‘Nakşibendi silsilesi’ olarak etiketlenmiş yazılar

Hasankeyf’in uzaktan görünüşü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 8

-“Ondan çok büyük işler, tecelliler zuhûr edecek ve dünya onun velâyet nuruyla dolacaktır.”

-“Seyyid Kasım (r.a.) bu sözlerinden, içime Übeydullah-i Ahrâr (r.a.) in kemâl ve olgunluk zamanına ulaşma arzusu düştü. Sultan ebû Sa’id zamanında, Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) Taşkend’den Semerkand’a geldi. Hizmetine girdim. Kısa zamanda Seyyid Kasım (r.a.) ın işaret ettiği üstünlükleri ondan gördüm, anladım.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), şöyle anlatmıştır;

-“Birgün Seyyid Kasım hazretleri (r.a.) bana;

-“Bâbu! Bilir misin zamanımızda hikmet ve hârika niçin az zahir oluyor? Çünkü bu zamanda bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi pek az insanda kalmıştır. Olgunluğa ulaşmak, bâtının tasfiyesi iledir. Bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi, helâl lokma yemekle mümkündür. Bu zamanda helâl lokma pek azdır. Bâtınını tasfiye etmiş insan da yok gibidir ki ondan İlâhi esrâr nasıl tecelli etsin?”

Sonra kendisi ile ilgili olarak;

-“Elim tuttuğu zaman, takye diker onun parası ile geçinirdim. Felç geçirip elim tutmaz olduktan sonra, babamdan kalan kütüphâneyi satarak, ticaret sermâyesi yaptım ve onunla geçinmeye başladım.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), yine şöyle anlatmıştır;

-“Bir gece rü’yamda, kendim büyük bir cadde üzerinde iken, Birden Şeyh Zeyneddin Hâfi (r.a.) yi gördüm. Bir yol başında duruyordu”

Beni tutup;

-“Gel seni bu yoldan kendi köyüme götüreyim.” Dedi.

Gönlüm ana caddeyi bırakmak istemedi. Kabul etmedim.

Bu sırada ana cadde üzerinde beyaz at üzerinde Seyyid Kasım (r.a.) gözüktü;

-“Bu cadde şehre gider, gel seni alıp şehre götüreyim.” Dedi. Beni atına aldı. Atının terkesine binince, şehre doğru ilerledi.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), nin sohbetinde bulunduğu zâtlarden biri de, Behâeddin Ömer hazretleri’dir.

Bu hocası hakkında buyurdu ki;

-“Bana Horasan şeyhlerinden Behâeddin Ömer’in tavırları gâyet hoş gelirdi. Ekseriyetle oturup sohbet ederler, gelenlerin hâline münasip muâmele eder, hiçbir sûretle kendini halktan üstün tutmazdı.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), dört sene bu hocasının yanında kalıp, sohbetlerine devam etti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Dicle nehri (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 9

Bundan sonra, en başta gelen hocası Ya’kûb-i Çerhi hazretlerine talebe oldu ve onun sohbetinde kemâle ulaştı.

Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) bu hocası ile tanışmasını şöyle anltamıştır;

-“Hire’ye gittiğim zaman, güzel yüzlü ve hoş kılıklı bir tüccar ile tanıştım Hâcegân yolunda olduğu anlaşılıyordu.. Bu nisbeti kimden aldığını sordum;

Bana;

-“Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) den aldığını söyledi.” Bana Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin büyüklüğünü ve üstün hâllerini anlattı.”

-“Bunun üzerine Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin sohbetine kavuşmak için, ikâmet ettiği yer olan Helfetû’ya gitmek üzere yola çıktım. Çiganıyân’a varınca hastalandım. Yirmi gün orada kaldım.Bu sırada Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) hakkında menfi sözler işittim. Seyahatime devam edip etmeme husûsunda tereddüde düştüm. Fakat bıu kadar yol aldıktan sonra geri dönülmiyeceğini düşünerek yola devâm ettim.”

-“Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin huzuruna kavuşunca , bana büyük iltifat gösterdi. Bundan sonra bir başka gün tekrar ziyaretine gittiğimde, bu sefer sert ve haşmetli davrandı. Bunun sebebini; (yolda iken aleyhinde bulunanların sözlerine bakarak huzûruna gidip gitmemek husûsunda tereddüde düşmüş olmamdan dolayıdır), diye düşündüm. Aradan bir saat geçmeden, bana tekrar çok lütuf ve iltifatta bulundu Şah-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri ile buluşmasını, sohbetine kavuşmasını ve münasebetlerini anlattı.”

Sonra bana elini uzatıp;

-“Gel bi’at eyle.” Buyurdu.
-“O anda yüzüne baktım yüzünde cüzam lekesine benzer bir beyazlık gördüm. Bu sebeple hemen bi’at edemedim. Bunu anlayıp, hemen elini geri çekti. Baktım, yüzü birden bire değişip, öyle güzel bir hâl aldı ki simâsının güzelliğine hayran kaldım. Kalbimde hâsıl olan muhabbet sebebiyle, kucaklayıp sarılmamak için kendimi zor tuttum.”

Bu defa elini yeniden uzatıp;

-“Şâh-i Nakşibend Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) bu elleri tutup;

(-“Senin elin benim elimdir. Her kim senin elini tuatrsa, benim elimi tutmuş olur.)” Buyurdu.

Sonra sesini yükselterek;

-“Bu el Behâddin-i Buhâri (r.a.) nin elidir, tutun!” buyurdu.

-“Hemen mübarek ellerini tuttum. Bana vukûf-u adedi (tek sayı) üzerine nefy ve isbât (Lâ ilâhe illallah) zikrini ta’lim etti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in görünüşü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 10

Sonra;

-“Bize hocamızdan gelen usûl budur. Eğer siz tâlibleri cezbe yoluyla terbiye etmek isterseniz, edebilirsiniz” buyurdu.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin sohbetinde üç ay kaldı. Ondan feyz alıp, tasavvuf hâllerinde yükseldi. Ondan icâzet aldı.

İnsanları irşâd etmek (yetiştirmek) üzere vedâlaşıp ayrılırken, hocası ona, rabıta şartını anlattı ve;

-“Bu yolu ta’lim ederken dehşet hissi vermemeye dikkat et. Emâneti isteklilere ve isti’dâtlılara ulaştır.” Buyurdu.

Ya’kûb-i Çerhi (r.a.), talebesi Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) hakkında şöyle buyurmuştur;

-“Bir talebe, bir büyüğün huzuruna gelince Hâce Ubeydüllah gibi gelmelidir. Kandili takmış, fitili ve yağını hazırlamış, onun yanması için sâdece bir ateş tutmak gerekecek.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yirmidokuz yaşında iken, ilim tahsilini tamamlayıp, tasavvuf’da yüksek derecelere kavuşmuştur. Yirmidokuz yaşından sonra memleketine dönüp, helal kazanmak için ziraatle ve insanlara doğru yolu göstermekle meşgül olmaya başladı. Kısa zamanda mahsülleri o kadar bereketli oldu ki, idaresi için vekil ta’yin etti. 1300’den fazla çiftliği vardı. Herbirinde üçbin amele çalışırdı.Allahü Teala onun mahsülüne öyle bir bereket verdi ki, her sene sekizyüzbin batman zahire ”uşr” verirdi. Anbarlarına konulan mahsül, her çıkardıklarında, koyduklarından fazla geliyordu.Bu hali görenler, Ubeydüllah-i Ahrar hazretlerine hayran kalıp, daha çok bağlanıyorlardı.

Kendisi bu hüsusta;

-“ Bizim malımız, fakirler içindir. Bunca malın hassası işte bu noktadadır ’ buyurmuştur.

Menkıbeleri ve kerametleri :

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.), tenhada olsun, kalabalıkta olsun, zahiri ve batıni edeplere çok dikkat ederdi. Sabaha kadar hep iki diz üstü oturduğu çok olurdu. Hizmetinde olanlara ve herkese, ihsanları, lütufları çoktu. Meşakkati, zorluğu kendisi yüklenip, başkalarının rahatını, kendi istirahetine tercih ederdi. Ömrü boyunca kimseden bir şey almayıp, verilen şeyleri kabül etmemeiştir. Büyüklerden bir zat, kendi eliyle beyaz kuzu yününden bir kaftan dikip, ona gönderdi.Bu hediyenin helal maldan olmasına çok dikkat etmişti.

Kaftan kendisine verildiğinde;

-“ Bu kaftanı giymek caizdir. Fakat ben, ömrüm boyunca kimseden hediye kabül etmedim. Bunu gönderen zattan özür dileyin ve bu defa bu kaftanı, bizim hediyemiz olarak kendisine takdim edin’ demiştir.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

HasanKeyf’in bir başka açıdan görünüşü

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 11

Ubeydüllah-i Ahbar hazretleri (r.a.), bir defasında talebeleri ve sevenleriyle birlikte, büyük bir kalabalık halinde, şehre çok uzak olan bir araziden geçiyorlardı. Hava çok sıcaktı. Uzaktan kara çadırlardan bir oba görünmüştü. Bu obada üç kişi, hediye takdim etmek üzere yanlarına yaklaştı. Birinin omzunda semiz bir keçi, birinin de kucağında, tahtadan büyük bir çanak içinde yoğurt vardı. Bu üç kişiden oba reisi olan kimse, Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) ne yaklaşıp, getirdiklerini hediye olarak takdim etmek istediklerini bildirerek;

-“Bu keçi helal maldır ve size vermek üzere ayrılmıştır. Yoğurt da pâktır. Kabül buyurmanızı istirham ederim’ dedi.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);

-“Ben kimsenin hediyesini kabül etmedim. Keçiyi yine sürüye kat. Yoğurda gelince, parasını verip alabiliriz’ dedi.

Oba reisi;

-“Yoğurdun buralarda kıymeti olmaz, boldur. Kimse para ile yoğurt almaz. Lütfen kabül buyurunuz” dedi.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);

-“Kabül etmeyiz’ buyurup, hizmetçilerinden birine işaret edip, yoğurdu bir Şahrüh altınına satın aldı. Önce kendisi yedi. Sonra yanında bulunanların hepsine ikram ettiler.

Mevlana Abdullah Şerguli şöyle anlatmıştır:

-“Ben küçük idim. Babam, Mevlana Nizamüddin’in muhlis talebelerinden idi. Mevlana Nizamüddin, ekseriyetle bizim eve teşrif ederdi. Babam hizmet için meşgül olurken, o ekseriyetle murakabe yapar, başını önüne eğip oturudu. Bir defasında bu hal üzere iken, aniden başını kaldırıp seslendi. Babam hemen huzüruna koşup, bağırmasının sebebini sordu.

Buyurdu ki:

-“Doğu tarafından bir zat zuhür etti. İsmi Hace Ubeydüllah’dır. O rüy-i zemini tuttu. O ne büyük şeyh, ne büyük zat olur.’

-“Mevlana Nizamüddin’den onun ismini işitince, hatırımda tutmuştum. Teşrif etmesini bekliyordum. Sultan Ebu Sa’id devleti zamanında, Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri taşkend’den Semerkand’a teşrif etti. İlk defa karşılayıp, görmekle ve sohbetinde bulunmakla ben şereflendim. Bir müddet Semerkand’da kaldıktan sonra, Buhara’ya gitti.’

-“Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) ın, bütün ömrü boyunca tanıdıklarına ve tanımadıklarına, dost-düşman herkese yardım ve şefkati pek çok idi. Hiç kimseyi ayırd etmeden yaptığı iyilik ve hizmetler dillere destan idi. ‘Ben bu yolu, tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi hizmet yolundan götürdüler. Hayır umduğum herkese hizmet ederim” buyurmuştur.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in görünüşü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 12

Kendisi şöyle anlatmıştır:

-“Semerekand’da Mevlana Kutbüddin Medresesi’nde, iki-üç hastanın hizmetini üzerime almıştım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben onları elimle yıkayıp, çamaşırlarını giydirirdim. Bu hizmetim devamlı olduğu için, hastalıkları bana da geçti. Ben de yatağa düştüm. Bu halimle bile, birkaç testi su getirip, hastaların kirlerini yine ben yıkamaya devam ettim.”

-“Gençliğimde Heri’de idim. Seyyid Kasım Tebrizi’nin hizmetinde bulunuyordum. Kendisinin bir tas yemeğini bana verdi.

-“Ey Türkistanlı Şeyhzade! Bu, bize kubbe olmuştur (Bununla diğer insanlar gibi gözüküyoruz). Yakında dünya da sana kubbe olur (Zengin olursun ve onunla hallerin gizlenir).’ Bu sözü buyurduklarında, benim dünyalık hiçbirşeyim yoktu. Son derece fakir idim.

Reşehat kitabının ‘müellifi şöyle anlatmıştır:

-“Bu fakir, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin gece-gündüz hizmetinde iken, hiç esnediklerini görmedim. Öksürük veya benzeri sebeblerle ağızlarından bir şey çıkardığına şahid olmadım. Sümkürdüklerini de görmedim. İnsanlar arasında veya yalnızken, bir defa bile bağdaş kurarak oturduklarını görmedim.’

Otuzbeş yıl hizmetinde bulunan Mevlana Ebü Sa’id de şöyle anlatmıştır;

-“Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin üzüm, elma ayva ve benzeri meyveleri yerken kabuklarını ağzından çıkardığını hiç görmedim. Sümkürdüklerine ve tükürdüklerinede hiç şahit olmadım. Ba’zan nezle ve grip olurdu. Bu hallerinde bile tiksinti verecek bir davranışta bulunmazdı. Hiçbir uzvunda uygunsuz bir hal, görenlere ve rahatsızlık verecek bir davranışı görülmemiştir. Yalnız iken de, başkaları ile bir arada iken de daima edeb ve güzel muamele ile hareket ederdi.’

Seyyid Abdülkâdir Meşhedi, Sultan Ebü Sa’id mirza zamanında, Ubeydüllah-i Ahrar hazretlerinin sohbetinde bulunmak üzere Semerkand’a gitti ve onun sohbetiyle şereflendi.

Şöyle anlatmıştır:

Yatsı namazını kıldıktan sonra, bana buyurdu ki: ‘

-“Emir Mecd bizim misafirimizdir. Bu geceyi bizimle birlikte ihya etmeyi istiyor. Biz ba’zı dostlarla oturmak isteriz. Sen gençsin, istirahat et.’

Dedim ki; ‘

-“Eğer izin verirseniz, sizinle beraber olayım.’

Übeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);

-“Eğer kendinde oturmağa güç bulursan olur” buyurdu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Şeyh Abdalla mezari (Hasan Keyf)

 

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 13

-“Ben de üç kişi ile birlikte o sohbet meclisinde bulundum. O gece sabaha kadar, Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) nin hallerini gördüm. Devamlı iki dizi üstünde, tevâzü ile oturdu. Dizlerini hiç değiştirmedi. Hep haraketsiz oturdu, hiçbir uzvunu oynatmadı. Teheccüde kalktı, namazdan sonra yine ayni şekilde sabah namazı vaktine kadar vekar ile oturdu. Hiç haraket etmedi. Ben genç olmama rağmen, her saatte bir dizimi değiştirirdim. Uyumamak için kendimi zor tuttum. Mir Mecd, Hâce hazretleri (r.a.) nin iltifât-ı şerifleri bereketiyle az haraket etti. Sonra sabah namazını kılmak üzere kalktılar, yatsı namazı abdesti ile sabah namazını kıldılar.”

Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin kerem ve lütfü o kadar çoktu ki, talebelerinin ve sevenlerinin rahatını düşünür, bunun için kendisi mihnet ve meşakkat çekerdi.

Mir Abdülevvel hazretleri (r.a.) şöyle yazmıştır;

-“Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) talebeleri ile birlikte bir bahar mevsimi başında, Keş’e gitmek üzere yola çıkmışlardı. Bir gece yolda, bir dağ eteğinde gecelemeleri gerekti. Talebeleri hemen bir çadır kurdular. Akşam namazından sonra şiddetle bir yağmur başladı. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) biraz sonra dışarı çıktı. Talebeleri ve hizmetçilerin çadıra girmesini söyledi. Bu emri üzerine hepsi çadıra girdiler. Başka bir çadır da yoktu. O gece sabaha kadar yağmur yağdı., seller aktı. Sabah namazını kıldıktan sonra, talebelerine ve diğer dostlarına;

-“Siz yağmur altında iken, ben çadırda durmayı tercih etmedim.” Buyurdu.
Bunun üzerine, talebeleri anladılar ki, kendisinin çadırda bulunması sebebiyle, edebinden yanına girip de gecelemiyecek olan talebelerinin yağmur altında kalmalarını istememişti. Kendisi çadırdan uzaklaşmış, geceyi çadırın dışında bir yerde geçirmişti.

Bir defasında da, bir yaz mevsiminde talebeleri ilşe birlikte tarlalarından birine gitmişlerdi. O gün şiddetli bir sıcak vardı. Tarlada sadece bekçinin küçük bir kulübesi vardı. Talebeleri , onunla birlikte bu kulübeye girip gölgelenmekten hayâ ettiler. Edeblerinden girmediler. Başka gölgelenecek bir yer de yoktu.”

Sıcak iyice şiddetlenince, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) atını istedi;

-“Zirâat için sürülen yerleri görmek istiyorum:” diyerek, atına binip oradan uzaklaştı. Güneşin yakıcı sıcağı dayanılmaz hâle gelince bir derede başını gölgeleyecek kadar bir yerde, hava serinleninceye kadar istirahat edip, hava serinleyince talebelerinin yanına döndü. Talebeleri sonradan anladılar ki, hocaları oradan uzaklaşıp, onların gölgelenmelerini istemişti.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Gençliğimin ilk yıllarında, Mevlânâ Sa’deddin Kaşgâri ile Heri’de idik Panayır yerlerine gider, güreşenleri seyrederdik. Güreşenler üzerinde himmet ve teveccühümüzü denerdik. Himmet ettiklerimiz gâlip gelirdi. Sonra yenilene himmet ederdik. Bu defâ o gâlip gelirdi. Birgün yine gitmiştik. Aramızdan kimse geçmesin diye el ele vermiştik. Güreş yerinin bir kenarında durduk. Güreşçilerden biri iri cüseli idi. Onunla güreşecek olan ise zayıf biriydi.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in Tarihi Köprüsü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 14

Mevlânâ Sa’deddin’e;

-“Şu zayıfın gâlip gelmesi için himmet edelim. Sen himmet göster ben de yardımcı olayım.” Dedim

İri vucutlu pehlivan zayıf pehlivanı yerden yere vuruyordu. Zayıf olana himmet etmeye başladık. O anda zayıf pehlivandan beklenmedik bir hâl oldu. Ellerini uzatıp karşısındaki koca pehlivanı havaya kaldırdı. Sonra başının üzerinden döndürüp sırt üstü yere çaldı. Seyreden halk’dan, müthiş bir nara ve çığlık koptu. Herkes bu beklenemedik neticeden şaşırmış bağırıyordu. Kimse te’sirin nereden geldiğini bilmiyordu. Baktım Mevlânâ Sa’deddin Kaşgâri’nin gözleri yumulu.

Koluna dokunup;

-“Artık himmeti bırak, her şey olup biti..” dedim. Sonra oradan uzaklaştık.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), bir ilkbahar mevsiminde, Hirat’dan Taşkend’e gitmek üzere yola çıkmıştı. Akşam olunca , yolda bir talebesinin bulunduğu yere ulaşmış ve o gece oarad misafir olmuştu.”

Bu talebesi şöyle anlatmıştır; Gece yatacağımız zaman bana;

-“Sen benim yattığım odada yat.” Dedi.

Bunun üzerine onun yattığı odada, ondan uzak bir köşeye çekilkip, orada geceledim. Gece yarısı ismimi söyleyip;

-“Uyuyor musun! Uyanık mısın?” dedi.

Ben de;

-“Uyumuyorum efendim.” Dedim

Bana;

-“Hemen kalk, kıymetli eşyalarını topla ve derhâl dışarı çık!” buyurdu.

Ve kendisi de sür’atle dışarı çıktı.

-“Bu çevrede olanları da uyandır. Kıymetli eşyalarını toplayıp hayvanlara yüklesinler. Beni takip edip peşimden geliniz.” Dedi.

Sür’atle uzak bir tepeye doğru yürüdü biz de hemen toparlanıp onu takip ettik. Tepeye çıkıp, üzerinde durdu. Biz de yanında durduk.

Bizimle gelenler bu duruma şaşırarak;

-“Sebep nedir ki, geceyarısı uykumuzu bölüp buraya geldik?” diyorlardı. Bir kısım da ihmâl gösterip, gelmemişti. Biz tepe üzerinde iken, birdenbire korkunç bir sel geldi. Ününe gelen ağaç, kaya, duvar, ev ve ne varsa süpürüp götürüyordu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu


Ubeydullah-i Ahrâr (r.a.) nin mübarek kabirleri’nin başka açıdan görüntüsü

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 15

Ayrıldığımız ev de sel suları içinde kalmıştı. Bizimle gelmeyenler de sel’e kapıldılar. Kendilerini, sel’le uzun bir mücâdeleden sonra zor kurtardılar. Pekçok yeri harâb eden bu sel’in, o beldede bir benzeri görülmemişti.”

-“Sel’e kapılmaktan Kurtulanlar, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin bu kerâmetini görerek, onun büyük bir evliyâ olduğunu anladılar. Ona daha çok bağlanıp sevdiler.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) zamanında bir kadı devamlı kapısına gelip, talebe olmak, onun yoluna girmek istiyordu. Fakat Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ona hiç iltifat emiyordu. O da, gâyet melûl be mahzun bir hâlde gelip gidiyordu.

Birgün Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin neşeli bir ânında, yakın bir talebesi, o kadı’dan bahsedip, talebe olmak istediğini arz etti;

-“Kadı, boynu bükük, inâvetinizi bekliyor ve mahrum kalmaktan çok üzülüyor.” Dedi.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ona şöyle cevap verdi;

-“Ben her kimin içinde büyüklük ve üstünlük arzusundan bir şey sezsem, hatta o üstünlük ve büyüklük arzusuna on yıl sonra bile kavuşacak olsa, onu Hâcegân yolundan (büyüklerin nyolundan) behsedemem.”

Bazı talebeleri, bu sözü söylediği günün tarihini yazdılar. Aradan on yıl geçti. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) de vefât etmişti. O kadı, on yıl sonra memleketinde hâkim ve reis makamına çıktı. Bu hâlinden çok memnun idi ve kalbinde büyüklerin yoluna girmeye dair hiçbir istek ve arzu kalmamıştı. O zaman Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin talebeleri, hocalarının onu neden kabul etmediğinin hikmetini anladılar.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (ra.) nin yakınlarından biri, ber defasında haram bir işi yapmak üzere iken,

Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) birdenbire;

-“Ne yapıyorsun?” diyerek seslenip, onu ikâz etmişti. O kimse yerinden fırlayıp, kendine geldi ve haram işlemekten vaz geçti.

Biraz sonra Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) evine gelip;

-“Allah-u teâlâ’nın yardımı olmasaydı, şeytana kapılmış girmiştin!” buyurdu.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) buyurdu ki;

-“Muhammed aleyhisselam’ın ümmetinden “Mesh” ya’ni suretinin değiştirilmesi, hayvan suretine döndürülmesi kaldırılmıştır. Fakat bâtından, ma’nen suretin değişmesi kaldırılmamıştır. Batından suretin hayvan suretine çevrilmiş olmanın alâmeti, büyük günah işleyen kimsenin bu günahları işlemekten, batınının, kalbinin elem duymaması, işlediği haramlar sebebiyle mütessir olmaması, fısk ve isyan olan işlerde ısrâr etmesidir. Bu öyle bir dereceye ulaşır ve işlediği büyük günahlarından dolayı kalbi o kadar kararır ki, artık tenbih ve hasihat de yapılsa gafletten uyanmaz.

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu);

Evliyanın büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “ondokuzuncusudr.”

Semerkand’lı olup, doğum tarihi bilinmemektedir. 936 (M. 1529) senesinde Semerkand’a bağlı Vahş köyünde vefât etti. Kabr-i şerifi oradadır.

Kâdı Muhammed Zâhid Semerkand (r.a.) i, silsile-i âliye büyüklerinden olan Ya’kub’-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin kızının oğlu olup, torunudur.

Hocası, her ilimde söz sahibi Ubeydüllah-i Ahrar (r.a.) dır. Bu hocasının sohbetine kavuşmadan önce, çok gayretler sarfedip, nefs mücâhedesi yaptı. Nefsini ıslah etmek için uğraştı. Bu hali yıllarca sürdü.

Daha sonra Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) a 883 (M. 1429) senesinde talebe oldu. On iki sene sohbetinde ve hizmetinde bulundu. Ondan feyz alarak kemâle erdi. Vefatından sonra da yerine irşad makamına geçip, insanlara feyz vermek üzere halifesi oldu.

Kâdi Muhammed Zâhid (r.a.). “Silseletül-ârifin” adlı eserinde, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ne talebe olmasını şöyle anlatmıştır;

-“Hocama talebe oluşum şöyle vukû’ bulmuştu.; Şeyh Ni’metullah adında bir ilim talebesi ile Semerkand’dan Hirat’a ilim öğrenmek için yola çıkmıştık. Şamdan köyüne varınca, havanın çok sıcak olması sebebiyle, günlerce o köyde kaldık. Biz burada iken, Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) bu köye teşrif etti. Bir ikindi vakti ziyaretine gittik.”

Bana;

-“Sen neredensin?” buyurdu.

Ben;

-“Semerkand’danım.” Dedim.

Sonra sohbete başladı.

-”Çok güzel konuşuyordu. Konuşması sırasında benim kalbimden ve hatırımdan geçen şeyleri bir bir saydı. Hirat’a gitmek için yola çıkmamın sebebini de söyledi. Bunun üzerine kalbim ona tamamen tutuldu.”

Sonra bana dedi ki;

-“Eğer maksadın ilim öğrenmek ise, o iş burada kolaydır.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondokuzuncusu Kâdı Muhammed Zaâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) nın mezarları

 

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) – 2

-“İyice anladım ve kanâat getirdim ki, benim hatırımdan geçen şeyleri biliyordu. Buna rağmen kelbimden Hirat’a gitme arzusu çıkmadı. Bu düşüncemi de keşfedip anladı.”

Sonra kalkıp bana doğru yaklaştı ve;

-“Hirat’a gitmekten maksadın nedir? Söyle bana, ilim mi öğrenmek, yoksa tasavvuf’da mı yetişmek istiyorsun?” dedi.

Heybetinden dehşete kapıldım ve sustum.

Yanımdaki yol arkadaşım cevap verip

-“Onun asıl maksadı Hirat’a gidip tasavvuf yoluna girmektir. İlim oğrenmeye gidiyorum demesi bu maksadını gizlemek içindir.” Dedi.

O da tebessüm etti.

Bunun üzerine;

-“Eğer böyle ise, çok iyi ve güzeldir.” Dedi.

Sonra beni alıp, bahçesine doğru götürdü. İnsanların gözünden kayıboluncaya kadar yürüdük. Sonra durdu, elimi tuttu. Elimi tutar tutmaz, ben kendimden geçmeye başladım. Ben kendimi kayıbedinceye ve kendimden geçinceye kadar tuttu.

Ayıldığım zaman bana dedi ki;

-“Herhâlde sen benim yazımı okuyabilirsin.”

Sonra cebinden bir kağıt çıkarıp okuduktan sonra katladı ve bana verdi;

-“Bunu muhafaza et. Bunda ibadetin hakikati, itâat, huşu’ ve Allah-u teâlâ’nın azameti karşısında insanın âcizliği yazılıdır. Bu saâdet, Allah-u teâlâ’nın muhabetiyle ve O’nun Resulü Seyyid-ül-evvelin velâhirin’ (Sallallau aleyhi ve selem) e tâbi olmakla ele geçer. Bunun için, din ilimlerine vâris olan âlimlerin sohbetinde bulun. Onlardan fâideli ilim öğren. Ta ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) a tabi olmak süretiyle ma’rifet-i ilâhiyyeye kavuşasın. Ulemâ-i su’dan (kötü din adamlarından) uzak dur. Çünkü onlar, dini dünya malı toplamak için ve makâma, mevkiye kavuşmak için âlet ederler. Helâl, haram ayırmadan bulunduğunu yiyen ve dine uygun olmayan işler yapan sapık tarikatçilerden uzak dur. Yine Ehl-i sünnet i’tikâdına uymayan sapık kimselerden de uzak dur!”

Sonra Fâtiha-i şerif’e okudu ve bana Hirat’a gitmem için izin verdi.

Bundan sonra emri üzerine yola çıktım.

-“Mevlânâ Sa’düddin Kaşgâri (r.a.) ye götürmem için bir mektüp verdi. Mektuba, bana yardımcı olup, korumasını yazmıştı. Bunu görünce, kalbimi tamâmen bir muhabbet, ihlas sardı. Fakat Hirat’a gitme azmim kırılmadı, vazgeçmedim. Mektubu alıp yola çıktım. Yolda ilerledikçe, bindiğim hayvan yavaşladı, gücü kalmadı. Yol almaktan âciz kaldım.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondukuzuncu’su Kâdı Muhammed Zâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu