‘Kalblerin keşfi’ olarak etiketlenmiş yazılar
Kalb İlacı
24 Haziran 2008Kasyane Navale sipi (Nusaybin)
Rivayet edilir ki;
Salihlerden biri, bir topluluğa uğrar. Bakar ki; doktorun biri hastalık ve ilaçtan bahsediyor.
Bunun üzerine doktora sorar:
-“Ey vucutları tedavi eden, kalbleri de tedavi edebiliyor musun?
Doktor şu cevabı verir:
-“Evet tedavi ediyorum. Kalbin hastalığını bana anlat.”
Salih adam:
-“Kalbi fısk-u fucur ile günahlar karartı.”
Doktor cevab olarak şöyle der:
-“Onun ilacı, Allah’a tezarru, istiğfarde bulunup gece gündüz, zari zar ağlamak ve aziz ve Ğaffar olan Allah (c.c.) a ibadet etmeye koşmak, mutlak mülk sahibi olan Allah (c.c.) a bağışlanması için yalvarmaktır. İşte bu KALBLERİN TEDAVİSİSDİR. Şifa ise Allem-ül ğuyub olan Allah (c.c.) tandır.”
Bunun üzerine Salih adam, çığlık attı ve ağlayarak gitti. Gitmeden doktora şöyle demeği ihmal etmedi:
-“Sen ne güzel doktorsun. Kalbimin ilacını buldun.”
Doktor şu karşılıkta bulundu:
-“İşte bu, tevbe edip, sevab işlemeye yönelenin kalbının tedavisidir.”
Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Kalbın hastalığı olan Fısk-u fücur den sakınmayı ve kalbin ilacı olan TEVBE-İ NASSUH ile amel etmeyi İhsan eylesin. Amin…
Fuad Yusufoğlu
Tevbe- 2
24 Haziran 2008Girnavas Şelalesi
Gene rivayet edilir ki;
Adamın biri pazardan bir köle satın almak ister.
Köle adama şöyle der;
-“Ey efendim, sana üç şartım vardır.”
1-Farz olan namazların vakti geldiği zaman beni namazımı kılmaktan men etme men;
2-Gündüzün bana istediğini yaptır, fakat bana gece hiçbir şey söyleme,
3-Bana evinden bir oda ayırman ve oraya kimsenin girmemesini emretmen,
Adam kölenin şartlarını kabul eder. Köleyi alıp; evine getirir ve
-“Odalara bak hangisini istersen onu seç.” der.
Köle odaları dolaşır içlerinden harap bir oda görür ve efendisine;
-“Ben bunu seçtim.” der.
Bunun üzerine efendisi;
-“Ey delikanlı sen harap olmuş odayı seçtin.”
Köle;
-“Ey efendim; bilmiyor musun harap olan oda, Allah (c.c.) la beraber bulunduğu zaman bağ, bostan olur?”
Köle gündüz efendisine hizmet etmekle meşgul olurdu. Gece ise sabahlara kadar, Allah (c.c.) a ibadetle iştigal ederdi.
Bu hal böyle devam ederken, bir gece efendisi evi dolaşmaya başladı; Kölelerin odasına gelince baktı ki;
Oda aydınlık içinde, köle de secdeye varmış ibadete. Kölenin başında yer ile gök arasında asılmış NURDAN bir kandil var. Köle secdede Allah (c.c.) a şöyle münacatta bulunuyor;
-“Ey Allah’ım; bana efendime hizmet etmeyi vacip kıldın, Ona gündüz hizmet ediyorum. Eğer bu olmamış olsaydı; gece gündüz sana ibadet ederdim. Benı bağışla Allah’ım.”
Kölesinin bu durumuna mutalı olan efendisi, Sabaha kadar ona baktı. Sabah olunca kandil yerinden kalktı, odanın açık tavanı kapandı. Adam eve döndüğünde bu halı karısına anlattı.
İkinci gece karısını alıp; kölenin bulunduğu odanın kapısına geldi. Köleyi gene secdede buldu. Odayı aydınlatan kandil de yerinde idi. Karısı ile birlikte kapıda durup kölenin ibadetini seyrettiler.
Sabaha kadar ağladılar. Sabah olduğu vakit, adam kölesini çağırıp şöyle dedi.;
-“Seni Allah (c.c.) için azad ettim.Ta ki özür dilediğin kişiden kurtulup Allah (c.c.) a gece – gündüz ibadet edesin.”
Bunun üzerine Köle ellerini semaya kaldırıp şöyle dedi;
-“Ey sır sahibi. Sırrı zahir eden kul’un şöhret bulduktan sonra yaşamak istemez kulun”
Sonra Allah (c.c.) a şöyle niyazda bulundu;
-“Ey Allah(c.c.) ım senden ölümümü diliyorum.”dedi ve düşüp öldü.İşte salihlerin, aşıkların ve Allah(c.c.) ı isteyenlerin durumları böyledir..
Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Kalbın hastalığı olan Fısk-u fücur den sakınmayı ve kalbin ilacı olan TEVBE-İ NASSUH ile amel etmeyi İhsan eylesin. Amin…
Fuad yusufoğlu
Zulüm
24 Haziran 2008Çağ- Çağ deresi (Bor)
Seleften bazıları der ki;
-“Zayıflara zülm etme ki, kuvvetli olanların en şereflisi olursun.”
Cabir (r.a.) den rivayet edilmiştir.
Der ki;
Habaşistan”e hicret edenler Resülullah (a.s.v.) a geri döndüklerinde Resülullah (a.s.v.) onlara sordu:
-“Habeşistan da gördüğünüz en acayip şeyi bana haber verirmisiniz?”
Bunun üzerine kutaybe (r.a.) şöyle der:
-Ey Allah(c.c.) ın Resülu (a.s.v.) biz toplu olarak bir gün oturuyorduk. Habeşli bir ihtiyar kadınlardan bir kadın, başına su dolu bir testi olduğu hadle bizim yanımızdan geçti. Giderken Habeşli gençlerden bir gençle karşılaştı .Genç iki elinden birini kadının omzuna koydu. Sonra onu itti. Kadın dizleri üzerine düştü. Su testisi kırıldı Kadın ayağa katlığı vakit, delikanliye dönüp şöyle dedi:
-“Ey zalim, yarın Allah (c.c.) kürsüyü koyup, bütün insanları topladığı ve eller, ayaklar yaptıklarına şahit olarak konuştuğu zaman görekceksin. Yarın (kıyamet günü) senin ve benim durumum ne olacak. Göreceksin.”
Bunun üzerine Resülullah (a.s.v.) buyurdular:
-“Kuvvetlilerden, zayıflarının hakkı alınmayan bir kavmi Allah (c.c.) nasıl takdis eder.”
Gene Resülullah (a.s.v.) buyurdular ki;
-“Beş kişi vardır ki; Allah (c.c.) onlara öfkelenir. Dilerse Allah (c.c.) öfkesini dünyada onlara gösterir. Dilerse (dünyada onlara azap vermez) ahrette onları cehenneme koyar…”
1- Teba’sınden kendi hakkını aldığı halde kendisi onlara acımayan ve teba’sının maruz kaldığı zulmü gidermeyen devlet reisi.”
2- Millet kendisine itaat ettiği halde, kuvvetli ile zayıfın arasını bulmayan ve boş, hevai nefsine uyarak konuşan lider.
3- Çoluk çocuğuna, akrabasına Allah (c.c.) a itaat etmeleri hakkında emretmeyen ve onlara dinlerini öğretmeyen adam.
4- İşçi tutup çalıştıran ve ücretini vermeyen kimse.
5- Mehri hakkında karısına zülmeden erkek.
Abdullah bin Selam (r.a.) der ki;
-“Allah-u Teala (c.c.) mahlukatı yaratıp, onlar ayakları üzerine durdukları zaman başlarını Allah (c.c.) kaldırarak şöyle dediler:
-”Ey Rabbımız, sen kiminle berabersin?”
Allah (c.c.) :
-“Kendisine hakkı ödeninceye kadar Mazlumla beraberim.” Buyurdu.
Vehb bin Munebbih (r.a.) der ki;
Zalimlerden bir zalim bir köşk yaptırıp güzelce süsler. Bu sıra fakir ihtiyar bir kadın gelip, zalimin köşkünün yanında sığınacak bir kulube yapar. Bir gün Zalim atına binip köşkün etrafını dolaşır. Kadının yaptığı kulubeyi görür;
-“Bu kulube kimindir?” diye sorar.
-“Bir fakır kadınındır. Orada barınıyor.” diye cevab verirler.
Zalim külubanın yıkılmasını emr eder. Ve yıktırır. Biraz sonra kadın gelince kulubayi yıkılmış görür. Bunun üzerine kadın:
-“Bunu Kim yıktı?” Diye sorunca
-“Köşkün sahibi gördü ve onu yıktırdı” derler. Kadın başını kaldırarak Allah(c.c.) şöyle niyazda bulunur.
-“Ey Rabbım kulubem yıkılırken ben yoktum Ya sen nerede idin?”
Onun bu bedduası üzerine Allah(c.c.) Cebrail (a.s.) o köşkü içindekilerin başına yıkmasını emr eder.
Rivayet edilir ki;
-Bermek oğullarından bazısı hapsedildikleri zaman oğlu babasına der ki;
-”Ey babacığım, izzet ve şeref sahibi olduktan sonra parangaya vurulup hapsedildik”
Babası oğluna şöyle cevab verir:
-”Bir mazlumun bedduası gece yürüdü. Biz ondan gafil idik. Fakat Allah(c.c.) ondan gafil olmadı.”
Resulullah (a.s.v.) dan rivayet edilmiştir. Buyurdular ki;
-“Kim ki birisine zülm ederek bir değnek vurursa kiyamet günü onun kısası yapılacaktır .”
Rivayet edilir ki;
Kisra ( bir hükümdar ) çocuğunu yetiştirmek için ve terbiye etmek için bir terbiyeci tutmuştu. Çocuk yetiştiği vakitte, terbiyeci bir gün onu çağırarak sebepsiz olarak iyi bir döver.
Çocuk Öğretmenine babası ihtiyarlayıp ölünceye dek kin tuttu. Babası öldüğünde tahta geçen çocuk hocasını çağırıp ona şöyle dedi:
-“Sen beni filan gün sebepsiz ve suçsuz olarak öyle şiddetli niçin dövmüştün?”
Bunun üzerine, muallim şöyle dedi;
-“İyi bil ki Ey melik; Sen fazilet ve edepten kemâle ulaştığın vakit babandan sonra senin hükümdar olacağını anladım. Bunun için babandan sonra hiçbir kimseye ZÜLM ETMİYESİN diye sana zulmle tokat tadını tattırdım.”
Hocasının bu sözüne karşı, Melik şöyle dedi;
-“Allah (c.c.) seni hayırla mükafatlandırsın.” Dedi. Ve ona bir çok hediyelerin verilmesini emretti…
Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri, zulm etmekten ve züume uğramaktan korusun. Amin…
Fuad Yusufoğlu
Allah’a itaat etmek ve O’nun Resulunu sevmek-2
28 Haziran 2008Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)
Ebul Hasan (r.a.) Zencani der ki:
-“İbadetin esasi üç rükün üzerine kurulmuştur.
1-GÖZ
2-KALB
3-DİL
Göz: kainattan ibret alır.
Kalb: Düşünmek içindir.
Dil ise; Allah (c.c.) ı zikretmek, tesbih etmek ve doğru söylemek içindir.
Nitekim Allah-u Teala (c.c.) buyurmuştur:
-“Ey İman edenler, Allah’ı çok zikredin, O’nu Sabah akşam tesbih ve tenzih edin” El ahzab:33/42
Bir gün Abdullah (r.a.) ve Ahmet ibni harb (r.a.) bir yerde bulunuyorlardı. Ahmet ibni harb (r.a.) yerden bir ot kopardı. Bunun üzerine Abdullah (r.a.) ona şöyle dedi:
-“Bu işinle sende beş şey meydana gelmiştir:
1-Kalbini Rabbinin tesbihinden alı koymak,
2-Nefsine, Allah’ın zikrinden gayrı ile meşgul olmasını alıştırdın.
3-Bunu öyle bir yol yaptın ki, bu hususta sana uyulur.
4-Bitkiyi, Allah (c.c.) tesbih etmesinden menetme.
5-Kıyamet günü, Allah (c.c.) ın sana delil olarak göstermesini sağlamak.”
Sırrı’yi Sakatı (k.s.) der ki:
Ben Cürcani (r.a.) nin kavrulmuş unu avuçlayıp yediğini gördüm. Bunun üzerine şöyle dedim:
-“Niçin bundan başka yemek yemiyorsunuz?”
Cevap verdi:
-“Ben çiğnemeden yemek ile, çiğneyip yemenin arasında yetmiş kere sübhanallah diyecek kadar bir zaman olduğunu hesapladım. Bunun için ben Yetmiş seneden beri ekmek çiğnemiş değilim.”
Sehl bin Abdullah (r.a.) 15 günde bir defa yemek yerdi. Ramazan ayı girdiğinde ancak bir öğün yemek yerdi, bir ay içinde, Bazı vakit yetmiş gün sabreder, yemek yemezdi. Yiyip içtiği zaman bir saat bile Allah (c.c.) ı zikretmekten hali kalmazdı.
Rivayet edilir ki,
Amr ibni Ubeyde (r.a.) evinden ancak üç şey için çıkardı.
1-Cemaatle namaz kılmak için,
2-Hastayı ziyaret etmek için
3-Cenazede hazır bulunmak için,
-“İnsanları, hırsız, yankesici ve soyguncu olarak gördüm. Ömür kıyameti biçilmez; nefis bir cevherdir. Ona layık olan, ahiret için ebedi ve kıymetli olan hususları dolduran bir hazine olmasıdır.”
Biliniz ki;
Ey Müslümanlar, ahreti isteyen kişinin muhakkak dünya hayatında zahit olması, gaye ve maksadını bir görmesi lazımdır. İç halini dış halinden ayırt etmez. Halin korunması ise iç ve dışa olmakla mümkündür.
Kalblerin keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri İslamı YAŞAYAN ve İslami şuuryle muslümanlara bi Hakan tebliğ eden Kullarından eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Allah’a itaat etmek ve O’nun Resulunu sevmek- 3
28 Haziran 2008Çağ-Çağ deresi -BOR- (Nusaybin)
İmamı şibli (Allah rahmet etsin) der ki:
-“İlk günlerimde, uyku bastığında gözüme tuz sürerdim. Durum daha ağırlaşınca sürmeliği kızartır gözüme sürerdim.”
İbrahim Hakim-i (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir.
-“Babamı uyku bastığı zaman denize girer yüzerdi. Denizdeki balıklar da etrafında toplanıp onunla birlikte yüzerdi.”
Vehb İbni Münebbeh (r.a.) in Allah’a gece uykusunu kendinden kaldırması için dua ettiği ve kendisine kırk gün uyku gelmediği söylenir.
Hasan El Halac (r.a.) ise, topuğundan dizine kadar kendine on üç paranga vurup öylece her gün bin rekat namaz kılardı .
Cüneyd Bağdadi (k.s.) ise ilk günlerinde, çarşıya gelir dükkanını açar, içeri girip perdesini çekerek, dört yüz rek’at namaz kılar, sonra evine dönerdi.
Habeşi bin Davud (k.s.) kırk sene yatsı abdestiyle kuşluk namazını kılmıştır.
Müslüman;
Daima temiz ve abdestli olmalıdır. Her abdesti bozulduğunda abdest almalı ve iki rek’at namaz kılmalı. Her oturduğu yerde kıbleye karşı oturmaya gayret etmeli.
Kendisinin Resulüllah (a.s.v.) ın huzurunda oturduğunu, imkanı dahilinde düşünmeli, kendini murakabe altına almalı.Ta ki, işinde ve haraketlerinde sükunet ve vakâr bulunup, Resulüllah (a.s.v.)ın sünnetine muhalif harakette bulunmasın.
Mu’min;
Eza ve cefaya tahammül göstermeli, kötülüğe, kötülükle mukabele etmemeli. Kötülük yapanların ıslahı ve bağışlanması için Allah (c.c.) a yalvarmalı.
Nefsi ve ameli ile kendini beğenmemeğe düşmemeli. Çünkü ucüp şeytanın sıfatındandır. Kendini daima hakir görmeli.
Salih kimseleri ise hürmet ve ihtiramla karşılamalı. Salih olan kimselere hürmet etmeyi bilmeyen kimseye, Allah (c.c.) onların sohbetini haram kılar. Kim ibadet ve taatın büyüklüğü ve muhteremliğini bilmezse, Allah (c.c.) onun kalbinden ibadet ve tâat zevkini alır.
Fudayl bin iyad (k.s.) a sorulur ve denir ki:
-“Ey ebu Ali, kişi ne zaman salih olur?”
Fudayl (r.a.) şu cevabı verir:
-“Niyetinde nasihat, kalbinde korku, dilinde doğruluk, azalarında amel-i salıh bulunduğu zaman.”
Allah-u Teala (c.c.) Mi’raç ‘ta Resülu Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) efendimize şöyle buyurur:
-“Ey Muhammed (a.s.) eğer insanların en fazla ver’a sahibi olanı olmak istersen, dünyada zahid, ahiret için de rağbetli ol.”
Resulü Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) der ki:
-“Ey Allah’ım, dünyada nasıl zahid olayım?”
Cenabi hak (c.c.) buyurur:
-“Dünyada yiyeceğin, içeceğin ve giyeceğin kadarını al, gerisini terk et.Yarın için hiçbir şey sağlama. Benim zikrime devam et.”
Resulüllah (Selallahu aleyhi vesselam) buyurur:
-“Ey Rabbım, ben senin zikrine nasıl devam edeyim?”
Allah(c.c.) buyurur:
-“İnsanlarda uzaklaş, yalnız uzlette yaşa. Uykunu namazla geçir. Yemeğin açlık olsun.”
Resulüllah (a.s.v.) buyuruyor:
-“Dünyada zühd, kalbi ve bedeni rahatlaştırır. Dünya yı sevmek ve ona rağbet etmek de GAM VE KEDERİ ÇOĞALTIR. Dünya sevgisi her hatanın başıdır. Her hayır ve taatın başı ise dünyadan yüz çevirmek zühdü takvadır.”
Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dünya ya rağbet etmeyen ahreti için Daha çok çalışıp Say eden kullarından eylesin. Amin…
Fuad Yusufoğlu
Kendi nefsini bilmek
29 Haziran 2008Dikke (Navala sipi )
Kendi nefsini bilmek
Bil ki,
Allahu Teala’yı (c.c.) tanımanın anahtarı, kişinin kendini tanıyıp bilmesidir.
Bu yüzdendir ki,
Resulullah aleyhis selatu veselam şöyle buyurulmuştur:
-“Nefsini (kendi hakıkatini) bilip tanıyan. Rabını tanır.”
Bu mevzuda Cenab-i Hak şöyle buyurmuştur:
-“Pek yakında onlara dışlarında ve kendi nefislerinde ayetlerimizi (kudretimizin ve varlığımızın belgelerini) göstereceğiz.Ta ki (Peygamberin söylediğinin) hak olduğunu anlasınlar.”Fussilet :53
Hülasa sana senden yakın hiç bir şey yoktur. Kendini bilmezsen, başkasını nasıl bilirsin? Kendimi biliyorum, tanıyorum diyorsan yanılıyorsun. Zira böyle bilmek, hakkı tanımanın anahtarı olamaz.
Hayvanlar da kendilerinden bu kadar bilir. Sen kendinden başın, yüzün, elin, ayağın, etin ve deriden fazla bir şey bilmiyorsun. Batından ise, bildiğin acıktığın zaman yemen, kızdığın zaman bir kimseye saldırman, şehvetin galebe çaldığı zaman hanımına yaklaşmandan fazla bir şey değildir.
Bu hususlarda, bütün hayvanlar seninle aynıdır. O halde senin, hakıkatını araman lazımdır.
Sen nesin, nereden gelmişsin, nereye gideceksin, bu dünyaya ne yapmak için geldin, seni niçin yarattılar, saadettin nedir, nededir; Şakiliğin , ziyanın nedir, nededir?
Senin batınında toplanan sıfatların bir kısmı umum hayvanlara, bir kısmı yırtıcı hayvanlara, bir kısmı şeytanlara ve bir kısmı da meleklere mahsus sıfatlardır. Sen bunlardan hangısindensin? Cevherinin hakikati hangisidir? Hangileri ariyettir (tekrar alınmak üzere sana verilmiştir?) Bunu bilmezsen, saadetini arayamazsın. Çünkü her birinin gıdası ayrı, saadeti başkadır.
Hayvanın gıdası ve saadeti yemek, uyumak ve çiftleşmektir. Eğer hayvan isen, gece – gündüz mideni doldurman ve çiftleşme yollarını ara. Yırtıcı hayvanların gıdası ve saadeti yırtmak, parçalamak, öldürmek ve saldırmaktır.
Şeytanın gıdası ise kötülük, aldatmak ve hile yapmaktır. Eğer onlardan isen, kendi rahat ve iyiliğine kavuşman için, onların yaptıklarını sen de yap!.
Meleklerin gıdası ve saadeti Allah-u Teala (c.c.) nın cemalını müşahadedir. Hırs tasallut, hayvan ve yırtıcı hayvan sıfatları melekliğe çıkan yol değildir.
Eğer sen aslında melek cevheri isen, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımaya uğraş ve kendini o cemala, o cemalı müşahade edecek hale getir. Kendini şehvet ve gazab elinden kurtar ve bu hayvan ve canavar sıfatlarının sende niçin yaratıldığını anlamaya çalış.
Onlar, seni kendilerine esir etmek, kendi hizmetlerinde çalıştırmak , gece-gündüz bedava hizmet ettirmek için mi yaratılmışlardır? Yoksa , senin onları esir etmen, ilerde vaki olacak yolculukta onları kendi emrine alman, birinden binek hayvanı, diğerinden silah yapman için mi yaratıldılar?
Bu dünyada kaldığın birkaç gün içinde onlardan faydalan. Ancak böylece kendi saadet tohumunu elde edebilirsin. Saadet tohumunu elde ettikten sonra, onları ayaklarının altına al ve yüzünü saadetinin bulunduğu tarafa çevir. Orası havas (seçilmiş kullar) için Allah-u Teala(c.c.)nın zatı, avam için CENNET diye ta’bir olunur.
O halde bu manaların hepsini bilmen lazımdır. Böylece kendinden az bir şey bilmiş olursun. Bunları bilmeyenin dinden nasibi, suret ve görünüştür. Dinin hakikatinden, özünden haberi yoktur.
Kendini tanımak, bilmek istersen, iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin. Bir zahiri kalıb, buna BEDEN derler. Göz ile görülebilir.
Diğeri batın manasındadır. Ona NEFS derler, RUH derler, ve KALB derler. Bu ancak HAKIKAT GÖZÜ İLE BİLİNİR. Baş gözü ile görülmez.
Senin hakikatin, aslın, bu batın manasındadır. Ondan gayrisi ona tabidir. Onun askeri ve hizmetçisidir. Biz bu manaya KALB ismini vereceğiz. Kalb dediğimiz zaman biliniz ki, bazen RUH dedikleri, bazen NEFS dedikleri, insanın hakikatini demek istiyoruz. Kalb demekle, göğsün sol tarafına yerleştirilmiş olan et parçası (yani yüreği) kasdetmiyoruz. Onun bir kiymeti yoktur. Hayvanlarda da ölülerde de vardır. Baş gözü ile görülebilir. Baş gözü ile görülen her şey, bu alemden olup bunlara ALEM-İ ŞEHADET denir.
Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Ğazali: (Kimya-yı Saadet)
Allah(c.c.) Bizleri ve sizleri Kendisini bilen Ve ona göre Davranan insanlardan eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Kendi nefsini bilmek- 2
29 Haziran 2008Girnavas (Cin tepesi) mevki-i
Kendi nefsini bilmek- 2
Kalbin hakıkatı bu alemden değildir. Bu aleme garip olarak gelmiştir. Yolcu gibi gelmiştir. Görünen et parçası (yürek ) onun taşıyıcısı ve aletidir. Bedenin tüm uzuvları, onun askeridir. Bütün bedenin PADİŞAHI Odur.
Hak teala (c.c.) yı tanımak, O’nun cemalıni müşahede etmak, onun sıfatıdır.Teklif ona olmaktadır. Hitab onadır.’İtab ve ‘ikab onadır. Asıl saadet ve şakaavet onun içindir. Beden, bütün bunlarda ona uymakadır. Onun hakikatini bilmek, sıfatlarını tanımak, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımanın, bilmenin anahtarıdır.
Onu bilmeye çok uğraş ki, o çok yüksek bir CEVHERDİR. Melekler cevherindendir. Onun asıl madeni, Allah-u Teala (c.c.) hazretleridir. Oradan gelmiştir, tekrar oraya dönecektir. Buraya gurbete gelmiştir. TİCARET VE TOHUMU EKMEK İÇİN GELMİŞTİR. O halde bu manadaki ticaret ve ziraati bilmelisin.
Varlığı bilinmeyince, kalbın hakikati anlaşılamaz. O halde hakikatinin ne olduğunu, sonra askerini, sonra bu asker ile olan bağlılığını, sonra sıfatlarını bilmek lazımdır. Sıfatları bilinirse, Allah-u Teala (c.c) nın bilinmesinin nasıl hasıl olduğu, kendi saadetine nasıl ulaştığı bilinir. Bunların her birine ayrı ayrı işaret edeceğiz.
Kalbin varlığı aşikardır. Zira, insanın kendi varlığında şüphesi yoktur. İnsanın varlığı bu kalıbı ile değildir. Bu kalıp, ölüde de vardır, fakat ruhunda yoktur.
Biz kalp demekle, ruhun hakikatini kast ediyoruz. Bu ruh olmazsa, beden temiz olamaz. Gözünü kapayıp kalıbını, gözleri, yerleri ve gözle görülebilen her şeyi unut sa da kendi varlığını zaruri olarak bilir. Her ne kadar kalıbından, yerden, gökten ve göklerde olanlardan haberi olmasa da, kendinden haberi olur.
Bu hususta dikkatli düşünen bir kimse, ahiretin hakikatinden bir şeyler anlar ve yine anlar ki, bu bedeni ondan alırlar; o ise bir yerde kalır, yok olmaz.
Ruhun hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Bunun için Allah’ın Resulü (a.s.v.) bunu açıklamadı. Nitekim, Allah’u Teala Peygamberimiz (a.s.v.) e buyurdu:
-“Ve, sana ruhdan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindedir” 17- isra: 85.
Bunun fazlasını söylemeye izin yoktur. Ruh, Allah’u tealaya ait şeylerdendir ve alem-i emirdendir. O alemden gelmiştir.
-“Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir onundur.” Buyruldu. 7- A’raf: 54
Alemi halk başkadır, Alemi emr başkadır. Ölçülebilen, sayılabilen ve boyutları olan her şey’e ALEM-İ HALK denir. Halk kelimesinin lügatta asıl manası ölçkmektir. Halbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz.
Bunun içindir ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi bilmemek diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem alim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkansızdır! Bölünme ve ölçü kendisine yanaşmadığı halde, bu ruh, mahluktur. Yaratıktır.
Takdir yaratmak manasına geldiği gibi halk kelimesi de yaratmak manasına gelir. O halde bu manada yaratıktır. Diğer manada ise, alemi emirdendir. Çünkü alem-i Emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri bizleri ve sizleri Sağlam bir ittikatla Ahsen-i Akibet üzere sabit eylesin. Bu dünyadan Kelime-i Tevhid üzere ahirete intikal etmeği KENDİ RAHMETİYLE İHSAN eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Kendi nefsini bilmek- 3
29 Haziran 2008Kasyane (Navale sipi)
Kendi nefsini bilmek- 3
O halde,
Ruha kadim (ezeli) diyenler yanılıyor. A’raz (sıfat) diyenler de yanılıyor. Çünkü A’RAZIN KIYAMI KENDİ İLE DEĞİL,TABİ OLMA ŞEKLİNDEDİR.
Ruh ise, insanın aslıdır. Bütün kalıp ona uymaktadır. Nasıl a’raz olabilir? Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor. Zira cisim de, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki, ona da ruh (can) derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir.
Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek yeridir. Hayvanlarda bu yoktur. Bu ne cisim ne a’razdır. Belki melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye, uzun anlatmaya da izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur.
Başlangıçta tutulacak din yolu mücahededir. Bir kimse şartlarına uyarak mücahede yaparsa, bu marifet kendiliğinden hasıl olur. Kimseden dinlemesine lüzüm kalmaz. Bu marifet Allah-u Teala (c.c.)nın buyurduğu şu hidayet cümlesindendir:
-“Rızamızı isteyip, zahir ve batın düşmanlarla cihad edenlere cennetlerimize kavuşma yollarını hidayet ederiz.” 29-Ankebut:69
Mücahedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücahededen önce kalbin askerini bilmek lazımdır. Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez.
Beden kalbın ülkesidir. Bu ülkede kalbin çeşit çeşit askerleri vardır. Ayeti Kerimede,
-“Senin Rabbının askerlerni, Ondan başkası bilmez” 74-Müddessir:31. buyuruldu.
Kalb ahiret için yaratılmıştır. Onun işi saadeti aramaktır. Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek ise, Allah-u Teala (c.c.) nın yarattıklarını bilmekle ele geçer. Bu da bütün alemdir. Alemdeki acayip şeyleri tanımak, ona hisler (duygular) yoluyla gelir. Bu hisler ise, beden ile varlıkta durmaktadır.
O HALDE, MARİFET (tanımak) ONUN AVIDIR. Hisler de onun tuzağıdır. Beden binek hayvanıdır. Ve onun tuzağının taşıyıcısıdır.
Bunun için, onun bedene ihtiyacı vardır. Beden sudan, topraktan, sıcaklıktan ve rutübetten mürekkebtir. Bu yüzden zaif ve muhtaçtır. Helak olmasından korkulur.
İçerden, acıkma ve susama; dışarıden, ateş, su düşmanlar ile canavarların ve başka şeylerin kendini öldürmek istemeleri sebebiyle korkudadır. Açlık ve susama sebebiyle yemek ve içmek ister. Bunun için iki askere muhtaçtır. Biri zahirde, el ayak, ağız, diş mide gibi.
Diğeri batında, yemek ve içmek isteği gibi. DIŞARDEKİ DÜŞMANLARDAN KORUNMASI İÇİN İKİ ASKERE MUHTAÇTIR. Biri zahirde, el ayak silah gibi. Diğeri batında, hışım ve gazab gibi.
Görmediği gıdayı istemesi ve görmediği düşmanı defetmesi mümkün olmadığına göre, idrak etmeye, anlamaya ihtiyacı vardır. Bir kısmı zahirdedir. Beş duyu organı olan göz, burun, kulak, dil ve el gibi. Bir kısmı da batındadır.
Onlar da beştir.Ve yeri dimağdır:
Hayal kuvveti,
Düşünme kuvveti,
Ezberleme kuvveti,
Hatırlama kuvveti ve vehim kuvvetidir.
Bu kuvvetlerden her birinin HUSUSİ işleri vardır. Bir tanesine zarar
gelirse insanın işi, dünyada da ahrette de aksar.
Bu dışteki ve içteki askerler, KALBİN EMRİNDEDİRLER. Kalb ise hepsinin AMİRİ VE PADİŞAHIDIR.
Dile emir verince hemen konuşur.
Ele emredince tutar.
Ayağa emredince yürür.
Göze emredince bakar.
Düşünce kuvvetine emr verince, düşünür.
Hepsini onun isteğine ve emrine vermişlerdir. Böylece bedeni muhafeze ederler.
Bu, azığını alıncaya, avını elde edinceye, ahiret ticaretini bitirinceye ve kendi saadet tohumunu ekinceye kadar devam eder. Bu askerlerin Kalbe itaat etmesi, meleklerin Allah-uTaala (c.c.) ya itaat etmesine benzer ki, hiçbir emrine muhalefet edemezler. Hatta yaratılış icabi olarak ve isteyerek, emir olunanı
Kalbin askerlerini uzun uzun anlatmak çok sürer. Maksadı bir misal ile sana bildireyim: Beden bir şehre benzer.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah(c.c.) bizleri ve sizleri Kalb’ını islaha çalışan, çaba sarf eden ve Allah (c.c.) yolunda ömrünü harcayan kullarından eylesin.Amin….
Fuad Yusufoğlu
Receb Ayının Fazileti
03 Temmuz 2008Receb Ayının Fazileti
-”Recep” kelimesi, ta’zim manasına gelen (tercib) kökünden alınmadır. Recep ayında tevbe edenlerin üzerine rahmet döküldüğü ve amel edenlerin amellerinin kabulünden onların üzerine nur yağdığı için (Esam) denir.
Bu aya “Esam-sağı”da denir. Çünkü bu ayda savaşmanın iyi olduğu duyulmaz.
Denir ki;
-“Recep cennete bir nehrin adıdır ki, onun suyu, sütten daha beyaz, baldan daha tatlı ve kardan daha soğuktur. Bu nehirden ancak Receb-i şerifte oruç tutan içer.
Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;
-“Recep Allah (c.c.) ın ayıdır. Şaban benim ayım, Ramazan ise Ümmetimin ayıdır.”
Ehli işaret şöyle der;
-“Receb, Re, Cim, Be, den ibaret olan üç harften ibarettir.
Re, Allah (c.c.)ın rahmetine,
Cim de Kulun suçuna,
Be ise Allah (c.c.) ıhsanına Delalet ederler.
Sanki Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
-“Kulumun suçunu rahmetimle ihsanım arasında kılarım.”
Ebu Hüreyre (r.a.) den rivayet edilir. Der ki: Resulullah (a.s.v.) buyurdular:
-“Kim ki, Recab’ın yirmi yedinci günü oruç tutarsa, Onun için altmış aylık oruç sevabı yazılır.”
Receb-i şerifin Yirmi yedinci günü Cebrail (aleyhisselam) ın Resulullah (a.s.v.) a risaletle ilk geldiği gündür. Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Mi’raci da o günde olmuştur.
Derler ki;
-“Allah Teala (c.c.) dört ayı zinetlendirdi:
Zilkade,
Zilhacce,
Muharrem
Receb;
Bunların faziletini” Hakikatde ayların sayısı Allah (c.c.) yanında, Allah (c.c.) kitabında -Ta gökleri ve yeri yarattığı günden beri- on iki aydır. Onlardan dördü haram olanlardır.” Ayeti kerimesi ile beyan buyurdu.
Rivayet edilir ki;
Bir kadın beyt-i Makdisde Recep ayının her gününde on iki bin def’a İHLAS suresini okuyordu. Kadın Recep ayında yün elbise giyerdi. Bu kadın hastalandı. Oğluna kendisini yün elbise ile defn etmesini vasiyet etti.
Kadın öldüğü zaman oğlu onu beyaz kefenle defn etti. Çocuk annesini ru’yasında gördü.
Annesi ona şöyle diyordu:
-“Ben senden razi değilim. Çünkü sen benim vasiyetimi yerine geitrmedin.”
Kadının oğlu korkarak uyandı. Hemen annesinin yün elbisesini alıp onu kendisiyle defn etmek için annesinin kabrına gitti. Kabrini açınca annesini kabirde bulamadı. Bu hale şaşırıp kaldı.
Bu sırada kendisine şöyle bir nida geldi.
-“Sen bilmiyormusun? Biz receb ayında bize itaat edeni yalnız başına bırakmayız.”
Rivayet edilir ki;
-“Receb ayının ilk Cum’asında gecenin üçte biri olduğu zaman Receb ayında oruç tutanlar için istiğfar etmeyen hiç bir melek kalmaz.
Enes (r.a.)den rivayet edilir: Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki;
-“Kim ki, (Zil’kade, Zil’hicce, Muharem ve receb’ den ibaret olan) haram aylarında üç gün oruç tutarsa onun için dokuz yüz senelik ibadet sevabı yazılır.
Enes (r.a.) şöyle der;
-“Bu hadis-i şerif eğer Resulullah (a.s.v.) tan işitmedimse kulaklarım sağır olsun.”
Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bzileri ve sizleri Receb ayının mükafatına inanarak o ayı ibadetle, taatle geçiren kullarından eylesin. AMİN…..
Fuad Yusufoğlu
Öfke ve şehevi istekler- 2
04 Temmuz 2008Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)
3-Doyasıya yemek yemek:
Yenen gıdalar, tertemiz, helal olsa da, tokluk daima şehevi istekleri kuvvetlendirir. Bu ise şeytan (Aleyhilla’net) ın silahıdır.
Rivayet edilir ki, Şeytan, Yahya (aleyhisselam) a görünür. Yahya (a.s.) şeytan’da, her şeyden yapılmış ucu çengelli şeyler görür ve sorar:
-“Bu çengeller nedir?”
Şeytan:
-“Adem oğlunu, sapıttığım şehevi istekleridir.” Der.
Yahya Aaleyhisselam;
-“Onların içinde bana ait bir şey var mıdır?
Şeytan;
-“Bazı kere çok yemek yedin de, sana namazda ve zikirde ağırlık verdik.”
Yahya (Aleyhisselam);
-“Başka bir şey var mıdır?”
Şeytan;
-“Hayır.” Der.
Yahya Aleyhisselam;
-“Allah (c.c.) a yemin ederim ki, bir daha midemi yemekle ebediyen doldurmam.” Der.
Bunu üzerine Şeytan, Yahya (Aleyhisselam) a şöyle der;
-“Allah (c.c.) a yemin ederim ki, ben de bunu bir daha ebediyen kimseye söylemem.”
4-Ev eşyası ve giyim sevgisi;
Şeytan (aleyhilla’net), bir kimsenin kalbina ev, eşya ve giyim sevgisinin galebe çaldığını gördüğü zaman, çok sevinir. Sevincinden dört köşe olur.
Devamlı olarak onu, ev yapmaya, tavanlarını güzelleştirmeye, duvarlarını süslemeye, odalarını genişletmeye çağırır. Gene onu elbiselerini, binitlerini süslemeye çağırır.
Şeytan bu kimseyi ömrü boyunca bunlara ram kılar. Şeytan onu bu raddaye getirip düşürdü mü, artık onun yakasını bırakır, bir daha ona yaklaşmaz. Çünkü bunların biri diğerini çeker.
Bu hal, kişinin eceli gelip ölünceye kadar devam eder. O böylece daima şeytanın yolunda ve heva ve hevese tabi olarak yağar. Böyle olan kimsenin sonunun kötü olmasından, imansız gitmesinden korkulur. Bu hususlardan Allah (c.c.) a sığınırız.
5-Tama;
Safvan bin Süleyman (r.a.) şöyle nakleder:
Bir gün Şeytan (aleyhilla’net) Abdullah bin Hanzala (r.a.) ya Adem şeklinde görünüp der ki;
-“Ey ibni Hanzala, benden bir şey al ki, onunla seni bileyim.”
İbni Hanzala (r.a.):
-“Benim ona ihtiyacım yoktur “ der.
Şeytan (aleyhilla’net) der ki;
-“Bak, eğer hayır ise alırsın, şer ise rededersin. Devamla şöyle der: Ey ibni Hanzale Allah (c.c.) tan başka hiçbir kimseden bir şey isteme, sen öfkelendiğin zaman ne hal oluyorsun bak. Öfkelendiğin zaman ben sana malik oluyorum.”
6-İşlerde teenniyi terk etmek, acelecilik..
Envar-ül Aşikin (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala (c.c.) hazretleri: bizleri ve sizleri Şeytan’in oyuncağı halına düşmeyen kullarından eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu