‘takva’ olarak etiketlenmiş yazılar
Muhabbet
28 Haziran 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Rabia-tül Adeviye (r.a.) der ki;
-“Allah (c.c.) i sevdiğini söylediğin halde ona isyan edersin.
Yemin ederim ki, bu kiyas acayiptir.
Sevginde sadık olsaydin, O’na itaat ederdin.
Şüphesiz ki, seven sevdiğine itaat edendir.
Gerçekten sevenin alameti, sevdiğine uymak, onun istemediği haraketlerden kaçınmaktır.”
Rivayet edilir ki;
Bir topluluk İmami Şibli ( rahmetüllahi alyhi) in yanına girerler.
Şibli (r.a.) hazretleri onlara:
-“Siz kimsiniz?” diye sorar.
Onlar cevap verirler:
-“Biz seni sevenleriz.”
Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara döner ve taş atmaya başlayınca, Şibli (r.a.) den kaçmaya başlarlar.
Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara şöyle buyurur:
-“Bakınız benden kaçiyorsunuz. Eğer beni gerçekten sevmiş olsaydınız , benim belamdan kaçmazdınız?”
Şibli (r.a.) Hazretleri der ki;
-“Ehli Muhabbet, sevgi kasesinden içerler, yer yüzü ve şehirler onlara dar gelir. Allah(c.c.) ı tam manasiyle bilirler. O’nun azametinden korkarlar, kudretine hayran olurlar. Allah (c.c.) sevgisi kasesinden içerler de O’nun ünsiyet denizine dalarlar. O’na münacatla lezzet duyarlar.
Sonra Şibl i (r.a.) hazretleri şu beyti söyledi:
-“Ey Mevlam, Seni yad etme sevgisi, beni sarhoş etti .”
-”Hiç sevip de sarhoş olmayanı gördün mü?”
Denilir ki;
Deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez. O’na daha evvel yüklenen yükün kat kati yüklense aldırış etmez. Çünkü kalbi sevgilisini yad etmeye hücum ettiği zaman yemi sevmez, sevgilisine olan iştiyakından dolayı yükün ağırlığına aldırış etmez.
Şimdi siz düşünün;
Deve sevgilisi için şehevi isteklerini terk edip ağır yüke tahammül ediyor. Size Allah (c.c.) için, Allah (c.c.) haram kıldığı şehevi isteklerden kaçınıp onları terkt etmez mi?
Allah (c.c.) için yeme – içmeyi terk ettiniz mi? Hiç kendinize Allah (c.c.) için ağır yük yüklediniz mi? Eğer bu zikredilen hayırlı işlerden birini yapmadınızsa, sizin davanız, dünyada ve ahrette hiçbir faydası olmayan manasız bir isimden ibarettir. Bunun ne Allah (c.c.) katında ve ne de insanlar yanında Kıymeti vardır.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu-keremallahu vecheh) buyurur ki;
-“Cennete muştak olan kimse, hayırlı işlere koşar, Cehennemden korkan da Şehevi isteklerden kendini men eder, Ölümü iyi bilen kimseye dünya lezzetleri hakir görünür.”
İbrahim Havas (k.s.) sevgi ve muhabbetten sorulunca der ki:
-“Kötü iradeleri mahvetmek, bütün kötü sıfatları ve istekleri yakmak, ve nefsi işaretler denizinde boğmaktır.”
Üç şeyi kim iddia eder de üç şeyden temizlenmez se o kimse aldanmıştır:
1-Allah (c.c.) ı zikretmekte lezzet duyduğunu iddia edip, dünya SEVGİSİNİ terk etmezse,
2-Amelleri İHLASLA, sırf Allah (c.c.) için yaptığını iddia eder, fazla insanların kendisine hürmet etmesini severse,
3-Allah (c.c.) sevdiğini iddia eder, fakat kendi nefsinden vaz geçmezse, o kimse aldanmıştır.
Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)
Allah(c.c.) bizleri ve sizleri kendi muhabet aşkıyla dolan Sevgili kullar hürmetine afv –u mağfiret eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Allah’a itaat etmek ve O’nun Resulunu sevmek- 3
28 Haziran 2008Çağ-Çağ deresi -BOR- (Nusaybin)
İmamı şibli (Allah rahmet etsin) der ki:
-“İlk günlerimde, uyku bastığında gözüme tuz sürerdim. Durum daha ağırlaşınca sürmeliği kızartır gözüme sürerdim.”
İbrahim Hakim-i (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir.
-“Babamı uyku bastığı zaman denize girer yüzerdi. Denizdeki balıklar da etrafında toplanıp onunla birlikte yüzerdi.”
Vehb İbni Münebbeh (r.a.) in Allah’a gece uykusunu kendinden kaldırması için dua ettiği ve kendisine kırk gün uyku gelmediği söylenir.
Hasan El Halac (r.a.) ise, topuğundan dizine kadar kendine on üç paranga vurup öylece her gün bin rekat namaz kılardı .
Cüneyd Bağdadi (k.s.) ise ilk günlerinde, çarşıya gelir dükkanını açar, içeri girip perdesini çekerek, dört yüz rek’at namaz kılar, sonra evine dönerdi.
Habeşi bin Davud (k.s.) kırk sene yatsı abdestiyle kuşluk namazını kılmıştır.
Müslüman;
Daima temiz ve abdestli olmalıdır. Her abdesti bozulduğunda abdest almalı ve iki rek’at namaz kılmalı. Her oturduğu yerde kıbleye karşı oturmaya gayret etmeli.
Kendisinin Resulüllah (a.s.v.) ın huzurunda oturduğunu, imkanı dahilinde düşünmeli, kendini murakabe altına almalı.Ta ki, işinde ve haraketlerinde sükunet ve vakâr bulunup, Resulüllah (a.s.v.)ın sünnetine muhalif harakette bulunmasın.
Mu’min;
Eza ve cefaya tahammül göstermeli, kötülüğe, kötülükle mukabele etmemeli. Kötülük yapanların ıslahı ve bağışlanması için Allah (c.c.) a yalvarmalı.
Nefsi ve ameli ile kendini beğenmemeğe düşmemeli. Çünkü ucüp şeytanın sıfatındandır. Kendini daima hakir görmeli.
Salih kimseleri ise hürmet ve ihtiramla karşılamalı. Salih olan kimselere hürmet etmeyi bilmeyen kimseye, Allah (c.c.) onların sohbetini haram kılar. Kim ibadet ve taatın büyüklüğü ve muhteremliğini bilmezse, Allah (c.c.) onun kalbinden ibadet ve tâat zevkini alır.
Fudayl bin iyad (k.s.) a sorulur ve denir ki:
-“Ey ebu Ali, kişi ne zaman salih olur?”
Fudayl (r.a.) şu cevabı verir:
-“Niyetinde nasihat, kalbinde korku, dilinde doğruluk, azalarında amel-i salıh bulunduğu zaman.”
Allah-u Teala (c.c.) Mi’raç ‘ta Resülu Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) efendimize şöyle buyurur:
-“Ey Muhammed (a.s.) eğer insanların en fazla ver’a sahibi olanı olmak istersen, dünyada zahid, ahiret için de rağbetli ol.”
Resulü Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) der ki:
-“Ey Allah’ım, dünyada nasıl zahid olayım?”
Cenabi hak (c.c.) buyurur:
-“Dünyada yiyeceğin, içeceğin ve giyeceğin kadarını al, gerisini terk et.Yarın için hiçbir şey sağlama. Benim zikrime devam et.”
Resulüllah (Selallahu aleyhi vesselam) buyurur:
-“Ey Rabbım, ben senin zikrine nasıl devam edeyim?”
Allah(c.c.) buyurur:
-“İnsanlarda uzaklaş, yalnız uzlette yaşa. Uykunu namazla geçir. Yemeğin açlık olsun.”
Resulüllah (a.s.v.) buyuruyor:
-“Dünyada zühd, kalbi ve bedeni rahatlaştırır. Dünya yı sevmek ve ona rağbet etmek de GAM VE KEDERİ ÇOĞALTIR. Dünya sevgisi her hatanın başıdır. Her hayır ve taatın başı ise dünyadan yüz çevirmek zühdü takvadır.”
Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dünya ya rağbet etmeyen ahreti için Daha çok çalışıp Say eden kullarından eylesin. Amin…
Fuad Yusufoğlu
Allah’a itaat etmek ve O’nun Resulunu sevmek- 4
28 Haziran 2008Çağ-çağ barajı (Nusaybin)
Musa Aleyhisselam’ın, kendisine alışmış bir arkadaşı vardı. Bir gün arkadaşı Musa Aleyhisselam’a şöyle der:
-“Ey Musa (a.s.) Allah (c.c.) dua et, bana kendisini tam manasiyle bildirsin.”
Musa (a.s.), Allah (c.c.) a dua eder. Musa (a.s.) ın duası kabul olur. Bu bir arkadaşını vahşi hayvanlar içinde bulur ve hemen arkadaşını kaybeder. Bunun üzerine şöyle niyazda bulunur,
Musa Aleyhis selama:
-“Ey RABBIM, Kardeşim, kendisine alıştığım arkadaşım. Ben o onu kayıbettim”
Musa Aleyhisselam’a Allah (c.c.) tarafından şöyle nida gelir:
-“Ey Musa, Beni tam bilen kimse insanların arasına asla katılmaz.”
Haberlerde Şöyle varid olmuştur:
İsa (a.s.) ile Yahya (a.s.) her ne zaman çarşıya çıksalar, kendilerine bir kadın sataşırdı. Bir gün aynı hal vuku bulunca,Yahya (a.s.) şöyle der:
-“Allah (c.c.) a yemin ederim ki, o kadının sataşmasını his etmedim.”
Bunun üzerine İsa (a.s.) sorar:
-“Sübhanallah, vucudun benimledir. Fakat kalbin nerededir.”
Bu soruyu Yahya (a.s.) şöyle cevablandırır:
-“Ey teyzezadem, eğer kalbim bir lahza olsun Allah (c.c.) ın gayrina mutmain olsa, ben Allah (c.c.)ı tam bilmedim zanederim.”
Denilir ki;
Allah (c.c.) ı tam bilmenin doğruluğu, dünyadan tam uzaklaşmak.Yalnız Allah (c.c.) ile olmak ve Allah(c.c.) ın nurunu gördüğü zaman bayılacak şekilde muhabbet şarabından sarhoş olmakla olur.
Mükaşefetti-ül Kulub (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri: Allah (c.c.) ı Tam bilen,Kavrayan ve idrak eden kullarından eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Şeytan (Aleyhil’lanet)
28 Haziran 2008Girnavas şelalesi (Nusaybin)
Allah’u Teala (c.c.) buyuruyor ki:
-“De ki ‘Allah’a ve peygambere iman edin’ Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz ki, Allah da o imansızları sevmez.”Ali-İmran 3/32
Yani: Allah (c.c.), kendisine ve peygamberine itaat etmekten, yüz çeviren imansızleri afvetmez. Onların tövbelerini kabul etmez.
Küfreden ve kibirlenmesinden dolayı Şeytan (Aleyhill’anet)ı afvetmediği gibi. Adem (a.s.) ı afvedip tövbesini kabul buyurdu.
Çünkü:
Adem (a.s.) günahını itiraf etmiş, pişman olup kendini kötülemişti. Adem (a.s.) ın işlediği şey her ne kadar hakkıkatta günah değilse de;
-“Çünkü Peygamberler ma’sumdurlar, onlardan günah asla sudur etmez. Doğru olan görüşe göre Peygamberler ne nübüvetten önce ve ne de nübüvvetten sonra günah işlemezler. Fakat görünürde günah suretinde olur.
Bunun için Adem (a.s.) ve Havva (r.a.) beraberce şöyle dua ettiler:
(Adem ile Havva) dediler ki:
-“Ey Rabbımız, kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her halde zarara uğrayanlardan olacağız.”El-A’raf-7/23
Adem (a.s.) günahına pişman oldu. Sur’atle tevbe etti. Allah-u Teala’nın:
-“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” Ez-Zümer-39/53 buyurduğu gibi Allah (c.c.) ın rahmetinden ümidini kesmedi.
Şeytan (aleyhill’anet) ise, günahını itiraf edip, Pişman olmadı. Kendi nefsini kötülemedi ve Allah (c.c.) ın rahmetinden ümidini kesti. Kibirlendi, sur’atla tevbe etmedi.
İBLİS gibi hakaret edenin tevbesi kabul olunmaz. Kimin halı Adem (a.s.) ın halı gibi olursa onun tevbesi kabul olur. Çünkü Şehevi isteklerinden ileri gelen her günahın tevbesi kabul olunması ümid edilir.
Kibiren ileri gelen her günahın tevbesi ise kabul olunması ümid edilmez. Adem (a.s.) günahı şehevi arzu ve isteklerden ileri gelmiştir. Şeytanın günahı ise KİBİRDEN ileri gelmiştir.
Rivayet edilir ki, İblis Musa (a.s.) gelerek şöyle der:
-“Allah (c.c.) seni seçerek Peygamber yaptı ve seninle konuştu.”
Musa (a.s.):
-“Evet, ne istiyorsun, ey kişi ve sen kimsin?”
Şeytan (Aleyhil’lanet):
-“Ey Musa (a.s.) Rabbına ‘Yarattıklarından birisi sana tövbe etmek istiyor ‘ diye söyle”
Bunun üzerine Allah (c.c.) Musa (a.s.) a vahy eder ve şöyle buyurur:
-“Ey Musa Ona ‘ben dilediğini kabul ettim’de. Ey Musa (a.s.) Adem (a.s.) kabrina secde etmesini emret. Eğer onun kabrina secde ederse ben onun tevbesini kabul eder, onu bağışlarım”
Allah (c.c.) ın bu emrini Musa Aleyhisselam şeytan (Aleyhil’lanet) a bildirir.
FAKAT
Şeytan (aleyhil’lanet ) öfkelenerek kibirlenir ve Musa (a.s.) şöyle der:
-“Ey Musa: ben ona cennete secde etmedim. O diri iken secde etmedim, Ölü olduğu halde ben ona nasıl secde ederim.”
Rivayet edilir ki;
Cehennemde şeytanın azabı şiddetlenince ona şöyle denir:
-“Allah (c.c.) ın azabını nasıl buldun?”
Şeytan (Alayhil’lanet):
-“Çok şiddetli “der.
Kendisine denilir:
-“Adem (Aleyhisselam) cennet bahçelerindedir. Ona secde et,Ta ki bağışlanasın.”
Şeytan Adem (a.s.) a secde etmekten kaçınır. Bunun üzerine cehennem ehlinin çektiği azabın yetmiş bin kat fazlası kadar ona azap verilip azabı şiddetlidir.
Şöyle bir hadis rivayet edilir:
-“Allah (c.c.) her yüz bin senede bir şeytanı cehenemden çıkarır. Adem (a.s.) ı da cennetten çıkarır. Şeytan (Aleyhil’lanet) a: Adem (a.s.) a Secde etmesini emreder. Şeytan Adem (a.s.) secde etmekten kaçınır. Etmez. Bunun üzerine Allah(c.c.) onu tekrar cehenneme sokar.
Ey Kardeşlerim:
Şeytanın şerinden kurtulmak isterseniz Allah (c.c.) a sığının ve O’ndan yardım taleb edin.
Kiyamet olduğu zaman, ateşten bir kürsü yapılır. Şeytan (aleyhil’lanet) kürsünün üzerine oturur. Şeytanlar ve bütün kafirler etrafında toplanırlar. Eşşeğin anırması gibi sesi olan şeytan (Aleyhil’lanet) şöyle der:
-“Ey cehennem halkı bugün Rabbınızın Va’dını nasıl buldunuz?
Topluluk:
-“Hak ve gerçek “derler.
Sonra iblis:
-“İşte bugün rahmetten ümidimi kestiğim gündür” der.
Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah’u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Şeytan( Aleyhil’lanet) Şerrinden MUHAFEZE eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Dünyayı tanımak- 2
29 Haziran 2008Çağ-çağ barajı (Nusaybin)
Dünyada bedenin ihtiyacı üçtür:
Beslenmek için yemek, giyinmek, sıcak ve soğuktan korumak için bir evi olmak. Böylece helak olma sebeplerinden kurtulur. O halde, insanın dünyadan zaruri olarak alacağı bunlardan fazla değildir. Hatta dünyanın esasi da bunlardır.
Kalbin gıdası, beslenmesi ise MARİFETTİR. Ne kadar çok olursa, o kadar iyidir. Bedenin gıdası, YEMEKTİR. Haddınden fazla olursa helaka sebep olur.
Allahu Teala (c.c.) nın, şehveti insana vermesi, yemekte, meskende ve giyinmekte bedenin iktizasının meydana gelmesi içindir. Kendisinin binek hayvanı ancak bu şekilde helak olmaz. Bu şehvet öyle yaratılmıştır ki, kendine verilene razı olmaz, daha fazla ister.
Aklın yaratılması, onun hududunu aşmamasını te’min etmek içindir. Peygamberlerin diliyle (aleyhümesselam) göndrilen şeriatlar, onun (şehvetin –arzunun) hududunu ta’yin içindir. Fakat bu şehvet, yaratıldığı zaman kendisine verildi; çocukta da, onun (istek ve arzunun )bulunması lazımdır. Akıl ise sonradan yaratılmıştır.
Demek ki, şehvet (arzu ve istek) önceden yerini tutmuş, hakim olmuş, emre itaat etmek istemez olmuştur.
Akıl ve şeriat ondan sonra geldiler. Bütün varlığını kuvvet, elbise ve mesken kurmaya vermemesi ve bu sebeple kendini unutmaması, bu kuvvet ve elbisenin neye yaradığını, ne için olduğunu bilmesi ve hatta kendinin bu dünyada ne için bulunduğunu anlaması, ahiret için azık olan kalbın gıdasını unutturmaması için geldiler.
Bu ifadeden dünyanın hakıkatını, afetini ve maksadını öğrendin. Şimdi dünyanın dallarını ve kısımlarını bildirelim.
Dünyanın tefsiline dikkat edersen, üç şeyden ibaret olduğunu görürsün:
Biri bitki, maden ve hayvan gibi yeryüzünde görülen şeylerdir. Toprağın aslı, mesken kurmak ve ziraatla ondan faydalanmak içindir. Bakır, pirinç ve demir madenleri alet için, hayvanlar ise üzerlerine binmek ve yemek içindir.
Diğer ikisi de, insanın kalbini ve bedenini bunlarla meşgül eylemesidir. Ya kalbi, onu sevmek ve onu istemekle meşgül eder, veya bedenini onu düzeltmek, onun işlerini yapmakla meşgül eder.
Kalbi dünya sevgisi ile meşgül eylemek sebebiyle , kalbde helaka sebep olan hırs, bahillik, haset, düşmanlık ve bunun gibi sıfatlar meydana gelir. Bedeni dünya ile meşgül eylemekten, kalbe bir meşgüliyet doğar. Böylece aslını unutur ve tamamen dünyaya dalar.
Dünyanın aslı:
Yemek, elbise ve mesken olduğu gibi, insan için zaruri olan san’at üçtür: Ziraatçılık, dokumacılık ve marangozluk. Fakat bunların da kolları vardır. Bazıları ona hazırlık içindir. Pamuk döven ve iplik büken, dokumacının işini yapıyor. Bazısı da bunu tamamlar, terzi gibi ki, dokumacının işini tamamlıyor. Bunların hepsi için aletlere ihtiyac vardır.
Bunlar da odun, demir, deri ve bunun gibi şeylerdir. Böylece demircilik, marangozluk ve dericilik san’atları meydana geldi. Bunların hepsi meydana gelince birbirlerine yardım etmeğe muhtaç olurlar. Çünkü herkes, kendinin bütün işlerini yapamaz. Böylece terzi, dokumacının ve demircinin işini, demirci de, diğer ikisinin işini yapmak için bir araya geldiler.
Bu şekilde her biri ayrı iş yaptılar. Bu yüzden aralarında bazı şeyler meydana geldi. Birbirlerine duşman olmaya başladılar. Çünkü her biri kendi hakkına razı olamadı. Ve diğerinin hakkına geçmek istedi. Böylece san’atlardan üç çeşide daha ihtiyaç oldu.
Biri saltanat ve siyaset (idare), diğeri kadılık ve hakimlik, diğeri de inanlar arasında onunla kanun teşrii yapılan fıkıh sanatlarıdır. Her ne kadar bunların çoğunun el ile alakası yoksa da, her biri birer san’attır.
İşte bu sebeple, dünyanın meşgalesi çoğaldı ve karıştı. İnsanlar onun arasında kendilerini kayıbettiler ve başlangıcta bunların esasının üç şey olduğunu anlayamadılar. Bütün bunlar yemek, giymek ve masken içindir.
Bu üç şey de beden için lazımdır. Beden de kalb için lazımdır. Onu taşımaktır. Kalb de Allah-u Teala (c.c.) için ( O’nu bilmek için) lazımdır. O halde kendini ve Allah-u Teala(c.c.) yı unutanlar; kendini Kabe’yi ve seferi unutup bütün zamanını deveye bakmaya veren hac yolcusuna benzerler.
Demek ki, dünya ve hakıkatı bu anlattıklarımızdır. Her kim onda sefere hazırlanmaz, işini bitirmez, gözünü ahrete çevirmez ve dünya meşgalasini ihtiyacından fazla tutarsa, dünyayı tanımamış olur. Bunun sebebi cahilliktir.
Bahusus Peygamber efendimiz (a.s.v.) buyurdu:
-“Dünya Harut ve Marut’ten daha büyük büyücüdür. Ondan kaçınız.” Dünya böyle bir büyücü olunca, onun hilye ve aldatmalarını ve onun işlerini neye benzediğini insanlara açıklamak farz olur. Şimdi dünyanın neye benzediğini dinle.
Kimya-yı Saadet (İmami Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Dünyayı tam manasiyle bilen ve onun hilelerinden sakınan kullarından eylesin. AMİN…
Bu yazının devamını okumak istersen; 12-02-2007 tarihli Dünya Sevgisi Yazımdan okuyabilirsiniz.
Fuad Yusufoğlu
Kendi nefsini bilmek
29 Haziran 2008Dikke (Navala sipi )
Kendi nefsini bilmek
Bil ki,
Allahu Teala’yı (c.c.) tanımanın anahtarı, kişinin kendini tanıyıp bilmesidir.
Bu yüzdendir ki,
Resulullah aleyhis selatu veselam şöyle buyurulmuştur:
-“Nefsini (kendi hakıkatini) bilip tanıyan. Rabını tanır.”
Bu mevzuda Cenab-i Hak şöyle buyurmuştur:
-“Pek yakında onlara dışlarında ve kendi nefislerinde ayetlerimizi (kudretimizin ve varlığımızın belgelerini) göstereceğiz.Ta ki (Peygamberin söylediğinin) hak olduğunu anlasınlar.”Fussilet :53
Hülasa sana senden yakın hiç bir şey yoktur. Kendini bilmezsen, başkasını nasıl bilirsin? Kendimi biliyorum, tanıyorum diyorsan yanılıyorsun. Zira böyle bilmek, hakkı tanımanın anahtarı olamaz.
Hayvanlar da kendilerinden bu kadar bilir. Sen kendinden başın, yüzün, elin, ayağın, etin ve deriden fazla bir şey bilmiyorsun. Batından ise, bildiğin acıktığın zaman yemen, kızdığın zaman bir kimseye saldırman, şehvetin galebe çaldığı zaman hanımına yaklaşmandan fazla bir şey değildir.
Bu hususlarda, bütün hayvanlar seninle aynıdır. O halde senin, hakıkatını araman lazımdır.
Sen nesin, nereden gelmişsin, nereye gideceksin, bu dünyaya ne yapmak için geldin, seni niçin yarattılar, saadettin nedir, nededir; Şakiliğin , ziyanın nedir, nededir?
Senin batınında toplanan sıfatların bir kısmı umum hayvanlara, bir kısmı yırtıcı hayvanlara, bir kısmı şeytanlara ve bir kısmı da meleklere mahsus sıfatlardır. Sen bunlardan hangısindensin? Cevherinin hakikati hangisidir? Hangileri ariyettir (tekrar alınmak üzere sana verilmiştir?) Bunu bilmezsen, saadetini arayamazsın. Çünkü her birinin gıdası ayrı, saadeti başkadır.
Hayvanın gıdası ve saadeti yemek, uyumak ve çiftleşmektir. Eğer hayvan isen, gece – gündüz mideni doldurman ve çiftleşme yollarını ara. Yırtıcı hayvanların gıdası ve saadeti yırtmak, parçalamak, öldürmek ve saldırmaktır.
Şeytanın gıdası ise kötülük, aldatmak ve hile yapmaktır. Eğer onlardan isen, kendi rahat ve iyiliğine kavuşman için, onların yaptıklarını sen de yap!.
Meleklerin gıdası ve saadeti Allah-u Teala (c.c.) nın cemalını müşahadedir. Hırs tasallut, hayvan ve yırtıcı hayvan sıfatları melekliğe çıkan yol değildir.
Eğer sen aslında melek cevheri isen, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımaya uğraş ve kendini o cemala, o cemalı müşahade edecek hale getir. Kendini şehvet ve gazab elinden kurtar ve bu hayvan ve canavar sıfatlarının sende niçin yaratıldığını anlamaya çalış.
Onlar, seni kendilerine esir etmek, kendi hizmetlerinde çalıştırmak , gece-gündüz bedava hizmet ettirmek için mi yaratılmışlardır? Yoksa , senin onları esir etmen, ilerde vaki olacak yolculukta onları kendi emrine alman, birinden binek hayvanı, diğerinden silah yapman için mi yaratıldılar?
Bu dünyada kaldığın birkaç gün içinde onlardan faydalan. Ancak böylece kendi saadet tohumunu elde edebilirsin. Saadet tohumunu elde ettikten sonra, onları ayaklarının altına al ve yüzünü saadetinin bulunduğu tarafa çevir. Orası havas (seçilmiş kullar) için Allah-u Teala(c.c.)nın zatı, avam için CENNET diye ta’bir olunur.
O halde bu manaların hepsini bilmen lazımdır. Böylece kendinden az bir şey bilmiş olursun. Bunları bilmeyenin dinden nasibi, suret ve görünüştür. Dinin hakikatinden, özünden haberi yoktur.
Kendini tanımak, bilmek istersen, iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin. Bir zahiri kalıb, buna BEDEN derler. Göz ile görülebilir.
Diğeri batın manasındadır. Ona NEFS derler, RUH derler, ve KALB derler. Bu ancak HAKIKAT GÖZÜ İLE BİLİNİR. Baş gözü ile görülmez.
Senin hakikatin, aslın, bu batın manasındadır. Ondan gayrisi ona tabidir. Onun askeri ve hizmetçisidir. Biz bu manaya KALB ismini vereceğiz. Kalb dediğimiz zaman biliniz ki, bazen RUH dedikleri, bazen NEFS dedikleri, insanın hakikatini demek istiyoruz. Kalb demekle, göğsün sol tarafına yerleştirilmiş olan et parçası (yani yüreği) kasdetmiyoruz. Onun bir kiymeti yoktur. Hayvanlarda da ölülerde de vardır. Baş gözü ile görülebilir. Baş gözü ile görülen her şey, bu alemden olup bunlara ALEM-İ ŞEHADET denir.
Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Ğazali: (Kimya-yı Saadet)
Allah(c.c.) Bizleri ve sizleri Kendisini bilen Ve ona göre Davranan insanlardan eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Kendi nefsini bilmek- 2
29 Haziran 2008Girnavas (Cin tepesi) mevki-i
Kendi nefsini bilmek- 2
Kalbin hakıkatı bu alemden değildir. Bu aleme garip olarak gelmiştir. Yolcu gibi gelmiştir. Görünen et parçası (yürek ) onun taşıyıcısı ve aletidir. Bedenin tüm uzuvları, onun askeridir. Bütün bedenin PADİŞAHI Odur.
Hak teala (c.c.) yı tanımak, O’nun cemalıni müşahede etmak, onun sıfatıdır.Teklif ona olmaktadır. Hitab onadır.’İtab ve ‘ikab onadır. Asıl saadet ve şakaavet onun içindir. Beden, bütün bunlarda ona uymakadır. Onun hakikatini bilmek, sıfatlarını tanımak, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımanın, bilmenin anahtarıdır.
Onu bilmeye çok uğraş ki, o çok yüksek bir CEVHERDİR. Melekler cevherindendir. Onun asıl madeni, Allah-u Teala (c.c.) hazretleridir. Oradan gelmiştir, tekrar oraya dönecektir. Buraya gurbete gelmiştir. TİCARET VE TOHUMU EKMEK İÇİN GELMİŞTİR. O halde bu manadaki ticaret ve ziraati bilmelisin.
Varlığı bilinmeyince, kalbın hakikati anlaşılamaz. O halde hakikatinin ne olduğunu, sonra askerini, sonra bu asker ile olan bağlılığını, sonra sıfatlarını bilmek lazımdır. Sıfatları bilinirse, Allah-u Teala (c.c) nın bilinmesinin nasıl hasıl olduğu, kendi saadetine nasıl ulaştığı bilinir. Bunların her birine ayrı ayrı işaret edeceğiz.
Kalbin varlığı aşikardır. Zira, insanın kendi varlığında şüphesi yoktur. İnsanın varlığı bu kalıbı ile değildir. Bu kalıp, ölüde de vardır, fakat ruhunda yoktur.
Biz kalp demekle, ruhun hakikatini kast ediyoruz. Bu ruh olmazsa, beden temiz olamaz. Gözünü kapayıp kalıbını, gözleri, yerleri ve gözle görülebilen her şeyi unut sa da kendi varlığını zaruri olarak bilir. Her ne kadar kalıbından, yerden, gökten ve göklerde olanlardan haberi olmasa da, kendinden haberi olur.
Bu hususta dikkatli düşünen bir kimse, ahiretin hakikatinden bir şeyler anlar ve yine anlar ki, bu bedeni ondan alırlar; o ise bir yerde kalır, yok olmaz.
Ruhun hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Bunun için Allah’ın Resulü (a.s.v.) bunu açıklamadı. Nitekim, Allah’u Teala Peygamberimiz (a.s.v.) e buyurdu:
-“Ve, sana ruhdan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindedir” 17- isra: 85.
Bunun fazlasını söylemeye izin yoktur. Ruh, Allah’u tealaya ait şeylerdendir ve alem-i emirdendir. O alemden gelmiştir.
-“Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir onundur.” Buyruldu. 7- A’raf: 54
Alemi halk başkadır, Alemi emr başkadır. Ölçülebilen, sayılabilen ve boyutları olan her şey’e ALEM-İ HALK denir. Halk kelimesinin lügatta asıl manası ölçkmektir. Halbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz.
Bunun içindir ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi bilmemek diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem alim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkansızdır! Bölünme ve ölçü kendisine yanaşmadığı halde, bu ruh, mahluktur. Yaratıktır.
Takdir yaratmak manasına geldiği gibi halk kelimesi de yaratmak manasına gelir. O halde bu manada yaratıktır. Diğer manada ise, alemi emirdendir. Çünkü alem-i Emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri bizleri ve sizleri Sağlam bir ittikatla Ahsen-i Akibet üzere sabit eylesin. Bu dünyadan Kelime-i Tevhid üzere ahirete intikal etmeği KENDİ RAHMETİYLE İHSAN eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Kendi nefsini bilmek- 3
29 Haziran 2008Kasyane (Navale sipi)
Kendi nefsini bilmek- 3
O halde,
Ruha kadim (ezeli) diyenler yanılıyor. A’raz (sıfat) diyenler de yanılıyor. Çünkü A’RAZIN KIYAMI KENDİ İLE DEĞİL,TABİ OLMA ŞEKLİNDEDİR.
Ruh ise, insanın aslıdır. Bütün kalıp ona uymaktadır. Nasıl a’raz olabilir? Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor. Zira cisim de, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki, ona da ruh (can) derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir.
Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek yeridir. Hayvanlarda bu yoktur. Bu ne cisim ne a’razdır. Belki melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye, uzun anlatmaya da izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur.
Başlangıçta tutulacak din yolu mücahededir. Bir kimse şartlarına uyarak mücahede yaparsa, bu marifet kendiliğinden hasıl olur. Kimseden dinlemesine lüzüm kalmaz. Bu marifet Allah-u Teala (c.c.)nın buyurduğu şu hidayet cümlesindendir:
-“Rızamızı isteyip, zahir ve batın düşmanlarla cihad edenlere cennetlerimize kavuşma yollarını hidayet ederiz.” 29-Ankebut:69
Mücahedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücahededen önce kalbin askerini bilmek lazımdır. Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez.
Beden kalbın ülkesidir. Bu ülkede kalbin çeşit çeşit askerleri vardır. Ayeti Kerimede,
-“Senin Rabbının askerlerni, Ondan başkası bilmez” 74-Müddessir:31. buyuruldu.
Kalb ahiret için yaratılmıştır. Onun işi saadeti aramaktır. Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek ise, Allah-u Teala (c.c.) nın yarattıklarını bilmekle ele geçer. Bu da bütün alemdir. Alemdeki acayip şeyleri tanımak, ona hisler (duygular) yoluyla gelir. Bu hisler ise, beden ile varlıkta durmaktadır.
O HALDE, MARİFET (tanımak) ONUN AVIDIR. Hisler de onun tuzağıdır. Beden binek hayvanıdır. Ve onun tuzağının taşıyıcısıdır.
Bunun için, onun bedene ihtiyacı vardır. Beden sudan, topraktan, sıcaklıktan ve rutübetten mürekkebtir. Bu yüzden zaif ve muhtaçtır. Helak olmasından korkulur.
İçerden, acıkma ve susama; dışarıden, ateş, su düşmanlar ile canavarların ve başka şeylerin kendini öldürmek istemeleri sebebiyle korkudadır. Açlık ve susama sebebiyle yemek ve içmek ister. Bunun için iki askere muhtaçtır. Biri zahirde, el ayak, ağız, diş mide gibi.
Diğeri batında, yemek ve içmek isteği gibi. DIŞARDEKİ DÜŞMANLARDAN KORUNMASI İÇİN İKİ ASKERE MUHTAÇTIR. Biri zahirde, el ayak silah gibi. Diğeri batında, hışım ve gazab gibi.
Görmediği gıdayı istemesi ve görmediği düşmanı defetmesi mümkün olmadığına göre, idrak etmeye, anlamaya ihtiyacı vardır. Bir kısmı zahirdedir. Beş duyu organı olan göz, burun, kulak, dil ve el gibi. Bir kısmı da batındadır.
Onlar da beştir.Ve yeri dimağdır:
Hayal kuvveti,
Düşünme kuvveti,
Ezberleme kuvveti,
Hatırlama kuvveti ve vehim kuvvetidir.
Bu kuvvetlerden her birinin HUSUSİ işleri vardır. Bir tanesine zarar
gelirse insanın işi, dünyada da ahrette de aksar.
Bu dışteki ve içteki askerler, KALBİN EMRİNDEDİRLER. Kalb ise hepsinin AMİRİ VE PADİŞAHIDIR.
Dile emir verince hemen konuşur.
Ele emredince tutar.
Ayağa emredince yürür.
Göze emredince bakar.
Düşünce kuvvetine emr verince, düşünür.
Hepsini onun isteğine ve emrine vermişlerdir. Böylece bedeni muhafeze ederler.
Bu, azığını alıncaya, avını elde edinceye, ahiret ticaretini bitirinceye ve kendi saadet tohumunu ekinceye kadar devam eder. Bu askerlerin Kalbe itaat etmesi, meleklerin Allah-uTaala (c.c.) ya itaat etmesine benzer ki, hiçbir emrine muhalefet edemezler. Hatta yaratılış icabi olarak ve isteyerek, emir olunanı
Kalbin askerlerini uzun uzun anlatmak çok sürer. Maksadı bir misal ile sana bildireyim: Beden bir şehre benzer.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah(c.c.) bizleri ve sizleri Kalb’ını islaha çalışan, çaba sarf eden ve Allah (c.c.) yolunda ömrünü harcayan kullarından eylesin.Amin….
Fuad Yusufoğlu
Havf ve Reca- 4
13 Temmuz 2008Girnavas -Cin tepesi- (Nusaybin)
Allah (c.c.) yolunda ilerleyen için havf ve reca iki kanattır. Yüksek ve beğenilen makamlara bu kuvvetlerle kavuşur.
Çünkü:
Allah-u Teâla (c.c.) ya kavuşmaya engel olan geçitler çok yüksektir. Gerçek bir ümid ve Allah-u Teala (c.c.) yı görmekten lezzet alan göz olmadıkça bu geçitler aşılmaz.
Cehennem yoluna sürükleyen şehvet ve arzular galibtir, hilecidir ve çekip götürmektir. Bunun tuzağı, düşeni yakalar ve çok çetindir. Kalbinde korku hakim olmayınca, ondan sakınamaz. Bunun için havf ve recanın fazileti büyüktür.
Reca (ümid) kulu çeken yular gibidir. Havf (korku) ise kendisini kamçılayan kamçı gibidir. Biz önce reca’yı, sonra Havf’ı anlatacağız.
Havf:
Allah-u Tealadan korkmak,
Reca,
Allah-u Teâla (c.c.) dan istemek , beklemek, ümid etmek demektir.
Bil ki:
Kerem ve fazilet ümidiyle Allah-u Teâla (c.c.) ya ibadet etmek, cezasından korkarak yapılan ibadetten daha iyidir.
Zira:
Ümid’den muhabbet doğar. Muhabbet makamında ise, yüksek makam yoktur. Korkudan, ürkeklik ve çekingenlik doğar.
Bunun için Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem):
-“Herkes ölürken, Allah-u Teâla (c.c.) ya hüsn-i zan ederek ölür. Buyurdu.
Allah-u Teâla (c.c.) Yakub (aleyhisselam) a vahiy gönderdi:
-“Yusuf (aleyhisselam) u niçin senden ayırdığımı biliyormusun? Sen dedin ki, korkarım onu kurt yer. Kurttan korktun ve bana güvenmedin, ümid etmedin. Kardeşlerinin dalgınlığından korktun, benim korumamı aklına getirmedin.”Yusuf Suresi Ayet: 13
Hazreti Ali (r.a.) günahlarının çokluğu sebebiyle ümidsiz olan birini gördü:
-“Ümidsiz olma, O (c.c.) nun rahmeti, senin günahından büyüktür.” buyurdu.
Resulüllah (a.s.v.) bir gün buyurdu:
-“Benim bildiğimi siz bilseniz, az güler, çok ağlardınız. Sahraya çıkar, elinizle göğsünüze vurur, inlerdiniz.”
Bunun üzerine Cebrail (a.s.) geldi ve Allah-u Teâla (c.c.) buyuruyor ki;
-“Kullarımı, rahmetimden niçin ümidsiz ediyorsun.” Dedi.
Tekrar dışarı çıktı ve Allah-u Teâla (c.c.) nın rahmet Ve fazlınden uzun uzun bahs etti. İnsanlara ümid verdi.
Yahya bin Eksem (r.a.) i ru’yada gördüler.
-“Allah-u Teâla hazrtleri (c.c.) sana ne yaptı?”dediler.
Yahya bin Eksemi (r.a.) dedi ki;
-“Beni suale çekti. ’Ey şeyh, sen böyle böyle yaptın, buyurdu. Çok korktum ve:
-“Ya Rabbi Bana seni böyle tanıtmadılar.” Dedim.
Allah-u Teâla (c.c.):
-“Nasıl tanıttılar.”buyurdu.
Dedim ki:
Devam edecek…
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri her zaman Havf ve reca yı gözeterek ibadet eden kullarından eylesin. AMİN……..
Fuad Yusufoğlu
Havf’ın elde edilmesi- 3
13 Temmuz 2008Girnavas şelalesi -Uzaktan- (Nusaybin)
Yahya ibn Ebikesir (r.a.) der ki;
Bildirdiler ki;
Davud (Alayhisselam) kusuru için sesli ağlamak istediği zaman, yedi gün bir şey yemedi, hanımlarının yanına gitmedi. Sonra sahraya çıktı.
Oğlu Süleyman (Aleyhisselam) a
-“Davud (aleyhisselam) un ağlamasını duymak isteğen mahlukatın toplanması için, Seslenmsini söyledi.”
İnsanlar şehirlerden, kuşlar yuvalarından, Vahşi hayvanlar çöllerden dağlardan oraya gelmeye başladılar.
Davud (Aleyhis selam), Allah-uTeala (c.c.) sena ederek, O her şeyden münezzehtir. Diyerek başladı.
Bütün mahlukat feryad eylediler. Sonra cennet vecehennemi anlatmaya başladı. Sonra kendi kusurunu söyledi. Öyle oldu ki, orada toplananların bir kısmı düşüp can verdiler. O zaman Süleymân (Aleyhisselam) başucunda duruyordu.
-“Ey babam, artık yetişir. Çok kişiler helak oldu.” Dedi. Ve ölülerin kaldırılması için seslendi. Herkes kendi ölüsünü kaldırdı.
Bir gün huzurunda bulunan kırkbin kişinin otuzbini ölmüştü. İki cariyesi vardı.Vazifeleri, korku zamanında kendisini tutmak ve azalarının birbirinden ayrılmaması için onu korumaktı.
Yahya ibn Zekeriye (aleyhimese selam) Beytül makdeste ibadet ederdi. Çocuk idi. Çocuklar kendisini oyuna çağırdıkları zaman:
-“Beni Oyun için yaratmadılar.” Derdi.
On beş yaşına gelince, insanlar arasından çıkıp, sahraya gitti. Bir gün babası arkasından gitti. Oğlunu, ayaklarını suya sokmuş, susuzluktan ölecekmiş gibi bir halde:
-“Ya Rabbi, izzettine yemin ederim ki, senin katında yerimin neresi olduğunu bilmezsem, su içmem.” Derken gördü.
O kadar ağlardı ki, yüzünde et kalmamış idi. Dişleri dışarıdan anlaşılıyordu. İnsanlar görmesin diye yüzüne deri parçası bağlardı. Peygamberlerin hikayelerinde bu gibi haller çoktur.
Sahabe ve Selefin hikayeleri:
Hazrtei Ömer (r.a.) bir defa bir kapının yanından geçiyordu. Bir kimse namazda Kur’an-i kerim okuyordu.
-“Muhakkak ki, Rabbinin azabi olacaktır.” Tur suresi ayet: 7 ayeti kerimesine gelmişti. Bunu duyunca, hayvandan düştü. Bu manaya dayanamadı. Kendisini eve götürdüler. Bir ay hasta yattı.Kimse hastalığının sebebini anlayamadı.
Ali ibn Hüseyyin Zeynelabidin (r.a.) , abdest aldığı zaman, yüzünün rengi sararırdı.
-“Sana ne oldu ?” dediklerinde
-“Kimin huzuruna çıkacağımı biliyormusunuz?” derdi.
Hatem-i Esem (r.a.) der ki:
-“Güzel, süslü yerlere aldanma. Cennetten daha iyi yer yoktur. Adem (Aleyhis selam) ın ne gördüğünü biliyor musun? “
-“Çok ibadet ediyorum diye övünme. İblis (aleyhil’lanet)ın ne gördüğünü biliyor musun? Binlerce sene ibadet etti.
-“İlminin çokluğuna güvenme. Bel’am-i Baur ilminde o derecede idi ki, İsm-i A’zamı bilirdi. Hakkında ise:
-“Onun gibiler köpek gibidir.” A’raf suresi Ayet : 176 Buyuruldu.
-“İyi dostlara güvenme. Resulullah(a.s.v.) akrabası, yakınları, onu çok gördüler, onun sohbetinde bulundular ve fakat müslüman olmadılar.
Sırriyü-s sekatı (r.a.):
-“Her gün birkaç defa burnuma bakar, yüzüm karardı mı diye düşünürüm.”
Ata Sülem-i (r.a.) çok korkanlardan idi Kırk sene gülmedi. GÖKYÜZÜNE BAKMADI. Bir defa göğe baktı ve korkusundan düştü. Her gece birkaç defa kendini yoklar, insanlık şeklinden çıkıp çıkmadığını araştırırdı. İnsanlara kıtlık ve bir bela gelse,
-“Benim yüzümden geliyor.” derdi.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri her zaman kendisinden korkan kullarından eylesin.AMİN………
Fuad Yusufoğlu