‘Nakşibendi silsilesi’ olarak etiketlenmiş yazılar

27-Mazhar-i-Can-i-Canan-ve-28-abdullah-i-dehlevi mübarek türbeleri (Fuad Yusufoğlu)

Abdullah-ı Dehlevi ile hocası Mazhar-ı Cân-i Cânân (r.a.) türbeleri

Seyyid Abdullah-ı Dehlevi (Radiyallah-u anhu);

Hindistan’da yaşayan âlim ve evliyanın en büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “yirmisekizincisidir.”

Tasavvuf mütehassıslarının üstadı, Müslümanların gözbebeğidir. Seyyid olup, Hazret-i Ali efendimiz (r.a.) in soyundandır. 1158 (M. 1745) senesinde Hindistan’ın Pencap şehrinde doğdu. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri (r.a.) ne talebe oldu.

Onun sohbeti ve teveccühleri ile kemâle gelerek, zamanın bir tanesi oldu. Çok kerametleri görüldü. En büyük kerameti, kendisine gelen sâdık kimselerin kalblerine teveccüh ederek, feyz ve bereketle doldurmasıydı. Binlerce aşığı bir bakışta cezbelere ve vâridât-i ilahiyyeye kavuştururdu.

İnsanların Cehennem’den kurtulması için zamanın sultanlarına, komutanlarına, beylere, âlimlere, cemiyete hükmeden kimselere mektuplar yazar, onlara nasihatlarda bulunurdu.

Çeşitli memleketlere göndermiş olduğu mektublarından yüzyirmibeş adedi, talebelerinden Rauf Ahmed Müceddidi (r.a.) tarafından toplanarak, “Mekâtib-i şerife” ismi verildi.

Seyyid Abdullah-ı Dehlevi hazretleri (r.a.), 1240 (M. 1824) senesinde Delhi’de vefat eyledi. Şâh Cihan Camii yakınındaki kendi dergahına, mermerden yapılmış mezâr içinde, üstadı (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)nın yanında ve onun batı tarafında medfundur.

Binlerce aşıkı her zaman ziyarete gelmekte, onun feyz ve bereketinden istifade etmektedir.

Abdullah-i Dehlevi (r.a.) nin babası Abdüllatif efendi, riyazet ve mücahede eder, nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak tasavvuf yolunda kemâle gelmeye, olgunlaşmaya çalışırdı. Hatta insanların hazırladıklarını şüpheli korkusuyla yemez, kırlarda yetişen meyvelerle yetinirdi.

Nefsini terbiye etmek için kırk gece hiç uyumadı. Sahralarda Allah-u Teâlâ’nın ism-i şerifi söyleyerek, O’nun yarattıkları hakkında tefekkür eder, bir an olsun Rabbını unutmazdı. O’nun hocası şeyh Nasirüddin Kâdiri hazretleri (r.a.) idi. Çeşitiyye ve Şattariyye yolundan da pay almıştı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Seyyid Abdullah-ı Dehlevi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

29- Fuad Yusufoğlu Zilcenaheyn Mevlana Halid-i Bağdadi (r.a.) mübarek türbeleri

Zül-Cenaheyn Mevlana Halid-i Bağdadı (r.a.) mübarek türbeleri

Mevlânâ Halid-i Bağdadı (Radiyallah-u anhu);

Evliyanın en büyüklerinden. İslâm bilgilerinin mütehassısı. İnsanlara doğru yolu göstererek, hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliye” ismi verilen âlimler ve veliler zincirinin “yirmidokuzuncusudur.” Asrının müceddidi idi.

İsmi Mevlânâ Halid-i Bağdad’ı Osmanı olup, lakabi Diyâüddin’dir. Hazret-i Osman bin Affan (r.a.) soyundandır. Annesinin soyu ise Hazret-i Ali (r.a.) ye ulaşır.

Mevlânâ Halid-i Bağdad-ı (r.a.) 1192 (M. 1778) senesinde, Bağdad’ın kuzeyinde bulunan Zûr şehrinde doğdu. 1242 (M. 1826) senesinde, Şevval ayının yirmialtıncı günü Şam’da vefat etti.

Cenaze namazını, talebesi olmakla şereflenen ve;

-“Beş vakit namazda Ettehiyyâtü okurken Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) baş gözüyle görmezsem, o namazı iâde ederim.” Diyen Hanefi mezhebinde büyük fıkıh âlimi Seyyid Muhammed Emin İbn-i Abidin (r.a.) kıldırdı.

Kâsiyûn dağında bir tepeye getirilip, Cu’ma günü defnedildi. Şimdi bu yere “Salihiyye” denir. Burada yediyüz Peygamberin ve nice Eshab-i Kiram ve evliyâ-yı kibarın medfun olduğu rivayet edilmiştir.

Mevlânâ Halid-i Bağdad’ı hazretleri (r.a.) kabre konurken mübarek na’şlarından çıkan güzel koku, her tarafa yayıldı ve bu kokuyu almayan kimse kalmadı.

Ziyaret edenler, bu güzel kokunun şimdi de kabirlerinden hisedildiğini söylemektedirler.

Tahsili;

Mevlânâ Hâlid-i Bağdad’ı hazretleri (r.a.), daha küçük yaşlardan itibaren, keskin zekası, kuvvetli hafızası, sağlam irâdesi ve çalışkanlığı ile aklı ve naklı ilimlerde üstün bir dereceye yükseldi.

Tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, akâid, sarf,nahiv, beyan, me’âni, bedi, vad’, arûz, edebiyat, lügat, usul, mantık, hikmet (fen), hey’et (astronomi) geometri, hesab ve diğer ilimleri öğrenip, Firûzbaâdi’nin “kamus” unu ezberledi.

Bütün ilimlerde, din ve fen adamlarına hocalık yapacak derecede üstün bir bilgiye sahip oldu. Din ve fen adamlarına hocalık yapacak derecede üstün bir bilgiye sahip oldu.

Din ve fen ilimlerindeki kudretiyle, bu geniş bilgi ve derin görüşleriyle, zamanın bütün âlim ve velilerinin takdirlerini kazandı. Hangi ilimden sorulsa, derhal cevabını verir, zekâ ve bilgisi karşısında akıllar hayrete düşerdi.

Hocaları;

Mevlânâ Halid-i Bağdad’ı hazretleri (r.a.) zamanın en büyük âlimlerinden olan; Muhammed bin Âdem’i Kürdi, Salih-i kürdi, Abdurrahma-i kürdi, Abdurrahim Berzenci ve onun kardeşi Abdülkerim Berzenci, Abdullah-ı Harpânı ve daha pek çok âlimden ilim öğrendi. İcazet (diploma) aldı.

İlimdeki üstünlüğü;

Mevlânâ Halid hazretleri (r.a.), zamanındaki Bağdad âlimlerinin ve tasavvuf ehlinin, belki asrındaki bütün âlimlerin en üstünü idi. Kur’an-i kerimin esrarına vakıf idi. Bütün ömrü zühd ve takva ile geçmişti.

Onu gören, ismini işiten her âlim, yüksekliğini, üstünlüğünü anlatırdı. Her ilimden ve kitabtan sorulan suallere rahatlıkla en uygun cevabı verirdi. Bu hali herkesi hayrette bırakırdı.

Arabi ve Farisi olarak yazdığı kaside ve manzûmeleri vardır. Çeşitli vesilerle ve seyahatleri esnasında söylediği beytler, nazik ruhunun terennümleridir. “Divan”ını görenler hayran olur.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri
Mevlânâ Halid-i Bağdadı (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

30- Fuad Yusufoğlu Seyyid Abdullah şemizdini (r.a.)  nın mübarek kabirleri

Seyyid Abdullah Şemdin’i hazretleri (r.a.) mübarek türbeleri

Seyyid Abdullah Şemdin’i (Radiyallah-u anhu);

Anadolu’da yetişen evliyanın büyüklerinden. Kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve veliler silsilesinin “otuzuncusudur.”

İsmi Seyyid Abdullah-i Şemdini’dir. Ahlakı, Hazret-i Osman (r.a.) ın güzel ahlakını hatırlatan çok yüksek bir veli idi. Şafii mezhebi âlimlerindendir. Lakabı Siracüddin ve Menba’ul-hilm’dir.

Nisbeti; Nakşibendi, Halidi, Müceddidi, Şemdini ve Nehri’dir. Hakkarı vilayetinin Şemdinân (veya Şemzinân, Şemizdin’i veya şimdiki adıyla Şemdin’li) kasabasındandır. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1288 (M. 1813) senesinde vefât etti. Şemdinan’ın Nehri kasabasında medfundur.

Rivayet edilir ki;

Seyyid Abdullah, Irak’da Süleymaniye beldesindeki medresede ilim tahsil ederken, Mevlânâ Halid-i Bağdadı da orada idi. İkisi medrese arkadaşı idiler. Burada zahiri ilimleri tahsil ederken, bir taraftan da kendilerine hep bir rehber (kendilerini) ma’nevi olarak terbiye edip, batını ilimleri öğretecek, yetiştiecek bir yol gösterici) arıyorlardı.

Bu iki samimi talebenin birbirlerine olan muhabbetleri o derecede idi ki, aradıkları rehberi, ikisinden hangisi daha evvel bulursa, o büyük zattan alacağı feyz ve bereketin aralarında müşterek olması için anlaşmışlar, bu hususta birbirlerine söz vermişlerdi.

Ya’ni aradıkları o büyük veli’yi hangisi daha evvel bulur, tanırsa, hemen diğer arkadaşının da o zatı tanımasına ona bağlanmasına ve feyz almasına sebep olacaktı.

Mecd-i tâlid ve diğer mu’teber kaynaklarda bildirildiğine göre, Mevlânâ Hâlid-i Bağdadı, aldığı ba’zı işaretler üzerine Hindistan’a gitmeye karar verdiğinde, Seyyid Abdullah (r.a.) da beraber gitmek istemişti.

Bunun üzerine Mevlânâ Halid-i Bağdadı (r.a.) ona;

-“Ben gideyim oradan alıp, getirdiğim feyzlere ortağız.” Demişti.

Nihayet Mevlânâ Hâlid hazretleri (r.a.) Hindistan’a giderek, Şah Gulam Ali Abdullah-ı Dehlevi hazretleri (r.a.) nin huzur ve sohbetleri ile şereflenip, layık ve müstehâk olduğu fazilet ve kemâletı aldı. Hocasından tam icazet ve hilafet’le me’zun oldu.

Hocasının tam ve mutlak vekili olarak aldığı yüksek feyz ve kemâleti, ilim ve edeb aşıklarına sunmak, onları yetiştirmek üzere Bağdad’a gönderildi.

Bundan sonra bütün âlem, vasıtalı ve vasıtasız olarak, irşad ve feyz kaynağı olan Mevlânâ Halid hazretleri (r.a.) nin bâtını nûru ile nûrlanmaya başladı. Böylece Bağdad’da feyz ve nûr saçan bir şems-i rahmet (rahmet güneşi) doğmuştu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Seyyid Abdullah Şemdini (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

DSC06781   Fuad Yusufoğlu Seyyid Tahâ-yı Nehri (r.a.) mübarek türbeleri

Seyyid Tâhâ-yi Nehri Radiyallah-u anhu’nun Mübarek kabirleri

Seyyid Tâhâ-yı (Hakkâri) Nehri (Radiyallah-u anhu);

Osmanlılar zamanında Anadolu’da yaşayan evliyânın en büyüklerinden. İnsanları hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “otuzbirincisidir”

Abdulkdır Geylani hazretleri (r.a.) nin “onbirinci torunudur.” Ya’ni Peygamber efendimiz (s.a.v.) in soyundan olup, seyyid’dir.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdadı (r.a.) nın talebelerindendir. Ruh bilgilerinin mütehassısı, Rabbani ilimlerin hazinesidir. Mevlânâ Halid (r.a.) in talebesi olan Seyyid Abdullah’ın kardeşi Molla Ahmed’in oğludur.

Lakabı; Şihabüddin, İmâdüdin ve kutb-ül irşad vel-medâr’dır. Hocası tarafından Şemdinan’da Nehri kasabasında ders vermeye me’mur edildi. Bütün İslâm âlimleri gibi, gecelerini gündüzlerine katarak İslâm’ın güzel ahlakını yaymış, herkesi iyilik yapmağa teşvik eylemiştir. 1269 (M. 1853) senesinde Nehri’de vefat etmiştir.

Seyyid Tâhâ (r.a.), çocukluğundan itibaren büyük bir üstad, vekâr ve heybet sahibi idi. Onu her gören ilerde pek büyük bir zat olacağını söylerdi.

Küçük yaşta Kur’an-i kerim’i hatmetti ve ezberledi. Sonra ilim tahsiline başladı. Süleymaniye, Kerkük, Irak, Erbil, Bağdad gibi ilim merkezlerine giderek şöhretli âlimlerden; tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrendi.

Seyyid Tâhâ hazretleri (r.a.), daha ilim talebesi iken, birgün Bağdad’a yakın bir yerde, çok küçük bir akarsudan abdest alıyordu.

Arkadaşları;

-“Bu su çok azdır, bununla abdest olmaz.” deyince

Seyyid Tâhâ hazretleri (r.a.);

-“Bu mâ-i câridir, ya’ni akar sudur. Dinimizde bununla abdeste izin vardır. Siz ilim talebesisiniz, bunları bilirsiniz. Sonra bu suda balık bile yaşar.” Buyurdu

Ve elini orada biriken su birikintisine sokup çıkardı. Arkadaşlara uzatarak;

-“Bakın bu suda kocaman balıklar yaşamaktadır.” Deyip elindeki balığı gösterdi.

Bu büyük kerâmeti gören arkadaşları;

-“Bundan sonra sen ne uyaparsan yap, bir daha sana i’tiraz etmiyeceğiz.” Dediler.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Seyyid Tahâ-yı Nehri (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

33- Fuad Yusufoğlu Seyyid Sibğatullah-i Ervası (r.a.) mübarek kabirleri

Seyyid Sibğatullah-i Arvâsi (Radiyallah-u anhu) mübarek kabirleri

Seyyid Sibğatullah-i Arvâsi (Radiyallah-u anhu);

Osmanlılar zamanında Anadolu’da yaşayan evliyanın en büyüklerinden.”Ğavs-ül a’zam” ve “Ğavs” lakabları ile meşhurdur. Seyyid olup, Abdurrahman kutb hazretlerinin torunudur.

İnsanları hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “otuzikincisidir.” Seyyid Tâhâ-yı nehri (r.a.) nin talabesidir. 1287 ( M. 1870) senesinde vefat etti. Kabri Ğayda’dadır.

Seyyid Sibğatullah (r.a.) ın babası Seyyid Lütfi (r.a.), onun da babası Seyyid Abdurrahman Kutb hazretleridir. Abdurrahman Kutb için, Seyyid Taha hazretleri “Abdurrahman nikûnâm” (ismi güzel, şânı yüce) yahut “Kutb-i Arvasi” buyuruyorlardı.

Mubarek babası Lütfi Efendi, Seyyid Sibğatullah (r.a.) a küçük yaştan itibaren ilim öğretmeye başladı. Çok zeki olan Seyyid Sibğatullah (r.a.), kısa zamanda zahiri ilimleri okuyup öğrendi. Zamanın fen bilgilerinde de mütehassıs oldu. Tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimlerde âlim olan Sibğatullah Efendi, Tasavvuf’ta da yetişip veliy-yi kâmil bir insan olmak için, Derviş Muhammed (r.a.) in talebesi Seyyid Muhyedin (r.a.) e gitti. Seyyid Muhyeddin (r.a.) o zaman Van’da talebe yetiştiriyordu.

Seyyid Sibğatullah Avrası (r.a.), hocasının verdiği vazifeleri yapmak için canla başla çalıştı. Ağır riyazetler ve mücahedeler çekti. Ya’ni nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsibi terbiye etti. Uzun yıllar hocasına hizmet ederek, sohbetiyle şereflendi.

Nihayet bir gün Hocası ona;

-“Vefat etmiş velilerden istifade edecek, faidelenecek makama geldin.” Buyurdu.

Seyyid Muhyedin vefat edince, Şeyh Halid-i Cezri’ye gitti. Bu mübarek zatın vefatına kadar sohbetlerine katıldı, verdiği vazifeleri yaptı.

Sonra Seyyid Tâhâ hazretleri (r.a.) nin, Molla Murad Hurusi’yle gönderdiği;

-“Kendi yuvana dön.” Haberiyle, Tâhâ-i Hakkari (r.a.) nin şerefli hizmetine koştu.

Hakiki ve esas yuvaya kavuştu. O’nun paha biçilmez sohbetlerini, çölde susuz kalmış kimseler gibi bir kelime kaçırmayacak şekilde dinledi. Verilen vazifeleri ânında yerine getirdi.

Seyyid Tâhâ hazretleri (r.a.), Resulullah efendimiz (s.a.v.) den hocaları vasıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı. Kalb gözü açılan Seyyid Sibğatullah Arvası (r.a.), tasavvuf’ta yüksek makamlara kavuştu.

Öyle ki;

Hızır Aleyhis selam ile görüşür, onunla sohbet ederdi. 1269 (M. 1852) senesinde, hocası Tâhâ-i Hakkari hazretleri vefat edince, onun yerine geçen Seyyid Salih hazretlerinin sohbetine devam etti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Seyyid Sibğatullah-i Arvasi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Seyda-yi Taği (Radiyallah-u anhu) nın Markadları (Nurşin köyü)

Anadolu’da yaşayan evliyanın en büyüklerinden. “Seyda” lakabları ile meşhurdur. İnsanları hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “otuzüçüncüsüdür.” 

Seyyid Sabğatullah Arvası (r.a.) nin gözde halifelerindedir. Nurşin köyünde vefat etti. Mübarek kabirleri, orada  ziyaretçilara açık olup maneviyatından çok istifade edilmektedir.

 

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Seyda-i Tağıi hazretleri (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

 

Fethullah-i Verkanısı (Radiyallah-u anhu) Markadşarı (Bitlis)

Fethullah-i Verkanıs hazretleri (r.a.), Doğu anadolu’da  yaşayan evliyanın büyüklerinden. İnsanları hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “otuzdördüncüsüdür.”  Seyda-i Tağı hazretleri (r.a.) nin talabesidir.

Seyda-i Tağı hazretleri (r.a.) nin gözde halifelerinden olup, hem de damadıdır.  Bitliste vefat etti Mübarek kabirleri orada  ziyaretçilara açık olup maneviyatından çok istifade edilmektedir.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fathullah-i Verkanıs hazretleri (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

 

 

Cenbneül baki’ (Medine-i Münevvere)

Birinci Dünya savaşında, Ruslarla yapılan savaşta sağ kolunu şehid olarak veren, Anadolu’da yaşayan evliyanın en büyüklerinden. “Hazret” lakabları ile meşhurdur. İnsanları hakka da’vet eden, onlara doğru yolu gösterip hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “otuzbeşincisidir.”  Seyda-i Tağı hazretleri (r.a.) nın oğlu olup, Fethullah Verkanıs hazretleri (r.a.)  nin talabesidir. Şah-i Hazne lakabı ile meşhur olan Ahmed el-Haznevi (r.a.) murşididir. Milad-i 1925 yılında Nurşinde vefat etti. Mübarek kabirleri Murşında Ziyareta açık olup Manevi himmetinden yararlanılmaktadır

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Muhammed Diyaaddin hazretleri (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

 

Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

İslâm âlimlerinin büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden, onları doğru yolu gösterip, hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin Otuzaltıncisidir. Haznevi dergahının kurucusu; büyük alim, fazilet sahibi ve arif-i billah olan Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) dir. Babaları Hoca Murad Efendi, Türkiye’nin Mardin ili’nin İdil (Hazah) ilçesine bağlı Banıhe köyündendir. Hoca Murad Efendi âlim ve muttâki bir zat olup asil ve temiz bir aileden gelmektedir.

Şöyle ki;

Ahmed El-Haznevi (k.s.) ile kardeşi Molla Mustafa (k.s.) hazretleri daha çok küçük yaşta iken köydeki bazı insanların bayramına gitmişler (Ravi şek ediyor bir şeyler yemişlermi mi yememişler mi onu hatırlamiyorum.) Molla Murad hazretleri arkalarından koşup yakalamış ve kusmaları ağızlarını su ile yıkamışlardır ve arkasında da cemaata hazır olanlara şöyle buyurmuştur;

-”Elhamdulillah bu güne kadar benim ve çocuklarımın boğazlarına değil haram, şübheli lokma  girmemiştir.”

Şeyh Ahmed hazretleri (k.s.) babalarının İmam-Hatiplik yaptığı şu anda Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı kazasına bağlı Hazna beldesinde 1886 yılında doğmuştur.

Doğduğu bu yerden dolayı da Haznevi namıyla anılmaktadır. Babalarından sonra ilk hocaları Diyarbakır’ın Silvan kazasının seçkin alimlerinden Müderris Molla Hüseyin Küçük Efendidir. Zamanın usulüne göre bu üstadlarının yanında okuyup, tahsillerini tamamlamış ve ilmi icazetlerini ondan almışlardır.

Şeyh Ahmed (k.s.) daha sonra tasavvufa ilgi duymuş Şeyh Abdurrahman-i Taği hazretleri (k.s.) nin halifesi olan Hizanlı Şeyh Abdulkadir Efendi (k.s.) nin sohbetlerinde bulunmuştur.

Birinci Dünya Savaşından önce hocası Şeyh Abdulkadir Efendinin vefat etmesi üzerine ise, büyük veli ve Allah dostu Abdurrahmani Taği hazretleri (k.s.) nin oğlu ve halifesi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin Nurşini Hazretleri (k.s.) nin sohbetlerine devam etmeye başlamıştır.

Şeyh Hazret (k.s.) olarak ta anılan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Bediüzzaman Said Nursi hazrteleri (k.s.) nin de hocası olup, Üstad Bediüzzaman (k.s.) Tarihçe-i Hayat isimli eserlerinde onu ve onun mürşidi olan Abdurrahmani Taği Hazretlerin (k.s.) i kendisinin üstadları olarak belirtmiştir.

Hatta aynı adlı eserinde; Şöyle buyurmuştur;

-”Yeryüzünde melek misal insanları görmek isteyenlerin Nurşin’e Seyda hazretleri (k.s.) ile Şeyh Muhammed Diyaedddin (k.s.)’in dergahına gitmelerini ve onun müritleri ile tanışmalarını salık vermiştir.”

Şeyh Ahmed (k.s.) bu yüce dergaha dahil olduktan sonra on beş yıl boyunca Hazna’dan Nurşin’e bazen yaya bazen de binek üstünde olarak gitmiş, ilmi ve manevi tedrisatını burada tamamlamıştır.Talebeliklerinin ilk zamanlarında başlarından geçen bir olayı şu şekilde anlatmışlardır:

Nurşin’e gittikten on beş yirmi gün sonrasıydı. Hazretin evindeydim. Malum yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı.

Birgün Muş tarafından o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret’i (k.s.) i ziyarete gelmişti. Hazreti ve talebelerini yemeğe davet etti. Hazret de onun davetini kabul edip, icabet edeceğini bildirdi.
Nasıl olsa ben de gideceğim ve güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok zevk duydu. Hemen çarıklarımı ıslansınlar da rahatça giyeyim diye suya bıraktım.

Hazret (k.s.) yolculuk hazırlıklarını tamamladığında ben de diğer talebeler gibi hazırlanmıştım. Hazret (k.s.) dışarı çıktı, yüzünü bana döndürüp;

-’Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle beraber gelsin. Yalnız Molla Ahmed kalsın.” diye buyurdu.

Ben gitmeyip, kaldım. O zaman hocamın niye böyle dediğini anladım;

Ve nefsime dönüp dedim ki;

-”Bütün suç senindir. Sen güzel yemekler yerim diye iştahlandın. Güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi. Ey nefis senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lazımdır. Bunu yaparsan Allahu Teala’nın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun.”

Şeyh Ahmed (k.s.) on beş yıl süren bu uzun talebelik döneminde Muhammed Diyaüddin Hazretleri (k.s.) inden çok istifade etti. İlim ve irfan yolunda çok ilerledi. Tasavvuf güzargahında çok yüksek derecelere çıktı.

Üstadı ona ilim öğretmek ve insanları Nakşibendi üstadlarının usulüne göre manevi olarak yetiştirip, terbiye etmek için icazet ve hilafet verdi.

Bunun üzerine o Hazna’ya dönmüş ve orada insanları irşada başlamıştır. Kısa bir süre sonra da asıl dergahın merkezini oluşturacak,Tel Maruf beldesine yerleşmiştir.

Mürşidi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretleri ile Birinci cihan harbinde aynı safta düşmanlara karşı mücadele vermiştir. Hatta savaşın en şiddetli anlarında bile mürşidinin yanından ayrılmamıştır.

Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretlerinin kolunun şehid edildiği esnada yine Hazret (k.s.) ın yanlarında Şeyh Ahmed (k.s.) vardı.

O zamanları oğlu ve halifesi olan Şeyh İzzeddin (k.s.) şöyle anlatmaktadır:

-”Küçük yaşta Hazna’daki Haznevi medresesinde tahsile başladım. Medrese çok mahir ve muttaki alimlerden, çalışkan ve ahlaklı talebelerden müteşekkildi.

Birinci dünya savaşının zifiri karanlığı, açtığı yara, oluşturduğu kıtlık ve sıkıntı devam ediyordu. Memleketimiz Fransızların işgali altındaydı. Her taraftan dine, imana, irfana karşı saldırılar düzenleniyordu. Büyük şeyh babam Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) köyden köye sürülüyordu. Buna rağmen o yılmıyordu. Kimi zaman çölde, kimi zaman çadırlar içerisinde talebe okutmaya devam ediyor, misafir kabul ediyor ve insanların irşadıyla aralıksız bir şekilde uğraşıyordu.”

-”Bu zor şartlara rağmen insanlar da ona teveccüh ediyorlardı. Babam korkuyu tanımaz, yorulmak bilmez, en korkunç olaylar karşısında dahi kırılmaz bir irade sahibi, cesaretli, vakur, maneviyatı son derece kuvvetli engin bir alim, tanınmış bir İslam önderiydi.”

-”Medresemiz toprak bir bina idi. Duvarları delikler ve çatlaklarla dolu idi. İçerisinde akrep, fare gibi zararlı hayvanlar da eksik olmazlardı. Sergilerimiz hasırdandı. Rahlelerimiz ise içi saman dolu yastıklardı. Tüm bunlara rağmen ilim öğrenmek ve babamıza layık olabilmek için gece gündüz demeden çalışıp, didiniyorduk. Dünyamız bu anlattıklarımdan başka bir şey olmamasına rağmen Şeyh Ahmed (k.s.) medresenin kapısına gelir ve bizlere;’

-”Ey hocalar! Ey öğrenciler! İnancınızı ve ahlakınızı İslam’a uygun hale getirmek, cehalet karanlığından kurtulmak, insanlara hizmet etmek, halifelik makamına yakışır bir hale gelmek, helali ve haramı bilmek hülasa yüce Allah’ın rızasını kazanmak için ilim tahsil edin. İnsanların itibarını kazanmak, makam ve maddeyi elde etmek, ün salıp, şöhret kazanmak için ilim tahsilinin sonucu nedamet ve hüsrandır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyururlar ki;

-”Allah’ı rızasını kazandıran ilmi, dünya menfaati için tahsil eden kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamıyacaktır. (Ebu Davut R.S 400)’d iye hitap ederlerdi.’

Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) tüm bu zor şartlara rağmen yılmadan çalışmaya devam ediyordu. Baskılar, sürgünler onu asla yıldırmıyordu. Cehalet her tarafta göze çarpıyordu. Şeyh hazretleri öyle oluyordu ki bazen bir çobana kelime-i şehadeti öğretmek ve düzgün bir şekilde söylenmesini sağlamak için saatlerce uğraşıyordu.

Bir seferinde yine böyle bir çobana namaz kılabilmesi için Fatiha suresini ve Ettahiyyatü duasını öğretmeye çalışıyordular. Ne yaptılarsa çoban bu duaları ezberliyemiyordu.

En sonunda Şeyh Ahmed (k.s.) çobanın tanıdığı ve birbirlerinden rahatlıkla ayırabildiği koyunlarına tek tek isim koymaya başladı. Bunun adı ‘Ettahiyyatü’, bu diğerinin ki’ Lillahi’, şuradaki ‘Vessalavatu’diye. Böylece çoban duaları ezberleyebildi.

Aradan bir süre geçtikten sonra bu çoban Tel Maruf’a ziyarete geldiğinde, Şeyh Hazretleri camide ona bu duayı okutturdu. Gördü ki duanın içindeki bir kelimeyi mesela ‘Vettayyibat‘ı eksik okuyordu. Sebebini sorduklarında o isimli koyunun öldüğü şeklinde bir cevap aldılar .

Yıllar süren uğraşları elbette ki boş kalmadı. Pek çok alim ve fazilet sahibi kişiler yetiştirdiler. Gerek talebelerini göndererek ve gerekse de kendileri irşatlara çıkarak insanları eğittiler. Fakat tüm talebeleri ve halifeleri arasında ilimleri, takva ve Allah’a yakınlıkları ile bambaşka olan üç kişi vardı ki bunlar oğulları olan Şeyh Masum (k.s.) Şeyh Alaaddin (k.s.) ve Şeyh İzzeddin (k.s.)’ dur.

Onlar için şöyle buyurmuşlardır:

-”Üç oğlum da kamil-i mükemmil şahsiyetlerdirler. Benden sonra sırayla yerime geçsinler. Bilindiği gibi tasavvufi literatürde ‘kamil-i mükemmil’ tabiri; Allah’a kavuşmuş, O’nun sevgisinde yeni bir hayat bulmuş, yüce marifetlerle, ilahi sırlarla donanmış ve insanları kamil bir şekilde irşad edebilecek bir özellik ve yetenek üzerinde olanlar için kullanılır.

Bu vasıflarıyla onlar Şeyh Ahmed’in (k.s.) diğer halifelerinden ayrıdırlar ve tarikatın asıl gövdesi onlar vasıtasıyla bu güne kadar devam ederek gelmiştir.

Şeyh Ahmed (k.s.) tüm yüce sıfatlarına ve kemallerle dolu, övülmüş hallerine rağmen çoğu zaman gözü yaşlı ve korku dolu bir halde bulunurdu. Yakınlarına ve sevdiklerine daima dert yanar ve kendisinde görülen bu hallerin ve insanların teveccühlerinin bir istidrac, nefsin veya şeytanın bir oyunu olmasından korktuğunu söylerdi. Kendilerini daima kusurlu ve hatalı görüyorlardı.

İnsanlardan gelen eziyetlere karşı çok büyük bir sabır sahibiydiler. Onun için onların İslam’dan bir şey öğrenmeleri, imanlarını kuvvetlendirecek bir sohbeti dinlemeleri ve kendilerini ıslah edecek bu yüce yola girmeleri herşeye bedeldi.

Bu uğurda gördüğü kabalıklara, çektiği eziyetlere hiç aldırış etmiyordu. Öyle oluyordu ki kendisini ziyarete gelenler ayakkabıları ile oturduğu yere basıyor, yaptıkları izdihamla bazen onu incitebiliyorlardı. Ama o bunlara hiç aldırış etmez ve yakınlarından bu gibi kimselere kızanları böyle yapmamaları için uyarırdı.

Bu yüce ahlakları ile pek çok insanın kalbini İslam’a, imana ve bu yüce ıslah yoluna ısındırdılar. Onların imanlarını kurtarmalarına vesile oldular. Çok büyük ve salih alimlerin yetişmesine vesile oldular.

Devam edecek…

DSC01647  Fuad Yusufoğlu Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

Şah-i Hazna (Radiyallah-u anhu) nın halifeleri’nin isimleri;

1-Haci Hüseyin-i Kinike (k.s.)

2- Şeyh Muhammed Ma’sum-i Sani (k.s.)

3-Şeyh Allaaddin El-Haznevi (k.s.)

4-Şeyh İzzeddin El-Haznevi (k.s.)

5- Molla İbrahim-i Giresiver (k.s.)

6- Muhammed Ma’şuk Nurşin’i (k.s.)

7- Molla Abdullatif-i Amudi (k.s.)

8- Molla Muhammed Sıddık Serhade (k.s.)

9- Abdulhakim Bitlis’i hüseyn-i (k.s.)

10- Molla Abdurrezak Pirmiri (Kızıltepe) k.s.)

11- Molla Salih-i Kürimi (k.s.)

12- Molla Muhammed molla Reşid Ğarzi (k.s.)

13- Haci Musa (k.s.)

14- Molla Cüneyd

15- Molla Ahmed

Devam edecek…

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Şah-i Hazna (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu