‘İmam Gazali’ olarak etiketlenmiş yazılar

Çağ-Çağ deresi (BOR) Nusaybin

Dördüncü edeb:

Cami’e erken gitmektir. Bunun fazileti büyüktür. Eskiden Cum’a namazına sabahleyin mumla giderlerdi. Yoldasıkıntı çekip, zor yürüyorlardı.

İbni Mesud (r.a.) bir defa camiye gitti. Ondan önce üç kişi gelmiş idi. Kendine kızdı ve;

-“Sen dördüncü olursun, işin nice olur.” Dedi.

İslam’da meydana çıkan ilk bid’atın, Cum’aya erken gelmenin sünnet olduğunun kalkması, unutulması olduğunu söylerler.

Yahudiler ve hiristiyanlar cumartesi ve Pazar olunca, acele havraya ve kiliseye giderlerde, Müslümanlar, kendi günleri olan cum’a gününde kusûr ederlerse nasıl olur?

Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu;

-“Cum’a günü kim erken camiye gelirse, bir deve kurban etmiş gibi olur, daha sonra gelen inek, daha sonra gelen koyun kurban etmiş gibi, daha sonra gelen sadeke olarak tavuk kesmiş gibi, beşinci gelen ise, bir yumurta vermiş gibi olur. Hatib minbere çıkınca, bu işi yazan melekler defteri kapatırlar ve hutbeyi dinlerler. Bu senada gelen kişi, namazın faziletinden başka bir şey bulamaz.”

Beşinci Edeb:

Geç gelmişse insanların omuzlarına basmamaktır. Hadisi şerifte; Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem)

-“Böyle yapanı kıyamet günü köprü yaparlar, herkes üzerine basar geçer.” Buyuruldu.

Peygamber Efendimi (Sallallahu aleyhi ve selem) böyle yapan birisini gördü;

-“Sen ne için Cum’ada bulunmadın?” buyurdu.

Adam:

-“Ya Resulullah (a.s.) sizinle beraber idim.” Dedi.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki;

-“Hayır! Seni insanların omuzları üzerine basarken gördüm.”

Yani böyle yapan namazı kılmamış gibi olur. Fakat birinci safta boş yer olursa, birinci safa gitmek için geçmek caiz olur. Çünkü o safı tamamlamamakla onlar hata etmişlerdir.

Altıncı Edeb:

Namaz kılanın önünden geçmemektir. Oturduğu zaman duvara yahut sütûna yakın oturmalıdır. Bu sûretle önünden kimse geçmez. Çünkü namaz kılanın önünden geçmek yasak edilmiştir.

Hadis-i şerifte geldi ki, Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem);

-“Eğer rüzgar yüzüne kül savursa, kılanın önünden geçmekten daha iyidir.”

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizlri Cuma günü hürmetine afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Çağ-çağ deresi (Girnavas mevki-i)

Yedinci Edeb:

Birinci safta olmaya gayret etmelidir. Eğer bulunamazsa, birinci safa ne kadar yakın olursa o kadar iyi olur. Çünkü fazileti çoktur.

Fakat ön safta ipek giyen askerler, yahut hatibin siyah elbisesi ipektan ise, yahut kılıcı altında ise, veya buna benzer günahlar bulunursa, o zaman o saftan ne kadar uzak olurs o kadar iyi olur. Çünkü, bile bile günah olan yerde durmak caiz değildir.

Sekizinci edeb:

Hatib hutbeye çıkınca artık konuşmamalıdır. Önce ezanın tekrarı ile meşgül olup sonra da hutbeyi dinlemelidir. Eğer bir kimse kendisiyle konuşursa, onu işaretle susturmalıdır. Dil ile söylememelidir.

Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu;

-“Hutbe okunurken, bir kimsenin başka bir kimseye,”SUS” yahut “İYİ DİNLE” demesi, lüzümsüzdür. Bu vakitte lüzümsüz konuşanın Cum’ası yoktur.”

Uazkta olup, hutbeyi duymasa bile susması lazımdır. Konuşulan yerde oturmamalıdır. Bu vakitte tahiyyet-i mescid hariç hiçbir namaz kılmamalıdır.

Dokuzuncu Edeb:

Namazı kılınca, yedi Elham ve yedi Kulhuvallah ve euzileri okumalıdır. Bunları okumanın, Cum’a günü şeytandan o kimseyi koruduğu eserde bildirilmişitir.

Sonra şöyle okur:

-“Allahümme yâ Ganî, yâ hamid, yâ mübdi, yâ mu’id, yâ rahim, yâ vedûd, ağnini bi helalike. Ve bifadlike ammensivake.”

Derler ki, bu duaya devam eden, ummadığı yerden rızık bulur ve insanlara ihtiyacı olmaz. Bundan sonra altı rek’at namaz kılmak sünnettir.

Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) böyle bildirilmiştir.

Onuncu Edeb:

İkindi namazına kadar câmide oturmaktır. Akşama kadar oturursa daha iyi olur.

Derler ki;

Bu, hac ve umre sevabı yerindedir. Durmazsa, evine gider. Fakat Allah-u Teâlâ (c.c.) yı hatırından çıkarmamalıdır.

Çünkü, Cuma gününde bulunan “EŞREF SAATI” gafletle geçirmemek ve ona mahsus faziletten mahrum olmamak lazımdır.

Devam edecek

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizlri Cuma günü hürmetine afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Çağ-Çağ deresi (BOR) Nusaybin

Cum’a gününde yedi fazileti aramalıdır:

1-Sabahleyin ilim meclisinde bulunmak. Hikaye anlatanlardan ve onunla oturanlardan uzak olmak. Sözü ve ahlakı dünyaya muhabbeti rağbeti azaltıp ahrete çağıran kimselerin meclisinde bulunmlıdır.

Böyle olmayan sözler ilim meclisi sayılmaz. Böyle kıymetli meclis olursa hadis-i şerif’teki gibi, Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem);

-“BÖYLE BİR MECLİSTE BULUNMAK, BİN REK’AT NAMAZDAN DAHA ÜSTÜNDÜR.” Olur.

2-Bu günde aziz ve şerefli bir zaman vardır. Hadisi şerifte geldi ki, Resulullah (Sallalahu aleyhi ve selem);

-“Bu saate (zamanda) kim ne isterse, istediği verilir.” Fakat bunun zamanı belli değildir.

Aziz ve şerefli olan bu saat, güneş doğarken midir?, zeval vaktinde midir?, güneş batarken midir?,ezan okunurken midir?, hatib minberde iken midir?, namaza durmak vaktinde midir?, yoksa ikindi namazı vaktinde midir? Bu vakit bildirilmiş değildir. Şübhelidir.

Kadir gecesi gibidir. O halde bütün gün bunu gözetlemek ve zikir ve ibadetsiz hiç vakit geçirmemek lazımdır.

3-Bugün (Cum’a günü) çok salavat okumalıdır. Çünkü Peygamber efendimiz (Alayhis selam) buyurdu ki;

-“Bugün benim üzerime seksen salavat okuyanın seksen senelik günahı afedilir.”

-“Ya Rasulullah (a.s.v.) senin, üzerine nasıl salavar-t okuyalım?” diye sordular.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki;

-“Allahummesallialâ Muhammedin ve alâ Muhammed. Salaten tekûnü leke rıdaen velihakkkıhi edaân ve a’tihi’l-vesilete veb’ashül-makame’l-Mahmud ellezi vaadtuhü, eczihi annâ ma hüve ehlühu ve eczihi efdale mâ câzeyte nebiyyen an ümmetihi ve salli alâ cemi-i ihvanihi mine’n-nebiyyine ve’s-sâlihine yâ arhame’r-rahimin”

Hatta bildirildi ki, her kim yedi cum’a gününde bunu yedi def’a okursa, elbette Peygamberimiz(Sallallahu aleyhi ve selem) ın şefaatına kavuşur.

Eğer;

-“Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammed.” Derse yine yetişir.

4-Bugün çok kur’an-i kerim okumalıdır. Kehf sûresini okumalı. Zira n-bu sureninfazileti hakkında çok hadisi şerifler vardır.

Geçmiş abidlerin âdetidir. Her cum’a günü,

“Bin İhlas” okurlardı.
“Bin salavat” getirilerdi.
Bin defa “Sübhanallahi ve’l-hamdulillahi velâ ilahe illallah vallahu ekber.” Derlerdi.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizlri Cuma günü hürmetine afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Girnavas mevki-i Şelale (Nusaybin)

5- Bugün çok namaz kılmalıdır. Hadis-i Şerifte geldi ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);

-“Kim câmi’e girer, dört rek’at namaz kılar, her rek’ata bir Fatiha ve elli ihlas okursa, cennetteki yeri kendisine gösterilmeden, yahut cennetteki yerini bir başkası ona haber vermeden bu dünyadan gitmez.”
Cum’a günü dört rek’at namaz, dört sûre ile En’am, Kehf, Taha ve Yasin sureleri ile kılmak müstehabtır. Eğer bunu yapamıyorsa, Yasin, Secde sûresi, Sure-i Lokman, Sûre-i Duhan ve Sûre-i Mülk ile dört rek’at namaz kılmalıdır.

İbni Abbas (Radiyallahu anhuma) Cum’a günü tesbih namazını terk etmezdi. BU BELLİ BİR NAMAZDIR. En iyisi kuşluktan zeval vaktina kadar kılmalı.

Cum’a namazından sonra ikindiye kadar va’z dinlemeli, ikindiden akşama kadar tesbih ve istiğfar ile meşgül olmalıdır

6- Bugünü sadakasız geçirmemelidir. İsterse bir dilim ekmek olsun. Çünkü cum’a günündeki sadakanın fazileti büyüktür

Hutbe zamanında bir şey isteyeni menetmelidir. Ona bir şey vermek caiz değildir.

7- Haftanın bu bir gününü ahiret işleriyle geçirmelidir. Bütün gün hayırla, iyilikle meşgül olmalıdır. Dünya işlerini ertesi güne bırakmalıdır.

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Kur’an-i kerimde:

-“Namaz, tamam olunca, yeryüzüne dağılınız ve Allah’ın fadlını (ihsanını) arayınız.”Cum’a Suresi Ayet : 10 buyurması üzerine Enes (Radiyallahu anh) diyor ki;

-“Bunun manası, alişveriş etmek ve dünya malı kazanmak değildir. İlim öğrenmek, kardeşlerini ve hastaları ziyaret etmek, cenaze arkasında gitmek ve buna benzer şey’ler demektir.

MES’ELE:

Namaz için zaruri olanları söyledik. Başka mes’elelere ihtiyaç olunca sorulmalıdır. Çünkü, böyle bir kitapta hepsi anlatılamaz. Ama namazın niyetinde vesvese çok olduğundan buna bir parça temas edelim:
Vesvese, aklında sakatlık olanda, yahut lenfevi hastalığı olanda, yahut da şeraiti bilmeyende ve niyetin ne demek olduğunu bilmeyende olur.

Senin de niyetin, yüzünü kıblaya dönmen ve emri yerine getirmek için ayakta durman, hazır bulunmandır.

Şöyle ki;

Bir kimse sana,

-“Filan alim geliyor, onun için ayağa kalk ve hürmet et.” Dese

Filan kimsenin emri ile filan alima, ilminden dolayı ayağa kalkmaya niyet ettim demezsin. Fakat ayağa kalkarsın. Bunu yaparken bu niyet kalbindedir. Halbuki ne kalbinle ne de dilinle bunu söyliyorsun.
Kalb ile söylenene “Hadis-i nefs” denir, niyet denmez.

Niyet”, seni ayağa kaldıran arzudur. Fakat emrin ne olduğunu, yani ne için kalktığını bilmelisin. Ve bilmelisin ki, öğlenin mi yoksa ikindiyi mi kılıyorsun. Kalb bundan gafil olmayınca “Allah-u Ekber” dersin.
Eğer bu aklında değil ise, bunu hatırına getirirsin. Farzı kıldığını ve öğle namazı olduğunu, bir anda ayrı ayrı kalbinde toplayacağını zanetme. Fakat birbirine yakın olunca, bir araya gelmiş görülür. Bu kadarı kâfidir.

Çünkü eğer bir kimse sana:

-“Öğle namazının farzını mı kılıyorsun?” dese

-“Evet.”

Desen “evet dediğin zaman, mânâlar icmali (Yani bu niyetteki manalar toplu) olarak kalbinde bulunur, ayrı ayrı bulunmaz.

O halde, kendine hatırlatman, o kimsenin sana söylemesi gibi olmalıdır.

“Allah-u Ekber” de, senin “Evet” demen gibi olur. Kalbini düşündüren şey, namazını da karıştırır, kendini zorlamamalısın.

Anlattığımız kadarını yaparsan namazının doğru olduğunu bilesin. Çünkü, namaza niyet, diğer işlerdeki niyet gibidir.

Bu sebeptendir ki, Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) ve Ashabi Kiramın (Ridvanıllah-i aleyhim ecmain) zamanlarda, hiç kimse niyette vesvese etmezdi. Bunu bilmemek cahilliktendir.

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizlei Duaların kabul olunduğu mubarek Cuma günü hurmetine afv eylesin.Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 3

08 Kasım 2008

Çağ-Çağ deresi (bor-e gündük) Nusaybin

Zekat islamın şartlarından biridir.

Peygamber efendimiz (S.A.V.) buyurdu ki:

-“İslamın binası beş şey üzerinedir: Lailahe illallah, muhammedin resulullah, namaz, zekat, oruç, hac”

Hadisi şerifte geldi ki,

-“Altın ve gümüşü olan insanlar. Zekatlarını vermezlerse; her birinin göğsüne öyle kızgın şiş vururlar ki, arkalarından çıkar. Dört ayaklı hayvanı olup ta, zekat vermeyene, kıyamet günü bu dört ayaklı hayvanları musallat ederler. Baş ve boynuzları ile vurup, ayaklarının altına alırlar. Hepsi üzerinden çiğneyip geçip, sonu gelince, en önce geçen ikinci defa döner ve yeniden ayağı altına alır. Tekrar hepsi üstünden geçerler. Bütün halkın hesabı görülünceye kadar devam eder.”

Bu hadisi şerifler buhari ve müslimde vardır. O halde mal sahiplerine zekat bilgilerini farzdır.

Zekatın çeşitleri ve şartları:

Altı çeşit Zekat vardır: (İmam-i Ğazali (r.a.) burada yalnız beşini zikretmektedir. Hazina ve Madenlerin zekatını İhya’da olduğu halde buraya almamıştır.)

1-Dört ayaklı Hayvanların Zekatı:

Bunlar de deve, sığır ve koyundur. At, eşek ve diğer hayvanlarda zekât yoktur. Bu zekât dört şartla Farz olur.

Birinci Şart;

Çayırda otlayan hayvan olmal, çok masrafa sebep olmamalıdır. Eğer bir sene içinde ona yedirdiği ot değeri fazla ise Zekâttan düşer.

İkinci Şart;

Bir sene kendi mülkünde kalmalıdır. Bir seneden önce elden çıkarsa zekât düşer. Fakat malın nesli ve yavrusu öbür sene hesaba katılır ve malın aslına uyularak zekât farz olur.

Üçüncü Şart;

Bu alla zengin olmalıdır ve kendi tasarrufunda olmalıdır. Mal yok olursa veya hırsız çalarsa zekâtı vermez. Maldan hasıl olan he rkazanç kendisine verilirse, o zaman geçmiş zekâtı vermek farz olur. Malı kadar borcu olan zekât. Çünkü o, hakikatta fakirdir.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri fakirin de hakkı olan zekatını sağlıklı bir şekilde veren kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 4

09 Kasım 2008

Girnavas (Cin tepesi) Nusaybin

Dördüncü şart;

Zekat nisabına sahib olmalıdır. Bu da zenginlik ölçüsüdür. Az bir malla zengin olunmaz.

Deve beş adet olmayınca, zekât vermek farz olmaz. Beş devede bir koyun vermek farz olur. On devede iki koyun vermek farz olur. Onbeş devede üç koyun, Yirmi devede dört koyun verir.

Bu koyun da bir yaşından küçük olmamalıdır. Keçi verirse, iki yaşından küçük olmamalıdır. Yirmi beş deve olunca, bir yaşında dişi deve vermek farz olur. Eğer bir yaşında dişi devesi yoksa, yerine iki yaşında erkek deve vermek lazımdır. Otuz altı tane olmayınca başka bir şey vermez.

Otuz altı deve olunca, iki yaşında dişi deve verir. Kırkaltı deve olunca, üç yaşında deve; Altmış bir devesi olunca, dört yaşında dişi deve, yetmiş altı devesi olunca, iki tane iki yaşında deve; doksan bir devesi olunca, iki tane üç yaşında dişi deve; Yüzyirmibir devesi olursa, üç tane iki yaşında dişi deve zekat vermek farzdır.

Bundan sonra hesab eder: Her elli artışta bir, üç yaşında dişi deve ve her kırkta bir, iki yaşında bir dişi deve zekât verir.

Sığırda ise, otuza kadar bir şey verilmez. Sığır otuz olunca, bir yaşında bir dana vermek farz olur.
Kırk olunca, iki yaşında;altmışta iki tane bir yaşında dana verir. Bundan sonra, her kırkta iki yaşında ve her otuzunda bir yaşında dana verir.

Koyunda ise, kırkta bir berir. Yüzyirmibir koyunda iki koyun, ikiyüzbir koyunda üç, dörtyüz koyunda dört koyun verir. Bundan sonra hesab eder ve her yüz koyunda, bir koyun verir. Koyunlar bir yaşından aşağı olmamalıdır.

İki kimsenin koyunları karışık olsa, her ikisi dezekât nisabına malik olsa, biri kafir yahut mükâtab (Efendisine belirli bir mikter para verip azad edilecek köledir.) değilse, her ikisinin da malı ayni ise, ikisinin de kırktan fazla koyunu yoksa, her birine yarım koyun zekât farz olur. Yüzyirmi koyunları olsa, her birinin birer tane vermesi yetişir.

2- Uşur Zekâtı:

Sekizyüz menn (menn, batman demek olup iki rıtıldır. Bir rıtıl da yüzotuz dirhem-i şer’idir.) buğdayı, yahut arpası, yahut kuru üzümü, yahut hurması, yahut da insanların beslendiği bezelye, pirinç, nohut, bakla ve buna benzer maddelerden kâfi miktarda olan kimsenin, bunlardan onda bir vermesi farz olur.

Zahire olarak kullanılmayan pamuk, ceviz, keten ve diğer meyvelerden uşûr verilmez. Bir kimsenin dörtyüz batman buğdayı ve dörtyüz batman arpası olursa, uşûr vermez. Öünkü nisabın aynı çinsten olması lazımdır.

Akarsu ve keriz yoksa, çekme su ile sulanıyorsa yirmide bir vermelidir. Üzümü kuru olarak vermelidir. Yaş üzüm renklenince, buğday ve arpa taneleri sertleşince hiç tasarruf etmemelidir. Yani sarfetmemelidir.,
Fakirlerin hakkının ne kadar olduğunu bilmelidir. Bundan sonra tasarruf edebilir. Yani hesaba dahil edip, alıp kullanabilir. (Hanefi mezhebinde uşûr için nisab yoktur.)

3-Altın ve gümüş zekâtı;

İkiyüz dirhem gümşüten beş gümüş, yirmi halis altından yarım altın zekât vermek farz olur. Bu da kırkta bir olmuş olur. Artış miktarlarını bununla hesab etmelidir.

Altın ve gümüşten yapılmış kılıcın, süs eşyasının, divitin ve kullanılması haram olan altın ve gümüşün de zekâtını vermek farzdır. Fakat erkek ve kadının kullanması câiz olan ziynetin zekâtı farz değildir.

Devam edecek…

Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)

Allahu- Tâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Fakırların hakkı olan zekatı nı veren kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 5

09 Kasım 2008

Girnavas (Cin tepesi) Nusaybin

4- Ticaret Malının Zekâtı;

Yirmi altın değerinde bir şey’i ticaret niyeti ile satın alırsa sene de tamam olursa, icap eden nakdi zekât farz olur. Sene içerisindeki kârlar de hesaba katılır. Hersenenin sonunda malının kıymetini bilmesi icab eder. Sonra, sermaye aslında altın veya gümüş ise onların da zekâtını verir.

Makit satın alamazsa, şehirde .ok kullanılan nakitten verir. Altın ve gümüşten gayri meta-i olsa, ticaret niyeti ile saklasa, yahut onunla bir şey satın alsa, bir sene dolmayınca, zekât farz olmaz.

Ama parası olsa ve nisabı doldursa, bir dahaki o zaman nisaba mâlik olmuş olur. Yani zekât verir. Sene içerisinde her ne kadar ticaret niyeti bozulursa zekât farz olmaz.

5- Fıtra Zekâtı;

Evi, elbisesi ve zaruri ihtiyaçları hariç, bayram günü kendine ve çoluk çocuğuna yetecek kadar yiyeceği olan bir kimsenin, “fıtır” bayramı gecesi (Ramazan bayramı) yedikleri şey’in cinsinden bir sa’ iki mendir.

Yani; 1666 gram eder. Eğer buğday yiyorsa, arpa veremez. Arpa yiyorsa, buğday verebilir. Eğer hem buğday hem de arpa yiyorsa, daha iyi olandan verir.

İmam-i Şafi-i (r.a.) göre buğdayın karşılığında un veya başka bir şey veremez. Bakmakla mükellef olduğunun, “sadaka-i fıtrı’nı” da vermekle mükalleftir. Baba, anne, oğul, köle gibi.

Kâfir olan zekâtı (fıtrası) verilmez. Eğer kadın kendi zekâtını (fıtrasını) verirse iyi olur. Kocası hanımından izin almadan verirse caizdir.

Zekâttan bu kadarını bilmek muhakkak lazımdır. Bundan sonra anlaşılmayan bir şey varsa sormalıdır.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizlere ve sizlere fakirlerin hakkı olan zekatını bi hakken yerine getiren kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 6

09 Kasım 2008

Çağ-Çağ deresi (BOR-E GÜNDÜK) Nusaybin

Zekât Nasıl Verilir;

Zekât verirken beş şey’e dikkat etmek lazımdır:

1- Zekât verirken niyet farzdır. Eğer bir kimseyi vekil ediyorsa, vekil yaparken niyet etmelidir. Yahut da vekile zekâtını verirken niyet etmesini söylemelidir. Küçük çocuğun malının zekâtını veren veli de niyet eder.

2- Sene tamam olunca acele etmelidir. Çünkü özürsüz tehir etmek, geciktirmek doğru değildir. Fıtır zekatını bayramdan sonraya bırakmak caiz değildir.

Fakat Ramazanda vermek, yani erken vermek caizdir. Ramazandan önce verilmesi gereken zekâtı erken vermek, bütün bir sene içinde caizdir.

Ama verdiği kimse o senenin sonuna kadar fakir kalmak şartiyle ciazdir. Sene tamam olmadan önce ölürse, yahut zengin olursa, yahut mürted olur, yani dinden çıkarsa, o zekatı bir daha vermek icab eder.

3- Her cinsin zekatını, kendi cinsinden vermelidir. Gümüş yerine altın, arpa yerine buğday, yahut da kıymeti miktarda başka mal verirse Şafi-i mezhbine göre caiz değildir.

4- Malının bulunduğu yerde zekât vermelidir. Çünkü fakirlerin onun malında gözü vardır. Eğer bşka bir şehirdekilere verirse, esah olan zekâtını vermiş olur.

5-Zekâtı ne kadarsa sekiz çeşit kimseye taksim etmelidir. Her çeşitten üç insandan az olmamalıdır.

Hepsi yirmidört kişi eder. Eğer bir dirhem zekâtı varsa, Şafi-i mzhebine göre (Hanefi mezhebine göre değil) bütün bu insanlara vermesi farzdır.

Sekiz kısımda da müsavi (eşit) olmalıdır. Sonra bu sekizde bir kısmı üç kişiye taksim eder. İsterse fazla da verebilir. Zamanımızda (yani Ğazali’nın zamanında) bu sekiz kısım insandan üç kısım daha azdır. Gazi, müellefe ve zekât toplayıcılar.

Fakat fakir, miskin,mükâteb,ibni’s-sebil ve borçlular çoktur. O halde zekât veren kimsenin, Şafi-i’ye göre (Radiayllah-u anh) en az onbeş kimseye vermesi lazımdır.

Şafi-i mezhebi bu iki mes’elede zordur; Biri, yerine karşılığının verilememesi, biri de bu sekiz kısım insandan her birine muhakkak verilmesi. Bunun için bir çok insanlar, bu iki mes’elede Ebû Hanife (r.a.) nın mezhebine yani Hanefi mezhebine göre zekat veriyorlar. Bu haraketleri ile mes’ul olmayacaklarını umarız, İnşaallahü Teâlâ.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 7

09 Kasım 2008

Kasyan ziyaret (Eski mezarlık) Navala- sipi

Zekât alan bu sekiz sınıf hangileridir?

1- Fakirler:

Fakir, hiçbir şey’i olmayan, hiçbir kazanç yapamayan kimseye denir. Günlük. Günlük yiyeceği ve giyeceği varsa fakir değildir.

Bir günlük ve gecelikten fzla yiyeceği yoksa, fakat paltosu yok, yalnız gömlerği varsa, yahut paltosu var, gömleği yoksa, fakir ayılır.

Bir aletle çalışacak vaziyete olsa, fakat aleti olmazsa, fakirdir. İlim talebesi olup başka işte çalışmakla ilimden geri kalacaksa fakirdir. Böyle fakirlik az olur.

Ancak çocuklarda olur. BUNUN DA ÇARESİ, AİLESİ KLABALIK OLAN FAKİRİN ARANMASI VE FAKİRE VERİLECEK HİSSENİN ÇOCUKLAR TARAFINDAN ONA VERİLMESİDİR.(Hnefi mezhebine buna miskin denir.)

2- Miskinler;

Mühim ihtiyacından fazla bir şey’i olmayana miskin denir. Evi ve elbisesi olan fakat bir senelik ihtiyacına yetişmezse, veya kazandığı kendine yetmezse, ona bir senelik yetecek kadar vermek caizdir.

Evinde, yerde serili halı, kilim ve kullanılan kap kaçak ve kitablar olsa, yine miskin sayılır İhtiyaçtan fazl olursa, miskin sayılmaz. (Hanefi mezhebinde böyle olana fakir enir.)

3- Zekât toplayan ve fakirlere ulaştıranlar;

Bunların ücretini zekâttan vermelidir.

4- Müellefe;

Bu da, kendisine mal vermekle Müslüman olabileceği düşünülen ve onun Müslüman olmsıyle, diğerlerinin de Müslüman olmak isteyebilecekleri bilinen isim yapmış kimselerdir.

5- Mükâteb;

Bunlar, efendilerine belli bir miktar para verip kendilerini satın alan, yâni azad olan kölelerdir.

6- Günaha sarfetmeyen borçlu;

Fakir olsun, zengin olsun verilir. Fakat fitneye sebep olan bir şey için borçlu olmamalıdır.

7- Gaziler;

Kendisine devlet tarafından maaş verilmeyen muharibler, zengin bile olsa, yol masrafları zekât parasından verilir.

8- Yol azığı olmayan misafir;

Yolcu olur,yahut kendi şehrinden sefere çıkar. Yiyecek ve diğer masraflarına yetecek kadar verilir. Yalan söylediği anlaşılmadıktan sonra, fakirim yahut miskinim diyenin sözüne inanılarak vrilir.

Ama misafir (yolcu) ve gazi (muharip) sefere ve harbe gitmezlerse, zekâtı onlardan geri almak lazımdır. Diğer sınıflar, sözüne emniyet edilen kimselerin sözüyle anlaşılır.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 8

10 Kasım 2008

Geliye Şam’e ziyareti (Naval-a sipi)

Zekât vermenin hakikatı;

Namazın hakikatı ve sûreti olduğu gibi, zekâtın da bir hakikatı vardır. Zekâtın hakikatı ve esasi bilinmezse, zekât ruhsuz, hakikatsız bir sûret olur.

Zekâtın hakikatı üç derecedir;

BİRİNCİ DERECE;

İnsanların Allah-u Teâlâ (c.c.) yı sevmek ve onu dost tutmakla emredilmiş olmalıdır.
Allah ü teâlâ’yı sevmiyorum diyen bir mümin yoktur. Hatta, hiçbir şeyi Allah u Teâlâ’dan çok sevmemekle memurdurlar.

Bahusus kuran-ı kerim de buyuruluyor:

-“Ya Muhammed onlara söyle: eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, akrabalarınız, uğruna kavga ettiğiniz mallarınız, iyi olmamasından korktuğunuz ticaretiniz, beğendiğiniz ve rahat olduğunuz evleriniz; Allah’dan, resulünden ve onun yolunda cihad etmekten, sizin için daha kıymetli ise, gözünüz Allah-u Teâlâ’dan gelecek emir için yolda olsun. Allah haddi aşanlara kıymet vermez.” Tevbe suresi ayet- 24

Allah-u Teâlâ’yı her şeyden çok seviyorum demeyen bir mümin yoktur. Hakikaten öyle olduğunu zanneder. O halde, bir kimsenin elinde bulunmayan kuru bir iddia ile gururlanmaması için bir izahda bulunmak ve bir nişan vermek icabediyor.

Mal, insanın sevdiği şeylerden biridir. Allah-u Teâlâ insanı bununla imtihan ediyor ve buyuruyor ki:

-“Eğer iddianda haklı isen, aşığı olduğun bu malı feda eyle ve bizi sevmekteki dereceni anla.”

Bunu anlayanlar üç kısımdır:

1-SIDDIKLAR:

Onlar her şeyini feda eylediler. “ iki yüz dirhemden beş dirhem vermek, bahillerin işidir. Bize lazım olan, sevdiğimizin sevgisi için iki yüz dirhemi de vermektir.” Dediler. Hususan ebu bekris sıdık (r.a) bütün malını verdi.

Resulullah (s.a.v..) buyurdu ki :

-“Evdekilere ne bıraktın?”

Cevabında

-“Allah ı ve resulü bıraktım.” Dedi.

Hz ömer (r.a.) malının yarısını verdi.

Ona da,

-“Evdekilere ne bıraktın?” diye sordu.

-“Yarısını bıraktım”diye cevap verdi.

Peygamber efendimiz (s.a.v.)

-“Aranızdaki fark, sözlerinizdeki fark gibidir.”Buyurdu.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu