İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 14
Halilür-rahman dergâhı (Şanlı Urfa)
İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 14
İmâm-i Rabbani hazretleri (r.a.), tasavvufun bütün inceliklerine ve en yüksek kemâllerine kavuşarak, Muhyedin-i Arabi, Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni, Bayezid-i Bistami ve Cüneyd-i Bağdadı (r.anhüm) başta olmak üzere, kendisinden önce yaşamış velilerin sekr halinde yani tasavvuf’da kendinden geçme halinde iken söyledikleri ve iyi anlayamayanları şaşırtan yüksek sözlerini, vahdet-i vücûd bilgilerini, gayet net bir şekilde açıklamış, bu büyüklerin yanlış anlaşılmasına ve onlara düşmanlık yapılmasına ve imanlarının ve itikadlarının tehlikeye düşmesine mani olmuştur.
Böylece o büyük velileri kötülemek veya medhetmek şeklinde de olsa, iftiralar atılmasına son vermiştir. Tasavvuf deryasından bol bol saçtığı yüksek ma’rifetler, beliğ ifadeler ve fâsih sözler ile, çok kimsenin anlamak ve anlatmaktan âciz kaldığı yüksek hakikatleri, candan arzulayanlara sunarak, bu sonsuz deryadan susuzlarının harâretini teskin etmiştir. Yolunu şaşıranlara doğru yolu göstemiş, aşağı derecelerde takılıp kalanları çok yükseklere çıkarmıştır. Sorulan bütün suallere cevaplar vererek, tasavvufta iyi anlaşılmayan bir yer bırakmamıştır.
Mürşidlik, müridlik, tarikat, kutb, gavs, evliyâ, zikr, ma’rifet, kerâmet gibi kelimeleri çok mükemmel bir şekilde açıklamış, bu konulardaki karışık ifâde ve bilgilerin arkasına saklanarak, Müslümanları kandıran ve şaşırtan cahillerle, dünyaya düşkün bozuk tarikatçıların maskelerini indirmiştir.
Bu hususta esasları düsturları açıklamış, bütün bu isim ve sıfatların, asıllarını ve hakikatlerini gözler önüne sermiştir. Böylece bu yoldan, tasavvuf kelimesi perde edilerek, İslâm dinine bozuk inanç ve ibadetlerin, uydurma merâsim ve toplantıların, her türlü sapıklık ve hurâfelerin girip yerleşmesini önlemiştir.
Vilâyetin ve veliliğin muhakkak kerâmet göstermek demek olmadığını, asıl vilâyetin Allah-ü teâlâ’yı unutmamak ve Allah-ü teâlâ’nın isimlerine, sıfatlarına ve fiilerine olan ma’rifet, yakınlık olduğunu; tasavvufun, İslâm dini dışında ayrı bir yol değil, bizzat dinimizin içinde, emir ve yasakların kolaylıkla yapılmasına yardımcı olan ve Allah-ü teâlâ’ya muhabbet yolu olduğunu çok veciz şekilde izah etmiştir. Böylece din bilgisi az olanların ve hakiki tasavvuf ehli olmayanların, şaklabanlıklar ve istidraclar ile insanları kandırmalarına ve böylelerinin ma’rifet ve kerâmet sahibi hakiki velilerle karıştırılmasına mani olmuştur. Kısacası onun tasavvuf deryasında çözmediği bilmece, haber vermediği esrâr kalmamıştır.
İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) kitablarında, mektublarında, sohbetlerinde ve günlük hayatında, bütün bidatlerle şiddetle mücadele etmiş, bunları bir bir ayıklayarak, unutulmuş olan nice sünnetleri, hatta farzlerı yeniden meydana çıkarmıştır.
Bidatların en çirkinin, itikada ortaya çıkanlar olduğunu bildirerek, bunlara ve ibadetlere sokulmak istenen bidatlerle, ilim, amel ve marifet ile mücadele etmiş, her sözü ve işinin sünnete uygun olmasına pek çok titizlik göstermiştir.
Ayrıca zamanındaki bütün fen ilimlerini en üstün şekilde biliyordu. Fen bilgileri üstüne yaptığı açıklamalar, bu ilimlerin mütehassıslarını hayrette bırakmıştır.
Mesele, atomların içinin ve böylece maddelerin dolu sanıldığını, halbuki elektronların çok hızlı dönüşmelerinden dolayı boş olduğunu ilk olarak bundan dörtüz sene önce açıklamıştır.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
04 Şubat 2015, 09:13 tarihinde.
[...] Ğulam (Radiyallah-u anh)-3 « İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 12 İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 14 [...]