‘İmam Gazali’ olarak etiketlenmiş yazılar

Zekât- 9

10 Kasım 2008

Kasyan ziyareti (Navala sipi)

2-SALİHLER:

Salihler, Allah u Teala nın iyi kulları, malı bir defada elden çıkarmadılar ve ona güvenmediler. Yanlarında saklayıp, fakirlerin ihtiyaçlarını ve iyilik yapmak, hayır işlemek yollarını gözettiler. Kendilerini fakirlerle bir tuttular. Zekat miktarı vermekle yetinmediler. Yanlarına fakir fukara gelince, onları kendi ev halkından saydılar.

3-İYİ İNSANLAR:

Bunlar, ikiyüz dirhemden; beş dirhemden başka veremediler. Farzı yapmakla yetindiler. Emri severek, beğenerek ve vaktinde yerine getirdiler. Fakirlere hiç minnet etmediler. Bu ise en aşağı derecedir.
Çünkü, Allah u Teâlâ’nın kendisine verdiği ikiyüz dirhem gümüşten, yine onun emri ile beş dirhemi vemeyenin Allah-u Teâlâ’yı sevmekten nasibi yoktur. Beş dirhemden fazla vermeyenin sevgisi gayet basit olup bahil dostlardan sayılır.

İKİNCİ DERECE:

Kalbi bahilliğin, cimriliğn bulaşığından ve pisliğinden temizlemektir.

Çünkü kalpteki bahillik, Allah-u Teâlâ’ya yakınlığa layık olmayan bir pislik gibidir. Bahusus zahirdeki necaset, pislik; insanın namazdan uzak olmasına sebep oluyor. Bahillik pisliği, mal vermedikçe temizlenmez.

Bunun için, bahillik pisliğni silip temizleyen zekat, içerisinde necaset yıkanan bir dere gibidir. Ve yine bunun içindir ki, peygamber efendimiz (S.A.V) ve ehli beytine zekat vermek haramdır. Onun mansabını insanların mallarının kirliliğinden korumuşlardır.

ÜÇÜNCÜ DERECE:

Nimete şükür etmektir. Mal bir nimettir. Çünkü dünyada ve ahrette müminlerin rahat etmesine sebep oluyor. O halde, namaz, hac ve oruç beden nimetin şükrü olduğu gibi; zekat da, mal nimetinin şükrüdür.
Bu nimet sebebiyle kendisinin kimseye muhtaç olmadığını, fakat kendisi gibi zavallı bir Müslümanın zavallı ve muhtaç olduğunu görünce kendi kendine,

-“O da benim gibi Allah-u Teâlâ’nın bir kuludur. Beni ona muhtaç etmeyen ve onu bana muhtaç edene şükür etmeliyim. Onu sevmeliyim. Olmaya ki bu mal benden bir gecede alınır. Şayet kusur edersem, beni onun gibi, onu da benim gibi yaparlar.” Demelidir.

Bu hakikatleri bilenin ibadeti, manasız bir suret olmaktan kurtulur.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 11

10 Kasım 2008

Kasyan şelalesi (Naval-a sipi)

DÖRDÜNCÜ VAZİFE:

Zahirde riyadan emin ise ve kalbini riyadan temizlemiş ise, kalabalıkta verdiği zaman başkalarının da vereceğini ve severek vereceklerini biliyorsa, bu kimsenin böyle yapması daha iyidir.

Bu insanların kendini medhetmesini ve kötülemesini aynı tutan kimsedir. İşlerini Allah-u Teâlâ’nın bilmesini kafi gören insandır.

BEŞİNCİ VAZİFE:

Başına kakmak ve kızmak ile verdiği sadakayı yok etmemelidir.

Allah-u Teâlâ buyuruyor ki;

-“Sadakalarınızı minnet ve incitme ile yok etmeyiniz.” Bakara suresi 264 ci ayet-i kerimdeki eza’nın manası, fakiri incitmektir.

Mesela sadaka verirken yüzünü ekşitmek, alnını buruşturmak, kötü söz söylemek, fakirlik ve dilenme sebebiyle onu aşağı görmek ve ona hakaret edercesine bakmak gibi bu da, cahilikten ve ahmaklıktan meydana gelir.

Bu cahilliklerden biri, mal vermeni kendisine zor gelmesidir. Bunun için canı sıkılır ve dokunaklı söz söyler. Bir kimseye bir gümuş verip, bin gümüş almak zor geliyorsa.

Elbette cahildir. O, bu zekat ile Firdevs-i a’layı ve Allah Teâlâ’nın rızası kazanacaktır. Kendisini cehennemden kurtaracaktır. Buna inanıyorsa, ona nasıl zor gelir?

Ahmaklığı da şudur ki, kendinin zengin olmakla, fakirden üstün olduğunu zanneder. Halbuki kendisinden beşyüz yıl önce cennete gidecek olanı, o fakir olduğunu bilmez.

Derecesinin daha yüksek olduğunu, Allah u Teâlâ’nın katında şeref ve iftiharın zengine değil, fakire verildiğini anlamaz.

Onun bu dünyada şerefli olmasını nişanı, Allah u Teâlâ’nın zengini, dünya sıkıntıları ve mezgaleleri, dünya yükü ve mesuliyeti ile meşgul edip, ihtiyacından fazla nasip etmemesi ve ihtiyacı kadar fakirlere vermesini ona farz kılmasıdır.

O halde, hakikikate zengin, bu dünyada fakir için çalışmaktadır. Öbür dünyada da fakir zenginden beşyüz yıl önce cennete girecektir.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sadaka veren Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 12

10 Kasım 2008

geliye Şam-e Ziyareti (Nusaybin)

ALTINCI VAZİFE:

Minnet etmemelidir. Yani yaptığı iğiliğe karşılık beklememelidir. Minnetin aslı cahillikten
Fakire iyilik ettiğini, ona bir nimet verdiğini, fakirin kendi eli altında olduğunu zanneder.

Böyle sanmasının alameti, fakirin kendisine fazla hizmet yapmasını, işini görmesini, önce selam vermesini ve her şeyde daha çok hürmet etmesini beklemesidir.

Eğer bir kusur ederse ona önceden yaptığı iyiliği çok görüp ve hatta,

-“Ben ona şöyle iyilikte bulundum,”der. Buda cahilliktendir. Hakikatte ise fakir ondan zekat kabul etmekle ona iyilik etmiştir.

Kalbini cimrilik pisliğinden temizlemiştir. Eğer hekim kendisini bedava tedavi etse, ona minnet eder.

Çünkü o para vermek istemiyor ve helakini istiyor. Elindeki zekat malı da haelakıia ve kötülüğüne sebep olur.

Bir fakir sebebiyle temizlenip kurtulunca, ona yalvararak zekat vermesi icap eder.

Bir diğeri de, peygamber efendimiz (sallalahü aleyhi ve sellem) buyuruyor:

-“Sadaka önce Alahü Teâlâ’nın lütuf eline, sonra fakirin eline düşer.’’

Demek ki, zekâtı hakikatte Allahu Teâlâ’ya veriyor ve fakir bunu almakla Allah-u Teâlâ‘nın vekili oluyor. O halde yalvararak fakire vermelidir, başına kakarak değil. Zekatın hakikati hakkında üç sırrı öğrendikten sonra başa kakmanın cahillik olduğu anlaşılır.

Minnetten, başa kakmaktan kaçmak, kurtulmak için geçmiş büyükler o kadar illeri gitmişlerdir ki, fakirin huzurunda ayakta durup, tevazu ederek. Büzülerek ona zekatı takdim etmişlerdir.

Sonra da,

-“Bunu benden kabul et.” diye yalvarmışlardır. Bazılarıda elini alttan tutup, para yukarı gelmek üzere fakire uzatmışlar ve fakirin elinin üstte kalmasını etmişlerdir. Çünkü,’’Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır.’’, buyurulmuştur.

Zekatı yalvararak vermek yakışır. Hazret-i Aişe ve ümmü seleme (Radıyallahü anhüma) bir fakire bir şey gönderdiler ve

-‘’Nasıl dua edeceğini unutma’’, diye gönderdikleri kimseye tenbih ettiler.

Çünkü her duaya bir duaya karşılık vermeliler ki, karşılık akım kalsın ve sadaka hâlis olsun. Fakirden dua istemeye uğraşmazlardı ki, bir iyilik temin ettim diye akıllarına gelmesin. Hakikatte iylik yapan fakir olmuştur. Çünkü, seni bu yükten, bu düşüncelerden kurtardı.

YEDİNCİ VAZİFE:

Malından iyi, güzel ve helal olmanı vermelidir. Çünkü şübheli olan ibadete layık olmaz. Allah-u teâlâ temizdir, ancak temizi kabûl eder.

Allah-u Teâlâ buyurdu;

-“Alçak ve aşağı şeyden nafaka vermediği kasd etmeyin. O aşağı şey’i size verseler almazsınız.

Kendinizin göz yummandan alıcısı olmadığınız âdi şeyleri sadaka olarak vermeyiniz.” Bakara suresi Ayet- 267

Bir kimse misafirin önüne kötü bi,r şey koyarsa, onunla alay etmiş veya ehemmiyet vermemiş olur. Ya en fenasını Allah-u Teâlâ’ya vermek ve en iyisini O’nun kullarına vermek nasıl caiz olur? En kötü vermenin işareti, kötülükle vermeleridir.

Kalbe iyi gelmeden verilen sadakanın kabul olmayacağından korkulur.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuryor ki;

-“Bir dirhem gümüş sadaka verir ve binlerce dirhemden kıymetli olur. Bu da, en iyisini vermek ve seve seve vermekle olur.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sadaka veren Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekat- 13

10 Kasım 2008

Kasyan şelalesi (Nusaybin)

Sadaka vermenin Fazileti;

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki;

-“Bir hurma bile olsa sadaka veriniz. Çünkü fakiri canlandırır ve suyun ateşi söndürüp yok ettiği gibi günahları yok eder.”

İsa Aleyhis selam buyurdu;

-“Dilenciyi ümidsiz eden, yahut kapısından kovanın evine, melekler yedi gün uğramaz.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) iki işe kimseye bırakmaz, kendi eliyle yapardı. Fakire sadakayı kendi eliyle verirdi. Gece abdest suyunu kendi koyardı ve üzerini örterdi.

Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve selem Buyurdu ki;

-“Bir müslümana elbise yapan, o elbise onun sırtında durduğu müddetçe, Allah-u Tâlâ’nın hıfzında (korumasında) olur.

Hazreti Aişe anamız (radiyallahu anha) elli bin altın sadaka verdi ve eski gömleği yamalayıp giydi.

İbni Mesud (r.a.) buyuruyor ki;

-“Bir kimse yetmiş sene ibadet etti. Sonra öyle bir günah işledi ki, ibadetleri yok oldu. Sonra bir fakire uğradı ve ona bir dilim ekmek verdi. Onun o günahı afv edildi ve yetmiş senelik ameli de kendisine verildi.”

Lokman Hekim (a.s.) oğluna;

-“He ne zaman bir günah işlersen, arkasından sadaka ver ve tevbe et.” Derdi

Abdullah Bin Ömer (r.a.) sadaka olarak şeker verirdi ve derdi ki;

-“Allah-u teâlâ buyuruyor: Sevdiğiniz (mal) den infak etmedikçe iyilerden olamazsınız.” Ali-i İmran Suresi ayet- 92 ‘Allah-u Teâlâ biliyor ki, ben şekeri çok seviyorum.”

Hasan-i Basri (r.a.) bir köle satıcısını güzel bir cariye ile gördü, Buyurdu ki;

-“iki dirheme satarmısın?”

Satıcı;

-“Hayır .” dedi.

Hasan-i Basri (r.a.) buyurdu ki;

-“Allah-u Teâlâ, bu cariyeden çok daha güzel olan Cennet hurilerini iki hurma tanesine satıyor.” Yani sadaka verene veriyor.

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sadaka veren Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Oruç- 11

11 Kasım 2008

Geliye Şam-e (Navale)

Oruç, İslamın şartlarından biridir.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu;

-“Allah-u Teâlâ buyuruyor ki; her iyiliğe on misli karşılık verilir. Fakat oruç bana mahsustur, onun karşılığını ben veririm.” (H. Savm -2)

Allah-u teâlâ buyuryor;

-“Kendi arzu ve isteklerine sabr edenler (canları istediği halde yapmayanlar) hesaba çekilmezlr; ecirleri, sevabları hesabsızdır.” Ez-zümer suresi ayet 10

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu;

-“Sabır imanın yarısıdır. Oruç da sabrın yarısıdır.”

Yine Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu:

-“Oruç tutanın ağzının kokusu Allah-u teâlâ’nın indinde “MİSK” kokusundan daha güzeldir.” (H.Savm)

Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor;

-“Benim kulum yemekten ve içmekten yalnız benim için el çekti; onun mükafatını ancak ben veririm.” (H. Savm)

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki;

-“Oruç uykusu İbadettir.”

Ve yine (a.s.v.) buyurdu;

-“Ramazan ayı gelince, cennet kapılarını açarlar, cehennem kapılarını kapatırlar ve şeytanları bağlarlar ve bir ses derdki: ‘Ey iyilik etmek isteyen kimse, senin vaktindir, gel. Ey kötülük yapak isteyen sana burada yer yoktur.” (H. Savm)

Faziletinin büyüklüğündendir ki; Allah-u Teâlâ bu ibadeti, hasetten kendine nisbet ediyor

Ve;

-“Oruç benim içindir, karşılığını ben veririm.” Buyuruyor. (H. Savm)

Her ne kadar bütün ibadetler onun için ise de bu, bütün alem onun mülkü olduğu halde, Kâ’beye,”BENİM EVİM” buyurmasına benziyor.

Oruçta iki hususiyet vardır ve bu hususiyetler sebebiyle bu nizbete uygundur.

Biri;

Orucun hakikati, yememektir. Bu ise bâtına ait bir şeydir. İnanlar bunu görmez. Böylece riya da buna yanaşmaz.

Diğeri;

Allah-u teâlâ’nın düşmanı şeytandır. Şeytanın askeri arzu ve isteklerdir. Oruç onun askerini kırar. Çünkü; Orucun hakikati arzuları terktir.

Bunun için Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki;

-“Şeytan insanın vucudunda, kan gibi dolaşır. O’NUN GEÇİŞ YOLUNU, AÇLIKLA tıkayınız.” (H. İtikaf)

Hazreti Aişe anamız (Radiyallah-u anha) ya buyurdu;

-“Çennetin kapısını çalmaya devam et.”

Hazreti Aişe anamız (Radiyallah-u anha);

-“Ne ile?” diye sordu.

Resulullah (a.s.v.);

-“Acıkmakla.” Buyurdu.

Ve yine (a.s.v.) buyurdu;

-“Oruç kalkandır.” (H. Savm)

Yine (a.s.v.) buyurdu;

-“İbadetin kapısı oruçtur.”

Bu da, bütün ibadetlere şehvetin mâni olmasındandır. Şehvet yani arzulara yardım, tokluktur. Açlık ise arzuları kırar.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri orucu tutan salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Oruç- 12

11 Kasım 2008

Kasyan dağları (Nusaybin)

Orucun farzları;

Orucun farzları altıdır:

1-Ramazan ayının ilk gününü aramaktır.

Yirmi dokuz veya otuz gün olduğunu ancak bununla anlayabilir. Âdil bir şahidin sözüne güvenilir. Bayram için ise iki Şâhidden az olmaz.

Doğru sözlü olduğunu bildiği bir kimseden hilali gördüğünü duyunca, oruca başlamsı farz olur. İSTERSE KADİ O KİMSENİN SÖZÜYLE HÜKMETMİŞ OLMASIN. On altı fersahlık (yaklaşık olarak 100 km.) uzaktaki bir başka şehirde yeni ay görmüşlerse, burada olanlara, yani ayı görmeyenlere oruç farz olmaz. Mesafe bu kadardan az olursa oruca başlamaları farz olur.

2- Niyettir.

Her gece niyet etmek lazımdır. Hatırına, bunun Ramazan oruc’u olduğunu, farz olduğunu ve farzı edâ ettiğini getirmelidir.

Bunu hatırlayan müslümanın kalbı niyetsiz olmaz. Şübheli gecede (Şaban ayının otuzuncu yahut Ramazan’nın birinci gecesi iyi bilinmezse):

-“Ramazan ayı gelmiş ise niyet ettim oruç tutmaya.” Dese,

Bu niyet doğru olmaz. Şübhesini, sözüne güvendiği bir kimsenin sözü ile giderinceye kadar bu niyet olmaz. Son gece is caizdir. Evet bu da şübhelidir ama, esas olan Ramazanın henüz geçmemiş olmasıdır.
Bir kimseyi karanlık bir yerde bıraksalar, düşünce ve gayretiyle vakti bulmaya çalışırsa ve buna göre oruç tutsa doğru olur.

Geceden niyet etse ve niyetten sonra imsaktan önce bir şey yese niyeti bozulmaz. Hatta, hayzının kesileceğini anlayan kadın, niyet etse ve sonra hayızı kesilse, ORUCU SAHİH OLUR.

3- Bile bile vücudun içine hiçbir şey sokmamaktır:

Kan aldırmanın, sürme kullanmanın, kulağın için bir şey sokmanın, zekeri ucuna pamuk koymanın zararı yoktur. Çünkü iç dediğimizde bir şeyler olmalıdır. Beyin, karın, mide mesâne gibi.

İstemiyerek vucuduna bir şey girse, Mesele uçan bir sinek, veya yoldaki toz, yahut boğazına kadar ulaştırdığı abdest suyunu yutsa, orucu bozulmaz. Ama sabah olmamıştır veya akşam olmuştur zanederek yese, sonra sabahtan sonra veya akşamdan önce yemiş olduğunu anlasa orucunu kazâ etmesi lazımdır.

4- Hanımıyla cima’ etmemektir:

Eğer hanımıyla guslü icabettirecek kadar oynarsa, oruç bozulur. Fakat oruçlu olduğunu unutmuşsa bozulmaz. Gece cima’ etse, sabahtan sonra yıkansa câizdir.

5- Hiçbir şekilde kendisinden meni çıkmasını istememektir:

Cima’ etmeden hanımıyla oynasa, genç olsa ve meni gelme korkusu bulunsa, meni gelse orucu bozulur!

6- Zorla kusmamaktır:

İstemeyerek kusarsa, orucu bozulmaz. Nezle veya başka bir sebeple, boğazında kalmış suyu çıkarıp atsa zarar vermez. Çünkü bundan kaçınmak zordur. Ancak o su, ağzına gelse ve sonra yutsa orucu bozulur.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri ORUCUNU Bİ HAKKAN tutan Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Oruç- 13

11 Kasım 2008

Kasyan şelalesi (Navala sip-i)

Orucun sünnetleri altıdır:

1- Sahuru geciktirmek,
2- İftarı acele ve hurma veya su ile etmek,
3- Öğleden sonra misvak kullanmamak,
4- Sadaka vermek, yemek vermek,
5- Çok kur’an-i Kerim okumak,
6- Bilhassa kadir gecesi’nin içinde bulunduğu Ramazanın son on günü itikâfta olmak

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu on günde yatağını dürer, ibadet elbisesini giyerdi. Ehl-i beytinden ibadetten baş kaldıran olmazdı.

Kadir Gecesi, Ramazanın ya yirmi birinci, ya yirmi üçüncü, ya yirmi beşinci veya yirmi yedinci gecesidir. Yirmi yedinci gece olsa, daha kuvvetlidir.

En iyisi bu on gündeki İTİKÂFİ devamlı yapmaktır. Eğer devamlı itikaf yapacağım diye adak yaptıysa, kazâ-yı hâcetten başka bir sebeple dışarı çıkmaması ve abdest alma zamanından fazla orada kalmaması lazımdır.

Cemaze namazı, hasta ziyareti,şahidlik yahut abdestini yenilemek için dışarı çıksa, itikâfi kesilmiş olur. Mescide elini yıkamak, yemek ve yatmakta bir sakınca yoktur. Kazâ-yı hâcetten dönünce niyetini yenilemelidir.

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Oruc’un Farz ve sünnetlerine riayet eden Ve orucunu bi hakkan tutan Salih kullarından eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu

Hac

11 Kasım 2008

Kasyan ziyareti (Naval-a sipi)

İslamın şartlarından biri de Hac’dır. Hayatta bir defa yapılır.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki;

-“(Hac kendisine borç olup bir mâni olmadığı halde) haccını yapmadan ölen, Yahudi ve hiristiyan gibi ölmüştür.

Ve yine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu;

-“Vucudu günahlara bulanmamış, dili lüzümsüz şeylerle meşgül olmamış bir kimse, Hac edince bütün günahlardan, anadan doğma gibi olur, yâni kurtulur.” (H. Mhsar, 9,10; N, Hacc, 4)

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu;

-“Şeytan arefe gününden başka hiçbir gün bu kadar Zelil, hakir ve benzi solgun görünmez. Çünkü Arefe günü Allah-u Teâlâ rahmetini kullarına saçar ve bir çok büyük günahları afv eder.”

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu;

-“Hac düşüncesiyle evinden çıkıp, yolda ölen kimseye kıyamete kadar her sene bir hac ve umre sevabı yazılır. Mekke’de, yahut Medine’de ölene ne sual var, ne hesâb.”

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu;

-“Makbul bir hac, dünya ve dünyadaki her şeyden daha iyidir. Ona cennetten başka karşılık verilmez.”

Ve yine Aleyhis selam Buyurdu:

-“Arafat dağında vakfeye durup da, günahının afvedilmediğini sanmaktan daha büyük günah yoktur.

Ali bin Muvaffak (r.a.) büyüklerden idi. Buyurdu ki;

-“Bir sene haca gittim. Arefe gecesi, ruyamda, gökten yeşil elbiseli iki meleğin indiğini gördüm. Biri diğerine diyordu;

-“Bu sene hacca gelenlerin sayısını biliyormusun?”

Diğer melek;

-“Altı yüz bin kişi.” Dedi.

Birinci Melek ikinci meleğe;

-“Kaç kişinin haccının kabul olduğunu biliyor musun?

İkinci Melek;

-“Bilmiyorum.” Dedi.

Soran Melek;

-“Yalnız altı kişinin haccı kabul oldu.” Dedi.

Bunu duyunca, bu sözlerin korkusuyla ruyadan uyandım. Çok üzüldüm

Ve;

-“İmkanı yok, ben bu altı kişiden biri olamam.” Dedim

Bu üzüntü ve düşünce ile Meş’arül- Haram’a geldim. Uyudum. Aynı melekleri gördüm, konuşmaları devam ediyordu.

Sonra biri dedi ki;

-“Biliyormusun, bu gece Allah-u Teâlâ kulları arasında nasıl hükmeyledi.”

Diğeri;

-“Hayır bilmiyorum.” Dedi

Sonra dedi ki;

-“Bu altı kişiden her birinin hürmetine yüzbin kişi bağışladı, onlar için lazım olanı yaptı.”

-“Bunu duyunca sevinçle uykudan uyandım ve Allah-u teâlâ’ya şükrettim.”

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri hac farizesini zamanında yapan Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

kasyan dağları (Nusaybin)

Haccın şartları ve rükünleri

Vaktında hac yapan her Müslümanın haccı doğrudur. Ha zamanı, Şevval, Zilka’de ayları ile Zilhicce ayının ilk dokuz günüdür. Bayram günü sabahına kadar devam eder.

Bu müdet içerisinde “İhrâm” giymek hac için olur. Eğer bundan önce hac niyetiyle ihrâm giyerse Umre olur.

Akıllı çocuğun haccı sahihtir. Süt emen çocuğun velisi onun namına ihrâm’a girer bu işleri idare eder. Kendisi için yaptığı hac işlerini onun için de yapar. Arafat’a götürür, sa’y ve tavaf yaptırırsa sahih olur.

O halde bir müslümanın haccının sahih olabilmesi için yaş haddı yoktur. (Hanefi mezhebinde böyle değildir.)

Ama, Müslümanın farz olan hac vazifesini edâ etmesinin şartı beştir.

1-Müslüman olmak
2-Hür olmak,
3-Akıllı olmak
4-Buluğa ermiş olmak
5-Hac vaktinde İhram giymek.

Arafatta vakfeden önce ihrama giren çocuk bülûğa ererse yahut köle azâd olursa, İslamin hac emrini yerini getirmiş olur. Hac vakfi hariç, aynı şartlar farz olan umre için delazımdır.Çünkü Umre’nin vakti bütün senedir.

Başkasına vekil olarak hacca gidecek olanın, önceden kendi haccını edâ etmiş olması lazımdır.

Eğer, kendi haccını yapmadan önce başkasına niyetle hacca giderse, yerine gitmiş olduğu kimse için değil, kendi yerine hac yapmış olur. Niyet nasıl olursa olsun, hac vazifesinin sâkıt olma sırası şöyledir. İlk önce üzrine farz olan hac, sonra kazâ sonra adak, sonra da vekil olarak gidilen hac.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri hac farizesini zamanında yapan Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Kasyan Şelalesi (Nusaybin)

Haccın Vücub şartları;

Müslüman olmak,
Balığ olmak,
Akıllı olmak,
Hür olmak ve gücü yetmektir.
Gücü yetmek iki çeşittir;

Birinci çeşit;

Kişinin bizzat kendinin hacca gidebilmesidir. Bu da üç şeyle olur. Biri,vucudunun sağlam olması,
İkincisi, yolun korkusuz olamsıdır. Yani gideceği yolda, denizin tehlikeli olmaması,vucuduna yahut malına zarar verecek düşmanın bulunmaması lazımdır.

Üçüncüsü, bütün borçlarını ödedikten sonra, kendisinin gidip gelmesine ve dönünceye kadar ailesine yetecek parasının olması lazımdır. Aynı zamanda yaya değil, vasıta ile gitmelidir.

İkinci çeşit; Şudur ki:

Felçli olup kurtulma ümidi çok az olan, kendi gidemeyen, yerine bir vekil gönderebilecek ve onun ücretini de verebilecek mâli güce sahip olan kimsenin haccıdır.

Eğer, oğlu kendiliğinden babası için hacca gitmeyi kabul ederse, oğluna izin vermesi icab eder. Çünkü babaya hizmet bir şereftir.

Bir kimseye oğlu:

-“Ben para vereyim, sen birisini vekil eyle.” Dese, babasının kabul etmesi lazım gelmez. Zira paranın kabulünde minnet olur. Bir yabanci bu kimse yerine hacca gitmek istese, minnetini kabul etmek lazım gelmez.

Hacca gitmeyi gücü yetince acele etmek lazımdır. Geciktirirse de caizdir. Belki başka bir sene gitmesi daha kolay olur. Lakin geciktirir ve hac yapmadan evvel ölürse âsi olur.

Vasiyet etmemiş bile olsa, mirasından yerine vekil gönderilir. Zira, bu onun üzerinde borç idi.

Hazreti Ömer (radiyallah-u anh) buyurdu ki;

-“Bütün şehirlerde hacca gitmeye gücü yetenleri yazmak ve hac etmeyenlerden HARAÇ almak isterdim.”

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri hac farizesini zamanında yapan Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu