‘İmam Gazali’ olarak etiketlenmiş yazılar

Muhabbet

28 Haziran 2008

dsc08238-girnavas-cin-tepesi-nusaybin.JPG

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Rabia-tül Adeviye (r.a.) der ki;

-“Allah (c.c.) i sevdiğini söylediğin halde ona isyan edersin.
Yemin ederim ki, bu kiyas acayiptir.
Sevginde sadık olsaydin, O’na itaat ederdin.
Şüphesiz ki, seven sevdiğine itaat edendir.
Gerçekten sevenin alameti, sevdiğine uymak, onun istemediği haraketlerden kaçınmaktır.”

Rivayet edilir ki;

Bir topluluk İmami Şibli ( rahmetüllahi alyhi) in yanına girerler.

Şibli (r.a.) hazretleri onlara:

-“Siz kimsiniz?” diye sorar.

Onlar cevap verirler:

-“Biz seni sevenleriz.”

Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara döner ve taş atmaya başlayınca, Şibli (r.a.) den kaçmaya başlarlar.

Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara şöyle buyurur:

-“Bakınız benden kaçiyorsunuz. Eğer beni gerçekten sevmiş olsaydınız , benim belamdan kaçmazdınız?”

Şibli (r.a.) Hazretleri der ki;

-“Ehli Muhabbet, sevgi kasesinden içerler, yer yüzü ve şehirler onlara dar gelir. Allah(c.c.) ı tam manasiyle bilirler. O’nun azametinden korkarlar, kudretine hayran olurlar. Allah (c.c.) sevgisi kasesinden içerler de O’nun ünsiyet denizine dalarlar. O’na münacatla lezzet duyarlar.

Sonra Şibl i (r.a.) hazretleri şu beyti söyledi:

-“Ey Mevlam, Seni yad etme sevgisi, beni sarhoş etti .”
-”Hiç sevip de sarhoş olmayanı gördün mü?”

Denilir ki;

Deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez. O’na daha evvel yüklenen yükün kat kati yüklense aldırış etmez. Çünkü kalbi sevgilisini yad etmeye hücum ettiği zaman yemi sevmez, sevgilisine olan iştiyakından dolayı yükün ağırlığına aldırış etmez.

Şimdi siz düşünün;

Deve sevgilisi için şehevi isteklerini terk edip ağır yüke tahammül ediyor. Size Allah (c.c.) için, Allah (c.c.) haram kıldığı şehevi isteklerden kaçınıp onları terkt etmez mi?

Allah (c.c.) için yeme – içmeyi terk ettiniz mi? Hiç kendinize Allah (c.c.) için ağır yük yüklediniz mi? Eğer bu zikredilen hayırlı işlerden birini yapmadınızsa, sizin davanız, dünyada ve ahrette hiçbir faydası olmayan manasız bir isimden ibarettir. Bunun ne Allah (c.c.) katında ve ne de insanlar yanında Kıymeti vardır.

Hazreti Ali (Radiyallahu anhu-keremallahu vecheh) buyurur ki;

-“Cennete muştak olan kimse, hayırlı işlere koşar, Cehennemden korkan da Şehevi isteklerden kendini men eder, Ölümü iyi bilen kimseye dünya lezzetleri hakir görünür.”

İbrahim Havas (k.s.) sevgi ve muhabbetten sorulunca der ki:

-“Kötü iradeleri mahvetmek, bütün kötü sıfatları ve istekleri yakmak, ve nefsi işaretler denizinde boğmaktır.”

Üç şeyi kim iddia eder de üç şeyden temizlenmez se o kimse aldanmıştır:

1-Allah (c.c.) ı zikretmekte lezzet duyduğunu iddia edip, dünya SEVGİSİNİ terk etmezse,

2-Amelleri İHLASLA, sırf Allah (c.c.) için yaptığını iddia eder, fazla insanların kendisine hürmet etmesini severse,

3-Allah (c.c.) sevdiğini iddia eder, fakat kendi nefsinden vaz geçmezse, o kimse aldanmıştır.

Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)

Allah(c.c.) bizleri ve sizleri kendi muhabet aşkıyla dolan Sevgili kullar hürmetine afv –u mağfiret eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Aşk- 3

28 Haziran 2008

dsc09051-kasyan-navale-fuadyusufoglu.JPG

Kasyane Navale sipi (Nusaybin)

Meşayihten bazısına:

Aşık kimdir, hali nedir diye sorulunca :

Şöyle cevab verdi:

-“O insanlarla, az haşır neşir olur.
Çok kere yalnız kalmayı sever.
Daime tefekkür içindedir.
Konuşmaz, daima sukut eder.
Baktığı zaman görmez,
çağırıldığı vakit işitmez,
kendisine konuşulduğunda anlamaz.
Başına bir felekat geldiğinde üzülmez.
Çıplak ve pejmürde olduğunu anlamaz.
Ne söylediğini bilmez.
Allah (c.c.) tan başkasından korkmaz.
O tenha yerde sırf Allah (c.c.) a bakar,
onunla ünsiyet kesb ederek O’na münacatta bulunur.
Dünya ehli ile dünyalıklar için çekişmez.

Sevgi,
Tabiatın lezzet alınan şeye meyl etmesinden ibarettir. Bunun yerleşip kuvvetlenmesine AŞK denir. Aşık sevdiğine tam manasiyle bağlı olur, malını onun yolunda harcar.

Yusuf (a.s.) ın aşkından dillere destan olan Züleyha’yi görmuyor musun?

Yusuf (a.s.) karşı beslediği sevgiden malını, mülkünü, güzelliğini, hatta yetmiş deve yükü CEVAHİR ve gerdanlıklarını feda etti. Bunların tümünü Yusuf(a.s.) ın sevgisi uğruna harcadı.

-“Ben bugun Yusuf (a.s.) u gördüm“ diyen herkese bir gerdanlık verirdi. Kendisinde bir şey kalmadı.

Denilir ki;

AŞK perdeleri yırtmaktır.

Sırları keşfetmektir.

vecd ise şevkin galebe çalmasından ve zikrin tadını kendinde bulmasından, ruhun acze düşmesidir.

Hatta azalarından bir aza kesilse, onun acısını hissetmez anlamaz

Rivayet edilir ki;

Hallacı-Mansur (r.a.) u on beş gün haps ederler. İmam Şibli (r.a.) ona gelerek:

-“Ey Mansur, Muhabbet nedir?” der.

Mansur (r.a.) cevab verir:

-“Bana bugün sorma, yarın sor.”

Ertesi gün olur. Mansur (r.a.) u zindandan çıkarırlar. Onu öldürmek için bir meydana götürürler. Bu sırada Mansur (r.a.) yanından geçen Şibli (r.a.) ye şöyle seslenir:

-“Ey Şibli, muhabbetin evveli yanmak, sonu da ölmektir.”

Halac-ı Mansur (r.a.) öyle bir görüşe sahip idi ki,

Onun nazarında Allah (c.c.) tan başka ne varsa fani ve batıldır. Öyle bir bilgiye sahip idi ki, muhakkak Allah (c.c.) Hak olandır. Bu görüş ve bilişi ona Hak’tan başka her şeyi unutturdu. Hata kendi ismini bile.

Kendisine sen kimsin diye sorulduğunda ;

-“Ben Hak’ım.” diye cevap verdi.” İşte bu yüzden de öldürüldü.

Rivayet edilir ki;

Gerçek sevgi ve muhabbet üç hasletle belli olur:

1-Seven kimse, sevdiğinin sözünü başkasının sözüne tercih eder.
2-Sevdiğinin yanında bulunmayı, başkasının yanında bulunmaya tercih eder.
3-Seven kimse sevdiğinin kendisinden hoşnut olmasını başkasının rızasına tercih eder.

Gene rivayet edilir ki;

Leyla’nın uğruna deliren Mecnun’a sorulur:

-“Senin ismin nedir?

Mecnun:

-“Leyla’dır,” der.

Bir gün mecnuna derler ki;

-“Leyla ölmedi mi?”

Mecnun:

-“Hayır Leyla ölmedi, o benim kalbimdedir. Ben LEYLAYIM.”der.

Mecnun bir gün Leyla’nın evine uğrar, göğe doğru bakar.

Bunun üzerine kendisine şöyle denilir:

-“Ey mecnun, göğe bakma. Leyla’nın evinin duvarlarına bak. Olur ki orada Leyla’nı görürsün.”

Mecnun:

-“Leyla’nın evine, gölgesi düşen yıldız bana yeter.” der.

Rivayet edilir ki:

Bir gün İsa (a.s.) bahçe sulamakta olan bir delikanliye uğrar. Genç,İsa (a.s.) a şöyle der:

-“Kendi sevgisinden, bana zerre miktarı vermesini Rabbinden dile.”

İsa (a.s.):

-“Zerre miktarına gücün yetmez.“ buyurur.

Genç:

-“Zerre miktarının yarısını“ der.

Bunun üzerine İsa Aleyhisselam Allah (c.c.) a şöyle niyazda bulunur:

-“Ey Allah’ım ona senin muhabbetinden zerrenin yarısı kadar ihsan buyur.” Bu niyazdan sonra İsa (a.s.) çekip gider.

Uzun bir müddetten sonra İsa (a.s.) o yerden geçer ve genci soruşturur. İsa Aleyhisselam’a o gencin delirdiğini ve dağa çıktığını haber verirler. Bunun üzerine İsa Aleyhisselam Allah (c.c.) a, onu kendisine göstermesi için niyaz da bulunur.

İsa Aleyhisselam genci dağ içinde bir kayanın üstünde göğe yönelmiş olarak bulur. Kendisine selam verir. Fakat selamını genç almaz. Bunun üzerine İsa Aleyhisselam ona:

-“Ben İsa’yım“ diye seslenir.

Bunun üzerine Allah’u Teala (c.c.) İsa Aleyhisselam’a vahy eder. Buyurur:

-“Kalbinde benim muhabettimden zerre mikdarının yarısı bulunan kimse, insanların sözünü nasıl işitir. ey isa? İzzet ve Cellâlım hakkı için, eğer o delikanliyi testere ile biçsen, bunu anlamaz.”

Mükaşefet-ül Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala (c.c.) Hazretleri, bizleri ve sizleri Muhabbet Aşkıyla Divana olan Salih Kullar hürmetine FİRDEVS Cennetine Resülullah (Aleyhisselatu vesselam) ile komşu eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Aşk- 4

28 Haziran 2008

fuadyusufoglu_dsc063451-girnavas.jpg

Girnavas (Cin tepesi) şelalesi

Rivayet edilir ki;

Munafık ve cimri olan bir adam karısına hiç bir şey sadaka vermemesini söyler. Verdiği takdirde kendisini boşayacağını yemin eder.

Bir gün evinin kapısına bir dilenci gelerek şöyle der:

-“Ey ev halkı, Allah (c.c.) hakkı için bana bir şey vermezmisiniz?”

Bunun üzerine kadın dilenciye üç pide verir. Dilenci giderken onu ev sahibi olan munafık karşılar ve ona:

-“Bu pideleri sana kim verdi diye sorar.”

Dilenci:

-“Bana falan evden verdiler.” der.

Dilencinin gösterdiği ev o adamın evidir. Munafık eve gelir karısına:

-“Ben sana kimseye bir şey vermemeni yeminle söylememiş mi idim?”

Kadın:

-“Ben bunu Allah (c.c.) için verdim.”diye cevab verir.

Bunun üzerine adam, gidip tandırı yakar. Tandır tam kızardığı zaman karısına şöyle der:

-“Kalk, Allah (c.c.) için kendini tandıra at.”

Bunun üzerine kadın kalkar, ziynetlerini alır. Bunu gören munafık;

Adam;

-“Ziynetlerini bırak “ der

Kadın da şöyle cevab verir:

-“Seven kimse, sevdiği için süslenir, ziynetlenir. Ben sevdiğimi ziyarete gidiyorum” der,

kendini tandıra atar.

Munafık tandırı kapatıp çekip gider. Kadın orada üç gün kaldıktan sonra münafık gelip tandırın kapağını açar.

Kadını Allah (c.c.)ın kudretiyle sapa sağlam bulur. Bu halden adam taaccüp eder. Bu sırada kendisine hafiften şöyle dendiğini işitir:

-“Sen ateşin, bizim sevdiklerimi yakmadağını bilmiyor musun?”

Rivayet edilir ki,

Firavunun karısı Asiye (r.a.) imanını Firavundan gizliyordu. Firavun Asiye (r.a.) nin imanına muttali olduğunda, ona çeşitli şekilde işkence yapılmasını emretti.

Firavun Asiye (r.a.) ye

-“Dininden dön”, dedi.

Asiye(r.a.) ise dininden dönmedi. Bunun üzerine sopalar getirip vucudunun mühtelif yerlerine vurmalarını emretti. Dininden dön deyince Asiye (Radiyallahu anha) şu cevabı verdi:

-“Sen ancak benim nefsime hükmedebilirsin. Kalbim ise Allah’mın muhafazası altındadır. Bütün azalarımı kessen, bu ancak benim Allah (c.c.)a olan sevgimi artırır.”

Bu sırada Musa Aleyhisselam yanından geçiyordu. Asiye (r.a.) Musa (a.s.) seslenerek şöyle dedi:

-“Ey Musa, bana haber ver, Rabbin benden razımı dır? Yoksa benden razı değimli dir?”

Musa Aleyhisselam buyurdu:

-“Ey Asiye, göklerde melekler seni iştiyakla bekliyorlar. Allah (c.c.) ise seninle övünüyor. Allah (c.c.) tan dilediğini iste. Bütün dileklerin kabul edilecektir.”

Bunu üzerine Asiye (r.a.) şu münacaatta bulundu:

-“Ey Rabbim, bana yanında, cennetin içinde bir ev yap. Beni Firavundan ve onun fena amelinden kurtar. Beni o zalimler topluluğundan kurtar.” Et-Tahrim: 66/11

Rivayet edilir :

Firavunun karısına güneşin altında durdurarak işkence yapılıyordu. Onlar ayrıldıkları zaman melekler kanatlarını ile Asiye (r.a.) yi gölgeliyorlardı.

Ebu Hüreyre (r.a.)den şöyle bir rivayet vardır:

-“Firavun karısını dört çivi ile çivileyip yere yatırdı. Göğsünden on iki yarık açtı ve onu güneşe doğru çevirip bıraktı. Bunun üzerine Asiye (r.a.) başını semaya kaldırıp şöyle niyazda bulundu:

-“Ey Rabbim, bana yanında, cennetin içinde bir ev yap. Beni Firavundan ve onun kötü amelinden kurtar. Beni o zalimler güruhundan kurtar.”

Hasan barsı (r.a.) da şöyle der:

-“Allah (c.c.) asiye’yi en güzel şekilde kurtardı. ONU CENNETİNE KALDIRDI. ASİYE (R.A.) ORADA YER VE İÇER.”

Bu hadisten anlaşılıyor ki, mihnet ve musibetler anında, Allah (c.c.) tan yardım istemek, ona sığınmak, Belâlerden kurtarmasını O’ndan dilemek, Salihlerin gidişatından ve mu’minlerin adetindendir.

Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)

Yüce Rabbımız: Biz senin aciz kulunuz Sen ise Mevlamızsın. Yaradanımızsın. Resulullah (a.s.v.) AŞKI Hürmetine bizleri rusvay etme Rahmetinle Af-vu mağfiret eyle.AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Dünyayı tanımak

29 Haziran 2008

dsc00810-dara-harabalari-fuad-yusufoglu.JPG

Dara harabeleri (Dünya budur işte bir zamanlar bu büyük şehirde kuvvetli insanlar vardı ya şimdi)

Biliniz ki;

Dünya, din yolunun konaklarından bir konak, yolcuları Allah-u Teala’ya (c.c.) götüren bir yol, misafirlerin azıklarını alabilmeleri için açıkta kurulmuş SÜSLÜ bir pazardır.

Dünya ve ahiret senin iki halinden ibarettir: Ölümden önce olup, ama ona çok yakın olana “DÜNYA denir.

Ölümden sonra olana ise “AHİRET “denir.

Dünyadan maksat, ahiret için azık toplamaktır. Çünkü insan yaratıldığı zaman sade ve noksan yaratılmıştır.

Fakat kemala gelmek ve meleklerin halini kalbine nakşetmek liyakatindedir. Böylece Allah-u Teala’ya (c.c.) layık kul olur. Bu; hidayete kavuşmak yahut Allah-u Teala’nın (c.c.) cemalini seyredenlerden olur manasındadır.

Onun nihai saadeti budur. Cenneti budur ve o bunun için yaratılmıştır. Gözü açılmayınca seyredemez. Ve o cemali idrak edemez. bu ise marifetle elde edilir.

Allah-u Teala’nın (c.c.) cemalının marifetinin anahtarı, onun sun’undaki (yaptığı, yarattığındeki ) şaşılacak hallerin bilinmesidir. Bu sun’unun anahtarı önce insanın duygularıdır. Bu hisler (duygular ) ancak, su ve topraktan meydana gelmiş bu bedende bulunurlar.

O halde, bunun için su ve toprak alemine düştü. Ancak bu şekilde, bu azığı elde eder, hisleriyle kendinin dışında olanları bilir. Kendini tanımak anahtarı ile de, Allah-u Teâla’yi tanımaya (c.c.) kavuşur.

Bu hisler onda olduğu ve faaliyet gösterdikleri müddetçe o kimseye “dünyadadır”, derler.

Hislere veda edip kendi (zatı) ve zatına ait sıfatları kalınca ona, “Ahirrette gitti” derler. O halde insanın dünyada bulunmasının sebebi budur.

Demek ki, insan dünyada iken iki şey lazımdır:

Biri kalbi öldürücü sebep lerden koruması ve gıdasını tedarik etmesi

Diğeri de, bedenini helak edici, öldürücü şeylerden koruması ve gıda sını elde etmesidir.

Kalbin gıdası, Allah-u Teala’yı (c.c.) tanımak ve sevmektir. Çünkü her şeyin gıdası tabii hususiyetine uygun olur. Daha önce, insanın kalbinin hususiyetinin bu olduğunu anlatmıştık. Helakinin sebebi, Allah’ü teâladan gayrı şeylerin sevgisine dalmaktır.

Bedeni kalp için korumak lazımdır. Yoksa beden fanidir, kalp bakidir. Hacıyı hacca götüren deve gibi, bedende kalbin binek hayvanıdır. Deve hacıya lazımdır, hacı deve’ye degil.

Eğer hacca giden bir deveyi yanında bulundurması icap ediyorsa, yemini, suyunu, örtüsünü Kâbeye varıncaya kadar tedarik etmesi lazımdır. Bundan sonra onun sıkıntısından kurtulur.

Fakat deveye bakmayı ihtiyaç miktarınca yapmak lazımdır. Yoksa bütün zamanını ona yem vermek, onu süslemek ve onu muhafaza etmekle geçirirse, kafileden geri kalır ve helak olur.

Bunun gibi, eğer insan bütün zamanını bedenin kuvvetlenmesine ve helak olma sebeplerini ondan uzaklaştırmaya verirse, kendi saadetinden mahrum kalır.

Devam edecek…

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-uTeala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu dünyada kaldığımız misafirliği zarfında dünyaya rağbet etmeyen Ahiret hayatı için çalışan Bedenine değil Kalbını islah etme yolları için çabalayan veli kullarının yüzü suyu hürmetine İSLAH eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Dünyayı tanımak- 2

29 Haziran 2008

dsc008461-fuadyusufoglu-barajnusaybin.jpg

Çağ-çağ barajı (Nusaybin)

Dünyada bedenin ihtiyacı üçtür:

Beslenmek için yemek, giyinmek, sıcak ve soğuktan korumak için bir evi olmak. Böylece helak olma sebeplerinden kurtulur. O halde, insanın dünyadan zaruri olarak alacağı bunlardan fazla değildir. Hatta dünyanın esasi da bunlardır.

Kalbin gıdası, beslenmesi ise MARİFETTİR. Ne kadar çok olursa, o kadar iyidir. Bedenin gıdası, YEMEKTİR. Haddınden fazla olursa helaka sebep olur.

Allahu Teala (c.c.) nın, şehveti insana vermesi, yemekte, meskende ve giyinmekte bedenin iktizasının meydana gelmesi içindir. Kendisinin binek hayvanı ancak bu şekilde helak olmaz. Bu şehvet öyle yaratılmıştır ki, kendine verilene razı olmaz, daha fazla ister.

Aklın yaratılması, onun hududunu aşmamasını te’min etmek içindir. Peygamberlerin diliyle (aleyhümesselam) göndrilen şeriatlar, onun (şehvetin –arzunun) hududunu ta’yin içindir. Fakat bu şehvet, yaratıldığı zaman kendisine verildi; çocukta da, onun (istek ve arzunun )bulunması lazımdır. Akıl ise sonradan yaratılmıştır.

Demek ki, şehvet (arzu ve istek) önceden yerini tutmuş, hakim olmuş, emre itaat etmek istemez olmuştur.

Akıl ve şeriat ondan sonra geldiler. Bütün varlığını kuvvet, elbise ve mesken kurmaya vermemesi ve bu sebeple kendini unutmaması, bu kuvvet ve elbisenin neye yaradığını, ne için olduğunu bilmesi ve hatta kendinin bu dünyada ne için bulunduğunu anlaması, ahiret için azık olan kalbın gıdasını unutturmaması için geldiler.

Bu ifadeden dünyanın hakıkatını, afetini ve maksadını öğrendin. Şimdi dünyanın dallarını ve kısımlarını bildirelim.

Dünyanın tefsiline dikkat edersen, üç şeyden ibaret olduğunu görürsün:

Biri bitki, maden ve hayvan gibi yeryüzünde görülen şeylerdir. Toprağın aslı, mesken kurmak ve ziraatla ondan faydalanmak içindir. Bakır, pirinç ve demir madenleri alet için, hayvanlar ise üzerlerine binmek ve yemek içindir.

Diğer ikisi de, insanın kalbini ve bedenini bunlarla meşgül eylemesidir. Ya kalbi, onu sevmek ve onu istemekle meşgül eder, veya bedenini onu düzeltmek, onun işlerini yapmakla meşgül eder.

Kalbi dünya sevgisi ile meşgül eylemek sebebiyle , kalbde helaka sebep olan hırs, bahillik, haset, düşmanlık ve bunun gibi sıfatlar meydana gelir. Bedeni dünya ile meşgül eylemekten, kalbe bir meşgüliyet doğar. Böylece aslını unutur ve tamamen dünyaya dalar.

Dünyanın aslı:

Yemek, elbise ve mesken olduğu gibi, insan için zaruri olan san’at üçtür: Ziraatçılık, dokumacılık ve marangozluk. Fakat bunların da kolları vardır. Bazıları ona hazırlık içindir. Pamuk döven ve iplik büken, dokumacının işini yapıyor. Bazısı da bunu tamamlar, terzi gibi ki, dokumacının işini tamamlıyor. Bunların hepsi için aletlere ihtiyac vardır.

Bunlar da odun, demir, deri ve bunun gibi şeylerdir. Böylece demircilik, marangozluk ve dericilik san’atları meydana geldi. Bunların hepsi meydana gelince birbirlerine yardım etmeğe muhtaç olurlar. Çünkü herkes, kendinin bütün işlerini yapamaz. Böylece terzi, dokumacının ve demircinin işini, demirci de, diğer ikisinin işini yapmak için bir araya geldiler.
Bu şekilde her biri ayrı iş yaptılar. Bu yüzden aralarında bazı şeyler meydana geldi. Birbirlerine duşman olmaya başladılar. Çünkü her biri kendi hakkına razı olamadı. Ve diğerinin hakkına geçmek istedi. Böylece san’atlardan üç çeşide daha ihtiyaç oldu.

Biri saltanat ve siyaset (idare), diğeri kadılık ve hakimlik, diğeri de inanlar arasında onunla kanun teşrii yapılan fıkıh sanatlarıdır. Her ne kadar bunların çoğunun el ile alakası yoksa da, her biri birer san’attır.

İşte bu sebeple, dünyanın meşgalesi çoğaldı ve karıştı. İnsanlar onun arasında kendilerini kayıbettiler ve başlangıcta bunların esasının üç şey olduğunu anlayamadılar. Bütün bunlar yemek, giymek ve masken içindir.

Bu üç şey de beden için lazımdır. Beden de kalb için lazımdır. Onu taşımaktır. Kalb de Allah-u Teala (c.c.) için ( O’nu bilmek için) lazımdır. O halde kendini ve Allah-u Teala(c.c.) yı unutanlar; kendini Kabe’yi ve seferi unutup bütün zamanını deveye bakmaya veren hac yolcusuna benzerler.

Demek ki, dünya ve hakıkatı bu anlattıklarımızdır. Her kim onda sefere hazırlanmaz, işini bitirmez, gözünü ahrete çevirmez ve dünya meşgalasini ihtiyacından fazla tutarsa, dünyayı tanımamış olur. Bunun sebebi cahilliktir.

Bahusus Peygamber efendimiz (a.s.v.) buyurdu:

-“Dünya Harut ve Marut’ten daha büyük büyücüdür. Ondan kaçınız.” Dünya böyle bir büyücü olunca, onun hilye ve aldatmalarını ve onun işlerini neye benzediğini insanlara açıklamak farz olur. Şimdi dünyanın neye benzediğini dinle.

Kimya-yı Saadet (İmami Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Dünyayı tam manasiyle bilen ve onun hilelerinden sakınan kullarından eylesin. AMİN…
Bu yazının devamını okumak istersen; 12-02-2007 tarihli Dünya Sevgisi Yazımdan okuyabilirsiniz.

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek- 4

29 Haziran 2008

dsc041491kasyan-fuadyusufoglu.jpg

Kasyan (Navale sipi)

Kendi nefsini bilmek- 4

Kalbin askerlerini uzun uzun anlatmak çok sürer. Maksadı bir misal ile sana bildireyim:

Beden bir şehre benzer.

El, ayak ve azalar şehrin san’at erbabı gibidir.

Şehvet, Maliye müdürü gibidir.

Gazab, şehrin emniyet amiri gibidir.

Kalb, bu şehrin padişahıdır.

Akıl ise, Padişahın veziridir.

Padişahın bunların hepsine ihtiyacı vardır. Memleketin idaresi ancak bunlarla yürür.

Fakat Maliye müdürü olan şehvet, yalancıdır, sebepsiz yere başkalarının işine karışır ve saçma sapan konuşur. Vezir olan aklın söylediklerine muhalefet eder. Şehvet daima memlekette olan bütün malları toplamak, almak ister.

Emniyet müdürü mesabesinde olan gazap, şerir, şiddetli, azgın ve serttir. Herkesi öldürmek, her şey’i kırmak, dökmek ister.

Bunun gibi, şehrin padişahı daima veziri ile meşveret ederse, yalancı ve tama’kar Maliye müdürünü hırpalarsa, onun vezire uymayan sözlerini dinlemez, emniyet müdürünü onun peşine takıp sebepsiz ve lüzümsüz iş görmekten onu meneder, emniyet müdürünü, yapmak istediği haksızlıklardan dolayı döver ve incitirse, memlekette asayiş ve nizam olur.

Bunun gibi, kalb padişahı, veziri olan aklın işareti ile iş yaparsa, şehvet ve gaabı zabt-u rabt altına alıp akla uymalarını emrederse, aklı onlara tabi eylemezse, beden memleketinin işlerini düzgün olur.

Saadet yolu ve Allah-u Teala (c.c.) ya kavuşma yolu kapanmamış olur. Eğer aklı, şehvet ve gazaba esir ederse memleket harap olur. Padişah, bedbaht olup HELAK OLUR.

Bundan önceki anlattıklarımızdan, şehvet ve gazabın, yemek – içmek ve bedeni korumak için yaratıldığı anlaşıldı. Demek ki, her ikisi de bedene hizmet ediyorlar.

Yemek ve içmek, bedenin yemidir, gıdasıdır. Beden duygulara hamal olarak yaratılmıştır. O halde beden, hislere (duygulara) hizmet ediyor. Duygular ise, aklın haber toplaması için birer casus olarak yaratılmıştır. Böylece onun tuzağı olurlar. Onların vasıtasıyla, Allah-u Teala(c.c.) nın sun’undaki hayranlık verici şeyleri bilir.

Demek ki;

Duygular, akla hizmet ediyorlar. Akıl ise KALB İÇİN YARATILMIŞ olup onun mumu ve kandili olmak, ona ışık tutmak içindir. Bunun nuru ile Allah-u Teala (c.c.) yı görür. Kalbin cenneti budur.

Şu halde, akıl da kalbın hizmetçisi oldu. Kalb ise, Allah-u Teala (c.c.) nın CEMALINA bakmak için yaratmışlardır. O bununla meşgül olunca köle ve hizmetçiler de o huzurda bulunmuş olur. Allah-u Teala (c.c.) bunun için buyuruyor:

-“Cinleri ve insanları, yalnız bana ibadet etmeleri ve beni tanımaları için yarattım.” Zariyat -56

Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Akla hizmet eden duygularımızla haraket etmeyi, Kalb için yaratılmış olan aklımızla haraket etmeyi Taki; O’nun (c.c.) cemalını müşahada etmeyi İHSAN eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek- 5

29 Haziran 2008

dsc060611-cag-cag-suyu-fuadyusufoglu.jpg

Çağ-Çağ deresi (Nusaybin)

Kendi nefsini bilmek- 5

Demek kalbi yaratıllar ve bu memleket ile askeri ona verdiler. Bu binek vasitasiyle toprak aleminden, a’la-yı illiyine sefer eylemesi için, bu beden bineğini ona esir eylediler. Bu ni’metin hakkını gözetmek ve kulluk şartlarını yerine getirmek isterse padişah gibi, memleketinin ortasında oturmaya layık olur. Allah-u Teala (c.c.) ya döner ve maksadı Allah (c.c.) olur.

Ahiret vatanı ve devamlı duracağı yeri;

Dünya-yı konak yeri; bedeni binek vasıtası; elini, ayağını ve diğer organlarını hizmetçi, aklını vezir, şehvetini maliye müdürü, gazabını emniyet müdür, duygu organlarını istihbarat memuru eyler. Her birine bir başka yerde vazife verir. O, o şehrin haberlerini toplar.

Beynin ön tarafında bulunan hayal kuvvetini, istihbarat şefi yapar. Böylece istihbarat memurlerinin getirdiği bütün haberler onda toplanır. Beynin arkasında bulunan ezberleme kuvvetini emniyet amiri yapıp, istihbarat vasıkalarını, istihbarat şefinden alır, muhafeze eder ve zamanında akıl vezirine arz eder.

Memleketten gelen haberlere göre vezir, memlekettin tedbirini ve padişahın sefer hazırlıklarını sağlar. Askerlerden biri gibi görünür. Şehvet, gazab ve diğerleri padişaha baş kaldırırsa, ona itaat etmezlerse ve ona giden yolu tutarlarsa, onlarla cihad etmek, yola getirmek çaresiyle meşgül olur.

Onları öldürmek istemez. Çünkü onlar olamadan memleket işleri yürümez. Burada tedbir onları itaat etmeğe zorlamaktır. Böylece, ilerde vaki olacak seferde, ona düşman değil, dost ve yardımcı olurlar. Hırsız ve yol kesici değil. Böylece yaparsa kurtulur, said olur. Ni’metin hakkını vermiş olur. Bu ni’metin mükafatına vaktında kavuşur. Eğer buna muhalif haraket ederse, baş kaldıran düşmanlarla ve yol kesicilerle anlaşırsa, padişahın ni’metine küfür etmiş olur. Şaki olur. İşlediği suçun cezasını bulur.

İnsan kalbının içinde bulunan bu iki asker ile alakası vardır. Her birinden bir sıfat ve ve bir ahlak kendisinde hasıl olur. Bu ahlaklardan bazısı KÖTÜ olur; Onu helak eder. Bir kısmı iyi olur; Onu saadete kavuşturur. Bu ahlakın tamamı çok ise de dört ana esasta toplanmıştır.

Bunlar;

Hayvan,
Canavar,
Şeytan
Ve melek ahlakları sıfatlarıdır.

Kendisine yerleştirilmiş olan ŞEHVET ve HIRS sebebiyle hayvanlara ait işler yapar.Yemeği ve cimayı çok fazla istemek gibi. Hışım sebebi ile köpek, kurt ve aslanların yaptığını yapar. Vurmak , öldürmek, eliyle ve diliyle insanlara musallat olmak gibi.

Hile, aldatma, SURET-İ HAKTAN GÖRÜNÜP Kandırma, karıştırma insanlar arasında fitne fesat çıkarma sebebiyle şeytanların yaptığını yapar. Kndisine verilmiş AKIL sebebiyle de, Meleklerin yaptığını yapar. İlim ve salahı sevmek. Kötü ve çirkin şeylerden sakınmak, insanları barıştırmak, kendini süfli (alçak, adi) işlerden uzak tutmak, Amellerin ma’rifeti ile SAD olmak, cehalet ve bilgisizlikten utanmak gibi.

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri AKIL denen Cevher, İLİM denen bitmeyen ve tükenmeyen hazine ile istişare edip Meleklerin amelleriyle amel eden kullarından eylesin. AMİN

Fuad Yusufoğlu

fuadyusufoglu_dsc053401-hop-baraji.jpg

Hürmüz nehri (Hop barajı)

Her insan fıtrat üzerine doğar:

Bu hallerin Peygamberlere mahsus olduğu zan edilmesin. Zira bütün insanların cevheri, fıtratta buna uygundur.

Şöyle ki;

Hiç bir demir yoktur ki, kendisinden saf halında iken alemin görüntüsünü içine alan bir ayna yapılmasın. Ancak pas, onun cevherine işler ve onu ziyan eder.

Bunun gibi, dünya hırsı, şehvet ve günahların gaalib geldiği ve yerleştiği bir kalb, buna kavuşamaz. Kir ve pas derecesine iner. Böylece bu liyakat ve uygunluğu gider.

Hadisi şerif’te;

-“Her çocuk, İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra babaları ve anneleri Yahudi, hiristiyan ve putperest yaparlar.”

Bu liyakatın umumi olduğunu Allah-u Teala (c.c.) şöyle haber veriyor:

-“Ben sizin Rabbınız değimliyim? Hepsi: Elbette şehadet ederiz ki, sen bizim Rabbımızsın.” dediler.”A’raf-172.

Şöyle ki;

Aklı olan bir kimseye birisi dese ki;

-“İki birden çok değimlidir?”

Cevabında;

-“Şüphesiz çoktur.” der.

Her ne kadar aklı olan kimse bunu kulağiyle hiç duymamış olsa da, dilli ile hiç söylememiş olsa da, içi bununla doludur, bunu tasdik ve kabul etmektedir.

Bu insanların fıtratında olduğu gibi, Allah-u Teala (c.c.) ‘yı bilmek de aynı fıtrattandır.

Şöyle ki, Allah-u Teala (c.c.) buyuruyor:

-“Eğer kafirlere, gökleri ve yerleri kim yarattı diye sorarsan, onlar, Allah (c.c.) yarattı diyeceklerdir” A’raf: 172 buyuruluyor.

Bu aklı deliller ve tecrübe ile bilinmektedir. Sadece Peygamberlere mahsus değildir. Zira, Peygamber de, bir insandır. Ayeti Kerime de

-“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim.”Kehf:110 buyuruldu.

Fakat kendisine bu yol açılan kimseye, eğer bütün insanların kurtuluşunu gösterirlerse, kendisine gösterilen yola insanları çağırır, davet ederse, kendisine gösterilen bu yola ŞERİAT denir.

O kimseye de, PEYGAMBER Denir. Ondan hasıl olan hallere MUCİZE denir.

İnsanları davetle meşgul olmazsa, ona VELİ denir. Hallerine de KERAMET denir.

Keramet sahibi olan her velinin, insanlarla ve davetle meşgul olması vacib değildir. Belki, kudret-i Hak onun davetle meşgul olmaması yolundadır.

Fakat bu şeriatın kuvvetli ve yeni olduğu, başkalarının davetine lüzum kalmadığı zamanlar için doğrudur. Yahut da davetin başka bir şartı vardır ki, bu velide yoktur. O halde evliyanın velayetine ve kerametine itikadın sağlam olsun.

Biliniz ki, ilk yapılacak iş mücahededir. (nefse,istemediklerini yaptırmak, çok ibadet yapmak gibi.) İrade, istek burada işe yarar. Fakat her eken biçemez, her giden ulaşamaz, her arayan bulamaz.

Şu kadar var ki, daha kıymetli olan işin, şartlarıda (elde edilme yolları) çoktur. Onu bulmak daha güçtür.Bu ise, marifet makamında insanın en şerefli derecesidir.

Mücahede etmeksizin (bu yollardan geçmeden ve pişmeden) bir mürşid (yol gösterici.) olmaksızın, bunu istemek doğru olmaz. Bu ikisi olur, fakat bir uygunsuzluk varsa yahut ezelde o kimseye bu saadeti nasip etmemişler ise, maksadına kavuşamaz.

Zahiri ilimlerde imamlık derecesine kavuşmak ve bütün ihtiyarı (kendi isteği ile) olan işlerde böyledir.

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Veli Kullarını seven ve onların kalbinde yer alan kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc06506-cag-cag-baraji-fuadyusufoglu.JPG

Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Muhammed bin Salih (r.a.) der ki:

Hammad ibn seleme (r.a.) nın ziyaretine gittim. Evinde oturduğu bir hasır, okuduğu bir Mushaf-i şerif, kitablarının bulunduğu bir dağarcık ve abdest alacağı bir kabı vardı.

Kendisiyle otururken kapı çalındı. Kapıyı açtık. Muhammed ibn süleyman’dır, dediler.

Zamanın halifesi içeri girdi, oturdu ve:

-“Bunun sebebi nedir ki, ne zaman seni görsem, kalbime heybet geliyor.” Dedi.

Buyurdu ki;

-“Bunun sebebi şudur ki,”

-”Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesselam) buyurdu: “Alim, ilmi ile Allah (c.c.) rızasına murad ederse, ondan her şey korkar. Fakat ilmi ile para yığmayı kasd ederse, kendisi her şeyden korkar.” (Hammad bin seleme (r.a.), merfu olarak rivayet etti.)

Halife bunun üzerine kırk bin dirhem gümüş çıkarıp önüne koydu. Ve:

-“Bunları Allah (c.c.) yolunda harca.”dedi.

Buyurdu ki;

-“Hadi, bunları sen al da sahiblerine ver.”

Halife yemin etti ve:

-“Bu para miras olarak bana kaldı.”dedi.

Buyurdu ki;

-“Benim buna ihtiyacım yoktur.”

Halife:

-“Müstehak olanlara taksim et.”dedi.

Buyurdu ki;

-“Evet adaletle taksim ederim, ama birisi, adaletle taksim etmedi derse; günahkar olur. BUNU DA İSTEMEM, “dedi. Ve parayı almadı.

Alimlerin Sultanlarla olan hal ve sözleri böyle olmuştur.

Onların yanına varınca Halife Hişam ibn Abdülmelik’in yanında Tavusu’l Yemanı (r.a.) gibi olmalıdır.

Hişam Medineye gidince;

-“Ashab-ı Kiramdan birini bana çağırın.”dedi

Veziri;

-“Hepsi öldü.”dediler

Halife;

-“Tabiinden biri gelsin.”dedi

Tavus ( r.a.) u yanına getirdiler. İçeri girince, nalinini çıkardı.

Ve:

-“Esselamu aleyke Ya Hişam. Ya Hişam nasılsın?” dedi.

Hişam fena halde kızdı ve onu öldürmek istedi

-“Burası Resulullah (a.s.v.) ın haremidir. Bu alimlerin büyüklerindendir, bunu öldüremezsin”dediler.

Sonra Tavus (r.a.) a hitaben;

-“Buna nasıl cesaret ettin? Dedi.

Tavus (r.a.):

-“Ne yaptım “dedi.

Halife daha çok kızdı ve:

-“Dört saygısızlık ettin” dedi.

-”Biri, nalinini benim oturduğum örtünün kenarında çıkardın.”

(Huzurlarında çizme ve nalin ile oturulanların yanında bu çirkin bir iştir. Bu zamana kadar Halifelerin sarayında adet böyledir.)

-”Diğeri, bana Emirilmü’minin demedin.”

Halife kızgın bir şekilde devam etti;

-”Diğeri, huzurumda izin almadan oturdun. Ve elimi öpmedin.”

Tavus (r.a.) buyurdu ki;

-“Senin yanında nalinimi çıkardım. Her gün beş defa Alemlerin Rabbı olan Rabbımın huzurunda nalinlerimi çıkarıyorum da bana kızmıyor.”

Tavus (r.a.) devamla;

-“Emirilmü’minın demedim. Çünkü bütün insanlar senin emirliğine razı değillerdir.Yalan söyliyebileceğimden korktum.”

Tavus (r.a.);

-”Sana künyen ile değil de, İsmin ile hitab etmeme gelince Allah-u Teala (c.c.) kendi dostlarını, sevdiklerini ismi ile çağırmıştır.Ya davud, Ya Yahya,Ya İsa gibi (Aleyhümmesselam). Düşmanın ise künyesi ile söyliyor ve” Ebu Lehebin elleri kurusun.” Buyuruyor. (Leheb-1)”

Tavus (r.a.);

-“Elini öpmediğime gelince, Hazreti Emirilmü’minin Ali (r.a.) işittim ki:”

Buyurdu;

”-Cehennem ehlinden bir kimseyi görmek isteğen, şu kimseye baksın ki, kendisi oturur ve huzurun de kiler, karşısında ayakta durur.”

Bu cevablar Hişam’ın hoşuna gitti. Ve

-“Bana nasihat eyle.” Dedi.

Buyurdu ki;

-“Emiril Mü’minin Ali (r.a.) duydum:”

Buyrudu:

-’Cehennemde her biri birkaç dağ büyüklüğünde yılanlar vardır. Her biri birkaç deve büyüklüğünde akrepler vardır. EMRİ ALTINDA BULUNANLARA ADALET YAPMAYAN EMİRLERİ, DEVLET REİSLERİNİ BEKLERLER.”Bunu söyledi ve kalkıp gitti.

Süleyman ibn Abdülmelik halife idi. Medine-i Münevvera’ye gelince büyük alimlerden olan Ebu Hazım (r.a.) ı çağırdı

Ve ona ;

-“Ölümü sevmiyorum, sebebi nedir?” dedi.

Ebu Hazım (r.a.);

-“Dünyaya özenip ahreti harap ettiğin içindir. Elbette mamur olan bir yerden viraneye götürülen kimse üzüntülü olur.” Dedi.

Halife:

-“Allah-u Teala (c.c.) nın huzuruna varınca insanların hali nasıl olacaktır?” Diye sordu.

Ebu Hazım (r.a.):

-“İyi bir kimsenin ticaret için seferden dönüp, efendisinin yanına gelmesi: Kötü bir kimsenin ise efendisinden kaçan köle gibi, yakalanıp zorla efendisinin huzuruna getirilmesi gibi olur.” Buyurdu.

Halife:

-“Keşke ben bunlardan hangisine benzediğimi bilseydim.”deyince

Ebu Hazım (r.a.):

-“Kendini Ku’ranı kerimle karşılaştır. Kur’anı kerimde: Muhakkak ki iyiler ni’met içinde (cennette), kötüler de Cehennemdedir. Dedi.İnfitar:13-14)

Halife:

-“Allah-u Teala (c.c.) nın rahmeti kimler içindir?”dedi

Ebu Hazım (r.a.):

-“Elbette ki Allah-u Tala (c.c.)nın rahmeti iyi amel işleyenlere çok yakındır.” Ayet-i kerimesini okudu. (A’raf:56)

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Adalet’li işler yapan ve emri altında bulunanlara ADELATLE davranan kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc04175hasankeyf-fuadyusufoglu.JPG

Hasankeyf’den bir görünüş (Batman)

Biliniz ki;

Dünya:

Allah-u Teala (c.c.) ya giden yolda bir konaktır. Bu konak ta bulunanların hepsi yolcudurlar. Hepsi bir yolcu kafilesi gibidir. Yolculuklarından maksat aynı ise, hepsi bir sayılır. O halde aralarında sevgi, beraberlik ve yardımlaşmak olmalı, birbirlerin hakkını gözetmelidirler. Biz insanlarla görüşmeyi üç bab’da anlatacağız.

Birinci Bab:

Allah (c.c.) için olan dostluk ve kardeşlık.

Allah(c.c.) için bir kimseyi sevmek ve onunla kardeşlık yapmak dinde üstün ibadetlerden ve yüksek mertebelerdendir.

Peygamber Efendimiz (a.s.v.) buyurdu:

-“Allah (c.c.) birinin hayrını isterse ona iyi bir arkadaş ihsan eder. Şayet Allah (c.c.) ı unutursa o, ona hatırlatır ve hatırladıkça Allah (c.c.) ona yardım eder.”

Yine Buyurdu (a.s.v.):

-“İki mü’min bir araya gelirse, muhakkak dini bakımdan birbirinden istifade ederler.”

Yine Buyurdu (a.s.v.):

-“Allah (c.c.) yolunda bir kimseyi kardeş edinene, cennete hiçbir amele verilmeyen yüksek bir derece verilir.”

Ebu İdris el-Havelani, Muaz bin cebel (Radiyallah-u anhuma):

-“Seni Allah (c.c.) için seviyorum.” Dedi.

Cevabında dedi ki;

-“Sana müjdeler olsun. Zira Resulullah (a.s.v.) tan duydum:
Buyurdu ki (a.s.v.):

-“Kıyamet günü Arş-ı A’zam’ın etrafında kürsüler kurulur. Üzerlerin de bazı insanlar oturur. Hepsinin de yüzleri on dördüncü gecedeki ay gibi parlar. Bütün insanlar endişede iken, onlar emindir, herkes korku içinde iken, onlar sakindir. Onlar Allah-u Teala(c.c.) nın evliyası, yanı sevgili kullarıdır. Onlar için ne korku, ne de hüzün vardır.”

Dediler ki:

-“Ya Resulullah (a.s.v.) bunlar kimlerdir?”

Buyurdu ki;

-“Allah (c.c.) için sevişenlerdir.”

Yine buyurdu (a.s.v.):

-“Allah (c.c.) için sevişen iki kimseden, Allah-u Teala (c.c.) nın indinde, diğerini daha çok sevenden sevgili kul yoktur.”

Yine buyurdu (a.s.v.):

-“Allah-u Teala (c.c.) buyuruyor ki; Benim için bir birini ziyaret edenleri, benim için sevişenleri, benim için birbirlerine kolaylık gösterenleri ve benim için yardımlaşmaları elbette ben de severim.”

Yine buyurdu (a.s.v.):

-“Allah-u Teala (c.c.) kıyamet günü, benim için sevişenler nerede dirler, insanların sığınacağı hiçbir gölge olmayan bugün onları Arş’ımın altında gölgelendiririm.”

Buyurdu (a.s.v.):

-“Kıyamet günü yedi sınıf kimse arşın gölgesinde bulunur. O gün kimsenin sığınacağı bir gölge yoktur:

1-Adaletle Hüküm eden Devlet reisleri
2-Henüz gençliğinde ibadete başlayanlar.
3-Namaz kılıp camiden çıkınca bir sonraki namaza kadar kalbi camiye bağlı olanlar,
4-Allah (c.c.) için sevişenler. Allah (c.c.) için toplananlar. Allah (c.c.) için ayrılanlar.
5-Tenhada Allah-u Teala (c.c.) yı zikredip, gözünden yaş akanlar.
6-Zengin ve güzel bir kadın kendisini çağırdığı zaman “Ben Allah (c.c.) tan korkarım, gelmem “ diyenler
7-Sağ eliyle verdiği sadaklayı sol eli bilmeyenler.

Allah-u Teala (c.c.) Peygamberlerinden birine vahiy gönderdi ve buyurdu ki;

-“Zahitliği seçmekle kendi rahatını düşündün. Zira bununla dünya ve dünya sıkıntılarından kurtuldun. Bana ibadetle meşgül olman da kendi izzetini elde ettin. Fakat dikkat et, sevgdiklerimi benim için sevdin mi, duşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?”

Allah-u Teala (c.c.) İsa (Aleyhisselam) a vahiy gönderdi:

-“Eğer göklerin ve yerlerin ibadetlerini yapsan, sevdiğini benim için sevmedikçe, duşmanını benim için duşman tutmadıkça, hiç birinin faydası yoktur.”

İsa (aleyhisselam) buyurdu ki;

-“Allah (c.c.) a isyan edenlere düşman olmakla kendinizi, Allah-u Teala(c.c.) ya sevdiriniz. Asilerden uzak durmakla Allah-u Teala(c.c.) ya yaklaşınız. Onlara sert davranmakla Allah-u Teala(c.c.) nın rızasını kazanınız.”

-“Ya Ruhullah, kiminle oturalım” dediklerinde;

-“Gördüğünüz zaman, size Allah-u Teala (c.c.) yı hatırlatan, sözleri ilminizi artıran, amelleri ve işleri size ahiret için çok çalışma şevk ve zevkini veren kimselerle oturunuz “buyurdu

Allah-u Teala (c.c.) Davud (Aleyhisselam) a vahiy gönderdi;

-“Ya Davud, niçin insanlarda kaçıyor, yalnız oturuyorsun?”

-“Ya Rabbi, senin sevgin, insanları hatırlamayı kalbimden sildi. Hepsinden kaçar oldum.” Dedi.

Allah-u Teala (c.c.):

-“Ey Davud uyanık ol, kendine dostlar, kardeşler ara. Din uğrunda sana yardımcı olmayanlardan da uzak ol, çünkü kalbini karartır ve şükürden uzak tutarlar.” Buyurdu.

İbn Semmak (r.a.) ölüm halında iken,

-“Ya Rabbi günah işlediğim zaman da, sana itaat edenleri sevdiğimi biliyorsun. Bu günahımı o sevgime bağışla.”dedi.

İmam-i Mucahid (r.a.) buyuruyor ki:

-“Allah (c.c.) için sevişenler, birbirlerinin yüzüne gülünce ikisinin de günahları ağaçtan YAPRAK DÖKÜLÜR GİBİ DÖKÜLÜR.”

Allah (c.c.) için olan sevgi Nasıl olur?
Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala (c.c.) hazretleri bizleri ve sizleri Kendi rızası için arkadaş edinen ve onun rızasını gözeterek, seven sevişen Kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu