‘İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu)’ olarak etiketlenmiş yazılar

İmâmi Rabbâni (r.a.) nin isminin arapça ile yazılışı

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 2

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin memleketi olan Hindistan’ı ilk fetheden, İmâmi Rabbâni hazretleri (r.a.) nin onbeşinci dedesi olan Ferruh Şâh’dır. Ferruh Şâh, Kâbil sultanlarının büyük vezirlerinden ve kumandanlarından olup, Gazne ve Kâbil taraflarından gelip Hindistan’a yerleşmiş idi. Serhend (Sihrind) şehrini de ilk kuran Sultan Firuz Şâh’dır. Sihrind siyah arslan demektir. Çünkü, bu şehrin yeri önce arslanlar ormanı idi. Yakında şehir yoktu. Daha sonralaraı burası imâr edilip, güzel bir şehir kuruldu.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) doğduğunda, Serhend şehri, Hindistan’ın meşhur bir şehri ve bulunduğu havâlinin merkezi hâline gelmiş idi. Babası Abdülehad, o beldenin tanınmış âlimlerinden ve meşhur evliyasından idi.”

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) çocukluğunda şiddetli bir hastalığa tutulmuştu. Evlerinde büyük bir üzüntü hâsıl olup, vefât edeceğini zanetmişlerdi. O zamanın meşhur evliyasından Şâh Kemâl Kihteli Kâdiri’ye götürüp duasının istediler.

Şâh Kemâl Kâdiri (r.a.), İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) yi görünce büyük bir hayranlıkla bakarak babasına;

-“Hiç üzülmeyiniz. Bu çocuk çok yaşayacak, ilmiyle âmil, büyük bir âlim ve eşsiz bir ârif olacak.”

Demiş ve çocuğun elinden tutup, ağzından öpmüştür.

Muhabbetle sarılmalarından dolayı Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri (r.a.) nin feyz ve nuru, mübarek vucudunu kaplamıştır.

Şâh Kemâl Kâdiri, İmâm-i Rabbani hazretleri (r.a.) hakkında çok güzel ve büyük müjdeler vermiştir. İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) yedi-sekiz yaşlarında iken Şâh Kemâl-Kâdiri vefat etmiştir. İmâm-i Rabbâni (r.a.) daha sonra bu zatı ve kendisini götürdükleri evini de hatırlamıştır.

Yine bir defasında İmâm-i Rabbâni (r.a.) gençliği sırasında, çok zayıf düşüp hastalanmıştı. Zâfiyetinin çokluğunu ve hastalığının şiddetini gören hanımı çok üzüldü. Abdest alıp iki rekât hâcet namazı kıldı. Ağlyarak ihtiyaç içinde yüzünü yerlere sürdü. Bu ağlama esnâsında uyudu.

Ruyada birisinin;

-“Hiç üzülme, bu zât daha çok yaşayacaktır, bizim onunla çok büyük işleimiz vardır. Öyle ki, o işlerin binde biri daha zuhur etmemiştir.” Dediğini duydu.

İmâm-i Rabbâni o hastalıktan hemen kurtuldu. Sonra hocası Muhammed Bâki-billah (r.a.) ın sohbetine kavuştu.

Tahsili;

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) ilk tahsiline, babasından ders alarak başladı. Babsından okuyup Arapçayı öğrendi. Küçük yaşta Kuran-i kerimi ezbarledi. Sesi güzel olduğundan, Kur‘an-i kerim’i bülbül gibi okurdu. İlminin çoğunu babasından, bir kısmını da zamanının meşhur âlimlerinden öğrendi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin mübarek türbeleri

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 3

Babasından ders aldığı sırada, çeşitli ilimlere ait küçük kitabları ezberledi. Babasından aldığı dersleri tamamlayınca, Siyalkut şehrine gidip orada, zahiri ve batını ilimlerde, o zamanın en meşhur âlimi Mevlânâ Kemâleddin Keşmiri (r.a.) den aklı ilimlerin bir kısmını gayet iyi bir şekilde öğrendi.

Mevlânâ Kemâleddin Keşmiri (r.a.), meşhur âlim Abdülhakim-i Siyalkuti (r.a.) nin de hocası olup, zamanının en yüksek âlimi idi. Bazı hadis kitablarını da Şeyh Ya’kub-i Keşmiri (r.a.) den okudu. Âlim-i Rabbâni Kâdi Behlül-i Bedahşâni (r.a.) den; hadis, tefsir bazı usul ilimlerinde icâzet (diploma) aldı. Onyedi yaşında iken tahsilini tamamlayıp, aklı ve naklı, füru’ ve usul ilimlerinin hepsinden icâzet aldı.

Tahisli sırasında, Kâdiri ve Çeşti büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı. Babası hayatta iken, zahiri ve batını ilimleri talebelere öğretmeye başladı.

Bu sırada; “Risâletüt-tahliliyye”, “Redd-i revâfid”, “İsbatün-nübüvve” adlı eserlerini yazdı. Edebiyata çok meraklı olup, fesâhatı ve belâğatı, sür’at-i intikali, zekâsının şiddei herkesi hayrette bırakıyordu.

Daha sonra da, Vahidi’nin, Besit, Vesit, Esbâb-ı nuzûl gibi eserlerini, kadi Beydavi’nin Envar-üt-tenzil, Menhac-ül-vusul, Gayet-ül-kusva ve diğer eserlerini, İmâm-i Rabbâni; Cami’üs-Sahih, Sülasiyyet, Edeb-ül-müfred, Efâl-i ibâd, tarih ve diğer eserlerini, Tebrizinin Mişkat-ül mesabihi’ni, Tirmizi’nin Şemâilini, İmâm-i Süyuti’nin Cami’üs-sağir’ini ve müselsel hadis rivayeti icazetini Kâdi Behlül-i Bedehşâni (r.a.) den aldı.

Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde kemâli ile birlikte kalbi Ahrâriyye (Nakşibendiyye) büyüklerinin aşkı ile yanıyor, bu yolda yazılmış kitabları okuyordu. Babasının vefatından, bir sene sonra, hacca gitmek üzere Srhend’den yola çıktı. Bu yolculuğunda Delhi’ye varınca, orada tanıdıklarından ve Muhammed Bâki-billah (r.a.) ın talebelerinden olan Mevlânâ Hasen Keşmiri ile görüştü.

Mevlânâ Hasen Keşmiri (r.a.), onu hocasının huzuruna götürüp, tanıştırmak istedi ve şöyle dedi;

-“Bugün Ahrâriyye yolunda bu ülkede başka böyle büyük bir zât yoktur. Tâlibler onun bir nazarıyla öyle şeylere kavuşuyorlar ki, günlerce çekilen çileler ve çeşitli riyazetlerle buna kavuşamazlar.”

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), daha önce babası Abdülehad’dan da, Ahrâriyye yolunun ve bu yolda bulunanların şânını ve kıymetini duymuştu.

Bu yolun büyüklerinin kitablarını okuyup onların güzel hâllerini bildiği için;

-“Bu Hicâz yolunda, böyle büyük bir âlimden, bu büyükler yolunun zikr ve murâkabesini almaktan daha iyi ne olur?” diyerek Muhammed Bâki-billah (r.a.) ın huzuruna gitti.

Huzuruna girince kalbinde nûr parladı. Mıknatız iğneyi çeker gibi çekildi. Şimdiye kadar duymadığı, bilmediği şeyler kalbine doldu. Hac’dan sonra uğrayıp istifâde etmeği niyet etti ise de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini bırakmayıp, ertesi gün huzuruna gelip Ahrâriyye feyzine kavuşmak şevkini bildirdi. Hizmetinde kaldı. Edeble, can kulağı ile sözlerine ve hâllerine bağlandı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Rabbâni (r.a.) nin Kâ’beden vazgeçtiği camı’ıın önü

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 4

Yani Kâbe’ye gitmekten vazgeçip, Kâbe sahibini talep etti. Yüksek kabiliyeti ve bütün varlığı ile çalışıp, bütün kemâlât kendisinde hasıl oldu. Üstadının da lütfu ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmeyen hâllere kavuştu.

Muhammed Bâki-billah hazretleri (r.a.), İmâm-i Rabbâni (r.a.) nin daha birkaç gün geçmeden yükselmeye başladığını ve üzerindeki irşad eserlerini görünce, hususi odasında, ona birkaç sene önce şahid olduğu hadiseleri şöyle anlattı;

-“Yüksek üstâdım Hâcegi Muhammed İmkengi (r.a.) bana şöyle emretti;

-“Hindistan’a git, orada senin sayende, bu yüksek yola büyük rağbet olacak ve bu yol revâç bulacak.”

Ben kendimi bu işe layık görmeyip, özür diledim.

İstihâre etmemi emretti. Ruyada gördüm ki bir papağan, bir dal üzerinde oturuyordu.

Ben de kalbimden şöyle niyet ettim.;

-“Eğer şu papağan o daldan iner, elime konarsa, bu seferde bize çok şeyler nasib olacaktır.” Böyle düşünürken , o papağanın uçup, elime konduğunu gördüm.

Ben ağzımın suyunu onun gagasına akıttım. O papağan da ağzıma şeker verdi. O sabah, gördüğüm rüyayı Hâcegi Muhammed İmkengi (r.a.) ye arzettim.

Buyurdu ki;

-“Papağan, Hindistan kuşlarındandır, Hemen Hindistan’a gidiniz. Orada sizin bereketli irşadınızla bir aziz yetişecek, bütün dünya onun nuruyla dolacak. Hatta siz de ondan nasibinizi alacaksınız.”

Muhammed Bâki-billah hazretleri (r.a.) diğer bir hadiseyi de şöyle anlatmıştır;

-“Hocam Muhammed İmkengi (r.a.) den icâzet alıp Hindistan’a dönüyordum. Sizin bulunduğunuz Serhend şehrine gelmiştim

Ruyada bana;

-“Sen bir kutb’un civarındasın.” Dediler. Ve kutb olan zatın şemailini gösterdiler. İşte siz, o zatsınız.”

-“Yine Serhend’den geçerken, gördüm ki, göklere kadar yükselen bir meş’ale yanmış, şarkdan, ğarba kadar bütün dünya, bu meş’alenin ışığından aydınlanıyordu. Bu meş’alenin ziyasının gittikçe arttığını, birçok insanların bundan kendi mumlarını yaktıklarını müşâhede ettim. Bu rü’yayı, sizin dünyaya geleceğinize bir müjdeci, bir işaret biliyorum.

Sohbetinde kaldığı bu iki-üç ay içerisinde, Allah-ü teâlâ’nın yardımıyla Hâce Bâki-billah (r.a.) ın İmâm-i Rabbâni hakkında bereketli nazar ve terbiyeleri öyle bir semere verdi ki, kalem dil olsa, dil kalem olsa, bunu yazmaktan ve söylemekten aciz kalırlar.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Rabbâni (r.a.) nin türbesi

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 5

İmâm-i rabbâni hazretleri (r.a.), daha sonra hocasının mahdumlarına gönderdiği bir mektubta şöyle buyurmuştur;

-“Yüksek üstadımın, beni dünya ve ahret ni’metlerine kavuşturan kıymetli hocamın sevgili yavruları! Biliniz ki, her şeye muhtaç olan bu zavvalı kardeşiniz, tepeden tırnağa kadar, o yüksek babanızın sadakaları ve ihsanları içinde yüzüyorum. İnsanlığın elifbasını ondan öğrendim. Yükseklikleri haber veren kelimeleri ondan okudum. Herkesin, senelerce çalışarak kazanabildiği dereceler, onun huzurunda, terbiyesi altında, az zamanda elime geçti. İnsanlara meziyet, üstünlük veren bütün kıymetler, ona hizmetimin ikrâmiyesi olarak üzerime serpildi. Hiçbir işe yaramıyan ve insanlıktan haberi olmıyan bu zavallı, onun nurlu bakışları altında, ikibüçük ay içinde olgunlaşarak, büyüklerin yoluna katıldı. Onların Allah-ü teâlâ’ya olan yakınliklerine kavuştu. Böyle az bir zamanda, tasavvufu tatmış olanların, tecelliler, zuhurlar,nurlar, haller ve keyfiyetler diye anlatmak istedikleri gizli kazançlar, babanızın parlak kalbindeki deryanın damlaları olarak önüme saçıldı. Bunlardan hangi birini anlatayım. Onun lütf ederek, acıyarak mübarek gönlünü bu fakire çevirmesi ile, tasavvufcuların tevhid (bir bilmek), kurb (yakınlık), ma’iyyet (berâberlik), ihata (her tarafı kaplamak), sereyan (her zerrede bulunmak) gibi sözlerle, anlatmak istedikleri ma’rifetlerden, ince bilgilerden ele geçmiyen, hemen hemen birisi kalmadı. Bunların içlerinden, özlerinden bildirmedik bırakılmadı…”

Hâce Muhammed Bâki-billah zamanının âlimlerinin büyüklerinden bazı ahbabına yazdığı mektüplardan birisinde, İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) den bahsederek buyurdu ki;

-“Serhend şehrinden bir genç geldi. İlmi pek çok, Her hareketi ilmine uygun. Birkaç gün bu fakirin yanında bulundu. Onda çok şeyler gördüm. Dünyayı, nurla dolduracak bir güneş olacağını anlıyorum. Akrabası ve kardeşlerinin hepsi de pırlanta gibi, kıymetli ve âlim yiğitler! Onların da, az zamanda, ne cevherler olduklarını anladım. Hele Ahmed’in oğulları da var ki, her biri, Allahü teâlânın birer hazinesidir.”

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), Muhammed Bâki-billah (r.a.) i tanıdıktan sonra, edeple ve can kulağı ile bu hocasının sözlerine ve hallerine bağlandı. Yüksek kabiliyeti ve bütün varlığı ile çalışıp, hocasının da lütfü ve himmeti ile, iki ay içinde kimsede görülmeyen hâllere kemâlâta ve üstünlüklere kavuştu. Birkaç ay sonra hocası Muhammed Bâki-billah (r.a.) ona icâzet verdi. Böylece tasavvuf ilminde ve hallerinde de yüksek dereceye kavuştuktan sonra, memleketi olan Serhend’e dönmesi emrolundu.

Hocası talebesinden çoğunun, yetiştirilmesini de ona bırakıp, onları da arkasından Serhend’e gönderdi.

Hocası onun için şöyle buyurdu;

-“Kalblere devâ, ruhlara şifa olan bu tohumu, Semerkand ve Buhara’dan getirip Hindistan’ın bereketli toprağına ektim.Taliblerin yetişip kemâle gelmesi için uğraştım.O (İmâm-i Rabbâni), her derceyi aşıp, üstünlüklerin sonuna varınca, kendimi aradan çekip, talebeyi ona bıraktım.”

Hocasından başka o zamanın büyük âlimlerinin bir çoğu onu methetmişlerdir. Hepsi, onun ma’rifet ışığı etrafında, pervana gibi toplanmışlardır.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Rabbâni (r.a.) nin türbeleri (Serhend)

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 6

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), memleketine gelince zahiri ve batını ilim ve nurlarını dünyaya yaymağa, talibleri yetiştirmeye ve yükseltmeye başladı. Şöhreti her yere yayılıp, her taraftan aşıkları, onun ilminden ve feyzinden faydalanmaya geliyordu.

Talebelerine Beydâvi tefsiri, Sahih-i Buhâri, Mişket-i Mesâbih, Avarif-ül-Meârif, Usul-i Pezdevi, Hidâye ve şerhi Mevâkıf gibi bazı din kitaplarını ders olarak mükemmel bir şekilde okuturdu.

Ömrünün son zamanlarında dahi talebelerine ilim tahsilini sıkı sıkı emreder, buna çok önem verirdi. Harkesin kalbini ilim ve nûr ile dolduruyor, Muhammed Aleyhis selam’ın dinini canlandırıyor ve kuvvetlendiriyordu.

Zamanın padişahlarını, vali, kumanda âlim ve hâkimlerini, çok tesirli mektupları ile, dine, sünnet-i seniyyeye teşvik ediyor, çok âlim ve evliyâ yetiştiriyordu. Allah-ü teâlâ ona o kadar ilm-i bâtın ihsan etmişti ki, kendine mahsus olan ilimleri de cihana yaydı.

Hocası Bâki-billah da bu yeni ilimlere kavuşmak için huzuruna gelir, hürmetle otururdu. Hatta birgün geldiği zaman, İmâm-i Rabbâni’yi kalbi ile meşgül ghörüp, odaya girmedi, hizmetçiye de haber verip;

-“Rahatsız etme!” dedi ve sesizce kapıda bekledi.

Bir müddet sonra İmâm-i Rabbâni hazretleri kalkıp;

-“Kapıda kim var?” deyince

Üstadı;

-“Fakir Muhammed Bâki” dedi.

Bu ismi duyunca kapıya köşup, edep ve tevazu ile karşıladı.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) bir müddet Serhend’de talebe yetiştirmekle meşgül olup, insanlara doğru yolu anlattıktan sonra, hocası Muhammed Bâki-billah (r.a.) i ziyaret için Delhi’ye gitti. Bir müddet hizmetinde kaldı ve hocası ile çok hoş sohbetleri oldu. Hâllerini bulunduklarından daha yukarıya götürdüler. Bütün bu lütufları ile çok yüksek hallere, fâziletlere kavuşmasına rağmen, hocası Muhammed Bâki-billah (r.a.) a öyle edeble davranıyordu ki daha fazlası mümkün değildi.

Muhammed Hâşim-i Keşmi (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Hâce Hüsâmeddin Ahmed’den işittim. Hocam İmâm-i Rabbâni (r.a.) yi medhedip övdükten sonra şöyle buyurdu;

-“Mertebesi yüksek, fâzileti çok olmakla berâber, edebe riâyette, hocamız Muhammed Bâki-billah (r.a.) in talebelerinden hiçbiri, İmâm-i Rabbâni hazretleri gibi değildi. Bunun için bereketler herkesten önce ona nasib oldu.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i rabbâni (r.a.) nin türbeleri (Serhend)

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 7

Muhammed Bâki-billah (r.a.) in sevdiklerinden biri, Muhammed Hâşim-i Keşmi’ye şöyle anlatmıştır;

-“Hocamız Bâki-billah (r.a.) bu yüksek talebesine yani senin üstadına (İmâm-i Rabbâni’ye), nihayetsiz lütüufları ve ona hürmet etmeyi hasetsen bildirdikleri zamanlar, bana onu huzuruna çağırmamı emretti;”

-“Hemen huzuruna gidip, İmâm-i Rabbâni (r.a.) ye;

-“Hocamız sizi istiyor.” Dedim.

Bu haber duyar duymaz, korkan insanların rengi değiştiği gibi, yüzünün rengi değişti. Zavallı bir kimsenin çok kortuğu zaman, titremesi gibi bir hale düştü.”

Ben kendi kendime;

-“Sübhanallah! “Yakın olanlarda, hayret de çok olur.” mısra’ını duymuştum, şimdi gözlerimle de görüyorum.” Dedim”

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) “Mebde’ ve Me’âd” risalesinde şöyle buyurmuştur;

-“Biz dört kişi, hocamız Muhammed Bâki-billah (r.a.) a hizmette diğerlerinden ilerdeydik. Hepimizin ayrı bir bağlılığı, ayrı bir düşüncesi vardı. Bu fakir yakinen biliyorum ki, böyle bir sohbet ve cem’iyyet, terbiye ve irşad kaynağı, Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in zamanından sonra dünyada çok az görülmüştür. Gerçi insanların en hayırlısı oaln Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) zamanından bulunmadık, sohbetine mkavuşmadık ama, Muhammed Bâki-billah hazretleri (r.a.) nin saâdetli sohbetinden de mahrum kalmadık Bunun için bu büyük ni’metin şükrünü yerine getirmek lazımdır. Onun huzurunda herkes kendi bağlılığına, muhabbetine göre bir şeylere kavuştu.”

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), hocası Muhammed Bâki-billah hazretlerinin ikinci defa huzuruna gidip bir müddet kaldıktan sonra, tekrar memleketine döndü. Bir müddet daha t,âliblere feyz vermekle meşgül oldu. Bu sırada pek yüksek derecelre kavutlu. Bu hallerini hocasına mektublar yazarak bildirdi.

Bundan sonra üçüncü defa hocasını ziyarete gitti. Bu ziyaretinden sonra Delhi’den Serhend’e dönüp birkaç gün kaldı ve Lahor şehrine gitti. Lahor şehrinde herkes, İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin teşrifini büyük bir ganimet bildi. Talebelerinin en meşhurlarından olan Mevlânâ Muhammed Tâhir, Hâce Muhammed, Mevlânâ Esgar Ahmed ve Mevlânâ Ravh Hüseyn (r.anhüm) gibi zâtlar bu sırada talebesi olup, sohbetinde pişip yüksek derecelere kavuştular.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) Lâhor’da bulunduğu sırada oranın meşhur âlimleri kendisine çok hürmet ve edep gösterdiler. Nice muamma ve zor meseleleri ondan sorup doyurucu cevaplar aldılar.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin Lâhor’daki sohbetleri devam ederken, hocası Muhammed Bâki-billah (r.a.) in vefat haberi geldi. Kalblerdeki huzur ve ferahlığın yerini, elem ve keder aldı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Rabbâni (r.a.) nin kabirlerinin yakından görünüşü (Serhend)

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 8

Bu haberi duyunca, hemen Delhi’ye gidip mübarek mezarlarını ziyaret etti. Oğlullarına ve talebelerinin büyüklerine taziye de bulundu. Muhamemd Bâki-billah hazretleri (r.a.) nin talebeleri, üzüntülerini ve kalblerindeki elemi, onun terbiyelerinin ve sohbetlerinin bereketleriyle gidermek için, huzurlarına gelip, Muhammed Bâki-billah (r.a.) a gösterdikleri gibi, İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) ne de; muhabbet, hürmet ve teslimiyet gösterdiler. Küçük büyük hepsi onu kabul edip bağlandılar.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) de yüksek hocasının emrine, vasiyetlerine ve buradaki kalbi yaralıların ricalarına uyarak bir müddet Delhi’de kaldı. İrşadlarının tesiri, feyzlerinin breketi ile, talebelerin sohbete devam ve gayretleri, hocaları Hâce Muhammeb Bâki-billah (r.a.) ın hayatta olduğu zamanki gibi yeniden tazelendi.

Teveccüh eserleri ve cezbe nurları, bu talebelerin hallerinde görünmeğe başladı. Bu gayretli yetiştirme ve feyz verme sırasında, bazı çekemeyenler oldu ise de İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) onlara nasihat etti. Bunu da dinlemiyenler sonunda yaptıklarına pişman olup af dilediler.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) de ihsan ederek onları afeti. Böylece pek çok kimse sohbetlerinden ve feyzlerinden istifade etti.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), hocası Muhammed Bâki-billah (r.a.) ın her sene, vefat ettiği ay olan Cemâzil-âhir ayında Serhend’den hocasının nurlu kabrini ziyarete gider ve tekrar Serhend’e dönerdi.

İki üç defa da Akra’ta teşrif etti. Bundan başka Serhend’den ayrılıp başka bir yere gitmedi.

Ancak, hayatının sonuna doğru, zamanın sultanının ısrarı üzeine, iki-üç sene kadar bazı beldelerde askerlerin arasında bulundu. Bundan da birçok hikmetler vardı. O yerlerin halkı bu vesile ile onun sohbetlerinde bulundular. Berteketli nazar ve teveccühlerine kavuşup, nasiblrini aldılar.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), Ahrâriyye (Nakşibendiyye) yolundan başka; Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Çeştiyye ve Kübreviyye yolarından da icâzet almıştır. Çeştiyye ve Kâdiriyye yollarının icâzetini babasından aldı.

Babası Abdülehad onu büyük bir muhabbetle severdi. Hatta İmâm-i Rabbâni (r.a.) Akra’da bulunduğu sırada, meşguliyeti sebebiyle babasının yanına gidemeyince, babası onu görmek için Akra’ya gitmiştir. Daha sonra Akra’dan dönüp babasının hizmetinde bulundu. Babası Abdülehad evliyanın büyüklerinden idi. Babasının sohbetinde çok feyze kavuştu.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), babasındanolan istifadesini “Mebde’ ve Me’âd” risalesinde şöyle ifade etmiştir;

-“Bu fakire ferdiyet nisbeti yüksek babam tarafından verildi. Babam bu nisbeti, kuvvetli cezbe sahibi harikaları meşhur bir aziz’den, Şâh Kemâl Kâdiri (r.a.) den almıştı. Bunun gibi nafile ibadetlerinde, bilhassa nafile namazların edâsında babamın yardımları çoktur.

Babam bu seâdeti, “Çeştiyye” yolunda olan üstâdlarından almıştı.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Rabbâni (r.a.) kabirlerinin yakından görünüşü (Serhend)

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 9

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) Muhammed Bâki-billah hazretleri (r.a.) nin sohbetlerinde bulunup kısa zamanda tam bir nisbet ile icâzet alıp, Serhend’e döndükten sonra, Kâdiri târikatının büyüklerinden olan Şâh Kemâl Kâdiri (r.a.) nin ruhaniyetinden de icâzet almakla şereflendi.

Bu icâzeti ve nisbeti alması şöyle vuku bulmuştur;

Bir sabah İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) talebeleri ile murâkabe hâlinde iken, Şâh Kemâl (r.a.) ın torunu ve onun bütün kemâlatinin vekili olan Şâh İskender, Kehtel’den gelip, Şâh Kemâl’ın bereketli hırkasını İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin mübarek omzuna koydu. İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) gözlerini açınca, Şâh İskender’i gördü. Tam bir tevazu ile boyunlarına sarıldı.

Şâh İskender (r.a.) şöyle dedi;

-“Birkaç zamandır, hâl ve rüyamde dedem Şâh Kemâl (r.a.) i görüyorum. Bana, hırkasını size vermemi emrediyordu. Fakat bana, onların bu bereketli hırkasını evden çıkarıp, bir başkasına vermek çok ağır geliyordu. Ama tekrar tekrar emredince emirlerine uymak lazım oldu.”

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), o hırkayı giyip hususi odasına gitti.

Bir müddet sonra odasından çıkınca, en yakın sırdaşlarına, mahremelerine şöyle söyledi;

-“Hazret-i Şâh Kemâl (r.a.) in hırkasını giydikten sonra, şaşılacak çok garip hâl zâhir oldu. Şöyle ki; hırkayı giydiğim zaman, insanların ve cinlerin seyidi Abdulkâdir-i Geylâni (r.a.) yi, Hazret-i Şâh Kemâl (r.a.) e kadar devam eden bütün halifeleriyle yanımda gördüm. Hazret-i Gavs-i Rabbani Abdülkâdir-i Geylâni kalbimi kendi tasarruflarına aldı ve hususi nisbetlerinin ve yollarının nurları ve esrâri beni kapladı. Ben de o hâllerin ve nurların denizinde gömüldüm. O denizin dalgıcı oldum.”

Bir müddet bu hâlde kaldım, o hallerin beni kapladığı zamanda kalbime;

-“Beni Ahrâriyye büyükleri terbiye ettiler ve işimin esâsı bu büyüklerin yolunda olmaktır, şimdi başka oluyor.” Diye geldi.

-“Böyle düşünürken, Ahrâriyye yolunun büyüklerinin Hâce cihân Hâce Abdulhâlık-ı Göncdüvân (r.a.) den Hocam Bâki-billah (r.a.) a kadar olan bütün halifelerinin geldiğini gördüm. Benim işim ve icraatım hakkında konuşmaya başladılar.”

Ahrâriyye büyükleri (r.anhüm) şöyle dediler;

-“Bunu biz terbiye ettik. Bizim terbiyemizle zevke, hâle ve kemâle erişti. Siz ona ne hakla karışabilirsiniz?”

Kâdir-i büyükleri (r.anhüm) dediler ki;

-“Daha çocukluğunda bizim ona teveccühümüz vardır. Bizim ni’met soframızdan tad almıştır. Şimdi de bizim hırkamızı giymektedir.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Rabbâni (r.a.) nin kendi el yzaısı ile yazmış olduğu 1.cild 213. mektub

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 10

Onlar böyle konuşurken Kübreviyye, Çeştiyye yollarından da birer cemâat geldi. Böylece anlaşmaya vardılar, bundan sonra bu iki şerefli nisbetten de kalbimde, büyük pay, tam bir şevk buldum.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) tasavvuf’da, bu yolların hepsinde de talebe yetiştirip feyz vermiştir.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.), asırlarda benzeri az yetişen, müstesnâ bir İslâm âlimi ve büyük bir mürşid-i kâmildir. Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in vefatından bin sene sonra da İslâm düşmanları dine, insafsızca saldırmışlardı. Allah-ü teâlâ kullarına acıyarak, İmâm-i Rabbâni (r.a.) gibi bir müceddid yarattı. Ona derin ilimler ihsan eyledi. Onun vasıtasıyla din düşmanlarının korkunç saldırısını durdurdu. Hakkı bâtıldan ayırıp, bâtılı çok kalblerden kaldırdı. Bu yüksek imâmın mektubları ve kitabları, insanları gafletten uyandırdı. Dünyaya ışık saldı Yani Allah-ü teâlâ onu, Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) den bin sene sonra, dini İslâmi yenilemek ve kuvvetlendirmek için göndermişti.

Yenilemek, değişiklik yapmadan kolayca olur mu? Günahların, bidat ve hurâfelerin çoğaldığı, delâletin yayıldığı, bilhassa vahdet-i vücud taklidcilerinin din âlimi tanındığı bir zamanda, İslâm dinini kuvvetlendirmek, bunları temizlemek kolay mıdır?

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin dine yıllarca yaptığı bu büyük hizmetleri, sağlam, iknâ edici delillerle sapık fikirlerinin çürütüldüklerini, ehl-i sünnet i’tikadının ve doğru din bilgilerinin yayıldığını, bid’atlerin kalktığını gören bazı sapık kimseler, ona cephe aldılar hased ve iftira etmeye başladılar.

İşte bunu için bazı kimselerin cefasına, oklarına ve iftiralarına üğradı. Nice âlimlerin, Fâdılların, kamillerin kendi yollarından ayrılıp, rehberlerini bırakıp, etrafına ve hizmetine koşmaları da, hasedcileri arttırdı. İmâmi tehlikeye düşürmek için hilelere başladılar.

Mesele;

Cüneyd-i Bağdadı, Bâyezid-i Bistami gibi büyük meşayıhı aşağı görüyor diyerek cahil tabakayı aldattılar. Yüksek meşayıhın bildirdiği vahdet-i vucudu inkâr ediyor, diyerek, görüşleri kısa olanların, İmâm’dan soğutmaya başladılar.

Onu sevenlere de;

-“Meşayıhı izâmı inkar ediyor, Allah-u teâlâ’nın ma’rifetine vasıtasız olarak kavuştum diyor.” Dediler.

Bir müslümanın söyleyemeyeceği iftiraları söylediler. Meşayih-i kirâmı aşağı görüyor sözü tamamen iftira idi.

“Mektubat’da onlara nasıl hürmet ve ta’zim ettiğini ve her asırda, düşmanların ele aldıkları sözlerine ne güzel ma’nâlar verdiğini, iyi ma’nâya çevirmediklerine de, başlangıçta hata ile söylenmiş olup, sonra yüksek derecelere yetişerek bunları düzeltilmişlerdir, dediğini okuyanlar, hemen anlar. Keşfdeki hatâların, içtihad hataları gibi af olduğunu belki sevab verildiğini bildirmektedir. Vahdet-i vucûdu da inkâr değil, ne güzel izah ettiğini, bu meselede hem İslâm dininin namusunu koruduğunu ve hem de büyüklerin hürmetlerini gözettiğini, mektubatı okuyanlar bilir.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu


İmâm-i Rabbâni (r.a.) yamış olduğu “Meârif-i ledünniye” isimli kitabın kapak sahifesi

İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) – 11

O zamanın sultanı Selim Cihangir Hân’ın devlet adamları, hatta büyük veziri, baş müftüsü ve etrafındakiler Ehl-i sünnet düşmanı idiler. Halbuki İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin birçok mektübları ve bilhassa ayrıca yazdığı “Redd-i revâfıd” risalesi, Eshâbi kiram düşmanlarını red etmekte, cahil, ahmak ve alçak olduklarını anlatmaktadır.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) risalesini Buhârâ’da bulunan en büyük Özbek hânı Abdullah-ı Cengizi Han’a yolammıştı.

-”Bunu İran’da, Şâh Abbas-ı Safevi’ye gösterin! Kabul ederse ne iyi, etmezse onunla harb caiz olur.” Demişti.

Kabul etmedi. Harb oldu. Abdullah Hân, Hirât’ı ve Horasan’daki şehirleri aldı. Buralarını yüz sene evvel Safeviler almıştı. İşte bundan sonra, Hindistan’daki bozuk fırkalar, Eshâb-i kiram düşmanları elele verdiler. Sultan’a gidip İmâm-ı Rabbâni hazretleri (r.a.) hakkında çeşitli iftiralarda bulunarak şikayet ettiler.

Sultan, oğlu Şâh Cihan’ı gönderip, imâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) ni, evladlarını ve yetiştirdiği talebelerini çağırıp, hepsini öldürmeye karar verdi. Bunun üzerine Şâh Cihan, bir müfti ile yanına gitti. Sultana secde câiz olduğunu gösteren bir fetveyi de götürdü.

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin üstünlüğünü biliyordu;

-“Babama secde edersen seni kurtarabilirim.” Deyince

İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) bu fetvenin zaruret zamanında izin olduğunu, azimet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramiyeceğini söyledi ve secde etmeği kabul etmedi. Çocuklarını ve talebelerini bırakıp sultana yalnız gitti.

Kendisine yapılan iftiralara karşı sultana o kadar güzel ve doyurucu cevap verdi ki, sultan yüksek hakikatları anlayacak birisi olmadığı halde, neşelendi ve serbest bırakıp özür diledi. Hatta, sultana kendisine yapılan iftiraların asılsız olduğunu açık delilerle anlatırken, orada bulunan ateşe tapıcı Hinduların büyük bir kumandanı, imâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek Müslüman oldu.

Sultanın iknâ olduğunu gören iftiracı sapıklar;

-“Bunun adamları çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest bırakırsak karışıklık çıkabilir.” Diyerek, uzun konuşmalardan sonra sultanı aldattılar.

Sultan İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) nin, memeketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Güwalyar kalesi’ne hapsedilmesini emret ve hapsedildi.

Bu hadiseye çok üzülen talebeleri sultana isyan etmek istediler. Bunu yapabilecek güçte idiler. Fakat İmâm-i Rabbâni hazretleri (r.a.) onları ruyalarında ve uyanık iken bu işten men etti. Sultana hayır duâ etmelerini emredip;

-“Sultanı incitmek bütün insanlara zarar verir.” Buyurdu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Yirmiüçüncüsü olan Ahmed Faruk-i serhendi İmâm-ı Rabbânı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu