‘Nakşibendi silsilesi’ olarak etiketlenmiş yazılar
Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 3
23 Haziran 2008Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin farsça risalesinin 1.ci shifesi
Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 3
Bağlılığım kat kat artı. Tereddüt içinde bulunduğum günlerden birgün idi. Evimin bulunduğu Fethâbâd’da şeyh Seyfüddin (r.a.) nin kabrine doğru oturmuştum. İçimde öyle bi fırtına koptu ki, hemen Hâce Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin huzuruna kavuşmak için Kasr-ı Ârifâ’na doğru yola çıktım.
Kâsr-ı Ârifâ’na varıp, Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin evlerine yaklaştığım zaman, yola çıkmış, beni beklemekte olduğunu gördüm. Bana ihsanda bulundular, yanlarına oturtular. Namaz kıldıktan sonra, sohbete başladılar. Heybeti beni öyle sarmıştı ki, konuşmaya mecâlim kalmadı.
Bu sohbet sırasında buyurdu ki;
-“İlim iki kısımdır. Bir kalb ilmi; bu ilim, en faideli olan ilimdir. Bu ilmi Nebi’ler ve resül’ler öğretir. Diğeri, Lisan ilmidir. Bu ilim de Allah-u teâlâ’nın insanoğluna huccetidir. Ümid ederim ki, batın ilminden sana bir pay erişsin.
Yine nakledildi ki;
-“Sadâkat ehliyle oturduğunuz zaman, sıdk (doğruluk) üzere bulununuz. Çünkü onlar, kalb casuslarıdır. Kalblerinize girerler ve himmetinize bakarlar. Biz kendi kararımızla kimseyi kabul edemeyiz. Böyle me’muruz. Bakalım bu gece bize ne işaret buyururlar. Eğer seni kabul ederlerse, biz de kabûl ederiz.” Buyurdu.
Ömrümde o gece kadar çetin ve zor bir gece geçirmedim. Saâdet kapısının açılmasını umarken, bu kapının yüzüme kapanmasından korktum. Sabah namazını Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) ile beraber kıldım.
Namazdan sonra;
-“Sana müjdeler olsun kabul işareti geldi. Biz insanları az kabul ederiz. Kabul ettiğimiz zaman da geç kabul ederiz. Ta ki gelenlerin nasıl geldiği ve zamanının gelmiş olduğu belli olsun.” Buyurdu.
Bundan sonra Şah-ı Nakşibend hazretleri (r.a.), silsilelerini Abdulhâlık Goncdüvâni’ye kadar gösterdi.
Bundan sonra nice zaman Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin hizmetine ve sohbetinde bulundum. İcazet verdikleri güne kadar yanlarında ayrılmadım.
Yanlarından ayrılıp, yola çıktığım zaman;
-“Sana târikat edebi ve hakikat sırrı olarak bizden ne erişmişse, Allah-u te’lâ’nın kullarına ulaştır, götür. Bu senin saâdete kavuşmana sebep olur.” Buyurdu.
Ayrıca halifesi Alâüddin-i Attâr ile sohbet etmemeizi emretti.
Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin vefatından sonra, ben uzun müddet Bedehşan’da kaldım. Alâeddin-i Attâr (r.a.) ise Çigâniyan’da bulunuyordu. Bana bir mektup yazarak, Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin emrini hatırlattılar.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onyedincisi olan Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 4
23 Haziran 2008Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin mübarek kabirleri
Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 4
Bundan sonra hemen Alâüddin-i Attâr hazretleri (r.a.) nin yanına gittim ve vefatına kadar sohbetleirnde kaldım. Vefatlarından sonra memeleketime döndüm.”
Ya’kub-i Çerhi (r.a.), önce Behâeddin-i Buhâri (r.a.) nin, sonra onun seçkin talabesi ve halifesi olan Alâüddin-i Attâr (r.a.) in sohbetinde yetişip kemâle geldi. Hocası Alâüddin-i Attâr (r.a.) halifesi olup, insanlara doğru yolu gösterdi. Onun en başta gelen talebesi halifesi de Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) dır.
Ya’kub-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin, yazdığı Tebâreke ve Amme cüzleri tefsiri ve fârisi “ Risâle-i Ünsiyye” adlı eserleri vardır. Bu eserleri Hindistan’da basılmıştır.
Ya’kub-i Çerhi hazretleri (r.a.), Şah-i Nakşibend Muhammed Buhâri hazretleri (r.a.) nin sohbetine kavuşmasını ve o büyük rehberden duyduklarının bir kısmını Farsça olarak bir risale halinde yazmış, bu risalesinde o büyükler yolunun edeb ve dine bağlılıklarını halisâne bildirmiştir. Bu risalenin bir bölümü şöyledir.
Hazret-i Hâce Behâüddin-i Buhâri (r.a.) buyurdu ki; Hadis-i şerifte –“Abdestinizi toplayın (iç ve dış temizliğini birleştirin) Allah-u teâlâ da sizin dağınıklığınızı toplasın.” Buyuruldu. Abdesti toplamaktan maksad dış ve iç temizliğinin hasıl olmasıdır. Dağınıklıktan ancak bununla kurtulunulur.
İç temizliği, kalbin; kin, çekememezlik (hased) insanlara düşmanlık, bahillik gibi kötü sıfatlardan ve Allah sevgisinden başka her sevgiden temizlenmesi ve Allah sevgisi ile rahatlamaktan ibarettir. Kalb, kötü sıfatlardan temizlenip, iyi sıfatlarla süslenince, düzeltilmiş olur. Bu dünyanın kötülüklerinden ancak sâlim doğru kalb ile kurtulunulabilir. Ayet-i kerime’nin meâli şöyledir;
-“Kıyamette mal ve evladan faide gelmez, ancak salim kalb getiren o gün hakkın rahmetine kavuşulur.” (Şuarâ suresi Ayet; 89)
Bunun için demişlerdir;
-“Gayretinden kalb evimi gayriden eyledim hâli,
-“Senden gayriye yakışmaz bu hâne ki olsun mâli.”
Bütün ibâdetlerden maksat, Allah-u teâlâ’yı anmaktır. Demişlerdir. Zikir, ruh; bütün ibâdetlerde beden gibidir. Hâk teâlâ’dan gafil olunca, ibadetlerden beklenen fayda hasıl olmaz. Zikir de ihlassız olunca, beklenen faydayı vermez.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);
-“Halis ve muhlis olarak Lâ ilâhe illallah… diyen cennete girer.” Buyurdu.
-“Bununla ihlasla olması nasıldır?” dediklerinde
Bu kelimeyi söyleyenin, kndini haramlardan korumasıdır.” Buyurdu
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onyedincisi olan Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 5
23 Haziran 2008
Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) Şah’i anlatan risalesinin birinci sahifesinden bir bölüm
Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 5
Yani bu şekilde bu kelimeyi söylemekle kalb düzelir ve o kimsenin hallerinde ve fiillerinde istikâmet hâsıl olur. Zahir ve bâtın istikameti ele geçince de sonsuz saâdete kavuşmuş olur. Zâhirin istikamete olmatte olması demek, dinimizin zâhir hükümlerinin hudûduna, ya’ni mir ve yasaklara, büyüğü ve küçüğü ile riâyet demektir.
Bâtının, kalbin istikameti ise, hakiki imâna kavuşmasıdır. Yüksek hocamız, bu hakiki imânı, kalbi Allah-ü teâlâdan alıkoyan bütün fayda ve zararlardan temizlemektir. İfâdesi ile açıkladılar.
Onlara bu dünyadan ayrılacakları vakit rahmet melekleri iner ve bu melekler ona;
-“Ahiretin azabından korkma ve bu dünyanın rahatını kaçırdın diye üzülme; Size va’d olunan Cennetin müjdesi budur. Bu Cennette, sizin istediğiniz her şey vardır. Bütün bu ni’metler sizin merhamet ve mağfiret olunmanız yanında düşük, bunlar da Allah-u teâlâ’yı görmeniz yanında aşağı kalır.”
Gafletle olan zikir bu kadar fayda sağlamaz. Belki büyük korku dolur.
Denildi ki;
-“Allah” deyip de, kalbi Allah-ü mteâlâ’nın hükümlerinden gafil olanın hasmı, bu dünyada da ahrette de Allah’tır.”
Akşam ve sabah zikreden, zikredenlerden olur, gafillerden olmaz. Hiçbir âyet ve hadiste, zikrin yüksek sesle olacağı tasrih edilmemeiştir. Hep gizli, sessiz olması emr edilmiştir.
Her hâlde uyanık olmalıdır.. Yerken, yatarken, konuşurken, yürürken, alış veriş ederken, abdest alırken, namaz kılarken, kur’an-i kerim okurken, yazarken, ders ve va’z verirken, bir göz açıp kapayacak kadar Hakdan gâfil olmamalıdır.
Birbirini inkâr etmiyen aynı yol erbâbının sohbetleri faydalıdır. Ama sohbet ve arkadaşlık haklarını gözetmelidir. Kâmil ve mükemmil bir zâtın bir bakışı, kalbi o kadar temizler ki, uzun riyazetlerle buna kavuşmak pek zordur.
Tebriz’de Şemseddin’in bir nazarıan kavuşan kişi,
Çile çekenlere güler, aşağı bulur bu işi,
Sohbetin sahih, doğru olduğunun alâmeti, onda kulun kalbine Rahmani ve Rabbani fyizlerin gelmesi, Allah-ü teâlâ’nın sevgisinden başka sevgilerin kalbden silinmesidir.
Eshab-i kiram (Aleyhimurrıdvan) birbirlerine;
-“Gelin bir miktar oturalım da imân edelim.” Derlerdi.
Ya’ni berâber olup, Allah’dan başkasını unutup, hâkiki imâna kavuşalım derlerdi. Allah adamları, Allah-ü teâlâ’nin sevgili kulları ile oturup kalkmanın, onlarla sohbet etmenin çok faydaları vardır.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
(Kaynaklar)
1-Tam ilmihal Seâdet-i Ebediyye sah. 1083
2- Hadaik-ül-verdiyye sah. 15
3- Nefehat-ül-üns sah. 436
4- Reşehat sah. 58
5- İrgam-ül-merid sah. 63
6-Hadikat-ül-evliya sah. 73
7- Rehber ansiklopedisi cilt 18 sah. 93
8- Esmâ-ül-müellifin cild 2 sah. 546
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onyedincisi olan Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu);
23 Haziran 2008Ubeydüllah-i Ahrar (Radiyallah-u anhu) nın kabri
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu);
Evliyanın büyüklerinden. İnsanların i’tikâd, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenip yapmalarını sağlayan ve Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsele-i âliye” denilen İslam âlimlerinin “onsekizincisidir.”
İsmi, Ubeydüllah bin Mahmud bin Şihabüddin’dir 806 (M. 1403) da Taşkend’de doğdu. 859 (M. 1490) senesinde Semerkand’da vefat etti. Babası, o zaman büyük âlimlerden evliya bir zat idi. Annesi ise Hazret-i Ömer (r.a.) in soyundandır.
Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) doğduğunda, kırk gün annesini emmemiştir. Annesi nifasdan temizlendikten sonra emmeye başlamıştır.
Daha çocuk iken yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ ederlerdi. Dilinden Allah-u Teâlâ’nın ismi hiç düşmez, devamlı zikir ile meşgül olurdu.
Dedesi Hâce Şihabüddin (r.a.), âlim ve evliya bir zat idi. Vefat edeceği sırada, torunlarını son olarak görüp vedalaşmak istedi ve onlarla tek tek vedâlaştı. Torunu Übeydüllah-i Ahrar (r.a.) da görmek isteyip, babasına onu getirmesini söyledi. Yanına getirdiklerinde o zaman çok küçüktü.
O yanına getirilince,
-“Beni yatağımdan kaldırın” deyip, yatağı üzerine oturtarak, Ubeydüllah-ı Ahrar (r.a.) ı kucağına aldı. Sarılarak ağladı.
Ve şöyle dedi;
-“Benim istediğim çocuk budur. Ben bunun büyük bir zat olduğu zaman hayatta olmam. Bunun âlemdeki tasarrufunu ve yaptığı hizmetleri göremem. Bir çocuğun şânı âlemi tutacak, İslamiyet’e hizmet edecektir. Cihan padişahları bunun emrine itaât edecekler. Bundan zuhur edecek işler, önceki âlimlerden zuhûr etmemiştir.”
Daha birçok müjdeler verdikten sonra, tekrar bağrına basıp sarılarak, Ubeydüllah-i Ahrar (r.a.) ın babası Mahmud Şâşi (r.a.) ye;
-“Benim bu oğlumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et.” Diyerek vâsıyet etti.
Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri r.a.) daha çocuk iken, üstün hallere kavuşmuş olup, kerametleri görülüyordu.
Kendisi şöyle anlatmıştır;
-“Mektebe gider gelirdim. Gönlüm daima Allah-u Teâlâ ile idi. Bir an O’nu unutmaz, bir an O’ndan gafil olmazdım. Herkesi de kendim gibi sanırdım. Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü. O sırada bana bir gaflet ârız oldu. Bu işle uğraşırken, Allah-u Teâlâ’yı anmaktan uzaklaştım. Hissine kapıldım.”
Karşıda bir genç, çift sürüyordu;
-“Bak şu genç bunca eziyet içinde Allah’ı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O’nu nasıl unutursun?” diyerek hüngür hüngür ağlamağa başladım.”
-“Ben o zaman, herkesi kendim gibi her an Allah-u Teâlâ’yı anmaktadır zanediyordum. Bülûğ yaşına erişinceye kadar, Allah-u Teâlâ’dan gafil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Zanediyordum ki, Allah-u Teâlâ herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yaratmıştır. Sonradan anladım ki, Allah-u Teâlâ’dan gafil olmamak, yalnız bazı kullara mahsus ilahi bir inayet imiş. Ancak riyazet ve nefs mücadelesiyle elde edilebilir, hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 2
23 Haziran 2008Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 2
Amcasının oğlu Hâce İshak da şöyle anlatmıştır;
-“Ben ve öbür çocuklar oyun oynarken, aramıza katılması için ona ne kadar rica etsek, kabul ettiremezdik. Oynar gibi görünüp, bir kenarda durur ve kendi hallerinde olurdu.”
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yine kendisi şöyle anlatmıştır;
-“Çocukluğumda rü’yada kendimi Şeyh Ebû Bekr-i Şâşi’nın mezarı yanında gördüm. Mezarın eşiğinde İsa Aleyhisselam vardı. Hemen ayaklarına kapandım.”
Elleri ile başımı kaldırıp;
-“Gam çekme! Seni ben terbiye edeceğim!” buyurdu.
Rü’yayı anlattığım zatlar, tıb ilmi ile ta’bir ettiler. Ya’ni tıb ilminden nasibim olacağını söylediler. Ben bu ta’bire razı değildim.
Ta’birim şuydu;
-“İsa Aleyhisselam, ölüleri dirilten bir Peygamberdir. Evliyadan ihya sıfatına mazhar büyüklere de “İsevi meşreb” denirdi. Maden ki, İsa aleyhisselam bu fakirin terbiyesini üzerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihyâ sıfatı verilecek.”
-”Nitekim kısa bir zaman sonra, Allah-ü teâlâ’ bana öyle bir hâl ve kuvvet bahşetti ki, bende o ma’na, kemâliyle meydana geldi.Vasıtamızla nice ölü kalbler, gaflet karanlığından şühud ve huzur ışığına çıktılar.”
-”Hâlimin başlangıcında, Rü’yada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) ı gördüm. Gayet yüksek bir dağın eteğinde, Eshâb ile topluluk hâlinde idiler.”
Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamaı işaret etti ve Buyurdu ki;
-“Beni bu dağın başına çıkar!”
Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkardım.
-“Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum. Fakat başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım.” Buyurdu.
-”Yine ilk zamanlarda, rü’yada Hâce Şâh-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri (r.a.) ni gördüm. Bâtınıma öyle tasarruf etti ki, ayaklarımda mecal kalmadı. Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler. Ben de son gücümü sarf ederek, arkalarından koştum ve yetiştim.”
Geriye dönüp;
-“Mübarek olsun!” buyurdular.
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yirmiiki yaşında iken dayısı Hâce İbrahim, onu ilim tahsili için Taşkent’den Semerkand’a gönderdi. İki yıl müddetle Mâverâünnehr’deki büyük âlimlerin meclisinde bulunup ilim öğrendi.
Yirmidört yaşında Hirat’a gitti. Beş yıl da oradaki büyük âlimlerden ilim öğrendi. Yirmidokuz yaşında iken memleketine döndü.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 3
23 Haziran 2008Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 3
Tasavvuf ilminde hocası Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) dır. Onun sohbetlerinde kemâle gelip, tasavvufda yükseldi.
Vefatından sonra da hocasının yerine geçti. İnsanlara rehberlik edip saâdete kavuşturdu.
Yine Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;
-“Bir ara bende öyle bir hâl oldu ki, büyük, küçük, hür-köle, her kiminle karşılaşırsam, ayağına kapanır, tam bir kırıklık ve yalvarış ile ondan bana duâ etmesini isterdim.
İlk zamanlarımda idi. Validemin bir tarlası vardı. Tarladan kalkan bir miktar buğdayı, çölde yaşayan bir Türk ile bana gönderdi. Ben buğdayı anbara koymakla meşgül iken, buğdayı getiren o Türk çuvallarını alıp gitmiş. Nereye gittiği ve hangi yoldan gittiği belli değildi. O anda, neden bu gârip ve zavallı kimseden bir duâ alamadım diye üzüldüm. İçime garip bir ızdırap çöktü. Buğdayı olduğu gibi bırakıp, koşarak peşine düştüm. Yolun yarısında ona ytiştim.
Tevazu ile yalvararak bana duâ etmesini istedim.
-“Beni gönlünüze alın! Hâlime bir inâyet nazarı ile bakın. Belki duânız ve himmetiniz bereketiyle, Allah-ü teâlâ beni bağışlar, merhamet eder de yolum açılır.” Dedim.,
O Türk hayret ederek bana;
-“Zanediyorum ki, Türk şeyhlerinin söyledikleri;
-“Her kimi görsen Hızır bil,
-“Her geceyi kadir bil.”
-”Sözüne göre haraket ediyorsun, ama ben çölde yaşayan bir Türk’üm ki, elimi yüzümü yıkamayı bile layıkı ile bilmem. Senin istediğin şeyden ben haberdâr değilim. O bende yoktur.” Dedi.
Sonra;
-“Benim yalvarışıma bakıp, öyle bir teessüre kapıldı ve ellerini kaldırıp benim için öyle bir duâ etti ki, duâsının tesiri ile o ânda bâtınımda, kalbime fetihler, açılmalar hasıl olduğunu gördüm.”
Yine Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır.
-“Küçüklüğümde bende kuvvetli bir vehime, hayalgücü vardı. Şöyle ki; yalnız başıma evden dışarı çıkmazdım. Bir gece bana öyle bir hâl oldu ki, kalbim Ebû Bekr Şâşi (r.a.) nin kabrini ziyaret etme şevki ile doldu. Hemen evden çıktım, kabri başına varıp, kabre karşı oturdum. Kalbime hiçbir korku gelmedi. Bir saat kadar böyle kaldım. Oradan Şeyh Hâvend Tâhûr (r.a.) un kabrine gittim. Yine içimde bir vehim ve korku yoktu. Oradan Şeyh İbrahim Kimyager’in kabrine, Şeyh Zeynüddin Kuy-i Ârifan (radiyallahu anhüm) içimde hiçbir korku yoktu. Bundan sonra artık bende, kabirlerde ve korkulu yerlerde, büyüklerin ruhaniyyetinin bereketiyle hiçbir korku hâli kalmadı. Bundan sonra hiç korkmadım.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 4
23 Haziran 2008Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 4
-“ Taşkent’in bütün mezarlarını dolaşamaya adet edindim. Mezarlar birbirinden uzak yerlerde idi. Bir gecede hepsini dolaştığım oluyordu. Bu sırada henüz bâliğ olmuştum. Ev halkı benim geceleri böyle dolaşmamdan telâşa düşmüş olacaklar ki, peşimden süt kardeşimi göndermişler. Benim ne yaptığımı öğrenmek istemişler. Ber gece Şeyh Hâvend Tâhur (r.a.) un kabr-i şerifinin yanında idim. Süt kardeşim çıkageldi Yanıma gelir gelmez elini üzerime koyup titremeye başladı.”
-“Sana ne oldu?” dedim.
Bana;
-“Gözüme garip şeyler görünüyor, az kaldı helâk olacağım.” Dedi. Onu alıp, eve götürüp bıraktım.”
Ev halkına demiş ki;
-“Artık ondan şüphelenmeyiniz. Ondan dolayı hoşnut olunuz. Biliniz ki o, bizden bambaşka bir hâle düşmüş. Karanlık gecede, on kişinin bir grup hâlinde sokulamıyacağı mezarlar başında kimsesiz sabaha kadar kalmaktadır.”
-“ Ev halkı bunu öğrendikten sonra, benim bambaşka bir hâle tutulduğumu anlayıp, hakkımda başka ihtimâller düşünmediler.”
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yine şöyle anlatmıştır;
-“İlk zamanlarda, bir gece Şeyh Ebû Bekr Kaffâl (r.a.) ın mezarı başına gidip, oturmuştum. Bu mezar o kadar heybetli ve korku verici idi ki, gündüzleri bile yanına yaklaşmaktan korkarlardı. Taşkent’te bir adam vardı. Bize karşı inâd ve muârız idi. Bize bir zarar vermek için fırsat kollardı. Meğer o gece beni gözetleyip, takip etmiş. Ben mezarın başına varıp oturdum. Başımı eğip murâkabeye dalınca beni korkutup dehşete düşürmek için birdenbire bir nâra atarak üzerime doğru gelmeye başladı. Hiç aldırmadım ve murâkabemi ve oturuşumu hiç bozmadım. O kişi, benim bu halimi görünce utandı. Ağlayarak önüme gelip, yüzüstü düştü. Benden özür diledi Bundan sonra bizim dostlarımızdan oldu.”
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;
-”Yine bir gece, Şeyh Zeyneddin hazretleri (r.a.) nin kabri başında oturuyordum. Mezar, şehir dışında tenha bir yerde idi. Taşkend’de bir deli vardı. İri yapılı, uzun boylu birisiydi. O günlerde Taşkend’de birini öldürmüştü. Halk ondan korkar, onun olduğu yerden uzaklaşırlardı.”
Ben mezar başında iken, birdenbire o deli çıkageldi;
-“Kalk buradan çık git.” Diye haykırdı.
Ben ona hiç cevap vermedim. Oturuşumu bozmayıp, murâkabeme devâm ettim. O bağırmaya devam etti. Ben yine aldırmadım.Mezarın yanındaki otları ve ağaç dallarını toplayıp bir demet yaptı. Sonra yakında bulunan mescide gidip, oradan yanan lambadan elindeki ot ve ağaç demetini tutuşturup yanıma yaklaştı. Maksadı, elinde yanan ateşi başıma atmaktı. Bunu yapmak üzere yanıma yaklaşınca, bir rüzgâr esip elindeki ateşi söndürdü. Bağırıp çağırmaya başladı, deliliği iyice arttı. Fakat ben asla aldırmayıp, hâlimi bozmadım. Bu hâl sabaha kadar devam etti.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 5
23 Haziran 2008Ubeydullah-i Ahrâr (r.a.) mübarek kabirleri
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 5
-”Sabaha olup gün ağarırken ortadan kayboldu. Taşkend’de gitmiş, sabahın erken saatinde Taşkend pazarını altüst etmiş, bir kişiyi öldürmüş. Bunun üzerine halk da sopalarla üzerine hücüm edip, onu öldürmüş.”
Hâce Abdülhâlık Goncdüvâni hazretleri (r.a.) ve talabeleri, çarşı ve pazarda dolaşırken, halkın ve satıcıların gürültülerini işitmez, kulaklarına zikir sesleri gelirmiş. Onun gibi, ilk gençlik yıllarımda Allah-ü teâlâ’yı zikir, bana öyle hâkim olmuştu ki, rüzgarın sesini ve iniltisini hep zikir gibi işitirdim… Bu sırada onsekiz yaşında idim.”
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ilk gençlik yıllarından sonraki hâlini de şöyle anlatmıştır.;
-“Mirzâ Şahrûh zamanında Hirat’ta idim. Hiç param yoktıu. Başımda bir tülbentim (sarığım) vardı. O da parça parça idi. Bir parçasını düğümlesem, öbürü parçalanır ve sarkardı. Birgün Pazar yerinden geçerken, bir dilenci benden bir şey istedi. Param yoktu ki vereyim. Bir ahçı’nın önüne gittim;”
Tülbentimi çıkarıp;
-“Bu tülbent eski fakat temizdir. Kapkaçak yıkadıkça kurulamaya ve silmeye yarar. Bunu al, şu fakire bir yemek ver.” Dedim.
Ahçi, fakiri doyurduktan sonra, büyük bir edeble tülbenti önüme koyup geri verdi. Fakat ben kabul etmedim, oradan ayrıldım.”
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);
-“Çok kimseye hizmet ettim. Hiçbir şeyim yoktu. Atım ve merkebim yoktu. Senede bir kaftan değiştirirdim ki, onun da pamukları dökülürdü. Her üç senede bir kürk ve bir hırka ile yetinirdim.”
-“Mirza Şahrûh zamanında, sarrafların başı olan bir zengin vardı. “Hâcegân” yoluna büyük bir muhabbeti vardı. Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.)nin de hususi iltifatlarına mazhar olmuştu. Ben şehirde kimsenin yemeğini yemezdim. Bu zatın da bütün tekliflerini kabul etmedim. Nihayet Ramazan-i şerif geldi.”
O sarraf bana gelip;
-“Bu Ramazanda her akşam iftarı bende yapacaksın.” Dedi.
Özür dileyip gelemiyeceğimi söyledim..
Bunun üzerine;
-“Eğer bütün Ramazan her akşam iftarı bende yapmazsan, zevcem üç talak ile boş olsun!” dedi Çaresiz kalıp, o şahsın sözünü yerine getirmek icab etti.”
-“O kişiden çok yardım ve alaka gördüm. Benim o sırada karşılık verecek gücüm yoktu. Sonradan zengin oldum. Fakat o kimse vefat etmişti. Ben de oğluna onbin dinar verdim. Bazı işlerini gördüm.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 6
23 Haziran 2008Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 6
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;
-“Dayım Hâce İbrahim, benim zahiri ilimleri öğrenmem için çok alaka gösterdi. Bu maksatla Taşkend’den Semerkand’a götürdüler. Bu hususta çok dikkat gösterdiler. Fakat ne zaman bu iş için gayerete geçseler, ben bir hastalığa tutuluyordum. Hastalığım geçince, tahsile başlıyordum. Bu sefer başka bir hastalık geliyordu.”
Böylece zahiri ilimleri tahsile kâdir olamıyacağımı anlayıp;
-“Beni kendi hâlime bırakın. Eğer daha ziyade zorlarsanız helâk olacağım.” Dedim.
Dayım bu sözden son derece etkilenip, beni serbest bıraktı.
-“Ben bir defâ daha zahir ilmini öğrenmeye yöneldimse de, şiddetli bir göz ağrısına tutuldum. Bu hâlim kırkbeş gün sürdü.Nihayet tamâmen vazgeçtim.”
Semerkând’ın meşhur âlimlerinden Hâce Fadlullah Ebü’l-Leysi hazretleri (r.a.) şöyle demiştir;
-“Biz Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin kemâlini, üstünlüğünü anlıyamayız. Şu kadarını biliriz ki, zâhiri ilimleri çok az okumuş. Böyleyken Beydâvi tefsirinden bize öyle sualler sordu ki, cevabında âciz kaldık.”
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), zâhiri ilimlerde âlim olan Mevlânâ Ali Tûsi (r.a.) ye;
-“Sizin yanında bizim konuşmamız edeben hata olur. Siz söyleyip biz dinliyeyelim.”
Bu söz üzerine Mevlânâ Ali Tûsi, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri’ne şöyle dedi;
-“Feyz kaynağından söz gelen bir huzurda, asıl bizim söz söylememiz edebsizliktir!”
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), ilk zamanlarında Taşkend’den Semerkand’ ve Buhârâ’ya gitti. Buralarda ve diğer yerlerde Şâh-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri (r.a.) nin talabelerinin büyüklerinden bir kısmıyla ve onlarında meşhur talabelerinden bir kısmıyla görüşüp, sohbetlerinde bulundu. Hâcegân yolunun diğer tabaksının büyüklerinden pek çok zâtla da görüşüp, sohbet etti. Horasan’a gitmeden önce, Seyyid Kâsım Tebrizi hazretleri (r.a.) nin sohbetinde bulundu. Horasan’a gittikten sonra, bir defâ daha Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) nin sohbetine gitti. Bundan başka Hire’de bulunan evliyâ ve meşhur zâtlarında sohbetlerinde bulundu.
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), hocalarından Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) nin sohbetinde bulunmasını şöyle anlatmıştır;
-“Ömrümde Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) den büyük zât görmedim. Zamanın şeyhlerinden hangisine gitsem, bana bir nisbet hâsıl oluyordu. Fakat bu nisbetler bir müddet sonra geçiyordu. Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) nin sohbetlerinde öyle bir te’sir ve keyfiyet hâsıl oldu ki, elden birakmak mümkün değildi. Huzuruna her gidişimde görürdüm ki; bütün kâinât, dâirenin merkezi misal, onun etfarında dönüyor ve onda yokluğa kavuşuyordu.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 7
23 Haziran 2008
Hasankeyf’in uzaktan görünüşü (Batman)
Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 7
-“Seyyid Kasım Tebrizi, Hâce Behâddin Nakşibend hazretleri (r.a.) nin sohbetinde bulunmuş ve nisbetlerini o yoldan almış. Anlaşıldığına göre; “Hâcegân” yolunda idi. Bir kapıcısı vardı. Kimse ondan izinsiz huzûruna girmezdi.”
Kapıcıya şöyle tenbih etmişti;
-“Buraya ne zaman Türkistan’lı bir genç gelirse, ona mâni olma! Bırak istediği zaman benim yanıma girsin.”
-“Hergün kapısına varırdım, izin verilmiş olduğu hâlde huzûruna iki-üç günde bir girerdim.”
-“Talebeleri, bana izin verildiği hâlde huzurlarına niçin hergün çıkmadığıma hayret ederlerdi.”
-“Seyyid Kâsım hazretleri (r.a.) nin sohbetleri çok tatlı ve kadar lezzetli idi ki, gelenler ayrılmak istemezdi. Sohbetin dağılma zamanı gelince talebelerine bir işaret verir, dağılmalarını bildirirdi.”
Beni hiçbir vakit huzurundan kaldırmamıştı Yakınlarına “Bâbu” diye hitap ederdi.
Bana;
-“Bâbu senin adın nedir?” diye sordu
Ben;
-“Ubeydüllah” dedim.
Bana;
-“İsminin ma’nasını gerçekleştir.” Buyurdu.
Mevlânâ Fethullah Tebrizi hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;
-“Seyyid Kâsım (r.a.) ın sohbetine çok devam ederdim. Tasavvuf’a öyle merak salmıştım ki, tasavvuf’a dair ince mes’elelerin konuşulduğu bu mecliste sabahlardım. Gözüme uyku girmezdi. Bir defasında Seyyid Kâsım (r.a.) ın sohbetinde otururken, içeriye Hâce Übeydullah-i Ahrâr (r.a.) girdi. Seyyid Kasım hazretleri (r.a.), onu büyük bir alaka ile karşıladıktan sonra, gârib meârif ve acaib hikmetler konuşmaya başladılar. Dikkat ettim, Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) ın her ziyarete gelişinde, Seyyid Kasım hazretleri (r.a.) gayri ihtiyarı en ince meseleleri ve sır bahislerini açardı. O zaman öyle haller olurdu ki, başka zaman o şeklide olmazdı. Bir gün Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), Seyyid Kasım (r.a.) in meclisinden kalkıp gittikten sonra,”
Seyyid Kasım hazretleri (r.a.);
-“Mevlânâ Fethullah! Bu kafilenin dili sözleri gayet tatlıdır. Ama yalnız dinlemekle iş bitmez. Eğer himmet sahiblerinin temenni ettiği saâdete kavuşmak istersen bu Türkistan’lı gencin eteğini bırakma! O zamanın bir hârikası, devranın bir tanesidir.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu