseyin-i Kinike (k.s.)
2- Şeyh Muhammed Ma’sum-i Sani (k.s.)
3-Şeyh Allaaddin El-Haznevi (k.s.)
4-Şeyh İzzeddin El-Haznevi (k.s.)
5- Molla İbrahim-i Giresiver (k.s.)
6- Muhammed Ma’şuk Nurşin’i (k.s.)
7- Molla Abdullatif-i Amudi (k.s.)
8- Molla Muhammed Sıddık Serhade (k.s.)
9- Abdulhakim Bitlis’i hüseyn-i (k.s.)
10- Molla Abdurrezak Pirmiri (Kızıltepe) k.s.)
11- Molla Salih-i Kürimi (k.s.)
12- Molla Muhammed molla Reşid Ğarzi (k.s.)
13- Haci Musa (k.s.)
14- Molla Cüneyd
15- Molla Ahmed
Devam edecek…
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Şah-i Hazna (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Mektubat-ı Şah-ı Hazna (Radiyallah-u anhu) birinci mektub;
23 Haziran 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Birinci mektub;
Allah, şeyhin yüce sırlarını kutlasın. Övülür ahlakın kaynağı temiz nefisli Üstad-ı âzam Şeyh Abdurrahman’ı Tağ-ı (k.s.) nın torunu olan Molla Muhammed Ma’şuk’a, Allah’ın yoluna talib olan kimsenin maksadı, mürşidine zahiren visali ve üstadın yanında manevi terbiye için uzun müddet kalmaksızın hasıl olmayacağı ve buna benzer mes’eleler hakkındadır.
Allah’ın Adıyla başlarım.
Erenlerin ancak muhabbetiyle kendisine vasıl olan Allah’a hamd olsun. Arifler, uymalarıyla manevi makamı bulmuş olan Peygamber (s.a.v.) inin üzerine, Müslümanlar, hidâyetleri sebebiyle hidâyetlenen o Peygamberin âline ve ashabına salât ve selâm olsun!
Ey manevi kemâlâtın zuhuruna kabul olan kimse! Aziz ve Yüce Allah’tan, o kabiliyetinizi kuvvetten fiiliyata çıkarmasını dileriz. Talibin maksadı, mürşidine açıkça dünya gözüyle görmeden, kavuşmadan ve eğitimsiz olamaz.
Nitekim Allah Sübhanehu ve Teâlâ’nın manevi mukaddas sahasına erenlerin hakkındaki âdetlerinin çoğu da böyledir. Bu yüce tarikatta gayeye varmak (vasıl olmak) için yüksek gayret ve himmet lazımdır.
Nitekim (Farsça) beyt;
-“Rütbe ve şerefin yüceliği, ancak (insandaki) hüner ve marifetin miktarına göredir. Padişah köşkünün bekçisi, köşkünün yanında, kapıcısı ise, kapının yanındadır.”
Açıklama; (Mevlana Câmi’nin farsça Lüccet-El-Esrar kitabının bir beytidir.)
Diğer bir farsça beyit’te;
-“Ben öyle bir kişinin kölesiyim ki, mavi gök kubbesi altında, Allah’tan başkasına taalluk (ilgi) şeklini kabul eden her şeyden azâddır.” denilmiştir
Açıklama; (Hafız el-Şirazı’nın farsça divanının bir beytidir.)
İmkan dahilinde ilk veya Sonbahar’da gel! Yoksa, kul mümkün olmayan şeyle teklif edilmez. Sana dediğimiz gibi amelleri yapmaya Allah’tan, sâdattan (Tarikat büyüklerinden) emellerin kabesi olan zat’dan (Kadasallah-u sirreh) bahs etmeye devam et! Kalb latifesi üzerine yirmibir bin (def’a) (zikr-i celâl) virdini çek! Çünkü zahirde bunlara çalışmaya açıkça hiçbir fayda terettüb etmezse bile makbuldur.
Sonra Seyda zâdeler (k.s.) in hepsinin ellerinden öper, makbul ve yüce dualarını taleb ederim. Sıhhat ve hastalık bakımından yüce hallerinden sorar. İnsanların en iyisinin (Peygamber’in), Cenâb-i Hakk’ın nezdindeki makamın yüzü hürmetine, onlara sıhhatın devamını hastalığın külliye olmaması emelimizdir.
Mezkür Peygamberin (s.a.v.), ashabının üzerine salât-u selam olsun!
Kaynak; (Şah-i Hazna (r.a.) mektubatları)
Derleyen; Alâaddin El-Haznevi (Kadasallah-ü sirreh)
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Şah-ı Hazna hazretlerinin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Mektubat-ı Şah-ı Hazna (Radiyallah-u anhu) İkinci mektub;
23 Haziran 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
İkinci Mektub;
Açıkça Allah’a muhabbeti olan, onlarla iftihar edilen haslet, ülfiyet ve vefa sahibi öz kardeşim Molla Mustafa’ya, kalben yapılan (gizli) zikrin, diğer ibadetler gibi muayyen bir vaktı olmayıp belki bütün zaman ve hallerde yapılması matlub olduğu, şüphesiz zahiri ilimde olduğu gibi, bâtını ilimde çok çaba sarf edilmeden hasıl olmadığı, talib fırsat buldukça hemen matlûbuna çalışmasının lâzım olduğu ve bu konulara bnenzer mes’ele hakkındadır.
Allah’ın adıyla başlarım
Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur. Salât-ü selam Hatem El-Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu) Muhammed’in, bütün âl ve ashabının üzerine olsun!
Sonra bu mektub, kölelerin en düşüğü Ahmed’den, övülen ahlak sahibi öz kardeşimedir. Allah, onu din ve dünyanın eziyetinden kurtarıp esenlikte bulundursun!
Ayrılık zamanı uzayınca bana gelmene bedel olsun diye bu mektubu yazdım. Kardeşim, Allah sübhanehuya zikr etmek süreksizdir. Hatta kul her zaman onu yapmakla emrolunmuştur. Diğer ibadetler ise, her birisinin ayrı ayrı özel olarak bir vakti var. O vakitten başka birisinde yapılması caiz değildir.
Hatta ibadetlerin en efdalı namaz olduğu halde, şüphesiz bazı vakitlerde kılınması caiz olmaz. Fakat kalben zikredilmesi bütün haletlerde kuldan istenilmektedir.
Allah-u Teâlâ Kur’an-i kerimde;
-“Sağ duyular o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (daima) Allah’ı anarlar.” Âl-i İmran suresi 191. ayet.
Aziz efendim.
Cüneyd el-Bağdadi (V. 298. H.) (kaddesallahü sirreh) nın halifesi olan Şibli (Rahmetullahi aleyh) Tasavvuf’a ilk başlaması zamanında, bir demet çubuğu yanına bırakır, her ne zaman kalbine Allah’ın zikrinden onu men eden bir gaflet haleti geldiği zaman, çubuklardan birisiyle kendini te’dip ederek kırılıncaya kadar kendini döverdi ve bu hali böylece devam ediyordu. Bir çok vakitlerde akşam olmadan çubuklar tükeniyordu.
Kalb ile (gizli) Allah’ı zikretmek müridlerin kılıcıdır. Peygamber (Salallahu aleyhi ve sellem) den bu hususta rivayet edilen hadis-i şerif’in manası şöyledir;
-“Ayılın! Emellerinizin en iyisinden derecenizin en yücesindeki amellerinizden, sadaka edilen altun ve gümüşten daha hayırlı olanından size haber vereyim mi?”
Sahabeler (Ridvanullahi teâlâ aleyhim);
-“Evet et Allah’ın Resulu.” Dediler.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem);
-“Allah-u Teâlâ ve tekaddes hazretlerinin zikridir.” Diye buyurdu. (Râmuz El-Ehadise bakınız.)
Gizli zikrin sayılmayacak kadar faziletleri vardır.
Kardeşim! Anlayışlı kimse için, bu husus kendisine işareti kâfi iken, bu kadar açık ve çokça beyan durumu nasıl olur?
Kardeşim! Mürşidimiz Hazret (El-Şeyh Muhammed el-Diyaaddin) Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlayıp tâbileri arasında zümresiyle haşreylesin! Buyurdular ki;
Zahiri ilim tahsiline çok çalışmak ve şiddetli çaba sarf etmek lazım olduğu gibi, bâtımnı ilmin tahsili için dahi şiddetli bir cehd (çabalamak) lazımdır.
İmâm-i Rabbani (Kuddise sirruh) buyurmuşlar ki;
Kulun mevlası (Allah’ı) kendisinden razı olmadıkça, hayatında onun için ne gibi bir zevk ve safa olabilir. Cennetteki Allah’ın rızası cennetten daha iyi, Cehennemdeki Allah’ın gadabı cehennem ateşinden elem bakımından daha şerlidir. Öyle ise, akıllı kişi Allah’ın rızasına çalışması gerekir.
Ey kardeş! Mevlana Halid Zilcenaheyb (r.a.) den
-“Allah’ın manevi yoluında manevi sülük etmek ne vakitte tamam olur?” Diye sorulunca
Mevlana Halid zilcenaheyn (r.a.);
-“Beşikten mezara kadardır, ancak tarikatımız mahbub (sevgili) Allah yolunda ruhu feda etmektir.” Dedi.
Cizreli Molla Ahmed (Kuddise sirruh) demiş ki beyt;
-“Talibe fırsat gelince, Allah yolunda çalışmayıp da mehil vermesi haramdır. Benim için Nuh Aleyhis selam ömrü kadar ömürm yoktur. Öyle ise ey aşk şarabının dağıtıcısı bana doğru çabuk gel!”
Molla Ahmed El-Hanı de bir beytinde diyor ki;
-“Eğer senin bir maksadın olsa, acele olarak ona çalışman lazımdır. Hususen bir mabudun, (kendisine ibadet edeceğin bir zat) olsa daima emrine koş!”
Yine Cizreli Molla Ahmed (k.s.) bir beytinde;
-“Öldürülmem ile hayatta kalmam işi emir ve fermanına bağlıdır. Ahmed ise, zaif bir kölen olup kölelerin arasında bulunmakmaktadır.”
Bundan sonra, size, faki haciya ve ev halkınıza selâm edip size ve ailenize dua ederek, size ve onlara Allah’tan korkmak ve ona itaat etmekle tavsiye ederim.
Allah, efendimiz Muhammed (s.a.v.) in, bütün âl, sahabe ve zevcelerinin üzerine salat-ü selam eylesin!
Kaynak;(Şah-i Hazna (r.a.) mektubatları)
Derleyen; Alâaddin El-Haznevi (Kadasallah-ü sirreh)
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Şah-ı Hazna hazretlerinin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Mektubat-ı Şah-ı Hazna (Radiyallah-u anhu); Üçüncü Mektub;
23 Haziran 2008Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
Üçüncü Mektub;
Manevi ilimlerde olgun, zahiri ilimlerde mahir, din değerlendirilmesinde çalışan, Verkanıs’lı El-Şeyh Fethullah (k.s.) oğlu El-Şeyh Alâuddin (k.s.) e, Allah yüce sırlarını kutlayıp kudsi nûrlarından, temiz nefeslerinden üzerimize nazil eylesin! Ahvali ve mürşid’i olan hazretin ev halkının ahvâlinin bildirilmesi ve kandisine Üstad-ı â’zamın (El-Şeyh Abdurrahman Tağ-ı) (k.s.) ın mektubları ve işaretleri ile Hazret (Kuddise sirruh) mektublarının yazdırılmasının talebi hakkındadır.
Allah’ın adıyla başlarım
Kainatta hiçbir şey yok ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin. Salat-ü selam, Allah’ın yarattıklarının en iyisi olan Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) in âl ve ashabının üzerine olsun!
Sonra, bu mektub, miskin, terk edilmiş, garib köleden efendisine, gözünün nûru olan Şeyh Alâuddin (k.s.) edir. Allah, onu katında makbul olanlardan eylesin. Dost ve ahbablarının yolunda bulundursun!
Mezkür köle, ellerinden öper, size dua edip duanızı diler. Neş’e ve selamet cihetinden bütün ahvalinizden sorar. Allah, o halleri size devam ettirip, sıkıntı, üzüntü ve hastalık vermesin!
Sonra şu arz edilir ki, ayrılık dağıyla dağlanmış bu üzüntülü şahsı bereketli dua’nızdan unutmamanızı, kendisinden mektublarınızı kesmemeniz mümkün olduğu kadar onlar da ahvalinizi ve o tarafınızdakilerin ahvalini bildirip nasihatları beyan etmeniz arz olunur. Çünkü uyuyan kimse uyumayana, gafil olan kimse, çağırmaya muhtaçtır.
Molla Abdulhadi’ye selam eder, duasını diler, dünya ve ahrette selâmeti için kendisine duâ ederim. Üstad-ı â’zam’ın bütün mektublarını ve bütün işaretlerini Hazret (kudisse sirruh) in bütün mektublarını bu miskine, yazması kendisinden rica olunur. Dolayısıyla büyük bir sevaba nâil olacaktır. Zira mezkür eserlere çok ihtiyaç vardır.
Çünkü üstad’ın manevi himmeti olmazsa, emellerin kâbesi (Kaddesallahu sirreh) (Hazret) bu fakirin sırtının üzerindeki yükü cidden ağırlaşmış öyle bir derecededir ki, himmeti olmazsa altından kalkamıyacaktır.
Allah, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) in âl ve sahabesinin üzerine salat-ü selam eylesin.
Kaynak; (Şah-i Hazna (r.a.) mektubatları)
Derleyen; Alâaddin El-Haznevi (Kadasallah-ü sirreh)
Devam edecek…
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Şah-ı Hazna hazretlerinin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu