‘Mezheb nedir’ olarak etiketlenmiş yazılar
Mezheb;
07 Ocak 2009Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Mezheb;
Sözlükte “gidilecek yol, gidilecek yer, görüş, doktrin, akım, gitmek ve takip etmek” gibi anlamlara gelen mezhep, dini bir kavram olarak, kendi içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip itikadı ve ameli doktrin manasına gelir.
Mezheb kurucusu imâm veya “müctehit”, hüküm çıkarmada kullanılan deliller ile aslı delillerden hüküm çıkarma metotlarını belirleyen kimselerdir.
Bu usül farklılıkları ile bunlara dayalı olarak ortaya çıkan hükümlerdeki farklılıklar mezhebleri oluşturmuştur.
İslam literetüründe mezhebler itikadı mezhebler ve ameli (fıkhı) mezhebler olmak üzere ikiye ayrılır. Tarih sahnesine çıkışı bakımından itikadi mezhebler daha önce olup, oluşmasının arkasında siyasi sebepler yatmaktadır.
Hazret-i Osman (r.a.) in şehadetiyle başlayıp Hazret-i Ali (r.a.) nin Cemel ve sıffın savaşlarıyla devam eden siyası olaylar sonucunda siyası ağırlıklı “Harici” ve “şii” mezhebleri ortaya çıkmıştır. Bir müddet sonra da; fikir yönünden Cebriye ve Mutezile gibi akımlar doğmuştur.
İtikadi mezheblerin ihtilaf noktalarını; hilafet, büyük günah, kader, Allah’ın sıfatları ru’yetullah, insanın fiilleri, husun-kubuh, şefaat, nübüvvet, rızık, ecel gibi konular oluşturmaktadır.
İtikadi mezhebler ehl-i sünnet mezhebleri ve ehhl-i sünnet dışı olmak üzere ikiye ayrılır.
Ehl-i sünnet mezhebleri; Maturidiyye, Eş’ariyye ve Selefiyye’dir.
Ehl-i sünnetin dışındaki itikadi mezheblerden Hariciye, Mutezile, Şia, Mürcia, Müşebbihe, Cebriye ise bunların meşhurlarındandır.
Fıkıh mezheblerin ortaya çıkışı ise, dini sebeplere dayanmaktadır. Hazret-i Peygamber (s.a.v.) döneminde bir ihtilaf söz konusu değildi. Zira problem olduğunda Hazret-i Peygamber (s.a.v.) e sorularak çözümleniyordu.
Hazret-i Peygamber (s.a.v.) den sonra, sahabe ve tabiin döneminden itibaren görüş ayrılığı başlamış, asr-ı saadet’ten uzaklaştıkça da bu ihtilaflar çoğalmıştır.
Bu görüş ayrılıklarının sebepleri şöyle sıralanabilir;
Bir; Kitab ve sünnette geçen bazı kelime ve cümlelerin farklı anlaşılması ve yorumlanması,
İki; Sözün hakikat veya mecaz anlamlarına çekilebilmesi,
Üç; hadislerin bilinmemesi, sıhhat derecesi ve ölçüsü konusundaki farklı telakkiler,
Dört; İçtihat usûl ve gücünün farklılığı,
Beş; Sosyal ve tabii çevrenin tesiri.
Bu sebeplerden kaynaklanan görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, müctehid imâmlar devrine kadar mezheblerden söz edilmemektedir. Her merkezde bir çok âlim ve müctehid bulunmakla, soruları cevablandırmakta ve davaları haletmektedirler. Fakat bunlara izafe edilen bir mezheb yoktur.
Bu devirde, fıkıhın ve fıkıh usulünün tedvin edilmesi, nazarı konularda ictihad edilmeye başlanması, fıkıh mekteblerinin teşekkül ederek münazara ve munakaşaların başlaması gibi sebeplerle mezhebler oluşmuş, bir çok fıkhı mezheb ya da düşünce sistemi ortaya çıkmıştır.
Bunlardan büyük bir bölümü, taraftar bulamadığı için zamanla yok olmuştur. Ancak dört büyük ameli mezheb hala devam etmektedir
Bunlar; Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Mezhebleridir.
Ehl-i sünnet akidesine mensup olanlar bu dört mezhebi benimsemişlerdir. Şiiler ise Caferiliği tercih etmişlerdir.
Dördüncü asra kadar bir kimsenin, dini-ameli hayatında bu mezhebe bağlanmasının gerekliliğini ortaya atan olmamıştır. Tatbikatta, müctehid olmayanlar, herhangi bir müctehid’den meselesinin hükmünü sorar, aldığı fetvaya uyabilir; Fakat artık bütün meselelerini aynı müctehide sorma mecburiyetini hatırına bile getirmezdi.
Âlimler de, mezheb hükümlerine, imanın görüşlerine göre değil, kitab ve sünnet delillerine göre hüküm verirlerdi.
Mezheblerin teşekkülünde bir müddet sonra, içtihad terbiye ve kültürünün değişip zayıflaması, hazır hükümlerin çoğalması, siyası baskı gibi çeşitli nedenlerle mezheb taasubu meydana gelmiştir. Bununla birlikte bir mezhebe bağlılığın lüzumu da gündeme gelmiştir.
Sonra gelen âlimlerden mezheb mukallit ve mutaassıpları, her mükellefin dört mezhebten birine bağlanmasının vecip olduğunu ve mezhebini terk edene ta’zir tatbik edilmesi gerektiğine iddia etmişlerdir. Buna mukabil, diğer bazı usulcüler ise, bir mezhebe bağlanmanın gerekli olmadığını, belki caiz olabileceğini, gerektiğinde o mezhebi bırakıp başka bir mezhebe geçebileceğini kabul etmişlerdir.
Herhangi bir mezhebe bağımlı kalmanın gerekli olmadığını kabul edenler, bunun bir kolaylık, genişlik ve rahmet olduğunu ileri sürmüşler ve Hazret-i Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) e atfedilen;
-“Ümmetimin ihtilafi rahmettir.” Mealindeki hadis-i deili olarak göstermişlerdir. (Suyuti, el-Cami’us-Sağir, 1/13; Aclüni, keşfu’l-Hafa 1/64)
Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları (Dini kavramlar sözlüğü)
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri tam bir imanla ve halis bir akide ile Ahrete gitmeyi nasıb eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
İtikadi Mezhebler;
07 Ocak 2009Girnavas mevki-i (Nusaybin)
İTİKADi MEZHEBLER;
İtikadi mezheblerin meydana gelişi;
Mezheb kelimesi,”Zehb” kelimesinden türemiş molup lügat mânası; gidilen yol, demektir. İslam dininde ise mezheb; dinde tâkip edilen yol anlamına gelir.
Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında bugünkü anlayışımıza uygun olacak şekilde “mezheb” diye bir şey yoktur.
Müslümanlık tam bir bütünlük ve âhenk içinde yaşıyordu. Gerek fikri ve gerekse ameli mes’eleleri Resulullah (s.a.v.) en küçük bir anlaşmazlığa dahi yer bırakmadan kesin beyanlarla izah ediyordu. Sahbeler, dini mes’eleleri en küçük teferuatına kadar zihinlerinde tutmak için birbirleriyle âdeta yarışırcasına hareket ederlerdi.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) in vefatından sonra meydana gelen hadiselerin ve mes’elelerin açıklanması, sahabilerin âlim derecesinde olanlarının kitab ve sünnet anlayışlarına uygun, içtihadlarına kalmıştı.
İslam haritesi genişleyip, Müslümanlar etrafa yayıldıkça, oralara yerleşen sahabeler, bir taraftan dini hükümleri öğretmeğe, diğer taraftan da o memleketlerin örfleri an’aneleri ve mali ve ticari nizamları dahilinde sorulan sorulara cevaplar vermeğe çalışıyorlardı.
Bu arada, türeyen bir takım bozguncular, İslam bütünlüğünü bozmak için sinsice fitne ve fesad çıkarmaya, halk arasında menfi propagandalar yapmağa başladılar.
İslamiyetin fikirlere ve kanaatlere bahşettiği hürriyet, bazı garazkarlarca kötüye kullanılınca, itikadi mes’eleler üzerinde ilk ihtilaflar meydana çıkmağa başladı. Türlü bid’at ve sapık fikirler islamiyetin esasından imiş gibi gösterilmeğe çalışıldı.
Bu itibarle Resul-i Ekrem (Sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinin ihtilaflarını, buyurdukları;
-“Ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri, O da benim ve ashabımın yolunda olanlar müstesna hepsi nar (cehennem) dadır” Tirmizi rivayet etmiştir.
Hadis-i şeriflerinde çok evvelinden haber vermiştir.
İtikadı ayrılıklara temas ederek kendisiyle ashabımnın fırkasını hak yol gösteren Resulullah (s.a.v.) ötekilerin topyekün sapık ve cehennemlik olduğunu bizlere bildirmiştir.
Hak yolu üzerinde olan tek fırka’ya biz, “fırka-i Naciye”, yani Ehl-i sünnet ve’l-Cemaat adını veriyoruz.
Bir kısım İslam âlimleri, itikad sahasında ortaya atılan bid’at, bozuk ve sapık fikirlerden esase tealluk eden iman esaslarını ayıklamağa çalışırlarken, bir kısım âlim geçinen garazkarlar da daha çok bozulması için iman esasları üzerinde akla uymayan, mantıksız fikirleri ileri sürmekle inat gösteriyorlardı.
İslamiyet’te meydana çıkan, esasa ait kanaat ayrılıları ve görüş farklılıkları İslami bütünlüğü parçalayan birer fikri afetlerdir. Bu afetler zamanla o kadar büyümüş ki, ehl-i sünnetin karşısında ehl-i bid’at adını alarak, islamiyeti içinden parçalamaya çalışmıştır. İtikat konusundaki bu ayrılıklar halk arasında da geniş taraftarlar bulunca itikad-i mezheblerin ortaya çıkışı kolaylaşmıştır.
Diyanet işleri bakanlığı
Allah’u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fırka-i Naciye olan Ehl-i Sünnet vel-Cemaat ehlinden eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Mezheblerin çıkışları;
07 Ocak 2009Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Mezheblerin çıkışları;
Diğer taraftan mezheblerinin çıkışlarını şu dört esasada bağlamak mümkündür.
Bu esaslar:
1- Zeka
2- Merak
3-Vakit
4- Yer değiştirmedir. Şimdi bu nokta-i nazarı sırasıyla görelim.
1- Zeka:
Her insanda zeka aynı ayarda değildir.bu itibarla nasslar üzerinde zekanın çeşitli yorum yapması çok önemlidir. Ayrıca bazı insanlar çabuk öğrenir geç unutur, bazı insanlar geç öğrenir geç unutur, bazıları çabuk öğrenir çabuk unutur, bazılarıda geç öğrenir çabuk unuturlar. Bu son ikisi en fenasıdır. Bütün bunlar, yeni bir mezhebi meydana getirmenin bir sebebini teşkil edebilir.
2- Merak:
İnsanların mühtelif sahalar hakkındaki merakları da mezheblerin ortaya çıkış sebebi olabilir. Öyleki peygamber efendimiz (s.a.v.) i dinleyen sahabilerin bir kısmı fıkıh, bir kısmı tefsir ve bir kısmı da hadis sahasında daha dikkatli oluyordu ve bu husus da notlar ediniyordu.
3- Vakit:
Müslümanların hepsi muntazam bir şekilde peygamber efendimiz (s.a.v.) le ibadetlerini yapıp sohbetlerinde bulunamıyorlardı. Zira meşguliyetleri samimi isteklerine zaman zaman mani oluyordu. Bu bakımdan gerekli bütün bilgileri almak imkanları olmuyordu. Bu hali ilerde mezheb ayrımına tesir edeceği tabiidir.
4- Yer değiştirme:
Müslümanlık Mekke ve Medine de kalmamış, Mısır’a, cezayire, Fas’a, Anadolu’ya, Hindistan’a, Pakistan’a ve Endonezya’ya hülasa dünyanın her tarafına yayılmıştır. Bu memleketlerde yaşayan insanların dili, dini inanışları, gelenek ve görenekleri hep başka başka idi. Bu bakımdan din buralarda yayılırken eski dinlerin an’anelerin bazı etkileri altında kalmıştır. Zira mezheblerin çıkışı bir dernek kuruluşu gibi olmamıştır; dolayısıyla da mezhebler birer dernek değildir.
Ehli bid’ad:
Peygambermiz (s.a.v.) in izinden ve ashabın yolundan ayrılarak bid’ada ve delalete (uydurma ve sapıklığa) düşenlerin yoludur. Ehl-i bid’ad hak yolunu terk ettikten sonra yedi büyük fırkaya ayrılmıştır. Bu fırkalar: kendi içlerinde salkım saçak misali çeşitli kollara ayrılmıştır.
Ehl-i bid’at mezheplerin incelenmesi ilm-i kelam’ı alakadar ettiği için bunlardan biz kısaca bahsetmekle iktifa edeceğiz. Yalnız şu kadarını da söylemek lazımdır ki bütün bu mezhepler İslam dininin tekemmül ve teessüsün den sonra ortaya çıkmıştır. Bu itibarla , bu mesheplerin esaslarına inanmaya bid’at , inananlarınada ehl-i bid’at (bid’atçılar) denir.
Diyanet işleri bakanlığı
Allah’u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fırka-i Naciye olan Ehl-i Sünnet vel-Cemaat ehlinden eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
İtikadi mezheblerin bölümleri:
07 Ocak 2009Girnavas mevki-i (Nusaybin)
İtikadi mezheblerin bölümleri:
Ehl-i sünnete gelince:
Hak yolu üzerinde olan peygamber ve ashabının gidişini takip eden islamın gerçek mümessillerinin ve çoğunluğunun yoluna, mütekaddimine selef-i salihin yahut kısaca selefiyye denir. Milattan sonra 10.asra kadar yaşayan ashap, tabiin ile onların izinden giden bilginler, fakihler, müctehidler ve muhaddislere selef veya selefiyyun denir.
Bunlar, Allah tealayı kemal sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlarından münezzeh bilmişler ve kitap ve sünnetin açık ve zahiri manalarından ayırmamışlardır. Kuranı kerim ve hadisi şerif yoluyla münazara ve münakaşayı kabul edip başka usullerle mücadeleyi sevmezlerdir. Anladıkları kadar anlarlar, anlamadıklarını ilahi ilme bırakırlardır temiz, saf ruhulu insanlardır. Ayet ve hadisleri kat’iyyen te-vil etmezlerdir.
Müteahhirine gelince:
Selefiyy’nin yürüdüğü temiz yolun dışında, imanın berrak havasını bulunduran bir takım sapıklar türemeye başlayınca ehl-i sünnet itikadını korumak için müteahhirin adına verdiğimiz mütekellimin ortaya çıktı. Bunlar, ehl-i sünnete karşı yapılan saldırılara kuranı kerim ve hadislere dayanan, felsefi ve akli metotlardan istifade eden müdafaalarda bulunmuşlardır. Bu süretle ortaya çıkan müteahhirin, başlıca iki kola ayrılmıştır.
Matüridiyye,
Eş’ariyye
Gerek matüridiyye ve gerekse eş’ariyye esasda ittifak halinde olup teferruatta bazı görüş ve anlayış farklarına sahiptir. Bu ise “ümmetinin ittifakı hücced, ihtilafı rahmettir” hadisi şerife uygun düşmektedir.
EHL-İ SÜNNETİN AKAİD İMAMLARI:
Ehl-i sünnet mezhebini akaide başlıca imamları, imam-ı matüridi ile imam-ı eş’ari dir. Bu iki imamın mezhebelerine de matüridiyye ve eşariyye adı verilir. Bunlardan imam-ı matüridi daha ziyade Hanefi mezhebinin imamıdır.
İmam-ı matüridi:
Esas adı, Muhammed bin Muhammed bin Mahmud-il matüridi olup, künyesi ebu mansurdur. Hicri 280 tarihinde semer kandı matürid köyünde doğmusştur. Doğduğu yer nisbetle matüridi diye anılır. Bu münasebetle mezhebine de matüridiyye adı verilmiştir.
Hicri 333 veya 336 tarihinde semer kand da vefat etmiştir. İmam-ı matüridi, maveraünnehir’ de yaşamıştır. Çok zeki ve kuvvetli bir lisana sahip müthiş bir mücadele kabiliyetine haiz idi. Kuranı kerim ve hadis-i şerifler üzerindeki vukufiyeti eşsiz idi. Dini ilimlerin hepsinde, bil hassa ilm-i tevhid ve kelamda pek mahir idi.
İmam-ı matüridi, elh-i sünnet itikadını müdafaa ve batıl itikadları red ve iptal hususunda çok çalışmıs, çeşitli eserler meydana getirmiştir. Kitapları tamamen akli ve nakli delillerle doludur. Hanefi mezhebinin akaide imamıdır.
Ehl-i sünnet akidesini tamamen açıklayarak ilmi delillerle yıkılmaz bir duruma sokmuştur. Fikirleri bu zamana kadar değişikliğe uğramamış olup ancak şerh edilmiştir. Bu itibarle kendisine “İmâmü-l-Mütekellimin” denilmiştir.
İmâm-i Eş’ari;
Selefler gibi ön planda imanı, ikinci planda aklı kabul eden İmâm-i Eş’ari’nin esas adı Ali bin İsmail-El-Eş’ari-yıl Basridir. Künyesi Ebü’l-Hasandır. Nesebi cihetiyle Eshab-i kiramdan Ebû Mus-el-Eş’ari (r.a.) ye dayandığı için Eş’ari adını almıştır.
Amelde mezhebi Şafii olduğu için fikirleri daha ziyade Şafiiler arasında kabul bulmuştur.
Diyanet işleri bakanlığı
Allah’u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fırka-i Naciye olan Ehl-i Sünnet vel-Cemaat ehlinden eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu