‘İmam Gazali’ olarak etiketlenmiş yazılar

Uhud Şehidliği (Abdullah bin Cahş ile Dayısı Hamza radiyallah-u anhum mezarları)

Bu güne kadar İmam-i ĞAZALİ (r.a.)Kitaplarından alıntı alarak ve siz sevgili kardeşlerime, Sevgili yeğenlerime bir nebze olsun ışık tutmaya vesile olmuşsan ne mutlu bana.

Acebe İmam-i Ğazali kimdir?

İşte bu Mübarek zat hakkında kısa da olsa bazı biligiler vermek istiyorum.(Gerçi hepiniz biliyorsunuz da gene bilgilerinizi tazelemek amaciyle hatırlatmak maksadiyle bilgi vermek üzere.)

Burada:

İmam-i Ğazali (r.a.) muhakkak tanıtmak lazım gelirse: Onun ismi, lakabı ve nisbeti:

Hüccet-ül İslam diye geçer. İmam-i ebu Hamid Muhammed bin Muhammed El Ğazali (Allah-c.c.-onun ruhunu takdis buyursun, kabrini nurlandırsın.) dır.

Kendisi ile cennete ulaşılan dinin yoludur diye geçer.

Munakaşasız İslam TASAVVUF ÜSTAD’LARININ ÜSTADIDIR.

Hikmeti ile inananların gizli hallerinden haberdar olan bir vaiz’dır.

İmam-i Ğazali (r.a.):

Horosan şehirlerinden Tus şehrinde hicri 450, Miladi 1058 yılında dünyaya geldi. Babasının san’atı, yün eğirmek ve onu Tus’teki dükanında satmak idi.

Babası Salih ve ilmi seven bir zat idi. Bunun içindir ki, Ölümü yaklaştığında hayır ehli ve tasavvuf ehlinden olan arkadaşına İki oğlunun, yani hal tercümesi yapılan Muhammed ile kardeşi Ahmed’in okutulmaları hususunda vasiyet ederek:

Dedi ki;

-“Onları okut ve onlara bıraktığım malı tahsilleri uğrunda harcamaktan çekinme. Ben okur yazar olmadığımdan derin teessüf içindeyim, benim kavuşmadığıma şu iki yavrumun kavuşmasını çok arzularım.”

Arkadaşı vasiyetini yerine getirdi. Ve onların malı bitip geçimlerinin temininde güçlüğe düşünce, bir yurda girerek yurt öğrencileriyle geçimlerinin temini hususunda onlara yol gösterdi.

Çocuklar yurda intisap ettiler ve bu husus onların saadet yükselmelerine sebep oldu.

İmam-i Ğazali (r.a.) bu hususu nakl ederek:

-“Biz ilmi Allah (c.c.) tan başkası için istedik, fakat Allah (c.c.) ilmin ancak kendisi için olmasını diledi.”dedi.

Ğazali (r.a.) ın babası alimlerle oturur, onlara hizmet eder ve alimlere ihsan ve ikramda bulunurdu. Sözlerinden müteessir olup ağlardı. Can-u gönülden, Allah (c.c.) a kendisine Alim bir evlad vermesi için niyaz ederdi. Va’az meclislerinde bulunup ağlar ve Allah (c.c.) ın kendisine bir va’iz olan evlad ihsan etmesini niyaz ederdi.

Allah (c.c.) her iki duasını kabul buyurdu, bunun içindir ki Ebu Hamid yaşıtlarının en Alimi ve ehli, zamanının imâmı, kendi sahasının otoritesi idi.

Bu hususa kendisini muvafık ve muhalif olan da tanıklık etti. Gerçek şahsiyetini onu isteyen ve istemeyen kabul etti.

Kardeşi Ahmed (r.a.) ise öyle bir vaiz idi ki, Va’zı ile kalbler yumuşar ve va’zı ile tüyler ürperirdi. İRŞADI İLE DE İNSANLAR TAP TAZE BİR HAYATA KAVUŞURLARDI.

Devam edecek….

Fuad yusufoğlu

Şehidlik (UHUD DAĞI)

Ebu Hamid (Ğazali) (r.a.) küçüklüğünde, köyünde Ahmed bin Muhammed el Razikani (r.a.) den biraz fıkıh okuyup sonra Cürcan’a gitti. Orada, İmam-i Ebi Nasr El İsmail (r.a.) den talikat yazdı. Sonra Tus’a döndü.

Dönüşünde hırsızlar onun ve arkadaşlarının yolunu keserek yanlarında bulunanları aldılar.

Gazâli (r.a.), hırsızların reislerine giderek, kendisinden selâmet dilediği, Allah için kendisine yalnız kitablarının verilmesini rica etti. Onların faidelenecekleri bir şey olmadığını söyledi.

Bunun üzerine, hırsızların reisi ona;

-“ Senin o talikatın nedir?” dedi.

İmam-ı Gazâli (r.a.) ona:

-“ O torbadaki kitablardır ki, onları işitmek, yazmak ve içindeki ilimleri öğrenmek için (yabancı illere) hicret ettim.” dedi.

Bunun üzerine reis güldü ve:

-“ Sen onlardaki ilimleri bildiğini nasıl iddia edersin ki, biz onları elinden alınca bilmekten yoksun olup ilimsiz kaldın.” dedi.

Sonra bazı arkadaşlarına emrederek torbayı ona telsim etti.

Gazâli (r.a.)hırsızların reisinin sözünden faidelenerek dedi ki:

-“Şu konuşan Allah, onunla beni işimde irşad etmek için konuşturdu.” Vaktâ ki Tus şehrine ulaştı, üç sene çalışmaya yöneldi ta ki yazdıklarını ezberledi.

Ve dedi ki:

-“Ben öyle oldum ki, yolum kesilse de ben ilimsiz kalmam.”

İmam-ı Gazâli (r.a.) hırsızların reisinin sözü gibi gerçeği söyledi hakikaten: ”İlim çantanın içindeki kitabların ihtiva ettiği değil, ilim ancak dimağın kavradığıdır.”

İmam-ı Şafii (r.a.) buyurdu ki:

-“İlim benimledir, nerede bulunursam bana tabidir. Sandığın içinde değil, sinem onun kabıdır. Eğer evde olursam ilim benimle evdedir. Yahut ben çarşıda olsam ilim de çarşıdadır.”

Sonra, Gazâli (r.a.) Nişabur’a gelerek İmam-ı Haremeyenden ders aldı. Gece – gündüz çalışarak, Şafii mezhebinde din esaslarında, fıkıhta, cedel ve mantık bilimlerinde parladı.

Gazali (r.a.) Hikmet-i, Felsefeyi okuyup onları hazm ederek erbablarının sözlerini çok iyi anlayıp davalarını iptal için onlara reddiyede bulundu. Bu fenlerin her birinde çok güzel teliflerde bulundu. İlimlerden telif ettiği şeyi yerli yerine yerleştirmeyi başardı.

İmam El- haremeyn’in irtihalinden sonra (Kâdi) Askere çıkarak vezir Nizamülmülk’le görüşmek istedi ve onun meclisinde bilginler ve imamlarla münaza’ada bulunarak muhaliflerini susturdu.

Hepsinin katında sözü zahir oldu ve bilginler onun üstünlüğünü itiraf ettiler.

Sahib onu Bağdad’a davet ederek onu ta’zimle karşıladı. Hicrî 484. yılında Bağdad’taki mektebi’nin tedrisini ona verdi.

Nizamiyede ders okuttu. Sözünün güzelliği, lisanının fesahatı, fadlının kemali ince nüktesi ve hoş işaretleriyle halkın hüsnü kabulune mazhar oldu. Onu halk çok sevdi ve başlarına tac ettiler.

Gazali (r.a), derecesinin yüksekliği, örnek olarak gösterilen şanının büyüklüğü ve isminin şöhreti sebebi ile ilim öğrenmek için kendisine müracaat edildiği müddetle öğretimle meşgul oldu.

Sonra, dünyadaki şan ve yüksek derecesini bırakıp attı. Ve hacc ederek Hicrî 488, yılının Zil Ka’de ayında Şam’a yöneldi. Eğitimde kardeşi ona vekâlet etti.

Gazâlî, (r.a.)Beyti Makdis’e bir müddet kalarak, Dımışk’a döndü. Kendisine nisbet le bugün Gazâlîye diye bilinen camii Emevi’deki zaviyesinde itikafa girdi. Kalın elbise giydi. Yemek ve içmesini azalttı.

Hakkında, (İHYA’YI OKUMAYAN DİRİLERDEN DEĞİLDİR.) denilen İhya kitabını yazmaya başladı. Gazâli (r.a.) o zamandan beri meşhedleri, mescidleri ve kabristanları ziyaret ederdi.

Tenha yerlere sığınıp nefsini terbiye etmek üzere nefsiyle, iyi kişilerin savaştığı gibi savaşır ve ona en maşakkatlı ibadetleri yüklerdi. Nefsini çeşitli taatler ve ibadetlerle imtihan ederdi.

Bunun için varlığın kutbu ve her varlıklar için genel bir bereket kaynağı ve Allah’ın rızasına ulaşılacak bir vesile oldu. Sonra Bağdad’a dönerek orada va’z meclisi kurdu.

Ehli hakikat ve tasavvufun dili üzere konuşarak ihya kitabından bahsetti. Sonra Horosan’a döndü. Nişaburdaki Nizamiye mektebinde az bir zaman ders okuttu. Sonra Tus şehrine dönerek evinin yanında fakihlere bir mekteb ve ehli tasavvuf bir mahal ittihaz etti.

Vakitlerini, Kur’an-ı Kerim’i hatm etmek, ehli tasavvufla oturmak, öğrencilere ders vermek, namaz kılmak, oruç tutmak ve bunlardan başka ibadetlerdeki vazifelerine taksim etti.

Nihayet Milâdİ 1111. Hicri 505. yılın C.Ahirin 14. Pazartesi günü irtihal eyledi. Ve Tus şehrinin dışındaki Tabiran kabristanında defnolundu.( Allah ondan razı olsun.) AMİN…

Allah-u Teala Hazretleri Bizleri ve sizleri İmâm-i Ğazali hazretleri (radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hurmetine AFV eylesin. AMİN

Fuad Yusufoğlu

dsc06251-fuad-yusufoglu-nusaybin-bor.JPG

Bor-e Veysike (Nusaybin)

Sohbet etmek hususundan din esaslarından biri de, Allah (c.c.) için dost ve ahbablar edinmektir.Yüce olan Allah (c.c.) bazı peygamberlerine şöyle buyurmuştur:

-“Dünyada zühdün (nefsanı ve şehvani arzuları terk etmen), rahata hemen kavuşmandır. DÜNYADAN KESİLİP BANA GELMEN İSE BENİ TAZİZ ETMENDİR. Benim için dost edindin mi? Benim için buğz edip düşmanı terk ettin mi?”

Resulullah (S.a.v.) buyurdu ki;

-“Kiyamet günü Allah (c.c.) şöyle buyurur:

’Benim Celâlım için birbirlerini sevenler nerede? Benim gölgemden başka gölge bulunmayan bugün onları kendi gölgemde gölgelendiririm.”

Allah (c.c.) İsa (a.s.) a şöyle vahiy etti:

-“Sen gökdekilerin ve yerdekilerin ibadetleri gibi bana ibadet etsen de Allah için sevgi, Allah için buğz olmadıkça o ibadetlerden bir fayda bulamazsın.”

Resulullah (Aleyhisselatu ve selam) de şöyle buyurmuşlardır.:

-“Arşın etrafında nurdan minberler vardır ki, minberlerin üstünde, YÜZLERİ NUR, ELBİSELERİ NUR OLAN İNSANLAR VARDIR. Onlar, ne peygamberdirler ne de şehiddirler. Peygamberler ve şehidler onlara gıpta ederler.”

Eshab (r.a.) dediler ki:

-“Ya Resulullah (a.s.v.) onların büyüğü bizim içindir. Onlar kimdir?”

Resulullah (a.s.v.) buyurdular:

-“Birbirlerini Allah (c.c.) için sevenler ve Allah (c.c.) için birbirlerini ziyaret edenler.”

Bil ki;

Allah (c.c.) a Ahiret gününe imansız olan her sevgi Allah (c.c.) için olan sevgi olduğu düşünülemez. Lakin Allah (c.c.) için olan sevgi de iki derecedir.

Birinicisi:

Kendisinden dünyada seni ahretteki iyi hayatta ulaştırmak için bir pay alman için kişiyi sevmen: Hocanı, şeyhini, hatta kendisine öğrettiğin için ilminin fazlalaşmasına sebep olan talebeni sevmen gibi, Hatta hizmetçinin, kurtulup Allah’a (c.c.) ibadet etmen için sebep olan elbiseni yıkaması, evini süpürmesi de böyledir.

Sana malından infak eden kimse, onu kabul etmenden maksadın kalbini her şeyden uzaklaştırıp Allah (c.c.)’a ibadet etmeye yönelttiğin için o da bu kısma girer.

İkincisi:

Kişiyi, Allah (c.c.) ı sevdiği ve Allah (c.c.) katında sevildiği için sevmelidir. Bu sevmen, ilim, din veya başka hususta dünyada ve ahrette faydalanacağın bir maksad ve gayeye bağlı olmaz. Bu şekil sevgi en üstün ve ekmel olanıdır.

Çünkü, sevgi çoğaldığı zaman, sevilenden sebep olan her şeye geçer. Hatta insan sevdiğini seveni, sevdiğinin yanında sevileni sever. Ve sevdiğinin yolunda bulunan köpek ile diğer köpekler arasını ayırd eder.

Sevginin sirayet etmesi ancak sevginin fazlalılığı kadardır. Allah(c.c.) a kendilerinden razı olduğu Sâlih kullarını sevmemesi mümkün değildir.
Ancak, bu sevgi bazı kere kuvvetli olur ve kendi gidişatını onların gidişatı gibi olmasına sevk eder.

Kendisi mutlu olduğu gibi onların da mutlu olmasını ister, bilakis onların mutluluğunu kendi mutluluğuna tercih eder. Bazı kere de ondan noksan olur. Onların kendi yanındaki üstünlüğü onun derecesi ve kuvveti kadarınca taksim olunur.

Allah (c.c.) ı seven kimse, Allah (c.c.) ın Salih kullarını sevdiği gibi, Allah’ın (c.c.) emirlerine muhalefet eden ve Allah’a (c.c.) isyan eden kimseleri sevmez ve muhakkak onlara buğz eder,

Ve buğz’nunun eserini onlardan uzaklaşmak, onları terk etmek ve onu gördüğünde yüzünü ekşitip çevirmekle izhar eder.

Bunun içindir ki;

Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-“Allahım, sana asi olan kimseyi bana yardımcı kılıp, kalbime onu sevdirme. Allah için buğz etmeyi men etmekten çekinecek halden koru.”

Hülâsa olarak, bu sebeplerle kendinde Allah (c.c.) için sevmeyi ve Allah (c.c.) için buğz etmeyi bulamiyan kimsenin imanı zayıftır. Bunun tafsilatı vardır.

Devam edecek……

Dinde kırk esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Yanlız kendi rızası için sevmeyi,Yalnız kendi rızası içinde buğz etmeyi İhsan eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc06152guzel-manzara-kasyane-fuadyusufoglu.JPG

Kasyane (Nusaybin)

Rivayet edilir ki;

Bir gün Cebrail (aleyhisselam) Peygamber (Sallallah-ü aleyhi ve selem) e gelerek dedi ki;

-“Ey Allah (c.c.) ın resulü, ben bir melek görmüştüm ki, gökte bir taht üzerinde oturuyor, etrafında yetmiş bin melek saf saf olmuş ona hizmet ediyorlardı. O meleğin alıp vermiş olduğu her nefesten, Allah (c.c.) bir melek yaratıyordu. Şimdi ise, o meleği, kaf dağının üzerine, kanatları kırılmış ağlarken gördüm.

Beni gördüğünde:

-“Bana şefaat eder misin?” Dedi.

Ben:

-“Suçun nedir diye sordum?”

Melek:

-“Ben mi’raç gecesi bulunduğum tahtın üzerinde idim. Muhammed (a.s.) bana uğradığında kalkıp onu istikbal etmedim. Bunun üzerine Allah (c.c.), bana bu azabı verdi ve beni gördüğün gibi buraya koydu.”

Cebrail (a.s.) der ki;

-“Ben onun için Allah (c.c.) a niyazda bulunup, ona şefaat ettim.

Allah (c.c.) bana şöyle buyurdu:

-“Ey Cebrail, ona söyle, Muhammed’e Salat-ü selam getirsin ki, onu bağışlayayım.”

Bunun üzerine o melek sana salat-ü selam getirdi, Allah (c.c.) da onu bağışlayıp kanatlarını ona iade etti.

Bil ki;

Ey okuyucu,

Kıyamet günü kulun amellerinden ilk önce bakılacak olan namazdır. Eğer namazı noksansız tamam görülürse, onun diğer amelleri de kabul olunur. Eğer namazı noksan görülürse, onun namaz ve diğer amelleri red olunur.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurmuştur ki:

-“Farz olan namazlar terazi gibidir. Kim teraziyi iyi tartarsa o kazanır (namazını da hakkiyle kılan kazanır)

Devam edecek….

Mükaşefet-ül kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Resulullah (a.s.v.) a çok salavat getiren ve Namazı dosdoğru kılan kullarından eylesin…AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Namazda Huşu- 2

08 Temmuz 2008

dsc06624-fuadyusufoglu-kasyane.JPG

Kasyane (Navale) Nusaybin

Bazı âlimlerde der ki:

-“Kim ki, namaz kılarken, hakikat üzere toplanmazsa, onun namazı fâsid olur.”

Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:

-“Cennette efyeh (geniş) denilen bir nehir vardır. İçinde öyle hûriler vardır ki, Allah (c.c.) onları za’ferandan yaratmıştır. Onlar inci ve yakutla oynarlar. Sesleri Davud (a.s.)’ın sesinden daha güzeldir.”

Onlar şöyle derler:

-“ Biz, namazı huşu ve huzur ile kılan içiniz.”

Allah (c.c.) da şöyle buyurur:

-”Namazı huşu ile kılanı kendi cennetimde iskân ederim, onu beni ziyaret edenlerden kılarım.”

Allah-ü Teâlâ (c.c.) Mûsa (a.s.)’a şöyle vahye ettiği rivâyet edilir:

-“Ey Mûsa, beni zikrettiğin zaman a’zaların ürpererek zikret. Beni zikrettiğin zaman hûşû ve kalbin mutmain olarak bulun. Beni zikrettiğin zaman dilini kalbinin ta arkasında kıl Benim huzuruma durduğun zaman, alçak gönüllü kulun duruşu gibi dur. Doğru dil ve korkak kalb le bana münacatta bulun.”

Gene rivâyet edilir ki, Allah-ü Teala (c.c.) Mûsa (Aleyhisselâm) a vahy ederek buyurdu:

-“Ey Musa Ümmetinin asilerine söyle, beni zikretmesinler. Çünkü kendime yemin ettim ki, beni zikredenleri zikredeyim. Onlar beni zikrettikleri vakit, ben onları la’netle zikrederim.”

Bu gaflet içinde olmayıp, zikreden asi hakkındadır. Ya gafletle isyan bir arada olduğu vakit nasıl olur.

Kıyamet günü, insanlar, namazlarını huşu ve kalb huzuru ile kılıp kılmamalarına göre haşr edilirler. Kıldıkları namazda bulunan, ni’metler ve onlardan aldıkları lezzete göre, ortaya çıkarılır.

Resülullah (Sallallahu aleyhi ve selem) namaz kılarken sakalı ile oynamakta olan bir adamı görünce şöyle buyurmuştur:

-“Eğer bu adamın kalbinde huşu olsaydı, azalarında da huşu olurdu.”
Ve devam ederek (a.s.v.) buyur du :

-“Kalbinde huşu bulunmayan kimsenin namazı kabul olmaz.”

Ey Okuyucu:

İyi bil ki;

Allah-u Teala (c.c.) namazlarını huşu ve kalb huzuru ile kılan kimseleri birçok ayeti celilede medhetmiştir. Ayetlerden bazıları şunlardır:

-“Mü’minler muhakkak felah bulmuştur (Umduklarına nail, korktuklarından emin olmuştur). Ki, onlar namazlarını huşu, içinde kılarlar.” El Mü’minun: ayet:-23/1-2

(Öyle mü’minler ki,) onlar namazlarına devam ederler.” El Mü’minun: ayet- 23/9

Denilir ki;

-“Namaz kılanlar çoktur. Fakat namazlarında huşu’a riayet kar olanlar azdır.”

-“Hac yapanlar çoktur. Fakat Haccı koruyanlar azdır.”

-“Kuş çoktur, fakat Bülbül azdır.”

-“Alim çoktur, fakat ilmi ile amel eden azdır.”

Namaz, huşu yeri ve tevadu kaynağıdır. Bunlar namazın kabul olmasının alametidir. Zira namazın caiz olmasının şartı ve kabul olmasının şartı vardır.

Namazın caiz olmasının şartı:

Namazın farzlarını EDA etmektir. Kabul olmasının şartı ise HUŞU VE TAKVADIR.

Devam edecek…

Mükaşefe-tül kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kıyamette ilk olarak sorguya tabi tutulacak olan namaz’ın erkanlarına riayet eden, Huşu ve takva üzere kılan kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Namazda Huşu- 3

08 Temmuz 2008

dsc06113-nusaybin-navale-sippi-fuadyusufoglu.JPG

Kasyan göleti (Navale sipi)

Ey okuyucu; Şunu iyi bil ki;

Kişiyi namazda meşgul eden, ona namazını gaflet içinde kıldıran ancak hatıra gelen ve kişiyi meşgul eden çeşitli düşüncelerdir.

Öyle ise, bu düşünceleri namaz kılarken defetmek lâzımdır. Bu düşüncelerin def-i de, namaz kılınan yerin sakin olması, kendisini meşgul ederek seslerden hali alması, seccadelerin süslü ve nakışlı olmaması ile olur.

Namaz kılarken baktığı zaman, kendisini meşgul edecek zinet li elbiselerin giyilmesi de bu düşünceleri defetmeye vesile olur.

Nitekim rivâyet edilmiştir ki:

Resulullah (s.a.v.) Ebu Cehm (r.a.) in kendilerine vermiş olduğu nakışlı elbiseyi giyip onunla namaz kıldığı vakit, namazdan sonra elbiseyi çıkarıp, şöyle buyurur:

-“Bunu götürün Ebû Cehm’e verin. Çünkü bu elbise beni az önce namazda meşgul etti.”

Rivâyet olunur ki,

Ebû Talha (r.a.), bahçesinde namaz kılıyordu. Bahçede bulunan ağacın üzerinde bir kuş vardı. Kuş uçup ağaçtan çıkış yerini arıyordu. Ebû Talha (r.a.) nın gözü epey bir zaman kuşa takıldı ve kaç rek’at namaz kıldığını anlıyamadı.

Kendisinin uğradığı bu fitneyi Resulullah’a (s.a.v.) anlatıp şöyle dedi:

-“Ya Resulullah, o bahçeyi sadaka olarak verdim. Dilediğin gibi dağıt.”

Gene rivâyet edilir ki;

Biri bahçesinde namaz kılıyordu. Bahçedeki hurma ağacı meyve ile dolu idi. Adam ağaca baktı, hoşuna gitti, kaç rek’at namaz kıldığını bilemedi. Bunun üzerine Hz. Osman (r.a.) a gelip durumu anlattı.

Ve:

-“Bahçeyi sadaka olarak veriyorum. Onu, Allah (c.c.) yolunda sarfet.” dedi.

Hz.Osman (r.a.) bahçeyi elli bin liraya sattı.

Namazda dört şey işlemek çirkindir:
1- Etrafı gözlemek.
2- Yüzüne el sürmek. (meshetmek)
3- Secde yerindeki, küçük taşları itmek.
4- Önünde biri geçecek yerde namaz kılmak.

Tevrat’ta şöyle yazılıdır:

Allah (c.c.) buyuruyor:

-“Ey Âdem oğlu, Benim huzurumda ağlıyarak namaz kılmak için durmaktan âciz olma. Çünkü ben öyle bir Allah’ım ki, sana senin kalbinden yakınım.

Rivâyet edili ki, Hz. Ömer (r.a.);

Minberden Müslümanlara şöyle der:

-“Kişi, İslâm yolunda sakallarını ağartsa da Allah (c.c.) için namazını tamamlaış olmaz.”

Soruldu:

-“Bu nasıl olur?”

Hz Ömer (r.a.) dedi:

-“Kişi namazında, Allah’a (c.c.) yönelmiş olduğu halde, hûşu ve kalb huzuru ile namazını kılmaz.”

Ebul-Âli (r.a.) ye;

-“Onlar namazlarında gafillerdir.” Âyeti celilesi nin soruldu:

Şöyle cevab verdi:

-“O öyle kimsedir ki, namazını gaflet içinde kılar. Namazı bitirdiğinde, iki rek’atı mı yoksa bir rek’atı mı kıldığını bilmez.

Hasan (r.a.) ise şöyle der:

-“O namaz vaktini geçirendir.”

Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur:

-“Allah (c.c.) buyuruyor ki:

“Kulum benim azâbım dan ancak kendisine farz kıldığımı edâ etmesiyle kurtulur.”

Mükaşefe-tül Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Namaz kılarken Namaz’ın erkanlara hasasiyet le riayet eden kullarından eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Giybet ve koğuculuk

09 Temmuz 2008

dsc00738-fuadyusufoglu-cag-cag-baraji.JPG

Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Ey okuyucu; Bil ki,

Allah-u Teala (c.c.) kitabi Kur’an-i Kerim’de gıybetin kötülüğünü kesinlikle beyân buyurmuş ve gıybet edeni ölü etini yiyene benzetmiştir.

Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:

-“Kiminiz de kiminizin arkasından çekiştirmesin. Sizden her hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz.”

Resûl-ü Ekrem (s.a.v.) buyuruyor ki:

-”Her müslümanın;”
-”Kanı,”
-”Malı,”
-”Irzı ve namusu diğer, müslümanlara haramdır.”

-“Gıybetten sakının. Gıybet zinâdan daha kötüdür. Kişi zinâ yapar ve tevbe eder. Allah’da (c.c.) onun tevbesini kabûl buyurur. Fakat gıybet edeni affetmez. Onu ancak çekiştirdiği kimse affettiği vakit affeder.”

-“Gıybet eden kimse, bir yere mancınık dikip, onunla sağa sola taş atana benzer. Gıybet ettikçe güzel amellerini sağa sola savurmuş olur.”

-“Kim Müslüman kardeşini lekelemek için çekiştirirse, Allah (c.c.) onu kıyamet günü Cehennem köprüsü üzerine durdurur. Söylediklerini çıkarmadıkça orada durur. Gıybet Müslüman kardeşini hoşlanmadığı şeyle zikretmektir.”

Yani:

Müslüman kardeşini, bedeninin, soyunun- sopunun veya işi, sözü dini veya dünyası hatta elbisesi ve birinin noksanlarını zikretmenle onu gıybet etmiş olursun.

Mütakaddimin ulemâsından bazıları derler ki:

-“Eğer felanın elbisesi çok uzundur veya çok kısadır dersen bu sözün gıybettir. Onun kendisinde bulunmasını hoşlanmadığı şeyleri zikretmen nasıl gıybet olmaz.

Rivâyet olunur ki, boyu kısa olan bir kadın bazı ihtiyacı için Peygamberimiz (s.a.v.) ‘in yanına gider. Kadın dışarı çıktığı zaman

Hz. Aişe (r.a.);

-“Ne kadar kısa kadın.” der.

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) buyurur:

-“Ey Aişe, onu gıybet ettin. Gıybetten kaçının. Zîra onda üç âfet vardır:

1- Gıybet edenin duası kabûl olmaz.
2- Güzel amelleri kabûl olmaz.
3- Gıybet edenin üzerinde günahlar birikir.”

Resûlullah (s.a.v.) bir kimseden diğerine söz götürmenin kötülüğü hakkında şöyle buyurmuşlardır:

-“Kıyamet günü insanların en kötüsü iki yüzlü olandır. Nemam (ondan ona söz taşıyan) öyle kimsedir ki, buna gelir başka türlü şeyler söyler, ona gider başka türlü söyler.”

Dünyada iki yüzlü olan kimsenin kıyamet günü ateşten iki dili olur.

Resûlullah (s.a.v.) buyuruyor:

-“Ondan ona söz götüren kimse Cennete girmez.”

Denilir ki:

Cenâb-ı Hak konuşan ve konuşmayan bütün mahlukâti dilli olarak yarattı. Halbukki balığın yaradılışında dili yoktur.

-“Bunun hikmeti nedir?”

Cevabında:

-“Çünkü, Allah Teâlâ (c.c.) Âdem (a.s.)’ı yarattığı zaman meleklere,

Devam edecek….

Kalblerin keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Giybet denen büyük beladen kaçınan kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc07153-fuad-yusufoglu-nusaybin.JPG

Navale (Nusaybin)

Ebu Hüreyre (r.a.) der ki;

-“Sizler bir Müslüman kardeşinin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki merteği görmez.(Din kardeşinin ufak tefek ayıplarını görür, fakat kendinde bulunan büyük ayıpları görmez.)”

Rivayet edilir ki;

-“Selman-i Farisi (r.a.) Hz. Ebubekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) le yolculuk yapıyor, Onlara yemek pişiriyordu. Bir yerde konakladılar. Selman (r.a.) onlara yemek yapmak için bir şey bulamadı.

Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile Hz. Ömer (r.a.) Selman (r.a.) ı yanında yiyecek bir şey varsa alıp gelmesi için Peygamber (a.s.v.) gönderdiler. Selman (r.a.) peygamberin (a.s.v.) ın yanında bir şey bulamadı, geri dönüp yanlarına geldi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile Hz. Ömer (r.a.) şöyle dediler:

-“Selman (r.a.) falanca kuyunun başına gitse kuyu’nun suyu kurur.”

Bunun üzerine Şu ayeti, celile geldi:

-“Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz.” El hucurat: Ayet- 49/12

Ebû Hüreyre (r.a.) den riyavet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur;

-”Kim dünyada Müslüman kardeşinin etini yerse (gıybet ederse) kıyamet günü o kişinin eti ona sunulur,”

Ve kendisine

-”Bunu ölü olarak ye, çünkü sen O’nu diri olarak yemiştin.” denir. O da Onun etini yer.

Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şu ayet-i Celileyi okudu;

-”Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” El-Hucûrat Sue 49 Ayet 12

Câbir bin Abdullah eı-Ensari (r.a.) den riveyet edildiğine göre; denilmiştir ki;

-”Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) in zamanında gıybet eden az bulunduğu için gıybetin kokusu hemen yayılır, gıybet duyulurdu. Bu zamanda ise gıybet çoğaldı. Burunlar gıybet kokusundan doldu. GIYBETIN KOKUSU ANLAŞILMAZ OLDU. Bu hal dabağhaneye giren adamın haline benzer. Dbağhaneye giren adam orada pis ve kötü kokudan az bir zaman dahi duramaz. Halbuki, Dabağcılar orada bulunurlar, yerler, içerler de pis ve kötü koku onları rahatsız etmez. Çünkü PİS KOKU onların burunlarını iyice doldurmuştur, onlar bu hale alışmışlardır. İşte bu günümüzde gıybetin durumu da böyledir.

Kab (r.a.) der ki, ben bazı kitaplarda şöyle okudum:

-“Giybet’ten tevbe ederek ölen kimse, cennete en son giren kimse olacaktır. Giybet’ten tövbe etmeden ölen kimse ise, CEHENNEME İLK GİREN OLACAKTIR.”

Yüce Allah (c.c.) buyuruyor:

-“Arkadan çekişmeyi, yüze karşı (el, kaş ve göz işaretleriyle) eğlenmeyi ve ayıplamayı adet edinen her kişinin vay halına.” El Humeze ayet: 104/1

Resulullah(a.s.v.) buyuruyor:

-“Siz Giybetten kaçınınız. Çünkü, Giybet Zinadan daha kötüdür.”

Ashabi kiram (r.a.) sordular?

-“Giybet zinadan nasıl daha kötü olur?”

Resulullah (a.s.v.) buyurdular:

-“Zina eden adam, tevbe ederse, Allah(c.c.) tevbesini kabul edip onu afveder .(Buradakı zinadan maksat bekar kadınla yapılan zinadır.’mütercim’) Halbuki, giybet edeni, arkasından çekiştirdiği kimse afv etmeden, Allah (c.c.) afv etmez.

Giybet eden kimsenin, pişman olması ve Allah(c.c.) ın hakkından kurtulabilmek için tevbe etmesi, aynı zamanda arkasından çekiştirdiği kimsenin hakkında da kurtulabilmesi için onu HELLALLIĞINI alması vaciptir.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuryorlar ki;

-”Kim ki, müslüman kardeşini arkasından çekiştirirse, Allah, Kıyamet günü O’nun yüzünü mak’adına çevirir.

Gıybet eden kimsenin, gıybet ettiği meclisten kalkmadan önce ve arkadan çekiştirdiği kişinin kulağına varmadan önce TEVBE VE İSTİĞFAR ETMESİ GEREKİR. Çünkü gıybet eden kimse, arkasından çekiştirdiği kimsenin kulağına varmadan önce TEVBE EDERSE TEVBESİ KABUL OLUR. Fakatkulağına ulaştıktan sonra TEVBESİ KABUL OLMAZ, günahı bağışlanmaz. Ancak arkasından çekiştirdiği kişinin helallığını aldığında Allah Onu affeder. Keza, bir adam kocalı kadınla zina yaptığı zaman, kadının kocasından helallık almadıkça günahı bağışlanmaz. Namaz, zekat, oruç ve hac ise bunların terkinden verilecek günahlar tevbe ile bağışlanmaz. Onlardan geçirdikleri kazâ etmek suretiyle TEVBE EDERSE bağışlanması ümit edilir. Allah-u Teâlâ, her şeyin doğrusunu daha iyi bilir.

Mükaşefetil kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Giybet denen bu kötü hastalıktan kurtulmayı nasıb eylesin. AMİN…….

Fuad Yusufoğlu

Zekât

09 Temmuz 2008

dsc06297-fuadyusufoglu-cag-cag-deresi.JPG

Çağ-Çağ deresi (Nusaybin)

Yüce olan Allah (c.c.) buyuruyor ki;

-“(Öyle mü’minler) ki, onlar zekat (vazife) lerini yapanlardır.” El mu’minun suresi: ayet: – 23/4

Ebu Hureyre’den (r.a.) rivâyet edilmiştir, der ki:

-“Resulullah (s.a.v.) buyurdular:

-“Altın ve gümüş parası olup ta bunların zekat’ını vermeyen hiçbir kimse yoktur ki, kıyamet günü onun için ateşten saclar hazırlanıp sırtı ve böğrü dağlanmasın.”

Yani o kimsenin cesedi o saclar gibi genişleştirilir, sacların genişliği çoğaldıkça onun da cesedinin genişliği çoğalır. Saclar soğuduğu zaman saclara kızgınlığı iade edilir. Bunun müddedi ellibin sene devam eder. Ta ki, insanlar ehli Cennet, Cennet’e; ehli Cehennem de Cehenneme sevk edilir.

Yüce Allah (c.c.) buyuruyor:

-“Altın ve gümüşü yığıp ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar, yok mu? İşte bunlara pek acıklı bir azabı müjdele.” Et- tevbe suresi: ayet – 9/34

Yüce Allah (c.c.) buyuruyor:

-“O gün ki bunlar, üzerinde (yakılacak) Cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak, “İşte bu, (denilecek), nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız. Artık saklayıp istifcilik ettiğiniz bu nesneleri (n acısını haydi) tadın.”Et tevbe suresi: Ayet – 9/35

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

-“Vay haline öyle zenginlerin ki, Kıyâmet günü fakirler onlar için şöyle der:

-“Bize zulmettiler de üzerlerine farz kılınan zekâtlarını vermediler.”

Bunun üzerine Allah Teâlâ (c.c.) şöyle buyurur:

-“İzzet ve celâlime yemin ederim ki, ey fakirler, size yakın olacağım, onlardan da uzaklaşacağım.”

Sonra Peygamber (s.a.v.) şu âyeti okudu:

-“Mallarda sâil ve mahrum için belli bir hak tanıyanlar.” El mearic suresi :ayet – 70/24-25

Rivâyet edilir ki,

Resulullah (s.a.v.) Mi’rac gecesi yolculuk yaparken kızgın taşlar üzerinde, zakkum ve zehirli otlar yedirmek için zorla götürülen hayvanlar gibi sürülen, önleri ve arkaları yamalı bir çok insanlara uğradığında Cebrail’e (a.s.) bunların kim olduğunu sorar

Cebrail (a.s.) der ki:

-“Bunlar mallarının zekâtlarını vermeyenlerdir. Allah (c.c.) onlara zulmetmiş değildir. Çünkü Allah (c.c.) kullarına asla zulmedici değildir.

Rivayet edilir ki;

Tabi-in’den (Tabiin: Peygamberin (s.a.v.) sahabelerini görenler) bir topluluk Ebu Sinan (r.a.) ı ziyarete giderler.

Yanına girdikleri ve selâm verip oturdukları zaman

Ebu Sinan (r.a.) onlara der ki:

-“Bizim bir komşumuz vardır, kardeşi öldü, kalkın beraber onun ziyaretine gidelim, ona ta’ziyede bulunalım.”

Toplulukta bulunan Muhammed bin Yusuf el-Firbani şöyle der:

-“Biz kalkıp Ebu Sinan ile gittik. Adamın yanına girdiğimizde onu kardeşi için şiddetle ağlarken gördük. Ona ta’ziyede bulunup teselli verdik.

O bizim ne ta’ziyemizi ve ne de tesellimizi kabul ediyordu.”

Biz ona dedik ki;

-”Sen biliyor musun ki,

Devam edecek….

Mukaşefet-tül kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Fakır ve fukaranın HAKKI olan zekatı, gönül hoşluğuyla BAŞA KAKMADAN hakkiyle veren kullarından eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Zekat – 2

09 Temmuz 2008

dsc06303-fuadyusufoglu-hafka-cino-selalesi.JPG

Çağ-Çağ deresi (şelale)

Rivayet edilir ki,

Tabi-inden (Tabi-in: Peygamberin (s.a.v.) sahabelerini görenler) bir topluluk Ebu Sinan (r.a.) ı ziyarete giderler. Yanına girdikleri ve selâm verip oturdukları zaman;

Ebu Sinan (r.a.) onlara der ki:

-“Bizim bir komşumuz vardır, kardeşi öldü, kalkın beraber onun ziyaretine gidelim, ona ta’ziye de bulunalım.”

Toplulukta bulunan Muhammed bin Yusuf el-Firbani (r.a.) şöyle der:

-“Biz kalkıp Ebu Sinan (r.a.) ile gittik. Adamın yanına girdiğimizde onu kardeşi için şiddetle ağlarken gördük.

Ona ta’ziye de bulunup teselli verdik. O bizim ne Ta’ziyemizi ne de tesellimizi kabul ediyordu.

Biz ona dedik ki;

-“Sen biliyor musun ki, ölümden kurtuluş yoktur. Ölüm muhakkak vuku bulur, hepimiz öleceğiz.”

Bize şu cevabı verdi;

-“Evet ölümden kurtuluş yoktur, hepimiz öleceğiz. FAKAT BEN ONA AĞLAMİYORUM. Ben kardeşimin akşam sabah, gece gündüz çektiği azabi için ağliyorum.”

Bunun üzerine biz ona dedik ki;

-“Allah (c.c.), sana gaybı mı bildirdi?”

O bize şunları anlattı;

-“Hayır, Allah (c.c.) beni gayb’den haberdar kılmış değildir. Fakat ben onu defn edip, üzerini toprakla örtükten sonra, İnsanlar çekilince onu kabrinin yanında oturdum. Bir de baktım ki, kabrinden şöyle bir ses kulağıma gelmeğe başladı.”

-“Ah, beni yalnız bıraktılar, azap çekiyorum. Ben orucumu tutuyordum. Namazımı kılıyordum.”

Onun bu sözleri beni ağlattı. Kardeşimin halına bakmak için kabrini açtım.

-“Bir de gördüm ki, kabrini ateş alevleri kaplamış. Boynunda da ateşten bir halka vardı. Kardeşlik şefkatı, elimi uzatıp boynundaki ateş halkasını almağa beni sevketti.—Elimi uzatınca elim ve parmaklarım yandı, dedi. Ve elini çıkarıp bize gösterdi”.

-“Biz de baktık ki, eli siyah bir yanık içinde idi.—Kabrini aynı toprakla örtükten sonra ayrıldım ve geldim. Kardeşimin bu haline üzülüp ağlamıyayım mı?”

Biz ona:

-“Dünyada kardeşin ne yapardı.” Diye sorunca.

Şu cevabı verdi:

-“O dünyada iken malının zekat ını vermezdi.”

Biz de, Allah (c.c.) ın; şu ayeti kerimesini:

-“Allah fazl (u kereminden) kendilerine verdiğini (sarf-u infakta) cimrilik edilenler zinhar bulunan, kendileri için bir hayır olduğunu sanmasın (lar) Bilakis bu, onlar için bir şer’dir. Onların cimrilik ettikleri şey kiyamet günü boyunlarına dolanacaktır.” Ali İmran suresi: Ayet 3/180

Tasdik ediyor ve kardeşinin kabrinde kıyamete kadar devam etmek üzere azap hemen başlamıştır dedik. Sonra yanından ayrıldık.

Rasulullah (salllallahu aleyhi ve selem)in sahabesinden olan Ebu zer(r.a.) re gelip bu adamın hadisesini anlattık.

Ve Ebu Zer (r.a.) e şöyle dedik:

-“Biz, Yahudi ve hiristiyan ölüyor, onlarda böyle bir şey görmüyoruz.”

Ebu Zer (Radiyallah-u anhu):

-“Şübhesiz ki, onlar cehenneme gireceklerdir. Allah (c.c.) size ibret almanız için Ehl-i imanda gösteriyor. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

-“Size Rabbinizden muhakkak basiretler gelmiştir. Artık kim (onlar hakk) görür (ve iman eder) se kendi leyhine, kim (ondan) kör kalırsa kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim.” En’am suresi :Ayet Ayet 6/104

Resulullah (s.a.v.) ‘in şöyle buyurduğu rivayet edilir:

-“Zekat vermeyenler, Allah (c.c.) katında Yahudi ve Hıristiyanlar mesabesindedir. Mahsulünün uşr’ünü vermeyenler de Allah (c.c.) katında Mecusiler mesabesindedir. Kim ki, malının zekatinı ve uşr’ünü vermezse o kimse meleklerin ve peygamberin (s.a.v.) dili ile lânetlenmiştir. Onun şehadeti kabul olunmaz.”

-”Malının zekatını verene ne mutlu. Zekattan dolayı azap görmeyen kişiye müjdeler olsun. Kim malının zekatinı verirse, Allah (c.c.) , ona kabir azabı çektirmez. Etini Cehennem ateşine haram kılar. O kimse sual ve hesapsız Cennete girer, kıyamet gününün şiddetli susuzluğundan kurtulur.”

Mukaşefet-ül kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Fakır ve fukaranın HAKKI olan zekatı, gönül hoşluğuyla BAŞA KAKMADAN veren kullarından eylesin.AMİN….

Fuad Yusufoğlu