‘ahiret’ olarak etiketlenmiş yazılar
Dünya Sevgisi- 2
27 Haziran 2008Şeşça’vi deresi Başı (Nusaybin)
İmam-i Ğazali (r.a.) Kimya-yi Saadet kitabında Dünya sevgisi Hakkında birkaç misalla şöyle açıklama yapıyor:
1-Misal;
Dünyanın birinci Büyücülüğü şöyledir;
Kendini sana devamlı kalacak şekilde gösterir. Halbuki O haraket eder ve devamlı senden kaçar. Fakat Tedrici ve gayet yavaş haraket eder. Dünya kendisine baktığın zaman haraketsiz görünen ve fakat daima yürüyen bir gölgeye benzer.
Bilirsin ki, ömrün devamli gidiyor ve tedrici olarak her an biraz daha azaliyor.İşte o dünyadır, senden kaçiyor, sana veda ediyor (senden ayrılıyor), sen ise bunu anlamiyorsun.
2-Misal;
Büyülerden biri de, kendini sana veriyor şeklinde göstermesi, seni kendine aşık etmesi, seninle kalacağını, bir başkasına varmayacağını ima etmesidir. Halbuki sonra aniden sana düşman kesilir. Bu erkekleri aldatıp, kendine aşık eyleyen, sonra evine götürüp öldüren, zehirleyen zalim bir dul kadına benzer.
İsa (a.s.) keşfinde dünyayi ihtiyar bir kadın şeklinde görüp sordu:
-“Kaç kocan vardır?”
Dünya:
-“O kadar çok ki sayamam.” Dedi.
İsa (Aleyhisselam):
-“Öldüler mi, yoksa seni boşadılar mı?” buyurdu.
Dünya:
-“Hayır belki hepsini ben öldürdüm.”dedi.
İsa (aleyhisselam) bunun üzerine:
-“Bu ahmaklara şaşarım ki, diğerlerine ne yaptığını görürler de yine seni isterler, hiç ibret almazlar.” Buyurdu.
3-Misal:
Dünyanın büyülerinden biri de, dışını süsleyip, bela mihnetleri örtmesi, dışına, yüzüne bakan cahilleri aldatmasıdır. Çirkin yüzünü örten, ipekli ve süslü elbiseler giyen ihtiyar bir kadına benzer.
Uzaktan onu görenler ona aşık olurlar. Ama yüzünden örtüyü kaldırınca pişman olur, üzülürler. Onun rezilliğini görürler.Hadisi şerifte geldi ki:
-“Kiyamet günü dünyayı yeşil gözlü, dişleri dökülmüş ihtiyar, çirkin bir kadın şeklinde getirirler;
İnsanlar ona bakınca :
-”Allah(c.c.) korusun Bu nedir? Böyle rezil, böyle çirkin “derler.
Onlara denir ki;
-”Bu uğruna birbirinizi kıskandığınız, Birbirinize duşman kesildiğiniz, kan döktüğünüz, Sıla-i rahmi terk ettiğiniz, ona aldandığınız Dünyadır.”Sonra onu cehenneme atarlar.
Dünya der ki:
-”Ya rabbi, beni sevenler nerededir?”
Allah-u Teala(c.c.) onların da getirilip cahenneme atılmasını emreder.
4-Misal:
Bir kimse dünyada bulunmadığından önceki ezeli ve içinde bulunmayacağı atideki seneleri ve ezelle ebed arasındeki bu birkaç günü (kendi ömrünü) hesap ederse, dünyanın bir sefer yolu olduğunu, birinci menzilinin beşik, son konağının mezar ve bunun arasında kaç konak bulunduğunu anlar.
Her yıl, bir konak gibi;
her ay bir fersah (yaklaşık olarak altı kilometre) gibi;
her gün, bir mil gibi ve her nefes bir adım gibidir.
O ise durmadan yürüyor.
Kiminin bu yoldan bir fersahi kalmış, kiminin daha az, kiminin daha çok kalmış. O ise daima burada kalacakmış gibi gamsız ve düşüncesiz oturmaktadır. On sene sonra bile kendine lazım olmayacak şey’leri düşünmekle meşgul olur. Halbuki on güne varmaz, taprak altında olacaktır.
5-Misal:
Dünya işlerinden insanın karşılaştığı kendisine az görünür, bununla meşguliyetinin uzun sürmiyeceğini zaneder. Belki de işlerinin yüz tanesinden bir tanesi ortaya çıkar ve ömrü o işte geçer.
İsa (a.s.) buyuruyor:
-“Dünyayı arayan, deniz suyu içene benzer. Ne kadar çok içerse, daha çok susar, içer içer, nihayet ölür. Fakat susuzluğu, harareti eksilmez.”
Bizim Peygamberimiz (Aleyhi efdalüssalati ve ekmelüttehiyyat) buyuruyor:
-“Bir kimsenin suya girip, ıslanmaması mümkün olmadığı gibi, dünyada olup da ona bulaşmamak mümkün değildir.”(C.zühd,3 H. Rikak;2)
6-Misal:
Dünyayi sevenler, dünya işleri ile meşgül olup ahreti unutanlar; Gemide bulunup, bir adaya yanaşıp kaza-yı hacet ve taharet için dışarıya çıkanlar gibidir.
Kaptan, bağırır ve der ki;
-“Hiç kimse fazla kalmasın. Temizlikten başka bir şeyle meşgul olmasın. Gemi hemen kalkacak.”
Onlar adaya dağılırlar. Akıllı olanlar, çabucak temizlenip geri dönerler. Gemiyi boş bulup daha güzel ve uygun bir yer tutup oraya otururlar.
Diğer bir grup, adanın güzelliğine acayipliğine şaşar, kalırlar. Onu seyre koyulurlar. Ondaki çiçeklere, tatlı tatlı öten bülbüllere, etraftaki süslü çakıl taşlarına bakar kalırlar. Geri dönünce gemide rahat bir yer bulamazlar, dar ve karanlık yerde otururlar. Oranın sıkıntısını çekerler.
Diğer bir grup, yalnız bakmakla kalmayıp, o süslü güzel çakıl taşlarını, çiçekleri toplarlar, beraberinde götürürler; gemide yer bulmazla, dar bir yere sıkışır, kalırlar ve çok defa o çakıl taşlarını omuzları üzerinde taşırlar. Bir iki gün geçince o güzel renkler solar, kararır, onlardan nahoş kokular gelmeye başlar. Atacak yer bulamazlar. Pişman olurlar, onların yükünü ve sıkıntısını omuzlariyle çekerler.
Bir başka grup, adanın güzelliğine şaşar ve öyle kalırlar. Gemiden uzak kalıp gemiyi kaçırırlar. Kaptanın sesini duymazlar. Adada kalırlar. Böylece bazısı açlıktan ölür. Bazısını yırtıcı hayvanlar öldürür.
Birinci grup;
Takva sahibi mü’minlere benzer, sondakiler de kafirlere. Zira kendilerini, Allah-u Tealayı (c.c.) ve ahreti unutturlar. Bütün varlıklarını dünyaya verdiler.
Ayeti kerimede,
-“Ahrete nisbetle ,dünya hayatını daha çok sevdiler.” buyuruldu. (Nahl-107).
Aralarında bulunan iki gurup, asiler gibidir. İmanın aslını korudular, fakat dünyadan el çekmediler. Bir kısmi fakirlikten pay aldı. Bir kısmı çok ni’metler toplayıp, yükü ağır oldu.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Tesala (c.c.) bizleri ve sizleri dünyanın büyüsüne aldanmayan ve Salih Amaller işleyen kullarından Eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Dünyayı tanımak
29 Haziran 2008Dara harabeleri (Dünya budur işte bir zamanlar bu büyük şehirde kuvvetli insanlar vardı ya şimdi)
Biliniz ki;
Dünya, din yolunun konaklarından bir konak, yolcuları Allah-u Teala’ya (c.c.) götüren bir yol, misafirlerin azıklarını alabilmeleri için açıkta kurulmuş SÜSLÜ bir pazardır.
Dünya ve ahiret senin iki halinden ibarettir: Ölümden önce olup, ama ona çok yakın olana “DÜNYA” denir.
Ölümden sonra olana ise “AHİRET “denir.
Dünyadan maksat, ahiret için azık toplamaktır. Çünkü insan yaratıldığı zaman sade ve noksan yaratılmıştır.
Fakat kemala gelmek ve meleklerin halini kalbine nakşetmek liyakatindedir. Böylece Allah-u Teala’ya (c.c.) layık kul olur. Bu; hidayete kavuşmak yahut Allah-u Teala’nın (c.c.) cemalini seyredenlerden olur manasındadır.
Onun nihai saadeti budur. Cenneti budur ve o bunun için yaratılmıştır. Gözü açılmayınca seyredemez. Ve o cemali idrak edemez. bu ise marifetle elde edilir.
Allah-u Teala’nın (c.c.) cemalının marifetinin anahtarı, onun sun’undaki (yaptığı, yarattığındeki ) şaşılacak hallerin bilinmesidir. Bu sun’unun anahtarı önce insanın duygularıdır. Bu hisler (duygular ) ancak, su ve topraktan meydana gelmiş bu bedende bulunurlar.
O halde, bunun için su ve toprak alemine düştü. Ancak bu şekilde, bu azığı elde eder, hisleriyle kendinin dışında olanları bilir. Kendini tanımak anahtarı ile de, Allah-u Teâla’yi tanımaya (c.c.) kavuşur.
Bu hisler onda olduğu ve faaliyet gösterdikleri müddetçe o kimseye “dünyadadır”, derler.
Hislere veda edip kendi (zatı) ve zatına ait sıfatları kalınca ona, “Ahirrette gitti” derler. O halde insanın dünyada bulunmasının sebebi budur.
Demek ki, insan dünyada iken iki şey lazımdır:
Biri kalbi öldürücü sebep lerden koruması ve gıdasını tedarik etmesi
Diğeri de, bedenini helak edici, öldürücü şeylerden koruması ve gıda sını elde etmesidir.
Kalbin gıdası, Allah-u Teala’yı (c.c.) tanımak ve sevmektir. Çünkü her şeyin gıdası tabii hususiyetine uygun olur. Daha önce, insanın kalbinin hususiyetinin bu olduğunu anlatmıştık. Helakinin sebebi, Allah’ü teâladan gayrı şeylerin sevgisine dalmaktır.
Bedeni kalp için korumak lazımdır. Yoksa beden fanidir, kalp bakidir. Hacıyı hacca götüren deve gibi, bedende kalbin binek hayvanıdır. Deve hacıya lazımdır, hacı deve’ye degil.
Eğer hacca giden bir deveyi yanında bulundurması icap ediyorsa, yemini, suyunu, örtüsünü Kâbeye varıncaya kadar tedarik etmesi lazımdır. Bundan sonra onun sıkıntısından kurtulur.
Fakat deveye bakmayı ihtiyaç miktarınca yapmak lazımdır. Yoksa bütün zamanını ona yem vermek, onu süslemek ve onu muhafaza etmekle geçirirse, kafileden geri kalır ve helak olur.
Bunun gibi, eğer insan bütün zamanını bedenin kuvvetlenmesine ve helak olma sebeplerini ondan uzaklaştırmaya verirse, kendi saadetinden mahrum kalır.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-uTeala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu dünyada kaldığımız misafirliği zarfında dünyaya rağbet etmeyen Ahiret hayatı için çalışan Bedenine değil Kalbını islah etme yolları için çabalayan veli kullarının yüzü suyu hürmetine İSLAH eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Tefekkür’ün hakikatı
14 Temmuz 2008Girnavas (cintepesi) mevki-i
Tefekkür, ilim öğrenmek istemektir. Kendiliğinden elde edilmeyen ilimler öğrenilmelidir. Bu da bir başkasının bildiklerini kendisinin de bilmesiyle meydana gelir.
Böylece iki marifet birleşir, aralarında üçüncüsü doğar, erkek ve dişiden çocuk meydana gelmesi gibi olur.
Bu iki marifet, üçüncü marifetin aslı olur. Sonra bir başkası ile birleşir, ondan da dördüncüsü meydana gelir. Bunun gibi ilimlerin çoğalması, nihayete doğru gider.
Bu yolla ilim elde edemeyen, asıl olan ilimlerin yolundan gitmemiştir. Böyle bir kimse sermayesi olmadan ticarete atılan kimseye benzer ki, bir şey yapamaz.
Eğer bilirse, fakat aralarını nasıl birleştireceğini anlayamazsa sermayesi olup alışveriş ilmini bilmeyene benzer.
Bunun hakikatini anlatmak uzun sürer. Burada bir misal vermekle yetinelim. Ahiret’in dünyadan daha iyi olduğunu bilmek isteyen kimse, dünyadan iki şey’i bilmeyince bunu anlayamaz.
Biri:
Sonsuz olanın geçici olandan iyi olduğunu bilmektir.
Diğeri de:
Ahiret’in sonsuz, dünyanın geçici olduğunu anlamaktır. Bu iki aslı bilince, zaruri olarak, ahiret’in dünyadan iyi olduğunu bildiren ilimler ondan meydana gelir. Bu meydana gelmekle mu’tezilenin dedikleri gibi demek istemiyoruz. Bu ise ayrı ve uzun bahistir.
Bundan anlaşıldı ki,
Bütün tefekkürün hakikati, kalbde hazır olacak iki ilmi aramaktır. İki atın birleşmesinden koyun doğmadığı gibi, herhangi iki ilimden de istenen ilim doğmaz.
İlimden her çeşidin, ayrı iki aslı vardır. Bu iki asıl kalbde bulunmayınca bu beklenen meydana gelmez.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla (c.c.) bizleri ve sizleri tefekkürün hakikatını idrak eden kullarından eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu