‘Namaz’ olarak etiketlenmiş yazılar
Namazın dış görünüşü- 2
04 Kasım 2008Kasyan gölünde balıklar (Navala sipi)
Namazın dış görünüşü- 2
Ellerini bağlayınca;
-“Allahu ekber kebiren, ve’l-hamdulillahi kesiren ve sübhanallahi bükreten ve esilâ.” der,
Sonra;
-“İnni veccehtü….En’âm suresi ayet 79 i okur.”
Bundan sonra, Sübhanekallahumme ve bihamdike, ve tebarekesnüke, ve teâlâ ceddüke ve lâ ilahe ğayrük.” Der.
MANASI;
-“Ey benim Rabbim! Sen, şükürünü yerine getirebilmemden çok uzaksın. İsmin mubrektir. Büyüklüğün her büyüklükten daha yüksektir. Senden başka mâbud yoktur.” Bu bütün mezheblerde ve rivayetlerde böyledir.
Sonra;
-“Eûzü billahi mineşşeytanirracim, innallahe hüve’s-semiu’l-alim.” Deyip Bismillahırrahmanırrahim.” Der.
Sonra;
-“Fatiha suresini (Elham’ı) okur.” Uzatma ve şeddelrine dikkat eder. Okurken, harflara bozulacak kadar basmaz.
“Dad” ile “zı” birbirinden ayırır. Eğer yapamiyorsa caiz olur. Fatiha’yı bitirince “Amin” de. Surenin sonuna bitişik olarak okumaz. Sûreden az sonra söyler. Sonra bir başka sûre veya Kur’an-i kerim’den dilediği yeri okur.
İmama uymuş değilse, sabah, akşam ve yatsı namazının farzlarında ilk iki rekatta yüksek sesle okur.
Kimyay-ı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri namazlarında, namazın erkanlarına uyan ve namazlarını huşu içinde kılan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Rükû’
04 Kasım 2008Çağ-çağ barajı (Nusaybin)
Rükû;
Sonra rükû’ tekbirini söyler.
Bunun da sûrenin bitmesinden az sonra söyler. Başta olduğu gibi, bu tekbirde de el kaldırır. (Hanefiler kaldırmaz.) “Allahü Ekber” der. Rükû’a eğilir. Her iki elin avuçlarını, dizlerin üzrine koyar. Parmakları kıbleye doğru gelmek üzere salar. Parmaklar açık vaziyettedir. Dizleri kendine çekmez. Dik tutar. Başı ve sırtı tahta gibi düz olur. Pazuları böğründen ayrı olur. Yanlara daoğru da pazularını çok çıkarmaz.
Bu hali alınca üç defa “Sübhâne rabbiyel-azim ve bihemdihi” der. İmam değilse yedi veya on bir defa söylemesi daha iyi olur. Sonra rükûden doğrulur. Dik durur, elini kaldırır ve “semiallahü limen hamideh” der, biraz haraketsiz durur. Sonra, “Rabbenâ lekelhamd”, der.
Sabah namazının farzının ikinci rek’atında “konut” okur. (Bu yazılar, Hanefi mezhebindekileri şaşırtmasın. Ve bu yazılara yanlış da denilmesin. Daha önce ne için böyle olduğunu yazmıştık-Mütercim)
SECDELER:
Sonra tekbir okuyup secdeye iner. Secde yaparken de, yere yakın olan azâlar, daha önce yere konur. Önce diz, sonra el, sonra burun ve alın konur. Eller kulak hizasında olur. Parmaklar birbirinden ayrı ve kol yere bitişik olur. Pazu vücüda, uyluk karına bitiştirlmez.
Sonraüç defa, “Sübhâne rabbiyel- a’lâ ve bihemdihi” der. İmam değil ise daha fazla okuması iyi olur. Sonra Allaü ekber deyip, başını secdeden kaldırır. Ve sol ayak üzerine oturur, iki elini uyluğu üzerine koyar ve “Rabbiğfirli verhamni, verzukni vehdini, vecirni ve afini va’fu anni” der. Tekrar secdeye gider. Secdeden sonra oturur gibi durur ve “Allahü ekber” deyip ayağa kalkar ve öbür rekâti da bunun gibi kılar. Elhamden önce “eûzü” okur.
TEŞEHHÜD (Tahiyyata oturmak):
İkinci rekâtın secdesini bitirince teşehhüde oturur. Secde aralarında yaptığı gibi sol ayağını üzerine oturur. Ellerini de uylukları üzerine koyar. Fakat burada sağ elin parmaklarını toplar. Yalnız şehadet parmağını bırakır.
Kelime-i şahadet okurken,”İllallah’a sıra gelince şahadet parmağını kaldırır. “Lailahe’de” kaldırmaz. Beş parmak da kendi halında bırakılsa zararı yoktur.
İkinci oturuşta da böyle yapar. Fakat her iki ayağı alttan sağ taraftan çıkarır. Sol oturak yerini yere koyar. Birinci teşehhüde, “Allahümme salli alâ Muhammedin ve ali Muhammed” deyip kalkar. Son teşehhüde ise, bu duayı sonuna kadar okur. Duadan sonra, “Esselamu aleyküm ve rahmetullah” der, yüzünü bir tarafını görür. Sonra sol tarafa selam verir.
Bu iki selamla beraber namazdan çıkmaya niyet eder. Selam verirken orada bulunanlara ve meleklere niyet eder. (Hanefi mezhebinde, teşehhüdde şehadet parmağını kaldırmamak iyidir. Ve Tehiyyattan sonra -birinci teşehhüde- bir şey okumadan kalkılır.)
Kimyay-ı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri namazlarında, namazın erkanlarına uyan ve namazlarını huşu içinde kılan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu.
Namazın mekruhları
04 Kasım 2008Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)
Namaz’ın Mekruhları;
Aç iken,
Susamış iken,
Kızgın iken,
Küçük ve büyük abdest sıkıştırması olduğu zaman,
Kalbin huşuunu bozacak bir şey bulunduğu zaman, Namaz kılmak mekrutur.
Ayaklarını az açmak veya bir ayağını yerden kaldırmak
Ve secdede ayağın üzerine oturmak,
Kaba etlerinin üzerine oturmak,
İki dizini göğsüyle bir tutmak,
Elini elbisesinin altında bulundurmak,
Secde vaktinde elbisesini önden veya arkadan tutmak,
Elbisesi altına kuşak bağlamak,
Vücudunu kaşımak,
Esnemek,
Sakalıyla oynamak,
Secde etmek için küçük taşları düzeltmek,
Secde zamanında yere üfleek
Ve arkasını bir yere dayamak mekruhtur.
Bütün bedeni, eli ve âzaları edebli olup namaza uygun olmalıdır. Ancak böylece namaz tamam olur ve ahret için azık olmaya layık olur.
Saydığımız namazın farzları on ikiden fazla değildir.
Bunlar da:
Niyet,
İftitah tekbiri,
Kıyam,
Fatiha okumak,
Rükû’
Rükû’da haraketsiz durmak,
Rükû ve secdelerde doğrulup dik durmak ve bir müddet öyle durmak,
Teşehhüde oturmak, Peygamber Efendimize (Sallallahu aleyhi ve selem) salavat getirmek
Ve selam vermektir
Bunlar yapılınca namaz doğru kılınmış olur.
Yani boynu kılıçtan kurtulmuş olur. Fakat kabul edilmesi şüphelidir. Bu, Padişahın önüne, kulaksız, burunsuz, elsiz, ayaksız, sadece canlı bir cariye getirmeye benzer. Burada kabul edilmemek korkusu çok olur.
Kimyay-ı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri namazlarında, namazın erkanlarına uyan ve namazlarını huşu içinde kılan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Namazın Hakikati ve ruhu
05 Kasım 2008Nusaybin(çağ-Çağ santralı)
Buraya kadar anlattıklarımız namazın sûretidir. Bu sûretin bir hakikati vardır ki; o da namazın ruhudur, özgürlüğüdür.
Namazın hareketlerine ve hakikati vardır. Eğer ruh asıl olmasa, ölü insan gibi olur. Yani ruhsuz beden gibi olur. Eğer asıl olursa, edebleri ve lazım gelen şeyleri tamam olmazsa, gözü oyulmuş, kulağı ve burnu kesilmiş adam gibi olur. Eğer hareketlerine riayet edilir, ruh ve hakikati onunla olmazsa, gözü olup görmeyen, kulağı olup duymayan insana benzer.
Namazın ruhunun asıl huşu ve kalbin bütün namazda hazır olmasıdır. Çünkü namazdan maksat kalbi Allah-ü Teâlâ (c.c.) ile bulundurmak, heybet ve tazim yoluyla Allah-ü Teâlâ’yı zikretmektir.
Hususen Allah-ü Teâlâ,
-“Beni hatırlamak için namaz kıl.” Buyuruyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
-“Birçok insanlar vardır. Namazdan nasiblerini sıkıntı ve eziyetten başka bir şey değildir.”
Bu da vücudu namazda olup, kalbi gafil olanların namazıdır.
Yine (a.s.v.) buyurdu ki:
-“Birçok insanlar vardır ki, namazlardan onda bir veya altıda birden fazlası yazılmaz. Herkesin namazından yazılan, kalbi hazır olduğu kısımlardır.”
Yine (a.s.v.) buyurdu ki:
-“Bir kimseden ayrılır gibi namaz kıl”
Yani kendine ve isteklerine veda et, onlardan ayrıl. Hatta Allah ü Tealadan gayri olan her şeyden uzaklaş, bütün varlığını namaza ver.
Bunun içindir ki, Hazreti Aişe (r.a.) buyuruyor:
-“Resulullah (a.s.v.) bizimle konuşuyordu. Bizde onunla konuşuyorduk. Namaz vakti gelince, bizi tanımadığını söyledi. Bu, Allahü Teâlâ’nın azameti, büyüklüğü ile olan meşguliyet ve Allah ü Teâlâ’ya tutkunluğu sebebi ile idi.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
“Kalbin hazır olmadığı namaza Allah ü Teâlâ (c.c.) bakmaz.”
İbrahim (a.s.) namaz kıldığı zaman, kalbinin darabanı iki mil uzaktan duyuluyordu.
Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizlri ve sizlri namazı dosdoğru kılan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Namazın Hakikati ve ruhu – 2:
05 Kasım 2008Nusaybin İlçesinin Suriye’den görünüşü
Hz. Ali (r.a.) namaz için kalktığı zaman vücudu bir titreme alır, yüzünün rengi değişir ve
-“Yedi kat göklere ve yere arzedilen ve onların onların taşıyamadıkları emanetin zamanı geldi” derdi.
Süfyani Servi (r.a.) der ki:
-“Namaz’ı huşu ile kılmayanın, namazı doğru olmaz”
Hasanı Basri (r.a.) diyor ki,
-“Kalbin hazır olmadığı namaz, cezaya daha yakındır.”
Muaz İbn Cebel (r.a.) diyor ki,
-“Namaz’da kasten sağında, solunda kimler vardır diye bakanın namazı olmaz.”
Ebu Hanife ve Şafii (Rahmetullahi aleyhimâ) ve birçok alimlerin, ilk tekbiri alırken kalbin hazır olması yetişir, diye buyurmaları zaruri sebeple verilmiş bir fetvadır.
Çünkü;
İnsanlarda gaflet galib vaziyettedir. Bunun esas manası boynu kılıçtan kurtulur demektir. Ahret için azık olmaya layık değildir. Ahiret için azık olan, orada faydasını gördüğü, kalbin hazır olduğu kısımlardır.
Bütün bir namazda, ilk tekbirden fazla kalbi hazır olmayan kimse, hiç namaz kılmayanlardan daha iyidir. Fakat halinin daha kötü olacağından korkulur. Çünkü, hizmette gevşek davranana, gelişi güzel hareket edene, belki de hiç hizmet etmeyenden daha çok kızarlar.
Bu sebepten Hasanı Basri (r.a.) diyor ki,
-“Bu namaz cezaya daha yakındır.”
Hatta hadisi şerifte geldi ki Resulullah (a.s.v.) buyurdu ki:
-“Kötülüklerden ve günahlardan namazın men etmediği kimse, o namazdan Allahü Tealadan uzak olmaktan başka hiçbir fayda göremez.”
O halde buradan anlasıldı ki, namazın ruhundan maksat kalbin daima hazır olmasıdır. Tekbir alırken hazır olmaktan başka kalbi hazır olmayanın namazın nasibi bir nefesten fazla değildir. Nefes almaktan başka hayat eseri olmayan kimseye benzer.
Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizlri ve sizlri namazı dosdoğru kılan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Namazdaki Amellerin Hakikatı
05 Kasım 2008Meryakup kilisesinin Mayın tarlasında kalan kapısı
Sana ilk ulaşan ezandır. Ezanı dinlerken kalbini ona ver. Bir şeyle meşgül isen bırak.
Çünkü;
Selef (geçmiş büyükler) böyle yapardı. Ezanı duyduğu zaman, demircilik yapanın çekici havada ise, örse vurmaz, indirirdi.
Ayakabıcı iğneyi sokmuş ise, çıkarmazdı, öyle bırakırdı. Yerinen fırlar kalkardı.
Çünkü;
Bu sesten, kıyamet günündeki sesi işitmesinden başka bir şey anlamazdı. Eğer bu sesi, yani ezan sesini duyduğun zaman kalbinde bir sevinç ve istek dolmuş görüyorsan, kıyamet günündeki sesi duyduğun zaman da öyle olacağını anla.
Taharet (Abdest)
Taharetin sırrı şöyledir;
Elbiseyi ve bedeni temizlemek; kılıfı, dışı temizlemektir. Bu temizliğin ruhu; kalbin tevbe etmekle, pişman olmakla, ve kötü huylardan uzak olmakla temizlenmesidir.
Çünkü;
Kalb, nazargah-i İlâhidir. Namazın hakikatının yeri kalb’dir. Beden ise namazın sûretinin yeridir.
Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri namazı dosdoğru kılan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Avret yerini örtmek (Setr-i Avret)
06 Kasım 2008çağ-Çağ nehri Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Manası; kendi dışında olan çirkinlikleri örtüp, insanlara göstermek istememen;
Sırrı ve hakikati de, kalbinde çirkin olan şeyleri Allah-u Teâlâ (c.c.) nın görmesinden örtmendir.
Allah-u teâlâ’dan hiçbir şeyin gizlemiyeceğini bilirsin. O halde kalbi çirkinliklerden temizlemek lazımdır. Temizlik de, eskiden yaptıklarına pişman olman ve bir daha yapmayacağına azmetmendir.
Çünkü hadisi şerifte
-“Günahına (samimiyetle) tevbe eden, hiçbir günah işlememiş gibi olur.” Buyruldu.
Tevbe,
Günahı yok eder. Eğer bunu yapamıyorsan: bari utanma, korku ve hayayı perde yap ve bunların arkasında kal. Allahü Teâlâ (c.c.) nın huzurunda kalbi kırık ve utangaç olarak dur. Tıpkı firar eden, emir dinlemeyen bir kölenin, efendisinin huzuruna gelirken kalbi sıkıntı ve pişmanlıkla dolu, başı önüne eğik olduğu gibi ol.
Kıbleye Dönmek (istikbali kıble)
Bunun manası, yüzünü bütün yönlerden çevirip bir yöne dönmektir. Hakikati ise, kalp yüzünü her iki dünyada onlardan çevirip Allah ü Teala ile meşgul olmaktır.
Ancak bu şekilde tek sıfatlı olabilir. Zahiri kıble olduğu gibi, kalbin kıbleside birdir. Oda Allah-ü Teâlâ dır. Düşünceler vadisinde dolaşan kalp,yüzün çeşitli taraflara dönmesi gibidir.
Bu şekilde namaz olmadığı gibi, buda namazın hakikati olmaz.
Bunun için peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
-“Namaza durup, arzusu, yüzü ve kalbi Allah ü Teala ile olan, namazın sonunda anasının doğmuş gibi olur, yani bütün günahlardan temizlenir.”
Hakikaten bilmiş ol ki,
Yüzü kıbleden çevirince namazın sureti bozulduğu gibi, kalp yüzünü Allah ü Teâlâ’dan çevirip, başka şeylerden düşünmekte, namazın ruhunun hakikatini bozar.
Çünkü zahir, örtüsü, kılıfıdır. Suretle, kılıfla alakalı olan şeyleri kendinde bulundurur. Kılıfın bundan başka büyük kıymeti yoktur.
Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri namazı dosdoğru kılanlardan eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Kıyam (ayakta durmak)
06 Kasım 2008Çağ-Çağ deresi (bor) Nusaybin
Manası, bedenle Allah ü Teâlâ’ nın huzurunda köle gibi, boynu eğik bir vaziyette durmaktır. Hakikati, kalbin bütün harekat ve sekanattan kesilip, tazim inkisar (kırıklık) yolu ile hizmete hazır olmasıdır.
Bu zamanda kıyamette kendi makamında, Allah ü Teâlâ (c.c.) nın huzurunda olduğunu hatırlamalıdır. Evet, o zaman bütün sırlar, gizli şeyler açığa vuracaktır, kendisine gösterilecektir. O gizli işlerin şimdi Allah ü Teala tarafından bilindiğini bilmelidir. Kalbinde, eskiden onları ve şimdi bulunanları biliyor. Dışını da, içine götürüyor.
Şuna şaşılır ki, bir kimse namaz kılarken bir alimin veya velinin, kendisine baktığını, namazı nasıl kıldığına dikkat görse, bütün azuvları edebli olur. Hiçbir tarafa bakmaz. Namazda acele etmekten, bir tarafa bakmaktan utanır. Halbuki. Allah ü Teala nın kendini gördüğünü bilir. Fakat ondan utanmaz haya etmez!
Elinde hiçbir şey olmayan zavallı bir kuldan utanır ve onun görmesiyle dikkat eder de, mülkün hakiki sahibi olan Allah ü Teala nın görmesinden utanmaz, haya etmez ve gevşek namaz kılar. Bundan büyük cahillik olurmu?
Bunun için Ebu hureyre (r.a) dedi ki :
-“Ya Resulullah, Allah u Teala dan nasıl utanmak lazımdır?”
Resulullah Aleyhissalatu ve sellem buyurdu ki :
-“Takva sahibinden ehl-i beytinin utanması gibi, ondan utanmalıdırlar.” “Bunun sebebi tazimi bildirmektir.
Çünkü;
Ashab-ı Kiramdan bir gurup vardı, namazda öyle sessiz, haraketsiz dururlardı ki, kuşlar bile onlardan kaçmazdı. Cansız zanederlerdi.
Allah-u Teâlâ nın azametinden kalbine yerleştiği kimse Allah-u teâlâ hazretleri (c.c.) nın kendisine baktığını bilir ve bütün vucudu huşu’içinde olur ve haraketsiz durur.
Bunun içinPeygamberimiz (sallallahu aleyhi ve selem) namazda elini sakalına getiren birisini görünce;
-“Kalbinde huş’ olsaydı, eli de kalbı gibi olurdu.” Buyurdu.
RÜKÛ’ VE SECDELER:
Görünüşü bedenle tevazudur. Bundan maksat da kalbın tevazusudur. Âzaların en kıymetlisi olan yüzünü, şeylerin en aşağısı olan toprağa koymak olduğunu bilirse ve böylece kendisinin topraktan olduğunu ve tekrar toprağa döneceğini anlarsa; gururu kırılır ve kendini zavalı, muhtaç olduğunu bilir.
Bunun gibi, her işte bir sır ve hakikat vardır. Bundan gafil olursa o işten sûrete kavuşmaktan başka bir şey elde etmez.
Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri namazı dosdoğru kılan ve ruk’u ve secdelere riayet eden kullarından eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Kıraatın (okumanın) ve namazın rükünlerin hakikatı
06 Kasım 2008Çağ-Çağ deresi (bor) Nusaybin
Namazada okunması icab eden her kelimenin, bilinmesi icab eden bir hakikatı vardır. Okuyanın o şekilde olması lazımdır ki, söylediğinde doğru olsun.
Meselâ;
Allahü Ekber, “Allah-ü Teâlâ daha büyüktür.” Demektir. Bunu bilmiyorsa cahildir. Bilir, fakat kalbinde Allah-ü teâlâ (c.c.) dan daha büyük bir şey bulunuyorsa, sözü doğru olmaz. Ona, “Bu söz doğrudur, fakat sen yalancısın!” denir.
Her zaman her şey’e Allah-ü Teâlâ’dan daha çok mutî olursa,onun yoluna giderse, o şey ona göre daha büyüktür. Onun taptığı ve ilaı, itaat ettiği, ardı sıra gittiği şeydir.
Bahusus Allah-u teâlâ hazretleri (c.c.) buyurdu;
-“Kendi arzularını kendine ilah yapankimseyi görmedin mi?” Casiye suresi Ayet; 23
Veccehtü vechi dediğinin manası, kalb yüzümü bütün alemden çevirdim ve Allah-u teâlâ’ ya döndüm demektir. Eğer bu zamanda kalbi,ondan başka bir şey’e bakıyorsa, sözü yalandır. Allah-u teâlâ (c.c.) ya yalvarırken ilk sözü yalan olursa, felaketi buradan anlamalıdır. Hanifen müslimen; Dediği zaman, Müslümanlık davasındadır.
Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki;
-“Müslüman: Müslümanların, elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.”
Bu sıfatta olmalı, yahut böyle olmaya gayret etmelidir.
Elhamdulillah dediği zaman:
Allah-u Teâlâ (c.c.) nın ni’metlerini kalbinde yeniden hatırlamalıdır. Bütün kalbı şükür sıfatında ve hamd halinde olmalıdır. Çünkü bu, şükür kelimesidir. Şükür de kalb ile olur.
İyyake na’büdü dediği zaman, ihlasın hakıkatınin kalbinde yenilenmesi, tazelenmesi olmalıdır.
İhdinâ dediği zaman: kalbinde tazarrû’ ve inleme sıfatı hasıl olmalıdır. Çünkü o anda hidayet kurtuluş istiyor.
Tesbih, tehlil ve okunan her şey’in, her kelimenin böyle hakikatları vardır. Bunları bilmeli ve kalb o mânanın sıfatıyla sıfatlanmalıdır. Hepsini anlatırsak uzun sürecek.
Namazın hakikatınden pay almak istiyorsan, bildirdiğimiz gibi olmalısın. Yoksa, mânâsız sûrete, şekle razı oluyorsun demektir.
Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri namazı dosdoğru kılan ve ruk’u ve secdelere riayet eden kullarından eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Kalbın hazır olması için çare
07 Kasım 2008çağ-çağ deresi -BOR- (Nusaybin)
Namazda kalbin gaflet’i iki sebepledir. Biri Zahiri Biri de Batın ile alakalıdır.
Zahiri olan gaflet şöyledir;
Namazı kıldığı yerde kalbini meşgül edecek bir şey görmesi veya bir ses duymasıdır. Kalb de göze ve kulağa tabidir. Bunun çaresi, hiç ses olmayan bir yerde namaz kılmaktır.
Eğer orası karanlık olursa daha iyi olur. Göz de bir yere takılmaktan kurtulur. Birçok zâhidler ve abidler kendilerini küçük ve karanlık bir oda yaparlar.
Çünkü açık, rahat yerde kalb daha çok dağılır.
İbni Ömer (Radiayllah-u anhüma) namaz kılacağı zaman, gözü takılmaması için kılıcı, kitabı ve örtüyü önünden kaldırırdı.
İkinci gaflet sebebi Bâtınıdır;
Bu da düşünce ve hayyalerin dağılmasıdır. Bu ise daha zor ve güçtür. Bu da iki şekilde olur.
Biri;
Kalbi bir zaman meşgül eden bir işten doğar. Bunun çaresi, önce işi yapmak, kalbini ondan ayırmak ve sonra namaza durmaktır.
Bunun için Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki;
-“Yemek hazır olunca ve namaz vakti ise, önce yemeği yiyiniz.”
Bunun gibi, eğer bir kimseye bir söz söyleyecekse, önce o sözü söylemeli, kalbi onu düşünmekten kurtarmalıdır.
Diğeri;
Kısa zamanda olmayacak şey’lerde ve işlerde olur. Yahut da âdet olarak kalbi, çeşitli düşüncelerin kaplamasından gelir.
Bundan kurtuluş çaresi, kalbi okuduğu Kur’an-i kerim ve tesbihlerin manasını düşünmekle meşgül eylemektir. Onların manasını düşünür ve bu düşünce ile gaflet’ten kurtulur.
Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Namazında huşu üzere olan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu