‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

Revda-i Şerif kapılarından birisi – eski resim- (Mekke müzesinden alınmıştır)

Mâcid-ül-Kürdi (Radiyallah-u anhu);

Irak’ta yetişen evliyanın büyüklerinden, ismi, Mâcid el-Kürdi olup, künyesi Ebû Muhammed’dir. Zamanında Irak’ta bulunan evliyanın öncüsü, muhakkik olan âlimlerin imâmı idi.

O zamanda orada bulunan evliya, ona bağlanmakta, ona hürmet ve ta’zimde hep beraber idiler. Evliyâ’nın baş tacı olan Seyydi Abdulkadir Geylâni hazretleri (r.a.) bu zâtı överdi.

Mâcid-ül-Kürdi (r.a.) Irak’ta Cebel-i hamrin denilen yerde yerleşip orayı vatan edindi. Vefâtına kadar orada kaldı. 561 (m. 1166) senesinde orada vefât etti. Kabri orada bilinmekte ve ziyaret edilmektedir.

Mâcid-ül-Kürdi (r.a.), hârikalar ve kerâmetler sahibi, çok yüksek bir zât idi. Birgün vedâlaşmak üzere kendisine bir kimse gelip;

-“Yaya olarak, yalnız başıma hacca gitmeye azmettim (niyet ettim)” dedi.

Tek başına gidecekti. Yiyecek bir şeyi de yoktu. Mâcid-ül-Kürdi (r.a.) hazretleri (r.a.), rakutesini (deriden yapılmış bir çeşit su kabını, kırbasını) çıkarıp o kimseye vererek;

-“Bunu al! Abdest alacağın zaman bunda su bulursun. Susadığın zaman, bunda su ve süt bulursun. Acıktığın zaman bunda çorba bulursun.” Dedi.

O kimse, Irak’ta bulunan Cebel-i hamrin’den Mekke-i mükerreme’ye doğru yola çıktı. Oraya vardı. Hac vazifesini ifâ etti. Sonra Irak’a döndü.

Bu çok uzun yolculuğu müddetince, o rahûte (su kabı) kendisine yetti. Abdest almak istediği zaman o kapdan güzel su çıkar, onunla abdest alırdı. Su içmek istediği zaman ondan tatlı su çıkar, onu içerdi. Gıda olarak bir şey içmek isterse, süt, bal şerbeti ve çorba içerdi. Bunların da lezzeti o kadar idi ki, şekerden daha tatlı idi.

Mâcid-ül-Kürdi hazretleri (r.a.) nın oğlu Süleyman (veya Selmân) şöyle anlatıyor;

-“Bir ara babamın hususi odasında, yanında bulunuyordum. Orada yiyecek ve içecek aslâ bir şey bulunmazdı. Birgün kendisine 20 tane fakir geldi.”

Babam bana;

-“Şu odaya gir, bize yemek getir.” Dedi.

Ben, içeride yiyecek ve içecek hiçbir şey bulunmadığını bildiğim halde itiraz edemedim. İki hizmetçi ile berâber odaya girdik. Bir de ne görelim! Oda, çeşit çeşit lezzetli yemeklerle dolu idi. O yemekleri çıkardık. Gelen kimseler yediler, doydular. Yemekler de tamamen bitti.

Biraz sonra 30 fakir daha geldi. Babam yine önceki gibi emredip içerden yemek getirmemeizi emretti. “Peki” deyip içeri girdiğimize, öncekilerden daha değişik ve daha çok yemeklerin dolu olduğunu gördük. O yemekleri de getirip ikrâm ettik.”

Sonra babam, bu iki hizmetçiye birden nazar etti. İkisi de orada bayılarak düştüler. Evlerine kaldırdılar ve her ikisi de uzun müddet baygın halde kaldılar. Nihayet ayılıp “istiğfar” ederek ve ağlayarak, babamın yanına geldiler. Çok özür dileyip, afedilmelerini istediler. Babam da özürlerini kabul edip, onları affetti.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Mâcid-ül-Kürdi (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Revda-i şerif kapılarından birisi (yeni resim)

Mâcid-ül-Kürdi (Radiyallah-u anhu) – 2

O iki hizmetçi bu hâle düşmelerine sebep olan hatalarını izah edip;

-“İçeride hiç yemek bulunmadığını bildiğimiz bir odada, iki defada da, çeşit çeşit ve bol yiyecekleri görünce;

-“Bu sihirdir” düşüncesi aklımıza geldi. Bu yanlış düşüncemiz sebebiyle bu duruma düştük.” Dediler.”

Yine oğlu anlatıyor;

-“Birgün babam bana dedi ki;

-“Süleyman! Şu dağa doğru git. Orada “rical-i ğayb’dan” üç kişi bulursun.”

Onlara deki;

-“Babam size selam ediyor, iştahınız neyi çekiyorsa söyleyin!”

-“Ben onların bulundukları yere geldim ve babamın sözlerini kendilerine bildirdim.”

-“Onlardan birisi nar, diğer elma, üçüncüsü de üzüm istedi. Babamın yanına dönüp istediklerini arzettim.”

Babam bana;

-“Filan yerdeki ağaca git, istedikleri meyveleri o ağaçtan topla!” buyurdu.

Ben;

-“Peki deyip gittim. Halbuki o ağaç kuru bir ağaçtı. Babamın emri üzerine ağacın yanına gittiğimde, dediği meyelerin (Nar, elma ve üzümün) o ağaçta bulunduğunu gördüm. Meyveleri alıp babamın yanına geldim.”

Babam bana;

-“Bunları o kimselere götür!” buyurdu.

Onların bulunduğu yere vardım, İistedklerini kendilerine verdim. Üzüm ve narı istiyenler meyvelerini yediler ve ku ş misalı uçup gittiler. Elma sahibi ise yemedi.”

Ve;

-Ben seni kendime tercih ediyorum. Benim yerime sen ye!” dedi. Ve diğerleri gibi uçup gitmek istedi. Fakat uçmaya muvaffak olamadı.

Bu halini babama haber verdim. Babam onun yanına gelip onun için “istiğfar” etti ve elmadan yemesini emretti. Elmayı yedirdi ve kendisine iltifat edip, eliyle onun omzuna vurdu ve ona duâ etti. O da diğerleri gibi uçup gitti ve öbürlerine yetişti.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Mâcid-ül-Kürdi (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Revda-i Şerif kapılarından birisi (Medine-i Münevvere)

Mâcid-ül-Kürdi (Radiyallah-u anhu) – 3

Mâcid-ül-Kürdi hazretleri (r.a.) buyurdu ki;

-“Zâhid, sabır ilacını, müştak, şükür ilacını ve Allah-u Teâlâ’ya kavuşmakla şereflenmiş olan vasıl da, velâyet (dostluk) ilacını kullanır.”

-“Allah-u teâlâ’ya aşık olanların kalbleri aziz ve celil olan Allah-u Teâlâ’nın nûru ile nûrlanmış, aydınlanmıştır. O kalbte iştiyak hâli hareket edince, onun nuru yer ile gök arasını aydınlatır. Allah-u Teâlâ, meleklere onları över ve “Şahid olunuz ki, ben onlara daha müştakım.” Buyuruyor.”

-“Allah-u Teâlânın muhabbeti ile kalbi dolup taşan bir kimseyi, Allah-u Teâlâ çok yükseltir. Öyle yükselir ki, Allah-u Teâlâ’ya yakın olur ve bu yakınlıkla gözü aydın olur.”

-“Şevk, Allah-u Teâlâ’ya aşık olanların kalblerinde yanan bir ateştir ki, o ateşi ancak, Allah-u Teâlâ’ya kavuşmak ve O’nun cemâline nazar etmek (bakmak) teskin eder, dindirir.”

-“Susmak, yorulmadan, güçlük çekmeden yapılan bir ibadettir. Zahiri bir süs ile süslenmeden kazanılan bir zinettir. İnsani özür dilemek zilletine düşmekten koruyan bir zenginliktir. Kirâmen kâtibin meleklerine rahatlıktır.”

-“Kişiye, ilim olarak Allah-u teâlâ’dan korkması yetişir. Kişiye cehalet olarak da kendi nefsini beğenmesi, ucb sahibi olması kafidir. Ucb artınca, ahmaklık halini alır. Kişinin kendi ayıblarını görmesine mani olur.”

-“Allah-u teâlâ, yarattığı şeylerin her birisinin bir suretini insanoğluna kattı, nakşetti. Sırlardan açıklamadığı, beyan etmediği her sırra ait ilmin bir anahtarını ona yerleştirdi. Hülasa, insan, âlemin (âlemde olan şeylerin) muhtasar bir sureti, nümünesidir.”

İslam âlimleri ansiklopedisi

Kaynaklar;

(1- Camiu keramat-ül-evliya cild; 2- sahife; 239)
(2- Tabakat-ül-kübra cild1- sahife; 148)
(3- Kalaid-ül-cevahir sahife; 107)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Mâcid-ül-Kürdi (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Revda-i Şerif kapılarından birisi (Medine-i Münevvere)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu;

Evliyanın büyüklerinden. Künyesi Ebü’l Vefâ olup, ismi, Muhammed bin Muhammed, bin Muhammed bin Zeyd bin Hasen el- Ârif bin Zeyd bin İmâm-i Zeynel’âbidin bin İmâm-i Hüseyn bin Aliyy-ül-Mürtezâ bin Ebi Tâlib’dir. Lakabı ise, “Tâc-ül-Ârifin’dir.

Fakat “Kakis” diye de anılır. Seyyid Ebü’l Vefâ 417 (m. 1026) senesi Receb ayının onikinci günü Irak’ın “Kusende” denilen mevkiinde dünyaya geldi.

Seyyid Ebü’l-Vefâ (r.a.), kerâmet ve harikada asrının reisiydi. Zamanın birçok âlimleri ondan istifade etti ve feyz aldı. Binlerce talebesi vardı. 501 (m. 1107) senesi Rabi’ül-ahir ayının yirminci günü, seksendört yaşında vefat etti. Cenazesini Adiyy (ade) bin misafir (r.a.) yıkadı, kefenledi ve defnetti.

Seyyid Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.) nin babasının ismi, Seyyid Muhammed Arizi olup, zamanın büyük evliyasından idi. Menkıbeleri, kerametleri çok olan bir zat idi.

Yaşadığı beldenin hakimi, seyyidlere çok eziyet vermeye başlayınca, oarayı terk ederek Beni-Nercis kabilesinin yaşadığı köye yerleşti. Bu kabilede yaşayanlar, dini yönden çok zayıf idiler.

Seyyid Muhammed Arizi (r.a.), akşam, yatsı ve Sabah ezanlarını okuyarak, namaz kıldı. Ezan sesini duyan oradaki halkın, cenabı Hakkın izniyle, kalbleri yumuşadı ve hepsi namaz kılmaya başladışar. Oranın halkı Seyyid Muhammed Arizi hazretleri (r.a.) ni göndermiyerek, orada yerleşmesini sağladılar.

Beni-Nercis kabilesinin reisi Ömer bin Şirküve bin Ebi Ammar Nerci’nin “Fatima” isimli bir kızı vardı. Künyesi “Ümmü Gülsüm” idi. Seyyid Muhammed Arizi (r.a.) bununla evlendi.

Seyyid Muhammed Arizi (r.a.) hastalandı. Bu hastalığının ölüm hastalığı olduğunu anladı. Bulunduğu beldenin halkını çağırarak

Onlara;

-“Doğru yoldan ayrılmayın, size gösterdiğim yol üzere olun ve bu yolda ilerleyin.” Diye vasiyette bulundu.

Hanımına ise;

-“Ya hatun! Erkek bir çocuk dünyaya getirsen gerek. Bu çocuk, büyüyünce büyük bir zat olur. Çok kerametleri görülür ve pek çok kimselere doğru yolu geösterir ve kerametlerinin bazıları daha doğmadan görülür. Bunları bilesin ve bundan gafil olmayasın” diye vasiyet etti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Revda-i Şerif kapılarından birisi (Medine-i Münevvere)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 2

Ebü’l Vefâ hazretlerinin vefatından sonra, o beldenin halkı oradan göç ettilr. Bu göç esnasında, yolları bir bostan kenarından geçti. Kafileden birkeç kişi, bostandan “izinsiz” kavun aldılar. Kesip kervandekilere dağıttılar. Bir parça da Seyyid Ebü’l Vefâ (r.a.) nin annesine verdiler. Annesi o kavunun sahibinden izinsiz alındığından habersiz olduğu için, verilen parçayı yedi. O kavun parçasını yedikten sonra, hemen karnında bir ağrı vaki oldu ve yedikelrini çıkarmak için istifra etti. Bu durum kabilenin ileri gelenlerine anlatılınca, Seyyid Muhammd Arizi (r.a.) nin söylemiş olduğu, doğum öncesi kerametlerinin görüldüğünü anladılar. Bir süre sonra kafileyi eşkiyalar bastı ve bütün aşyalarını aldılar. Kafiledekiler çaresiz, üzüntülü bir Şekilde dururlarken, Alah-u Teâlâ’nın izniyle, eşkiyaların karşısına aslanlar ve yırtıcı hayvanlar çıktı. Onlara saldırmaya başladı.

Eşkiyalar, canlarını kurtarmak için, aldıkları bütün eşyaları bırakıp kaçtılar. Kafiledekiler eşyalarını eksiksiz aldılar.
Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.) babasının vefatından “iki ay” sonra dünyaya geldi. Dünyaya gelir gelmez, o beldede bir takım değişiklikler oldu. Ekinler gelişti, hayvanlar çoğaldı. Her yerde bolluk ve bereket kendini gösterdi. Hiç afet görülmez oldu. Beldede herkes zengin oldu.

Ebü’l Vefa hazretleri (r.a.), daha bebek iken oruç tutmaya başladı. Ramazan ayında, gündüzleri annesinin memesinden süt emmez, sadece geceleri süt emerdi.

Ne zaman Allah-u Teâlâ’nın ismi zikredilse, başını oynatır, dilini hareket ettirirdi. Bebekliğinden itibaren, Allah-u Teâlâ’ya ibadet eden Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.), birgün annesiyle birlikte bir yere gitmek için yola çıktılar. Yolda, doğmadan önce annesinin kavun yiyip, o kavunu çıkarmak mecburiyetinde kaldığı ve eşkiyaların baskınına uğradığı yere geldiler.

Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.) annesine;

-“Ey ana! Burasının neresi olduğunu hatırladın mı?” diye sordu

Annesi;

-“Ey oğul, burasının neresi olduğunu hatırlıyamadım.” Diye cevap verdi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Çok eski Kabe Resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 3

Bunu üzerine Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.), o günkü hadiseleri anlatmaya başladı;

-“Ey anne! Burası babamın vefatından sonra göç ederken konakladığınız ve kafileden birkaç kişinin bostandan kavun çaldıkları yerdir. Kavun yerlerken, canın çekmiştir diye sana da vermişlerdi. Sen de bilmeden verilen kavunu yemiştin. O zaman bana hamileydin. Ben karnında sana ızdırap vermiştim. Çünkü o yediğin haram lokma idi. Sonra size eşkiyalar saldırdılar. Üzerinizdeki elbislere varıncaya kadar, her şeyinizi almışlardı. Siz çok üzülmüş idiniz. Bunu üzerine Allah-u Teâlâ hazretleri meleklerine, aslan ve yırtıcı hayvan süretine girerek eşkiyaların üzerine saldırmalarını emretti. Melekler de o emrini yerine getirerek, eşkiyaların üzerine saldırdılar. Bundan dolayı eşkiyalar bütün aldıklarını bırakarak kaçtılar. Siz de bütün malınıza ve eşyalarınıza kavuştnuz. İşte o yer burası idi.”

Annesi bunun üzerine;

-“Ey oğul! Sen o zaman daha doğmamış idin. Bunları nereden
biliyorsun?” diye sorunca

Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Bana Allah-u Teâlâ hazretleri bildirdi. Anneciğim.” Dedi.

Sonra bana Ramazan-ı şerifte meme verdin. Ben ise memeyi ağzıma alıp emmezdim. Çünkü Hak teâlâ bana hidayet nuruyla muamele ederdi. Bunun için meme emmeye ihtiyacım kalmazdı. O vakit, sen beni hasta sanıp üzülürdün. İftar vakti meme emdiğimi görüp, “hasta değilmiş” diye sevinirdin.” Deyince

Annesi;

-“Ey oğul! Baban senin için “çok kerâmetleri görülür” derdi. Bunlar o kerâmetlerden bazılarıdır.” Dedi

Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Ey ana! Doğru söyliyorsun” dedi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Çok eski Kabe resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 4

Kendisine Ebü’l-Vefâ denilmesinin sebebi şöyle anlatılır;

-“Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) daha on yaşında iken, Şenbeki hazretleri (r.a.) onun vasıflarını işitip, görmek istedi. Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) çoğunlukla tenha yerlere gider, buralarda Allah-u teâlâ’ya ibadet ederdi.

Şenbeki hazretleri (r.a.), sık ağaçların bulunduğu ormanlık bir yerde onu ibadet ederken buldu. Yanında bir köpekle arslan birbirleriyle oynuyorlardı.

Şenbeki hazretleri (r.a.), Ebü’l-Vefâ (r.a.) nın arkasından yanına vararak “selam” verdi. Ebü’l-Vefa hazretleri (r.a.) selamı aldıktan sonra,

Şenbeki hazretleri (r.a.);

-“Sana bir sualım vardı. Şimdi iki oldu.” Dedi.

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Buyur, kaç sual sorarsan sor.” Deyince

Şenbeki hazretleri (r.a.);

-“Arslanla köpek yaradılış itibariyle birbirine düşman birer hayvandır. Hal böyle iken, nasıl oluyor da senin köpeğinle bu arslan oynuyor, bunun sebebi nedir?” diye sordu.

Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Allah-u teâlâ hazretleri kudret ve inayeti ile kalbimizi temizlediğinden beri, köpeğimle bu arslan dost ve arkadaş oldu.” Dedi.

Şenbeki hazretleri (r.a.);

-“İkinci sualim ise, herkesin bir derecesi vardır. Sana selam verdim. Selamımı iade ederken niçin ayağa kalkıp, bana doğru dönüp de selamımı iade etmedin?” diye sorunca

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ)
Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Çok eski Kabe resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 5

Ebü’l-Vefa hazretleri (r.a.);

-“Ya Şenbeki! Bu hususta Allah-u teâlâ mealen şöyle buyuruyor;

(-“Evlere kapılardan gelin ve Allahtan korkun ki, kurtulasınız.”) Bakara suresi ayet- 189

-“Eğer sen karşımdan gelse idin, senin selamını iade ederken ayağa kalkardım. Fakat sen, adet olanın aksini yaparak arkamdan geldin. Ben de senin bu hareketinin karşılığında, ayağa kalkmadan selamını aldım.” Diye cevap verdi.

Daha sonra Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nın evine beraber gelip, bir sure sohbet ettilr.

Sonra Şenbeki hazretleri (r.a.);

-“Ey Muhammed! Sende nihayetsiz bir nur müşahede ettim ve başının üzerinde Hak teâlâ’nın nurundan bir alem gördüm ki, kıyamete kadar senin evladının kerametleri zahir olup, dillerde söylense gerektir. Sana bu müjdeyi vermeye ve talebeliğime davet’e geldim.” Dedi.

Ebü’l-Vefâ hazretleri de;

-“Annemden izin alıp öyle geleyim” dedi.

Bir süre sonra annesinden izin alarak, Şenbeki hazretleri (r.a.) nin yanına gitmek için yola çıktı. Yolda bütün hayvanlar ona selam verirdi.

Huzuruna uğradığında Şenbeki hazretleri (r.a.);

-“Merhaba Ebü’l-Vefâ’ya! Ahdine vefa eyledi, sözünde durdu” dedi. Bunun üzerine ona, Ebü’l-Vefâ künyesi verildi.

Hocası Şenbeki hazretleri (r.a.) nin yanına geldiği zaman kuşluk vakti idi. Öğle vakti olunca, müezzin öğle ezanını okumak için kalkarken, Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Daha vakit girmedi, Sabret, Arş’ın horozu ezânı okuduktan sonra okursu.” Dedi.

Bunun üzerine hocası Şenbeki (r.a.);

-“Sen Arş’ın horozunun sesini duyuor musun?” diye sordu.

Ebü’l-Vefâ hazrteleri (r.a.);

-“Evet.” Diye cevap verdi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Çok eski Kabe resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 6

Tac-ül-ârifin lakabınının verilmesi ise şöyle anlatılır;

-“Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) ile hocası, birgün inzivaye çekildiler. Üçgün kimse ilegörüşmeden sohbet ettiler.

Dördüncü gün hocası ona;

-“Ya Ebü’l-Vefâ! Her yıl bu gece, bütün rical-i ğayb ehli falan yerdeki sahrada hazır bulunurlar. Orada Peygamber efendimiz (s.a.v.) de onlarla beraber bulunur. Şayet o gecenin ma’nevi feyzinden nasibini almak istersen, bu gece orada hazır bulunalım.” Dedi.

Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) bu teklifi kabul etti.

Gece vakti olunca, hocası ve Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) o sahraya çıktılar. Orada birçok evliyanın ibadet ettiklerini gördüler. Onlar da bu grubun içine girerek ibadetle meşgül olmaya başladılar.

Bu esnada gök gürültüsünü andıran bir ses duyuldu. Ondan sonra nurdan bir taç zahir oldu. Onun ışığı her tarafı aydınlattı. O nur’dan taç, Allah dostu veliler doğru geldi. Orada bulunanlar ona elerini uzattılar ise de ona erişemediler. Nurdan taç, en sonunda Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin mübarek başına indi.

Hocası bunun üzerine;

-“Cenab-i Hakdan gelen bu taç sana mübarek olsun, ya Tac-ül-Arifin” dedi.

Orada bulunanlar de Ebü’l-Vefâ (r.a) ya, “Tac-ül-Arifin” dediler. Tac-ül-Arifin ismini alan “ilk zat” Ebü’l-Vefâ hazretleri’dir.

Derecesi günden güne artan Tac-ül-Arifin Ebü’l-Vefa hazretleri (r.a.) yetiştiği çevrede arabça konuşulmadığı için, arabçayı bilmiyordu.

Bir gece Peygamber efendimiz (s.a.v.) i rü’yasında gördü.

Rü’yasında Peygamber efendimiz (s.a.v.) mübarek parmağını kendi ağzına götürüp, mübarek tükürüğüne bulaştırarak Ebü’l-Vefâ’nın ağzına sürdü. Sabahlayın kalktığında, o kadar güzel arabça konuşmaya başladı ki, Arabistan’da doğup büyümüş olan ve güzel konuşan kimsler onun kadar fasih ve beliğ konuşamazlardı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Eski kâ’be kapısı (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 7

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) hocasının izniyle Buhara’ya gitti. Orada zahiri ilimlerin hepsini tahsil etti. Tahsilini yaparken, nesebi hakkında kimseye bir şey söylemedi. Tahsilini tamamladıktan sonra memleketine dönmek isteyince,

Arkadaşları ona;

-“Zahiri ilimlerin hepsini öğrendin. Memleketine gitmek istiyorsun. Buna şükran olmak için, bizlere bir ziyafet çekmen gerekmez mi?” dediler.

Bunun üzerine Ebü’l Vefâ hazretleri Tac-ül-Ârifin (r.a.);

-“İsteğinizi memnuniyetle yerine getirmek isterim. Fakat ben fakirim, bu isteğinizi yerine getiremiyeceğim için üzgünüm.” Dedi

Arkadaşları

-“Bu özrünü kabul etmeyiz, (bu talabelerin adetlerindendir) biz ziyafet isteriz.” Dediler.

Bunun üzerine çaresiz kalan Ebü’l Vefâ hazretleri (r.a.) tekliflerini kabul etmek zorunda kaldı.

Fakat ne yapacağını bilemiyordu. Ziyafet verecek parası yoktu. Bir süre düşündükten sonra Buhara melikine gitmeye karar verdi.

Melikin yanına varınca ona;

-“Ben İmâm-i Ali (r.a.) nin evladlarındanım. Buhara’ya ilim öğrenmek için gelmiştim. Tahsilimi tamamladım. Ve memleketime dönmek istedim. Talabe arkadaşlarım (Adetlerindendir) gitmeden önce kendilerine ziyafet vermemi istediler. Fakat ben fakirim, durumum onlara ziyafet vermeye müsaid değildir. Senden, bana yardımcı olmanı istiyorum. Bu yardımın şüphesiz İnd-i İlahi’de boş gitmez.” Dedi.

Buhara meliki onun bu konuşmasını önemsemedi ve;

-“Burada Seyyid çok olur. Senin İmâm-i Ali hazretleri (r.a.) nin torunu olduğıun ne malum?” dedi.

Bu duruma çok üzülen Ebü’l-Vefâ hazretleri, (r.a.) melikin huzurunda çok mütessir olarak çıktı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu