‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

Hasan Keyf dağları

Alâüddin-i Attâr (Radiyallah-u anhu)- 8

Bir yemek gafletle, öfkeyle veya zorla pişirilse, o yemekten kendisi yemez, yedirmezdi.

Alâüddin-i Attar (r.a.) buyurdu ki;

-“Hakikat, zenginliğin gösterişinden korkmak ve terketmek gerektirir. Zenginlik taslamamalı, Allah-u teâlâ’nın verdiğine şükretmelidir.”

-“Evliye ile sohbet, aklın artmasına sebeptir.”

-“Evliyanın mezarlarını ziyaret eden, kabirdeki zatın büyüklüğünü ne kadar anlamış ise ve o veliye ne düşünce ile teveccüh etmiş, yani kalbini ona bağlamış ise, ondan o kadar feyz alabilir. Kabir ziyaretinin faydası çok olmakla beraber, evliyanın ruhlarına teveccüh edebilen kimse için uzaklık zarar vermez.”

-“Bir yolda taklid ederek girenin, bir gün hakikate kavuşacağına kefil olurum. Hocam Behâeddin-i Buhari (r.a.), bana kendilierini taklid etmemi emr ettiler. Onları taklid ettiğim ve halen taklit etmekte olduğum her şeyde, onun eser ve neticesini görüyorum.”

-“Nefsi terbiye etmekten maksat, bedeni bağlılıklardan geçip, ruhlar ve hakikatler alemine yönelmektir. Kul kendi istek ve arzularından vaz geçip, Hakkın yoluna mani olan bağlılıkları terk etmelidir.”

Bunun çaresi şöyledir.

-“Kendisini dünyaya bağlayan şeylerin hangisinden istediği zaman vazgeçebiliyorsa, bunun maksada mâni olmadığını anlamalıdır. Hangisini terk edemiyorsa ve gönlünü ona bağlı tutuyorsa, onun hâk yoluna mâni olduğunu anlamalı ve o bağlılığın kesilmesine çalışmalıdır. Bizim hocamız Şah-i Nakşibend (r.a.), o kadar ihtiyatlı idi ki, yeni bir elbise giyse;

-“Bu elbise falan kimsenindir.” Diyerek, onu emanet gibi giyerlerdi.

-“Kalbe âni olarak gelen çeşitli vesveseler ve telkinler, insanın kemâline mani olmaz. Ancak kalbe yerleştirmemelidir. Kalbe gelen bu vesveseleri tamamiyle uzaklaştırmak imkansızdır..”

Bazi âlimler;

-“Kalbe yerleşmediği müddetçe, onların hiçbir kıymeti yoktur.” Dediler.

-“Eğer kalbe yerleşirse, feyz yollarını keser. Bunun için bâtın hâllerini mürâkabe etmelidir.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onaltıncısı olan Alâüddin-i Attâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasan Keyf’in uzaktan görünüşü

Alâüddin-i Attâr (Radiyallah-u anhu)- 9

-“Aradaki mesafe ne kadar çok olursa olsun, talebe hocasına durumunu ma’nevi yol ile arzetmelidir ki, gafletten kurtulabilsin.”

-“Bir âlimi ve ve evliyayı ziyaret etmekten maksat, Allah-u teâlâ’ya yönelmektir. O büyüklerin ruh-i şerfilerini tam bir yönelme ile ziyaret, Cenâbı Hakkın rızasına kavuşmaya vesiledir. Nitekim görünüşte halka tevazu, hakikatte hakka tevazudur. Çünkü insanlara tevazu göstermek, Allah-u teâlâ’nın rızası için ise makbüldür.”

Seyyid Şerif Cürcani, Muhammed Parisâ, Ya’kub-i Çerhi gibi âlimler ve veliler Alâüddin-i Attâr hazretleri (r.a.) nin talabeleridir. Bunlardan başka pek çok kimseler, onun vasıtasıyla hidayete kavuştu, başkalarını yetiştirecek irşâd makamlarına yükseldi.

Vefatlarından evvel talebelerinden biri şöyle bir ru’ya gördü;

-“Büyük bir otağ kurulmuş. Otağda Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) de bulunuyordu. Alâüddin-i Attâr hazretleri ile hocası Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.anhüm) de otağın yanında duruyor ve içeri girip Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) i görmek istiyorlardı. Bir ara Behâddin-i Buhâri (r.a.) içeri girdi ve bir müddet sonra sevinç ile çıkarak buyurdu ki;

-“Bize kabrimizin 100 (yüz) fersah mesafesine defn edilecek her müslümana şefâat etmemi ihsan edildi. Alaüddin-i Attâr’a da 40 (kırk) fersah mesafedekilere şefâat ihsan edildi. Bizi sevenlere ve ihlas ile bağlılık gösterenlere de, bin fersah mesâfede olanlar ihsan edildi.” (Bir fersah altı kilometredir.)

Talabelerine birgün vesiyet ederek buyurdu ki;

-“Birbirinize sığının! Her işte yolunuz, dini ölçülere bağlılık olsun! Ölçüleri yerine getirmek azminden dönmeyiniz! Sohbet mühim sünnettir Bu sünnete riayet edin, umumi ve hususi şekilde ona devam ediniz! Eğer bu yolda sebat ve istikamet gösterirseniz, bir anda büyük derecelere kovuşursunuz. Hâlinizin dâimâ yükselişte olması lazımdır.”

802 (M.1400) senesinde, bel ağrısıyla başlayan bir hastalığa yakalandı. 2 Recep Perşembe günü yatağa yattı.

Talebelerinden şeyh Safiyüddin anlattı;

-“Hocam hayatlarının sonunda ve yakınlarının huzurnda bu fakir hakkında buyuru ki;

-“Yirmi yıldan fazla bir zamandır Safiyüddün ile aramızda, Allah-u teâlâ’nın rızası için olan bir dostluk vardır. Elbette bu dostluk dozulmaz.”

Ben orada olmadığım birgün de;

-“Ondan razıyım, Allah-u teâlâ’nın Resülünün (s.a.v.), Eshab-i kiram (r.anhüm) den razı oldukları gibi.” Buyurmuşlar.

Alâüddin-i Attâr (r.a.) vefatına yakın buyurdu ki;

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onaltıncısı olan Alâüddin-i Attâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasan Keyf’in görünüşü

Alâüddin-i Attâr (Radiyallah-u anhu)- 10

-“Allah-u teâlâ’nın inayeti ve Hâce Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin himmeti ile, müsaade edilseydi bir nazarda bütün insanları velâyet mertebesine kavuştururdum. En önce Allah-u teâlâ’nın ezeli inâyetini görmek ve bundan ümitli olmak lazımdır. Bundan bir an gâfil kalmamalıdır. Daime muhtaç olduğunu düşünmelidir.Allah-u teâlâ’nın küçük bir gadabını çok büyük görmeli, titremeli ve çok korkmalıdır.”

Son hastalıklatrında, Behâddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin ruhaniyeti ile haylı sohbet etti.

Buyurdu ki;

-“Dostlar ve azizler hep gitti. Bazıları da arkalarından gitmek üzereler. Elbette o âlem, bu âlemden üstündür.”

Bundan sonra bir ara bahçedeki yeşilliğe gözleri takıldı.

Yakınlarından biri;

-“Ne güzel sebzelik.” Deyince

Buyurdular ki;

-“Toprak da güzeldir. Bu âleme hiç meylimiz olmamıştır. Dostların gelip bizi bulamayınca, gönülleri kırık dönmelerinden başka kederimiz yoktur.” Buyurdu.

Recep ayının yirmisene rastlayan Çarşamba gecesi, son nefesinde “Lâ ilâhe İllalah Muhammedün Resululah” diyerek vefat etti. Vefat ettiği gece sevenlerinden biri onu rüyasında gördü.

Buyurmuş ki;

-“Allah-u teâlâ’nın bize verdiği ni’metler ve ihsanlar, yazı ile, söz ile anlatılamaz. Bunlardan en küçüğü şudur ki; Kabrimin 40 (kırk) fersah uzaklığına defn edilmiş olanların, benim şefâatim ile affolunacağı, mağfiret buyurulacağı bildirdi.”

İslam âlimleri ansiklopedisi

(Kaynaklar)

1-Tam ilmihal Seâdeti Ebediyye sh. 410 – 983
2-Hadaik-ül-verdiyye sh.144
3-Nefahat-ül-üns sh.428
4-Reşahet (Osmalıca) sh 162
5-Hadika-ül-evliye sh 70
6-Makamat-i nakşibendiyye sh 180 – 182
7-Behçet-üs-seniyye sh 16
8-İrgam-ül-merid sh.60
9-Reşahat (Arabi) sh 67
10-Rehber ansiklopedisi cilt 1 sh 166

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onaltıncısı olan Alâüddin-i Attâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

DSC06778  Fuad Yusufoğlyu Yakub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) nın mübarek kabri

Ya’kûb-i çerhi (Radiyallah-u anhu) nın mübarek kabirleri

Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu);

Evliyanın büyüklerinden. İnsanları i’tikad, âmel, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenip yapmalarını sağlayan ve Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsile-i âliye” denilen İslâm âlimelrinin “onyedincisidir.”

İsmi Ya’kub bin Osman bin Mahmud’dur. Gazne’de Çerh köyünde doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. 851 (M. 1447) senesinde Hülfetû’de vefât etti. Burası sınır köylerinden bir köy olup, kabri oradadır. Derin âlim ve veliyi kâmil idi.

Ya’kûb-i Çerhi (r.a.), önce Hirat’a gidip bir müddet ilim tahsil yaptı. Sonra yine ilim tahsili için Mısır’a gitti. Orada Zeynüddin Hâfi ile birlikte, zamanın büyük âlimi Mevlanâ Şihabüddin Şirvani (r.a.) den ve diğer âlimlerden akli ve nakli ilimleri öğrendi.

Sonra Buhârâ’ya gitti. Orada da âlimlerden ilim öğrenip, icazet aldı. Zahiri ilimlerde yetiştikten sonra tasavvuf ilmine yöneldi. Tasavvuf ilminde ve hâllerinde önce Şah-i Nakşibend Behâeddin-i Buhari (r.a.) nin, sonra da onun halifesi Alâüddin-i Atar (r.a.) ın sohbetinde yetişti.

Kendisi (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Buhârâ’nın âlimlerinden ilim tahsil edip icazet aldıktan sonra memleketime dönmek üzere idim. İçimde Behâeddin-i Buhari hazretleri (r.a.) nin yanına gitmek arzusu hasıl oldu.”

Huzuruna varıp;

-“Beni hatırdan çıkarmayınız.” Diye yalvardım.

Behâeddin Buhâri hazretleri (r.a.);

-“Tam gideceğin sırada mı bana geliyorsun?” buyurdu.

Ben;

-“Gönlüm iştiyakınızla dolu, sizi seviyorum.” Dedim.

Bana;

-“Bu arzu ne sebepten geliyor?” buyurdu.

Ben de;

-“Büyük bir zatsınız ve herkesin makbûlüsünüz.” Dedim

Bunun üzerine Behâeddin-i Buhari (r.a.);

-“Bu sebep kâfi değil, daha makbul bir şey bulman lazımdır. Halkın beni kabûlü şeytan olabilir” buyurdu.

Dedim ki;

-“Sahih bir hadis-i şerif’de; (-“Allah-u Teâlâ bir kulunu severse, onun sevgisini kullarının kalblerine düşürür. İnsanlar onu severler.”) buyurulmuştur.”

Bunun üzerine tebessüm etti ve buyurdu ki;

-“Biz azizânız (azizlerdeniz..)”

Bu söz üzerine kendimden geçer gibi oldum.

-“Çünkü bu görüşmeden bir ay kadar önce, bir ruya görmüştüm. Ruyamda bana (-“Âzizân’ın müridi, talebesi ol.)” demişlerdi. Ruyayı unutmuştum.”

Behâeddin-i Buhar-i hazretleri (r.a.); (-“Biz Âzizâniz.”) buyurunca hatırladım.

Tekrar;

-“Bana teveccüh ediniz, hatırınızdan çıkarmayınız.” Diye yalvardım.

Buyurdu ki;

-“Bir gün Âzizân’dan (Ali Râmiteni’den (r.a.) böyle bir istekte bulunmuşlar. O da bir şeyin hatırda kalması için bir vasıtaya ihtiyac olduğunu söylemiş ve hatırlamaya vesile olacak bir şey istemişler.”

-“Bunu söyledikten sonra, bana mübarek takyesini hediye etti.”

Ve buyurdu ki;

-“Senin bana vereceğin bir şeyin yok, şu takyeyi al, onu her gördüğünde bizi hatırla ve yanında bulundur.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nın mübarek mezarları

Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 2

Bundan sonra ayrıca tenbih edip;

-“Bu yolculukta Mevlânâ Tâcüddin Deştgülegi’yi bulmaya gayret et. Çünkü o, Allahu teâlâ’nın evliyasındandır.” Buyurdu.

Yola çıktıktan sonra içime önce Belh şehrine, oradan da memleketime dönme arzusu düştü. Belh şehri ile Deştgûlek arası çok uzak idi. Yolculukta öyle vesileler oldu ki, birden kendimi Deştgülek yakınlarında buldum. Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin tenbihi hatırıma geldi. İşaretlerinden dolayı şaşırıp hayran kaldım. Deştgûlek’e gidip, hemen Mevlânâ Tâcüddin (ra.) in sohbetine can attım. Onun sohbetinde bulunduktan sonra, Behâeddin-i Buhâri (r.a.) ye geri dönüp ona teslim olmak arzusu beni sardı. Buhâra’da bir meczup zat vardı. Onu bir yolda oturur buldum.

Ona dedim ki;

-“Ben gidiyorum!”

Bana;

-“Hiç durma çabuk git!” dedi.

Oturduğu yerde toprak üzerine çizgiler çizdi. Kendi kendime bu çizgileri sayayım, eğer “tek” çıkarsa gitmem gerektiğine işaret sayayım diye düşündüm.

Saydım “tek” çıktı.

Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) ne tekrar gitmeye karar verip yola çıktım. Nihayet Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin huzuruna kavuştum. Hâlimi arzettim. Bana zikretmemi ve zikirde “tek’e” riayet etmemi bildirip;

-“Elinden geldiği kadar zikirde “tek” sayıya riâyet et.” Buyurdu ve böylece yolda karşılaştığım meczub zatın yer üzerine çizdiği çizgilerin “tek” oluşuna işâret etti.”

Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.), bir eserinde şöyle anlatmıştır;

-“Allah-u teâlâ’nın inâyetiyle bu fakirde erenler yoluna girmek arzusu doğup da fâdl-ı İlâhiyye’ye, Allah-u teâlâ’nın yardımına kavuşunca Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) ne kavuşmak nasip oldu. Onun kerem ve iltifatları beni saâdete garketti. Gördüm ki, murşidim kâmil ve mükemmeldir ve evliyânın en üst tabakasındandır.

Çeşitli vaka’lar ve gaybi işaretlerden sonra, kurân-i kerimi açıp bir âyeti işaret tutmak istedim.

Meâlen;

-“O Peygamberler Allah’ın hidayetine eriştirdiği kimselerdir, sen de onların gittiği yoldan yürü…” (El-En’âm suresi ayet; 90.) buyurulan ayet-i kerime çıktı,

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onyedincisi olan Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin farsça risalesinin 1.ci shifesi

Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 3

Bağlılığım kat kat artı. Tereddüt içinde bulunduğum günlerden birgün idi. Evimin bulunduğu Fethâbâd’da şeyh Seyfüddin (r.a.) nin kabrine doğru oturmuştum. İçimde öyle bi fırtına koptu ki, hemen Hâce Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin huzuruna kavuşmak için Kasr-ı Ârifâ’na doğru yola çıktım.

Kâsr-ı Ârifâ’na varıp, Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin evlerine yaklaştığım zaman, yola çıkmış, beni beklemekte olduğunu gördüm. Bana ihsanda bulundular, yanlarına oturtular. Namaz kıldıktan sonra, sohbete başladılar. Heybeti beni öyle sarmıştı ki, konuşmaya mecâlim kalmadı.

Bu sohbet sırasında buyurdu ki;

-“İlim iki kısımdır. Bir kalb ilmi; bu ilim, en faideli olan ilimdir. Bu ilmi Nebi’ler ve resül’ler öğretir. Diğeri, Lisan ilmidir. Bu ilim de Allah-u teâlâ’nın insanoğluna huccetidir. Ümid ederim ki, batın ilminden sana bir pay erişsin.

Yine nakledildi ki;

-“Sadâkat ehliyle oturduğunuz zaman, sıdk (doğruluk) üzere bulununuz. Çünkü onlar, kalb casuslarıdır. Kalblerinize girerler ve himmetinize bakarlar. Biz kendi kararımızla kimseyi kabul edemeyiz. Böyle me’muruz. Bakalım bu gece bize ne işaret buyururlar. Eğer seni kabul ederlerse, biz de kabûl ederiz.” Buyurdu.

Ömrümde o gece kadar çetin ve zor bir gece geçirmedim. Saâdet kapısının açılmasını umarken, bu kapının yüzüme kapanmasından korktum. Sabah namazını Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) ile beraber kıldım.

Namazdan sonra;

-“Sana müjdeler olsun kabul işareti geldi. Biz insanları az kabul ederiz. Kabul ettiğimiz zaman da geç kabul ederiz. Ta ki gelenlerin nasıl geldiği ve zamanının gelmiş olduğu belli olsun.” Buyurdu.

Bundan sonra Şah-ı Nakşibend hazretleri (r.a.), silsilelerini Abdulhâlık Goncdüvâni’ye kadar gösterdi.

Bundan sonra nice zaman Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin hizmetine ve sohbetinde bulundum. İcazet verdikleri güne kadar yanlarında ayrılmadım.

Yanlarından ayrılıp, yola çıktığım zaman;

-“Sana târikat edebi ve hakikat sırrı olarak bizden ne erişmişse, Allah-u te’lâ’nın kullarına ulaştır, götür. Bu senin saâdete kavuşmana sebep olur.” Buyurdu.

Ayrıca halifesi Alâüddin-i Attâr ile sohbet etmemeizi emretti.

Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin vefatından sonra, ben uzun müddet Bedehşan’da kaldım. Alâeddin-i Attâr (r.a.) ise Çigâniyan’da bulunuyordu. Bana bir mektup yazarak, Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) nin emrini hatırlattılar.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onyedincisi olan Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin mübarek kabirleri

Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 4

Bundan sonra hemen Alâüddin-i Attâr hazretleri (r.a.) nin yanına gittim ve vefatına kadar sohbetleirnde kaldım. Vefatlarından sonra memeleketime döndüm.”

Ya’kub-i Çerhi (r.a.), önce Behâeddin-i Buhâri (r.a.) nin, sonra onun seçkin talabesi ve halifesi olan Alâüddin-i Attâr (r.a.) in sohbetinde yetişip kemâle geldi. Hocası Alâüddin-i Attâr (r.a.) halifesi olup, insanlara doğru yolu gösterdi. Onun en başta gelen talebesi halifesi de Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) dır.

Ya’kub-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin, yazdığı Tebâreke ve Amme cüzleri tefsiri ve fârisi “ Risâle-i Ünsiyye” adlı eserleri vardır. Bu eserleri Hindistan’da basılmıştır.

Ya’kub-i Çerhi hazretleri (r.a.), Şah-i Nakşibend Muhammed Buhâri hazretleri (r.a.) nin sohbetine kavuşmasını ve o büyük rehberden duyduklarının bir kısmını Farsça olarak bir risale halinde yazmış, bu risalesinde o büyükler yolunun edeb ve dine bağlılıklarını halisâne bildirmiştir. Bu risalenin bir bölümü şöyledir.

Hazret-i Hâce Behâüddin-i Buhâri (r.a.) buyurdu ki; Hadis-i şerifte –“Abdestinizi toplayın (iç ve dış temizliğini birleştirin) Allah-u teâlâ da sizin dağınıklığınızı toplasın.” Buyuruldu. Abdesti toplamaktan maksad dış ve iç temizliğinin hasıl olmasıdır. Dağınıklıktan ancak bununla kurtulunulur.

İç temizliği, kalbin; kin, çekememezlik (hased) insanlara düşmanlık, bahillik gibi kötü sıfatlardan ve Allah sevgisinden başka her sevgiden temizlenmesi ve Allah sevgisi ile rahatlamaktan ibarettir. Kalb, kötü sıfatlardan temizlenip, iyi sıfatlarla süslenince, düzeltilmiş olur. Bu dünyanın kötülüklerinden ancak sâlim doğru kalb ile kurtulunulabilir. Ayet-i kerime’nin meâli şöyledir;

-“Kıyamette mal ve evladan faide gelmez, ancak salim kalb getiren o gün hakkın rahmetine kavuşulur.” (Şuarâ suresi Ayet; 89)

Bunun için demişlerdir;

-“Gayretinden kalb evimi gayriden eyledim hâli,

-“Senden gayriye yakışmaz bu hâne ki olsun mâli.”

Bütün ibâdetlerden maksat, Allah-u teâlâ’yı anmaktır. Demişlerdir. Zikir, ruh; bütün ibâdetlerde beden gibidir. Hâk teâlâ’dan gafil olunca, ibadetlerden beklenen fayda hasıl olmaz. Zikir de ihlassız olunca, beklenen faydayı vermez.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);

-“Halis ve muhlis olarak Lâ ilâhe illallah… diyen cennete girer.” Buyurdu.

-“Bununla ihlasla olması nasıldır?” dediklerinde

Bu kelimeyi söyleyenin, kndini haramlardan korumasıdır.” Buyurdu

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onyedincisi olan Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu


Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) Şah’i anlatan risalesinin birinci sahifesinden bir bölüm

Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) – 5

Yani bu şekilde bu kelimeyi söylemekle kalb düzelir ve o kimsenin hallerinde ve fiillerinde istikâmet hâsıl olur. Zahir ve bâtın istikameti ele geçince de sonsuz saâdete kavuşmuş olur. Zâhirin istikamete olmatte olması demek, dinimizin zâhir hükümlerinin hudûduna, ya’ni mir ve yasaklara, büyüğü ve küçüğü ile riâyet demektir.

Bâtının, kalbin istikameti ise, hakiki imâna kavuşmasıdır. Yüksek hocamız, bu hakiki imânı, kalbi Allah-ü teâlâdan alıkoyan bütün fayda ve zararlardan temizlemektir. İfâdesi ile açıkladılar.

Onlara bu dünyadan ayrılacakları vakit rahmet melekleri iner ve bu melekler ona;

-“Ahiretin azabından korkma ve bu dünyanın rahatını kaçırdın diye üzülme; Size va’d olunan Cennetin müjdesi budur. Bu Cennette, sizin istediğiniz her şey vardır. Bütün bu ni’metler sizin merhamet ve mağfiret olunmanız yanında düşük, bunlar da Allah-u teâlâ’yı görmeniz yanında aşağı kalır.”

Gafletle olan zikir bu kadar fayda sağlamaz. Belki büyük korku dolur.

Denildi ki;

-“Allah” deyip de, kalbi Allah-ü mteâlâ’nın hükümlerinden gafil olanın hasmı, bu dünyada da ahrette de Allah’tır.”

Akşam ve sabah zikreden, zikredenlerden olur, gafillerden olmaz. Hiçbir âyet ve hadiste, zikrin yüksek sesle olacağı tasrih edilmemeiştir. Hep gizli, sessiz olması emr edilmiştir.

Her hâlde uyanık olmalıdır.. Yerken, yatarken, konuşurken, yürürken, alış veriş ederken, abdest alırken, namaz kılarken, kur’an-i kerim okurken, yazarken, ders ve va’z verirken, bir göz açıp kapayacak kadar Hakdan gâfil olmamalıdır.

Birbirini inkâr etmiyen aynı yol erbâbının sohbetleri faydalıdır. Ama sohbet ve arkadaşlık haklarını gözetmelidir. Kâmil ve mükemmil bir zâtın bir bakışı, kalbi o kadar temizler ki, uzun riyazetlerle buna kavuşmak pek zordur.

Tebriz’de Şemseddin’in bir nazarıan kavuşan kişi,

Çile çekenlere güler, aşağı bulur bu işi,

Sohbetin sahih, doğru olduğunun alâmeti, onda kulun kalbine Rahmani ve Rabbani fyizlerin gelmesi, Allah-ü teâlâ’nın sevgisinden başka sevgilerin kalbden silinmesidir.

Eshab-i kiram (Aleyhimurrıdvan) birbirlerine;

-“Gelin bir miktar oturalım da imân edelim.” Derlerdi.

Ya’ni berâber olup, Allah’dan başkasını unutup, hâkiki imâna kavuşalım derlerdi. Allah adamları, Allah-ü teâlâ’nin sevgili kulları ile oturup kalkmanın, onlarla sohbet etmenin çok faydaları vardır.”

İslam âlimleri ansiklopedisi

(Kaynaklar)

1-Tam ilmihal Seâdet-i Ebediyye sah. 1083
2- Hadaik-ül-verdiyye sah. 15
3- Nefehat-ül-üns sah. 436
4- Reşehat sah. 58
5- İrgam-ül-merid sah. 63
6-Hadikat-ül-evliya sah. 73
7- Rehber ansiklopedisi cilt 18 sah. 93
8- Esmâ-ül-müellifin cild 2 sah. 546

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “onyedincisi olan Ya’kub-i Çerhi (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

18-  Fuad Yusufoğlu Ubeydullah-i Ahrar (r.a.) in kabirleri

Ubeydüllah-i Ahrar (Radiyallah-u anhu) nın kabri

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu);

Evliyanın büyüklerinden. İnsanların i’tikâd, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenip yapmalarını sağlayan ve Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsele-i âliye” denilen İslam âlimlerinin “onsekizincisidir.”

İsmi, Ubeydüllah bin Mahmud bin Şihabüddin’dir 806 (M. 1403) da Taşkend’de doğdu. 859 (M. 1490) senesinde Semerkand’da vefat etti. Babası, o zaman büyük âlimlerden evliya bir zat idi. Annesi ise Hazret-i Ömer (r.a.) in soyundandır.

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) doğduğunda, kırk gün annesini emmemiştir. Annesi nifasdan temizlendikten sonra emmeye başlamıştır.

Daha çocuk iken yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ ederlerdi. Dilinden Allah-u Teâlâ’nın ismi hiç düşmez, devamlı zikir ile meşgül olurdu.

Dedesi Hâce Şihabüddin (r.a.), âlim ve evliya bir zat idi. Vefat edeceği sırada, torunlarını son olarak görüp vedalaşmak istedi ve onlarla tek tek vedâlaştı. Torunu Übeydüllah-i Ahrar (r.a.) da görmek isteyip, babasına onu getirmesini söyledi. Yanına getirdiklerinde o zaman çok küçüktü.

O yanına getirilince,

-“Beni yatağımdan kaldırın” deyip, yatağı üzerine oturtarak, Ubeydüllah-ı Ahrar (r.a.) ı kucağına aldı. Sarılarak ağladı.

Ve şöyle dedi;

-“Benim istediğim çocuk budur. Ben bunun büyük bir zat olduğu zaman hayatta olmam. Bunun âlemdeki tasarrufunu ve yaptığı hizmetleri göremem. Bir çocuğun şânı âlemi tutacak, İslamiyet’e hizmet edecektir. Cihan padişahları bunun emrine itaât edecekler. Bundan zuhur edecek işler, önceki âlimlerden zuhûr etmemiştir.”

Daha birçok müjdeler verdikten sonra, tekrar bağrına basıp sarılarak, Ubeydüllah-i Ahrar (r.a.) ın babası Mahmud Şâşi (r.a.) ye;

-“Benim bu oğlumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et.” Diyerek vâsıyet etti.

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri r.a.) daha çocuk iken, üstün hallere kavuşmuş olup, kerametleri görülüyordu.

Kendisi şöyle anlatmıştır;

-“Mektebe gider gelirdim. Gönlüm daima Allah-u Teâlâ ile idi. Bir an O’nu unutmaz, bir an O’ndan gafil olmazdım. Herkesi de kendim gibi sanırdım. Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü. O sırada bana bir gaflet ârız oldu. Bu işle uğraşırken, Allah-u Teâlâ’yı anmaktan uzaklaştım. Hissine kapıldım.”

Karşıda bir genç, çift sürüyordu;

-“Bak şu genç bunca eziyet içinde Allah’ı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O’nu nasıl unutursun?” diyerek hüngür hüngür ağlamağa başladım.”

-“Ben o zaman, herkesi kendim gibi her an Allah-u Teâlâ’yı anmaktadır zanediyordum. Bülûğ yaşına erişinceye kadar, Allah-u Teâlâ’dan gafil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Zanediyordum ki, Allah-u Teâlâ herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yaratmıştır. Sonradan anladım ki, Allah-u Teâlâ’dan gafil olmamak, yalnız bazı kullara mahsus ilahi bir inayet imiş. Ancak riyazet ve nefs mücadelesiyle elde edilebilir, hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri   “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu)  yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

 

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 2

Amcasının oğlu Hâce İshak da şöyle anlatmıştır;

-“Ben ve öbür çocuklar oyun oynarken, aramıza katılması için ona ne kadar rica etsek, kabul ettiremezdik. Oynar gibi görünüp, bir kenarda durur ve kendi hallerinde olurdu.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yine kendisi şöyle anlatmıştır;

-“Çocukluğumda rü’yada kendimi Şeyh Ebû Bekr-i Şâşi’nın mezarı yanında gördüm. Mezarın eşiğinde İsa Aleyhisselam vardı. Hemen ayaklarına kapandım.”

Elleri ile başımı kaldırıp;

-“Gam çekme! Seni ben terbiye edeceğim!” buyurdu.

Rü’yayı anlattığım zatlar, tıb ilmi ile ta’bir ettiler. Ya’ni tıb ilminden nasibim olacağını söylediler. Ben bu ta’bire razı değildim.

Ta’birim şuydu;

-“İsa Aleyhisselam, ölüleri dirilten bir Peygamberdir. Evliyadan ihya sıfatına mazhar büyüklere de “İsevi meşreb” denirdi. Maden ki, İsa aleyhisselam bu fakirin terbiyesini üzerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihyâ sıfatı verilecek.”

-”Nitekim kısa bir zaman sonra, Allah-ü teâlâ’ bana öyle bir hâl ve kuvvet bahşetti ki, bende o ma’na, kemâliyle meydana geldi.Vasıtamızla nice ölü kalbler, gaflet karanlığından şühud ve huzur ışığına çıktılar.”

-”Hâlimin başlangıcında, Rü’yada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) ı gördüm. Gayet yüksek bir dağın eteğinde, Eshâb ile topluluk hâlinde idiler.”

Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamaı işaret etti ve Buyurdu ki;

-“Beni bu dağın başına çıkar!”

Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkardım.

-“Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum. Fakat başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım.” Buyurdu.

-”Yine ilk zamanlarda, rü’yada Hâce Şâh-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri (r.a.) ni gördüm. Bâtınıma öyle tasarruf etti ki, ayaklarımda mecal kalmadı. Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler. Ben de son gücümü sarf ederek, arkalarından koştum ve yetiştim.”

Geriye dönüp;

-“Mübarek olsun!” buyurdular.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yirmiiki yaşında iken dayısı Hâce İbrahim, onu ilim tahsili için Taşkent’den Semerkand’a gönderdi. İki yıl müddetle Mâverâünnehr’deki büyük âlimlerin meclisinde bulunup ilim öğrendi.

Yirmidört yaşında Hirat’a gitti. Beş yıl da oradaki büyük âlimlerden ilim öğrendi. Yirmidokuz yaşında iken memleketine döndü.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu