‘havf ve reca’ olarak etiketlenmiş yazılar
Havf ve reca- 2
25 Haziran 2008Dara Harabeleri (Mardin)
Anlatırlar ki;
Gazvelerden birinde bir çocuk esir almışlardı. Açık artırmaya çıkarılmıştı . Çok sıcak bir gün idi. Çadırda duran bir kadının gözü o çocuğu aldı.
Çadırdan çıkıp koştu. Çadırdekiler de arkasından koştular. O çocuğu alıp bağrına bastı. Güneşte yanmasın diyekendini ona gölge eyledi. Ve;
-“Bu benim çocuğumdur.”dedi.
Bunu gören adamlar ağladılar. Ve o çocuğa olan şefkatının, merhametinin çokluğundan yaptıkları işten vazgeçtiler.
Sonra Resulullah (a.s.v.) oraya geldi.
Vak’ayı ona anlatılar. Kalblerindeki merhamete ve çocuğa ağlamalarına memnun oldu ve:
-“Bu kadının şefkat ve merhametine şaştınız mı?” Buyurdu.
-“Evet .” Dediler.
Resulullah (a.s.v.) Buyurdu ki;
-“Allah-u Teala (c.c.) hepinize, bu annenin çocuğuna merhamet ve şefkatından daha merhametlidir. Oradaki Müslümanlar ,benzeri görülmemiş bir neşe ile oradan dağıldılar.
İbrahim Edhem (k.s.) buyurdu;
Bir gece yağmur yağıyordu.Tavaf yapamadım.
-“Ya Rabbi beni günahdan koru hiç günah işlemiyeyim.”dedim.
Kabe’den bir ses duydum.
-“Sen günahsızlık istiyorsun Bütün kullar da senin gibi istiyor. EĞER HEPİNİZİ GÜNAHDEN KORURSAM, İHSAN VE MERHAMETİMİ KİME AŞİKAR EDEYİM ?”
Böyle hadisi şerifler ve haberler çoktur. Üzerinde korku galip olana bunlar şifa olur.
Resulullah (a.s.v.) buyurdu;
-“Kul günah işleyince günah yazılır.”
Dinleyenlerden bir köylü;
-“Tevbe ederse?” dedi
Resulullah (a.s.v.)
-“Silerler.” buyurdu.
köylü;
-“Bile bile işlerse.”
Resulullah (a.s.v.)
-“Yazarlar.” buyurdu.
Köylü;
-“Tevbe ederse?” dedi.
Resulullah (a.s.v.)
-“Silerler.” buyurdu.
köylü ;
-“Ne zamana kadar? dedi.
Resulullah (a.s.v.):
-“İstiğfar ettiği müddetçe, Kul İstiğfar etmekten bıkmayınca, Allah-u Teala (c.c.) afv etmekten usanmaz. İyilik yapmaya niyet edince, o işi yapmadan Melek sevab yazar. Yaparsa on sevab yazar. Böylece yedi yüz misline kadar fazla yazar. Günah işlemeye niyet edince yazmaz. İşleyince bir günah yazar. Onun için de Allah-u Tealanın (c.c.) afvı vardır.” Buyurdu.
Bir kimse Resulullah (a.s.v.) a;
-“Ben yalnız Ramazan ayında oruç tutarım, başka oruç tutmam. Beş vakit namazımı kılarım, fazla kılmam. Allah (c.c.) bilir ki; malım, param yoktur, zekat veremiyorum. Hacca gidemiyorum. Yarın kıyamette halım ne olacak?” Dedi.
Resulullah(a.s.v.) güldü ve
-“Eğer kalbini riyakarlıkten ve hasedden, dilini giybetten ve yalandan, gözünü namahreme bakmaktan ve Allah-u Teala(c.c.) nın kullarına hakaret ile bakmaktan korusan, cennette benimle olursun.” Buyurdu.
Bir A’rabi Resulullah (a.s.v.):
-“Kiyamet günü hesabi kim yapar? Dedi.
Resulullah (a.s.v.)
-“Allah-u Teala (c.c.) yapar.” Buyurdu.
A’rabi;
-“Bizzat kendisi mi yapar?” dedi.
Resulullah(a.s.v.)
-“Evet buyurdu.”
A’rabi güldü.
Resulullah (a.s.v.)
-“Ey A’rabi niçin güldün?” buyurdu.
A’rabi
-“Kerim olan galib olunca Afv eder, hesab sorarsa kolaylık gösterir.” Dedi.
Resulullah (a.s.v.)
-“Doğru söyledi. Allah-u Teala(c.c.) dan kerim kimse yoktur. BU A’RABİ AKILLIDIR.“ Buyurdu.
Sonra buyurdu ki;
-“Allah-u Teala, Kabe’yi şerefli ve büyük kıldı. Eğer bir kulu onu yıkar, taşını taşından ayırırsa ve yakarsa, işlediği günah Allah’u Teala (c.c.) nın EVLİYA KULLARINDAN birini aşağı görmekle işlediği günahdan daha azdır.”
A’rabi;
-“Allah-u Teala(c.c.) nın evliya kulları kimlerdir?” Dedi.
Resulullah (a.s.v.) buyurdu:
-“Bütün MÜ’MİNLER ALLAH-U TEALA(C.C.) EVLİYASIDIR. (Evliya sevgili kul demektir.) Allah (c.c.) iman edenleri sever (Bakara-2) ayetini duymadın mı?”
Yine (a.s.v.) buyurdu;
-“Allah-u Teala (c.c.) nın yüz rahmeti vardır. Doksan dokuzunu kiyamette ayırmış, ve bu dünyaya bir rahmet’ten fazla ayırmamıştır. Bütün kalbler bu bir rahmetle, merhamet buluyor. Annenin çocuğuna merhameti, hayvanın yavrusunu koruması bu merhamettendir. Kiyamet günü bu rahmet o doksan dokuz rahmetle bir araya gelir ve Müslümanlara saçılır. Her rahmet göğün veyerin tabakalarından defalarca büyüktür.” Buyurdu.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala (c.c.) Hazretleri bizleri ve sizleri Havf ve Reca (Allah’den korkmak ve onun afv-ı için daime ümidli olmak) üzere kılsın. Amin…
Fuad Yusufoğlu
Havf ve Reca- 3
25 Haziran 2008Dara Harabeleri (Mardin)
Bil ki;
Havf (Allah (c.c.) tan korkmak ) büyük makamlardandır. Fazileti, sebep ve neticelerine bağlıdır. Sebebi anlatılacağı gibi İlim ve Ma’rifettir.
Bunu için Allah (c.c):
-“Alah’tan ancak, Alim kullar korkar” buyuruyor. 35 Fatır-28
Resulullah(a.s.v.);
-“Hikmet ve ilimin başı Allah (c.c.) korkusudur.”
Netice ise, İffet, ver’a ve takvadır .Bunların hepsı de SAADET’İN anahtarıdır. Çünkü şehvet ve arzular TERKEDİLMEDİKÇE ve de bu yolda SABREDİLMEDİKÇE Saadet yolu bulunmaz.
Şehvet ve arzuları korku gibi hiçbir şey yakıp yok edemez. Bunun için Alah’ u Teala (c.c.) kendisinden korkanlar için hidayet, rahmet, ilim ve rızayı üç ayette topladı.
Ve
-“Hidayet ve rahmet Allah(c.c.) için günahlardan kaçanlardır, Allah (c.c.) tan ancak alim kullari korkar.” 35 fatır-28 “ Allah onlardan razıdır, onlar da Allah(c.c.) den razıdır.” 98 Beyyinet -8. buyuruyor.
Havfın neticesi olan TAKVAYI Allah (c.c.) kendine izafe ediyor ve;
-“Kurbanınızda Allah (c.c.) a ulaşan et ve kan değil, kurbanda )”Takva üzere olmanız Allah (c.c.) içindir.” 22 Hac ; 37. Buyuruyor.
Resulullah (a.s.v.) buyurdu:
-“Kıyamette yüksek bir yerde topladıkları gün, uzak ve yakındakilerin duyabilecekleri bir ses der ki;
Ey insanlar sizi yarattığım günden beri bütün sözlerinizi işittim. Şimdi siz beni dinleyin. Dikkatlı dinleyin ki, yaptıklarınızı önünüze sereceğim.
Ey İnsanlar; kendi nesebinizi koydunuz. Ben de nesebemi koydum. Siz nesebinizi çektiniz ve benim nesebimi bıraktınız.
Ben;
-“Allah’ın katında en büyüyünüz, en MUTTAKKİ olanınızdır.” 49 Hücurat : 18 . dedim.
Siz hayır, büyük filan oğlu filandır, dediniz. Bu gün ben Nesebimi tutarım ve sizin nesebenizi atarım.Muttakkiler (Takva sahibleri Allah (c.c.) tan korkanlar ) nerede dir ?
Bunun üzerine;
Bir sancak açılır. İleri getirilir. Muttakkiler onun ardından gider. Hepsi hesabsiz cennet’te girerler. Bu sebeptendir ki Allah(c.c.) tan korkanların sevabı kat kattır.
Nitekim ayeti kerimede:
-“Hesaba çekileceğinden korkana; cennet’e iki derece vardır.” Buyuruldu.55 .Rahman 46.
Resulullah (a.s.v.) buyurdu ki;
-“ Allah (c.c.) buyuruyor: İzzetim hakkı için bir kulda İki KORKU ve iki EMNİYET bulundurmam. Dünyada benden KORKARSA, Ahiret te onu EMİN ederim. Ahiret hususunda emin ise KORKUTURUM.”
Resulullah (a.s.v.) buyurdu;
-“Allah Teala (c.c.) den korkan dan her şey korkar. Allah(c.c.) tan korkmayanı, her şey ile korkutulur.”
Resullah (a.s.v.) yine buyurdu;
-“Sizin en akılınız, Allah(c.c.) tan çok korkanınızdır.”
Yine Resulullah (a.s.v.) buyurdu
-“Sineğin başı kadar gözünden yüzüne yaş akan kimsenin yüzünü Cehennem ateşi yakmaz.”
Yine Resulullah (a.s.v.) Buyurdu;
-“Allah (c.c.) korkusundan kulun tüyleri kalkarsa ve bu korkuyu düşünürse ağaçtan yaprak dökülür gibi günahları dökülür.”
Şibli (r.a.) buyuruyor;
“-Havf’ın (korkunun ) üzerimde galip olduğu bir günüm olmadı ki, O gün kalbime Hikmet ve İbret’ten bir pencere açılmamış olsun.”
Yahya Bin Muaz (r.a.) buyuruyor:
-“Mü’minin günahı; korku, ceza ve rahmet ümidi arasında, iki Arslan arasında kalmış tilki gibidir.”
Yine buyurdu;
-“Zavalli İnsan Cehennemden Fakırlık gibi korksaydi, CENNETE Girerdi.”
Kendisine;
-“Kıyamette kim daha emindir.” dediklerinde;
-“Bu gün Daha çok korkandır.” Buyurdu.
Hazreti Aişe (Radiyallahu anha) buyurdu;
-“Resulullah (a.s.v.) a Kur’ani kerimde “yaparlar ve korkarlar” buyurulması ne içindir. Hırsızlık ve zinamıdır?” Dedim.
Resulullah (a.s.v.)
-“Hayır namaz kılarlar, oruç tutarlar, zekat verirler ve kabul olamdı diye korkarlar. “ demektir . 23-Mu’mınun:60.
Muhammed bin Münkedir (r.a.) ağladığı zaman vucudunu göz yaşı ile siler ve :
-“Duydum ki; göz yaşı değen yeri CEHENNEM ATEŞİ YAKMAZ. Derdi.
Sıdık (r.a.) buyuruyor;
-“Ağlayınız , ağlıyamazsanız kendınızı zorla ağlatınız .”
Kabül Ahber (r.a.) buyuruyor;
-“Allah (c.c.) yemin ederim ki; ağlayıp gözyaşımın yüzüme akmasını dağ kadar ALTIN SADAKA VERMEKTEN ÇOK SEVERİM
Kimya-yi Saadet (İmam-ı Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Kendisinden Korkan Ve Havf ve reca üzere olan Kullarından eylesin. Amin…
Fuad Yusufoğlu
Dünya’nın iç yüzü
27 Haziran 2008Navale-SİPİ- Nusaybin
Dünya sevgisi:
İmam-i Ğazali (r.a.) Kimya-yi Saadet kitabında dünya’yı sevenleri şöyle izah ediyor:
Bundan ötürüdür ki, Hadisi şerifte bildirildi:
-“Kiyamet günü dünyayı şöyle şöyle vaziyette ihtiyar bir kadın şeklinde getirirler.”
Onu gören herkes:
-“Senden Allah (c.c.) sığınırız.” Derler.
O zaman onlara :
-“Uğruna kendinizi helak ettiğiniz dünya budur.” Denir. Onu görenler, o kadar mahcup olur, o kadar utanırlar ki, bu mahcupluk ve utanmadan kurtulmak için ateşe atılmak isterler.
Bu rezalet şuna benzer:
Anlatırlar ki,
Padişah oğlunu evlendirmiştir. Oğlan o gece önce şarap içip, sarhoş olunca zifaf arzusuyla dışarıya çıktı. Odaya girmek istedi, yolunu şaşırdı ve saraydan çıktı. Yoluna devam etti.
Bir yere geldi, içinde kandil yanan bir ev gördü. Hanımının odasına geldiğini zannetti. İçeri girince insanların uykuda olduğunu gördü. Ne kadar seslendiyse de cevab veren olmadı. Uyuyorlar zan eti. Üstünde yeni bir örtü bulunan birini gördü. Gelin budur dedi. Onun yanında yattı. Üstünden örtüyü kaldırınca, burnuna güzel bir koku geldi.
Kendi kendine:
-“ Şüphesiz Gelin budur, çünkü çok güzel kokuyor” dedi.
Sabaha kadar onunla mübaşeret eyledi. Dilini onun ağzına koydu. Bir yaşlılık hisetti. Zanettiki, kendsine yakınlık gösteriyor ve üzerine gül suyu döküyor. Sabah olup, kendine geldiği zaman, etrafına bakındı.
Orası putperestlerin mezarlığı idi. Uyuyanlar ölüler idi. Üstünde yeni örtü olup, gelin sandığı ise, o yakınlarda ölmüş ihtiyar, çirkin bir kadındı.
O güzel koku öldüğü zaman bedenine sürdükleri güzel koku idi. Dili ile hisettiği yaşlılıklar ise, onun pislikleri idi. Kendine bakınca, yedi azasını (yanı bütün vucudunu ) pislik içinde gördü.
Ağzında ve boğazında onun ağzının suyundan bir acılık ve fenalık buldu. Bu rezalet ve, bu mahcubiyet ve pislik içinde gömülmüş halinden utanıp ölmek istedi. Padişah yahut askerleri almaya geldiklerinde, kendisini görür diye çok korktu.
O düşünceler içerisinde iken Padişah ve kumandanları onu aramaya çıktılar, ve onu bu pisliğin ve alçaklığın içinde gördüler. O ise, bu alçaklık ve rezaletten kurtulmak için yerin dibine girmek istedi.
O Halda yarın kiyamet günü dünyayı sevenler, dünyanın lezzet ve şehvetlerini bu şekilde görürler. Şehvet ve arzularının çokluğundan kalblerinde kalan eser ve izler, o kimsenin boğazında, dilinde ve bedenindeki pislikler ve acılıklar gibidir.
Hata ondan da fenadır. Çünkü öbür dünyadaki işlerin tamamı ve zorluğu örnekle anlatmaya gelmez. Fakat bu ruha ve kalbe olan utanma ve mahcubiyet ateşi denen ateşlerden, bedenin habersiz olduğunu gösteren basit bir numunedir.
Kimya-yi Saadet (İmami Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri bu kötü dünya lerrinden muhafeza eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Dünya Sevgisi- 2
27 Haziran 2008Şeşça’vi deresi Başı (Nusaybin)
İmam-i Ğazali (r.a.) Kimya-yi Saadet kitabında Dünya sevgisi Hakkında birkaç misalla şöyle açıklama yapıyor:
1-Misal;
Dünyanın birinci Büyücülüğü şöyledir;
Kendini sana devamlı kalacak şekilde gösterir. Halbuki O haraket eder ve devamlı senden kaçar. Fakat Tedrici ve gayet yavaş haraket eder. Dünya kendisine baktığın zaman haraketsiz görünen ve fakat daima yürüyen bir gölgeye benzer.
Bilirsin ki, ömrün devamli gidiyor ve tedrici olarak her an biraz daha azaliyor.İşte o dünyadır, senden kaçiyor, sana veda ediyor (senden ayrılıyor), sen ise bunu anlamiyorsun.
2-Misal;
Büyülerden biri de, kendini sana veriyor şeklinde göstermesi, seni kendine aşık etmesi, seninle kalacağını, bir başkasına varmayacağını ima etmesidir. Halbuki sonra aniden sana düşman kesilir. Bu erkekleri aldatıp, kendine aşık eyleyen, sonra evine götürüp öldüren, zehirleyen zalim bir dul kadına benzer.
İsa (a.s.) keşfinde dünyayi ihtiyar bir kadın şeklinde görüp sordu:
-“Kaç kocan vardır?”
Dünya:
-“O kadar çok ki sayamam.” Dedi.
İsa (Aleyhisselam):
-“Öldüler mi, yoksa seni boşadılar mı?” buyurdu.
Dünya:
-“Hayır belki hepsini ben öldürdüm.”dedi.
İsa (aleyhisselam) bunun üzerine:
-“Bu ahmaklara şaşarım ki, diğerlerine ne yaptığını görürler de yine seni isterler, hiç ibret almazlar.” Buyurdu.
3-Misal:
Dünyanın büyülerinden biri de, dışını süsleyip, bela mihnetleri örtmesi, dışına, yüzüne bakan cahilleri aldatmasıdır. Çirkin yüzünü örten, ipekli ve süslü elbiseler giyen ihtiyar bir kadına benzer.
Uzaktan onu görenler ona aşık olurlar. Ama yüzünden örtüyü kaldırınca pişman olur, üzülürler. Onun rezilliğini görürler.Hadisi şerifte geldi ki:
-“Kiyamet günü dünyayı yeşil gözlü, dişleri dökülmüş ihtiyar, çirkin bir kadın şeklinde getirirler;
İnsanlar ona bakınca :
-”Allah(c.c.) korusun Bu nedir? Böyle rezil, böyle çirkin “derler.
Onlara denir ki;
-”Bu uğruna birbirinizi kıskandığınız, Birbirinize duşman kesildiğiniz, kan döktüğünüz, Sıla-i rahmi terk ettiğiniz, ona aldandığınız Dünyadır.”Sonra onu cehenneme atarlar.
Dünya der ki:
-”Ya rabbi, beni sevenler nerededir?”
Allah-u Teala(c.c.) onların da getirilip cahenneme atılmasını emreder.
4-Misal:
Bir kimse dünyada bulunmadığından önceki ezeli ve içinde bulunmayacağı atideki seneleri ve ezelle ebed arasındeki bu birkaç günü (kendi ömrünü) hesap ederse, dünyanın bir sefer yolu olduğunu, birinci menzilinin beşik, son konağının mezar ve bunun arasında kaç konak bulunduğunu anlar.
Her yıl, bir konak gibi;
her ay bir fersah (yaklaşık olarak altı kilometre) gibi;
her gün, bir mil gibi ve her nefes bir adım gibidir.
O ise durmadan yürüyor.
Kiminin bu yoldan bir fersahi kalmış, kiminin daha az, kiminin daha çok kalmış. O ise daima burada kalacakmış gibi gamsız ve düşüncesiz oturmaktadır. On sene sonra bile kendine lazım olmayacak şey’leri düşünmekle meşgul olur. Halbuki on güne varmaz, taprak altında olacaktır.
5-Misal:
Dünya işlerinden insanın karşılaştığı kendisine az görünür, bununla meşguliyetinin uzun sürmiyeceğini zaneder. Belki de işlerinin yüz tanesinden bir tanesi ortaya çıkar ve ömrü o işte geçer.
İsa (a.s.) buyuruyor:
-“Dünyayı arayan, deniz suyu içene benzer. Ne kadar çok içerse, daha çok susar, içer içer, nihayet ölür. Fakat susuzluğu, harareti eksilmez.”
Bizim Peygamberimiz (Aleyhi efdalüssalati ve ekmelüttehiyyat) buyuruyor:
-“Bir kimsenin suya girip, ıslanmaması mümkün olmadığı gibi, dünyada olup da ona bulaşmamak mümkün değildir.”(C.zühd,3 H. Rikak;2)
6-Misal:
Dünyayi sevenler, dünya işleri ile meşgül olup ahreti unutanlar; Gemide bulunup, bir adaya yanaşıp kaza-yı hacet ve taharet için dışarıya çıkanlar gibidir.
Kaptan, bağırır ve der ki;
-“Hiç kimse fazla kalmasın. Temizlikten başka bir şeyle meşgul olmasın. Gemi hemen kalkacak.”
Onlar adaya dağılırlar. Akıllı olanlar, çabucak temizlenip geri dönerler. Gemiyi boş bulup daha güzel ve uygun bir yer tutup oraya otururlar.
Diğer bir grup, adanın güzelliğine acayipliğine şaşar, kalırlar. Onu seyre koyulurlar. Ondaki çiçeklere, tatlı tatlı öten bülbüllere, etraftaki süslü çakıl taşlarına bakar kalırlar. Geri dönünce gemide rahat bir yer bulamazlar, dar ve karanlık yerde otururlar. Oranın sıkıntısını çekerler.
Diğer bir grup, yalnız bakmakla kalmayıp, o süslü güzel çakıl taşlarını, çiçekleri toplarlar, beraberinde götürürler; gemide yer bulmazla, dar bir yere sıkışır, kalırlar ve çok defa o çakıl taşlarını omuzları üzerinde taşırlar. Bir iki gün geçince o güzel renkler solar, kararır, onlardan nahoş kokular gelmeye başlar. Atacak yer bulamazlar. Pişman olurlar, onların yükünü ve sıkıntısını omuzlariyle çekerler.
Bir başka grup, adanın güzelliğine şaşar ve öyle kalırlar. Gemiden uzak kalıp gemiyi kaçırırlar. Kaptanın sesini duymazlar. Adada kalırlar. Böylece bazısı açlıktan ölür. Bazısını yırtıcı hayvanlar öldürür.
Birinci grup;
Takva sahibi mü’minlere benzer, sondakiler de kafirlere. Zira kendilerini, Allah-u Tealayı (c.c.) ve ahreti unutturlar. Bütün varlıklarını dünyaya verdiler.
Ayeti kerimede,
-“Ahrete nisbetle ,dünya hayatını daha çok sevdiler.” buyuruldu. (Nahl-107).
Aralarında bulunan iki gurup, asiler gibidir. İmanın aslını korudular, fakat dünyadan el çekmediler. Bir kısmi fakirlikten pay aldı. Bir kısmı çok ni’metler toplayıp, yükü ağır oldu.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Tesala (c.c.) bizleri ve sizleri dünyanın büyüsüne aldanmayan ve Salih Amaller işleyen kullarından Eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Gaflet- 1
28 Haziran 2008
Mansur bin Ammar (r.a.) öğüt verdiği bir gence şöyle der:
-“Ey genç, Gençliğin seni aldatmasın. Nice gençler vardır ki, tevbeyi erteler. Uzun uzun amellere dalar. Ölümü hiç hatırlamaz ve şöyle der:
-“Ben yarın veyahut yarından sonra tevbe ederim.”
O böyle Gaflet içinde olup tevbe etmeden ölüm meleği gelir kendini mezarda bulur. Kabir de ona, ne mal, ne hizmetçi, ne çocuk, ne anne ve ne de baba fayda verir. Bunlardan hiç birinden fayda bulamaz. Nitekim Allah-u Teala (c.c.) buyurmuştur:
-“O gün ne mal, ne evlat fayda verir, nede oğullar, Meğer ki Allah (c.c.) a tamamen salim bir kalb ile geleneler ola.”(Eş-şuara-88-89)
Ey Allah’ım, bize ölmeden önce tevbeyi nasıb et. Bizi gafletten uyandır. Peygamberlerin büyüğü olan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) in şefaatına bizi nail et.
Gerçek mü’minin sıfatı odur ki, saatı saatına, günü gününe tevbe eder. İşlediği günahlara pişman olur. Dünyanın malından geçimine yeter kadrine razı olur. Dünya ile meşgul olmaz. Daima ahiret ameli ile meşgül olur. Allah(c.c.) a İhlasla İbadet eder.
Alimlerden biri’ne sorulur:
-“Kul tevbe ettiği zaman tevbesinin kabul olup olmadığını anlar mı?”
Alim cevaben der ki:
-“Buna kesin bir hüküm verilmez. Ancak kabul olunduğuna dair alametler ve işaretler vardır;
1-Kul, kendini günahtan korunmuş görür, günaha meyl etmez.
2-Kalbinden sevincin uzaklaştığını, Allah (c.c.) ın her işine şahid olduğunu görür.
3-Hayır yapan kimselere yaklaşır, fısk içinde bulunanlardan uzaklaşır.
4-Dünya kazancından azını çok görür, ahiret için çok çalışsa da ona az görünür.
5-Kalbini Allah (c.c.)ın kendisine farz kıldığı hususlarla meşgül olduğunu görür.
6-Dilini kötü sözlerden muhafaza eder. Daima düşünür, yapmış olduğu günahlardan pişmanlık duyup endişe içinde bulunur.
Rivayet edilir ki;
Adamin biri çölde gayet çirkin bir suret görür:
-“Sen kimsin?” Der.
O da:
-“Ben senin çirkin amelinim “ der
Adam:
-“Senin gibi çirkin amelden nasıl kurtulunur.”
Çirkin amel ise şöyle cevab verir;
-“Benden, Resülullah (a.s.v.) a Selat-u Selam getirmekle kurtulunur. Nitekim, Resül-i Ekrem (Sellallahu aleyhi vesellem) buyurmuştur:
-“Bana selat-ü Selam getirmek, sırat köprüsünde bir nurdur. Kim ki, Cuma günü bana seksen defa selat getirirse Allah(c.c) Seksen yıllık günahını bağışlar.
Mükaşefa tül Kulub (İmam-i Ğazali)
Allah (c.c.) Bizleri ve sizleri Her zaman Resulullah (Aleyhisselat-ü vesselam) Aşkıyla kendinden geçen Kullar hürmetine Af-vü Mağfiret eylesin. AMİN..
Fuad Yusufoğlu
Muhabbet
28 Haziran 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Rabia-tül Adeviye (r.a.) der ki;
-“Allah (c.c.) i sevdiğini söylediğin halde ona isyan edersin.
Yemin ederim ki, bu kiyas acayiptir.
Sevginde sadık olsaydin, O’na itaat ederdin.
Şüphesiz ki, seven sevdiğine itaat edendir.
Gerçekten sevenin alameti, sevdiğine uymak, onun istemediği haraketlerden kaçınmaktır.”
Rivayet edilir ki;
Bir topluluk İmami Şibli ( rahmetüllahi alyhi) in yanına girerler.
Şibli (r.a.) hazretleri onlara:
-“Siz kimsiniz?” diye sorar.
Onlar cevap verirler:
-“Biz seni sevenleriz.”
Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara döner ve taş atmaya başlayınca, Şibli (r.a.) den kaçmaya başlarlar.
Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara şöyle buyurur:
-“Bakınız benden kaçiyorsunuz. Eğer beni gerçekten sevmiş olsaydınız , benim belamdan kaçmazdınız?”
Şibli (r.a.) Hazretleri der ki;
-“Ehli Muhabbet, sevgi kasesinden içerler, yer yüzü ve şehirler onlara dar gelir. Allah(c.c.) ı tam manasiyle bilirler. O’nun azametinden korkarlar, kudretine hayran olurlar. Allah (c.c.) sevgisi kasesinden içerler de O’nun ünsiyet denizine dalarlar. O’na münacatla lezzet duyarlar.
Sonra Şibl i (r.a.) hazretleri şu beyti söyledi:
-“Ey Mevlam, Seni yad etme sevgisi, beni sarhoş etti .”
-”Hiç sevip de sarhoş olmayanı gördün mü?”
Denilir ki;
Deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez. O’na daha evvel yüklenen yükün kat kati yüklense aldırış etmez. Çünkü kalbi sevgilisini yad etmeye hücum ettiği zaman yemi sevmez, sevgilisine olan iştiyakından dolayı yükün ağırlığına aldırış etmez.
Şimdi siz düşünün;
Deve sevgilisi için şehevi isteklerini terk edip ağır yüke tahammül ediyor. Size Allah (c.c.) için, Allah (c.c.) haram kıldığı şehevi isteklerden kaçınıp onları terkt etmez mi?
Allah (c.c.) için yeme – içmeyi terk ettiniz mi? Hiç kendinize Allah (c.c.) için ağır yük yüklediniz mi? Eğer bu zikredilen hayırlı işlerden birini yapmadınızsa, sizin davanız, dünyada ve ahrette hiçbir faydası olmayan manasız bir isimden ibarettir. Bunun ne Allah (c.c.) katında ve ne de insanlar yanında Kıymeti vardır.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu-keremallahu vecheh) buyurur ki;
-“Cennete muştak olan kimse, hayırlı işlere koşar, Cehennemden korkan da Şehevi isteklerden kendini men eder, Ölümü iyi bilen kimseye dünya lezzetleri hakir görünür.”
İbrahim Havas (k.s.) sevgi ve muhabbetten sorulunca der ki:
-“Kötü iradeleri mahvetmek, bütün kötü sıfatları ve istekleri yakmak, ve nefsi işaretler denizinde boğmaktır.”
Üç şeyi kim iddia eder de üç şeyden temizlenmez se o kimse aldanmıştır:
1-Allah (c.c.) ı zikretmekte lezzet duyduğunu iddia edip, dünya SEVGİSİNİ terk etmezse,
2-Amelleri İHLASLA, sırf Allah (c.c.) için yaptığını iddia eder, fazla insanların kendisine hürmet etmesini severse,
3-Allah (c.c.) sevdiğini iddia eder, fakat kendi nefsinden vaz geçmezse, o kimse aldanmıştır.
Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)
Allah(c.c.) bizleri ve sizleri kendi muhabet aşkıyla dolan Sevgili kullar hürmetine afv –u mağfiret eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Dünyayı tanımak- 2
29 Haziran 2008Çağ-çağ barajı (Nusaybin)
Dünyada bedenin ihtiyacı üçtür:
Beslenmek için yemek, giyinmek, sıcak ve soğuktan korumak için bir evi olmak. Böylece helak olma sebeplerinden kurtulur. O halde, insanın dünyadan zaruri olarak alacağı bunlardan fazla değildir. Hatta dünyanın esasi da bunlardır.
Kalbin gıdası, beslenmesi ise MARİFETTİR. Ne kadar çok olursa, o kadar iyidir. Bedenin gıdası, YEMEKTİR. Haddınden fazla olursa helaka sebep olur.
Allahu Teala (c.c.) nın, şehveti insana vermesi, yemekte, meskende ve giyinmekte bedenin iktizasının meydana gelmesi içindir. Kendisinin binek hayvanı ancak bu şekilde helak olmaz. Bu şehvet öyle yaratılmıştır ki, kendine verilene razı olmaz, daha fazla ister.
Aklın yaratılması, onun hududunu aşmamasını te’min etmek içindir. Peygamberlerin diliyle (aleyhümesselam) göndrilen şeriatlar, onun (şehvetin –arzunun) hududunu ta’yin içindir. Fakat bu şehvet, yaratıldığı zaman kendisine verildi; çocukta da, onun (istek ve arzunun )bulunması lazımdır. Akıl ise sonradan yaratılmıştır.
Demek ki, şehvet (arzu ve istek) önceden yerini tutmuş, hakim olmuş, emre itaat etmek istemez olmuştur.
Akıl ve şeriat ondan sonra geldiler. Bütün varlığını kuvvet, elbise ve mesken kurmaya vermemesi ve bu sebeple kendini unutmaması, bu kuvvet ve elbisenin neye yaradığını, ne için olduğunu bilmesi ve hatta kendinin bu dünyada ne için bulunduğunu anlaması, ahiret için azık olan kalbın gıdasını unutturmaması için geldiler.
Bu ifadeden dünyanın hakıkatını, afetini ve maksadını öğrendin. Şimdi dünyanın dallarını ve kısımlarını bildirelim.
Dünyanın tefsiline dikkat edersen, üç şeyden ibaret olduğunu görürsün:
Biri bitki, maden ve hayvan gibi yeryüzünde görülen şeylerdir. Toprağın aslı, mesken kurmak ve ziraatla ondan faydalanmak içindir. Bakır, pirinç ve demir madenleri alet için, hayvanlar ise üzerlerine binmek ve yemek içindir.
Diğer ikisi de, insanın kalbini ve bedenini bunlarla meşgül eylemesidir. Ya kalbi, onu sevmek ve onu istemekle meşgül eder, veya bedenini onu düzeltmek, onun işlerini yapmakla meşgül eder.
Kalbi dünya sevgisi ile meşgül eylemek sebebiyle , kalbde helaka sebep olan hırs, bahillik, haset, düşmanlık ve bunun gibi sıfatlar meydana gelir. Bedeni dünya ile meşgül eylemekten, kalbe bir meşgüliyet doğar. Böylece aslını unutur ve tamamen dünyaya dalar.
Dünyanın aslı:
Yemek, elbise ve mesken olduğu gibi, insan için zaruri olan san’at üçtür: Ziraatçılık, dokumacılık ve marangozluk. Fakat bunların da kolları vardır. Bazıları ona hazırlık içindir. Pamuk döven ve iplik büken, dokumacının işini yapıyor. Bazısı da bunu tamamlar, terzi gibi ki, dokumacının işini tamamlıyor. Bunların hepsi için aletlere ihtiyac vardır.
Bunlar da odun, demir, deri ve bunun gibi şeylerdir. Böylece demircilik, marangozluk ve dericilik san’atları meydana geldi. Bunların hepsi meydana gelince birbirlerine yardım etmeğe muhtaç olurlar. Çünkü herkes, kendinin bütün işlerini yapamaz. Böylece terzi, dokumacının ve demircinin işini, demirci de, diğer ikisinin işini yapmak için bir araya geldiler.
Bu şekilde her biri ayrı iş yaptılar. Bu yüzden aralarında bazı şeyler meydana geldi. Birbirlerine duşman olmaya başladılar. Çünkü her biri kendi hakkına razı olamadı. Ve diğerinin hakkına geçmek istedi. Böylece san’atlardan üç çeşide daha ihtiyaç oldu.
Biri saltanat ve siyaset (idare), diğeri kadılık ve hakimlik, diğeri de inanlar arasında onunla kanun teşrii yapılan fıkıh sanatlarıdır. Her ne kadar bunların çoğunun el ile alakası yoksa da, her biri birer san’attır.
İşte bu sebeple, dünyanın meşgalesi çoğaldı ve karıştı. İnsanlar onun arasında kendilerini kayıbettiler ve başlangıcta bunların esasının üç şey olduğunu anlayamadılar. Bütün bunlar yemek, giymek ve masken içindir.
Bu üç şey de beden için lazımdır. Beden de kalb için lazımdır. Onu taşımaktır. Kalb de Allah-u Teala (c.c.) için ( O’nu bilmek için) lazımdır. O halde kendini ve Allah-u Teala(c.c.) yı unutanlar; kendini Kabe’yi ve seferi unutup bütün zamanını deveye bakmaya veren hac yolcusuna benzerler.
Demek ki, dünya ve hakıkatı bu anlattıklarımızdır. Her kim onda sefere hazırlanmaz, işini bitirmez, gözünü ahrete çevirmez ve dünya meşgalasini ihtiyacından fazla tutarsa, dünyayı tanımamış olur. Bunun sebebi cahilliktir.
Bahusus Peygamber efendimiz (a.s.v.) buyurdu:
-“Dünya Harut ve Marut’ten daha büyük büyücüdür. Ondan kaçınız.” Dünya böyle bir büyücü olunca, onun hilye ve aldatmalarını ve onun işlerini neye benzediğini insanlara açıklamak farz olur. Şimdi dünyanın neye benzediğini dinle.
Kimya-yı Saadet (İmami Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Dünyayı tam manasiyle bilen ve onun hilelerinden sakınan kullarından eylesin. AMİN…
Bu yazının devamını okumak istersen; 12-02-2007 tarihli Dünya Sevgisi Yazımdan okuyabilirsiniz.
Fuad Yusufoğlu
Havf ve Reca- 4
13 Temmuz 2008Girnavas -Cin tepesi- (Nusaybin)
Allah (c.c.) yolunda ilerleyen için havf ve reca iki kanattır. Yüksek ve beğenilen makamlara bu kuvvetlerle kavuşur.
Çünkü:
Allah-u Teâla (c.c.) ya kavuşmaya engel olan geçitler çok yüksektir. Gerçek bir ümid ve Allah-u Teala (c.c.) yı görmekten lezzet alan göz olmadıkça bu geçitler aşılmaz.
Cehennem yoluna sürükleyen şehvet ve arzular galibtir, hilecidir ve çekip götürmektir. Bunun tuzağı, düşeni yakalar ve çok çetindir. Kalbinde korku hakim olmayınca, ondan sakınamaz. Bunun için havf ve recanın fazileti büyüktür.
Reca (ümid) kulu çeken yular gibidir. Havf (korku) ise kendisini kamçılayan kamçı gibidir. Biz önce reca’yı, sonra Havf’ı anlatacağız.
Havf:
Allah-u Tealadan korkmak,
Reca,
Allah-u Teâla (c.c.) dan istemek , beklemek, ümid etmek demektir.
Bil ki:
Kerem ve fazilet ümidiyle Allah-u Teâla (c.c.) ya ibadet etmek, cezasından korkarak yapılan ibadetten daha iyidir.
Zira:
Ümid’den muhabbet doğar. Muhabbet makamında ise, yüksek makam yoktur. Korkudan, ürkeklik ve çekingenlik doğar.
Bunun için Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem):
-“Herkes ölürken, Allah-u Teâla (c.c.) ya hüsn-i zan ederek ölür. Buyurdu.
Allah-u Teâla (c.c.) Yakub (aleyhisselam) a vahiy gönderdi:
-“Yusuf (aleyhisselam) u niçin senden ayırdığımı biliyormusun? Sen dedin ki, korkarım onu kurt yer. Kurttan korktun ve bana güvenmedin, ümid etmedin. Kardeşlerinin dalgınlığından korktun, benim korumamı aklına getirmedin.”Yusuf Suresi Ayet: 13
Hazreti Ali (r.a.) günahlarının çokluğu sebebiyle ümidsiz olan birini gördü:
-“Ümidsiz olma, O (c.c.) nun rahmeti, senin günahından büyüktür.” buyurdu.
Resulüllah (a.s.v.) bir gün buyurdu:
-“Benim bildiğimi siz bilseniz, az güler, çok ağlardınız. Sahraya çıkar, elinizle göğsünüze vurur, inlerdiniz.”
Bunun üzerine Cebrail (a.s.) geldi ve Allah-u Teâla (c.c.) buyuruyor ki;
-“Kullarımı, rahmetimden niçin ümidsiz ediyorsun.” Dedi.
Tekrar dışarı çıktı ve Allah-u Teâla (c.c.) nın rahmet Ve fazlınden uzun uzun bahs etti. İnsanlara ümid verdi.
Yahya bin Eksem (r.a.) i ru’yada gördüler.
-“Allah-u Teâla hazrtleri (c.c.) sana ne yaptı?”dediler.
Yahya bin Eksemi (r.a.) dedi ki;
-“Beni suale çekti. ’Ey şeyh, sen böyle böyle yaptın, buyurdu. Çok korktum ve:
-“Ya Rabbi Bana seni böyle tanıtmadılar.” Dedim.
Allah-u Teâla (c.c.):
-“Nasıl tanıttılar.”buyurdu.
Dedim ki:
Devam edecek…
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri her zaman Havf ve reca yı gözeterek ibadet eden kullarından eylesin. AMİN……..
Fuad Yusufoğlu
Havf ve Reca- 5
13 Temmuz 2008Girnavas(Cin tepesi mevki-i) Nusaybin
Allah-u Teâla (c.c.):
-“Nasıl tanıttılar.” Buyurdu:
Dedim ki;
-“Bana Abdurrazak, ona Muammer, ona Zühri, Ona Hazreti Enes (r.a.), ona Resulullah (Aleyhissalatu ve selam), ona Cebrail (aleyhisselam), ona siz bildirmişsiniz ki:
-’Ben kulumu beni zanettiği ve benden beklediği gibi olurum.’ Ben de sizden rahmet bekliyordum.”
Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) buyurdu ki;
-“Cebrail (aleyhisselam) doğru söyledi. Resulullah (a.s.v.) doğru söyledi. Enes (r.a.) doğru söyledi. Zühri doğru söyledi. Muammer doğru söylerdi. Abdurrezzak doğru söyledi. Sana rahmet ettim.
Bunun üzerine bana hil’at veridi. Cennet hizmetçilerini yanıma gönderdiler. Eşi olmayan bir neşe’ye kavuştum.
Hadisi şerifte bildirildi ki;
-“Bir kimse bin sene cehennemde kalır. Sonra: Ya Hannan, Ya Mennan der.”
Allah-u Teâla (c.c.) Cebrail (Aleyhis selam) a;
-‘Git kulumu getir’. Buyurur.
Allah-u Teâla (c.c.) 0na:
’Cehennemdeki yerini nasıl buldun?’ Diye sorar.
Adam:
-“En fena yer olarak buldum.” Der.
Allah-u Teâla (c.c.):
-“Götürün bunu cehenneme.”buyurur.
Adamı Cehenneme götürürken adam geriye bakar.
Allah-u Teala (c.c.) niçin bakıyorsun?” buyurur.
Adam:
-“Zanettim ki, beni cehennemden çıkardıktan sonra bir daha cehenneme koymıyacaksın.” Der.
Allah-u Teâla (c.c.):
-“Onu Cennete götürün.” Buyurur.
Adam bu ümid ile kurtulur.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri her zaman Havf ve reca yı gözeterek ibadet eden kullarından eylesin. AMİN……..
Fuad Yusufoğlu
Havf ve Reca- 6
13 Temmuz 2008Girnavas (Cin tepesi) NUSAYBİN
Gelecekte iyi bir şey bekleyenin, bu bekleyişine reca (Ümid) denir. Buna bazen temenni, bazen gurur da denir.
Ahmaklar ve eblehler bunları birbirinden ayıramaz ve hepsini ümid ve beğenilmiş reca sanırlar. Bildikleri ve sandıkları gibi değildir.
Bir kimse iyi bir tohum arar, yumuşak toprağa eker, otları ve zararlı bitkileri temizler, zamanında sular ve bundan mahsul bekler. Allah-u Teala (c.c.) Yıldırımdan korursa ve afetleri giderirse, bu beklemeye ümid denir.
İyi tohum aramaz, tohumu sürülmüş toprağa ekmez, otları ve dikenleri temizlemezse, sulamazsa ve buna rağman mahsul beklerse buna gurur ve ahmaklık denir; Reca değil.
Birde var ki, iyi bir tohumu sürülmüş bir toprağa eker, otları temizler fakat su vermez. Yağmur yağmasını bekler. Orası her ne kadar az yağmur alan bir yer de olsa bunun ürün alması imkansız değildir. Ve buna temenni denir.
Bu gibi doğru iman tohumunu göğüs tarlasına koyarsa ve göğsünü (kalbini) fena ahlak dikenlerinden temizlerse, taat ve ibadete devamla iman ağacını sularsa ve ölüm zamanına kadar her türlü afetlerden uzak olmasını Allahu Teâla (c.c.) den dilerse, son nefeste de böyle selametle olmasını gözetirse, buna ümid denir.
Bunun alameti de gelecekte mümkün olan her şey ‘de kusur etmemektir. Ve yapması gerekenleri geciktirmemektir. Çünkü; yapması gerekenleri tehir etmek, ümidden değil, ümidsizlliktendir. Ama iman tohumu çürük olursa, yanı yakini doğru olmazsa, yahud doğru olup kalb kötü ahlaktan temizlenmezse ve taat ile sulanmazsa, rahat beklemek ahmaklık olur, ümid olmaz.
Nitekim Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem):
-“Ahmak o kimsedir ki, her istediğini yapar ve rahmete kavuşmasını ümid eder.” Buyurdu.
Allah-u Teâla (c.c.) Peygamberlerden sonra kendilerine ilim gelip hala dünya ile meşgül olanları ve Allah-u Teala (c.c.) nın bize rahmet etmesini umarız diyenleri zemmediyor, kötülüyor.
Demek ki, kulun ihtiyarına, istemesine bağlı olan bütün sebeplere yapıştıktan sonra, neticeyi gözetmesi reca olur. Sebeplere yapışmadan beklemek ise, ahmaklık ve gurur olur. Sebepleri ne atar ne de araya koyarsa temenni olur.
Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuryor ki;
-“Din işi temenni ile doğru olmaz.”
O halde tevbe eden, kabul edildiğini ümid etmelidir. Tevbe etmeyip, günahları sebebiyle üzülen, mahcub olan ve Allah-u Teala (c.c.) nın kendisine, tevbe etmesini vereceğini ummanın halı recadır.
Çünkü üzülmesi onu tevbeye götürmeye sebep olur. Üzülmeyip, tevbe beklerse, ahmaklar ümid dese de gururdur.
Allah-u Teala (c.c.):
-“İman edip, arzularını, şehir ve evlerini bırakıp hicret edenler ve kafirlerle cihad eyleyenler, bizim rahmetimizi ümid ederler.” Buyuruyor: Bakara suresi Ayet: 218
Yahya bin Muaz (r.a.) buyuruyor ki;
-“Cehennem tohumu ekip, cennet beklemekten büyük ahmaklık yoktur. Allah-u Teâla (c.c.) ya isyan edenlerin yaptıklarını yapıp, O’na itaat edenlerin yerine kavuşmayı düşünen, amel etmeden, amel edenlerin kavuştuklarına kavuşacağını zan edenlerden aklı sız kimse yoktur.”
Zeydül- Hiyel (r.a.) gelip Resulüllah (a.s.v.) a
-“Allah-u Teala (c.c.) nın hakkında kötülük dilediği kimsenin ve hakkında iyilik dilediği kimsenin nişanı nedir? Sormaya geldim.” Dedi.
Resulullah (a.s.v.):
-“Her gün kalkarken nasıl kalkarsın? Buyurdu;
Zeydil Hiyel (r.a.):
-“İyiliği ve iyilik yapanları severek kalkarım. Eğer bir iyilik olursa, hemen yaparım ve bunun sevabını yakinen bilirim. Yapamazsam üzülürüm ve onu yapmak temennisinde bulunurum.” Dedi.
Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem):
-“İşte, sana iyilik istediğinin nişanı budur. Eğer başka şey isteseydin, seni onunla meşgül eder ve o zaman dünya vadilerinden hangisinin seni helake götüreceğinden korkmazdın.”buyurdu.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri her an havf ve reca üzerinde kılsın. Kendi rahmetiyle cehennem azabından halas eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu