‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

Şeyh Abdalla mezari (Hasan Keyf)

 

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 13

-“Ben de üç kişi ile birlikte o sohbet meclisinde bulundum. O gece sabaha kadar, Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) nin hallerini gördüm. Devamlı iki dizi üstünde, tevâzü ile oturdu. Dizlerini hiç değiştirmedi. Hep haraketsiz oturdu, hiçbir uzvunu oynatmadı. Teheccüde kalktı, namazdan sonra yine ayni şekilde sabah namazı vaktine kadar vekar ile oturdu. Hiç haraket etmedi. Ben genç olmama rağmen, her saatte bir dizimi değiştirirdim. Uyumamak için kendimi zor tuttum. Mir Mecd, Hâce hazretleri (r.a.) nin iltifât-ı şerifleri bereketiyle az haraket etti. Sonra sabah namazını kılmak üzere kalktılar, yatsı namazı abdesti ile sabah namazını kıldılar.”

Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin kerem ve lütfü o kadar çoktu ki, talebelerinin ve sevenlerinin rahatını düşünür, bunun için kendisi mihnet ve meşakkat çekerdi.

Mir Abdülevvel hazretleri (r.a.) şöyle yazmıştır;

-“Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) talebeleri ile birlikte bir bahar mevsimi başında, Keş’e gitmek üzere yola çıkmışlardı. Bir gece yolda, bir dağ eteğinde gecelemeleri gerekti. Talebeleri hemen bir çadır kurdular. Akşam namazından sonra şiddetle bir yağmur başladı. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) biraz sonra dışarı çıktı. Talebeleri ve hizmetçilerin çadıra girmesini söyledi. Bu emri üzerine hepsi çadıra girdiler. Başka bir çadır da yoktu. O gece sabaha kadar yağmur yağdı., seller aktı. Sabah namazını kıldıktan sonra, talebelerine ve diğer dostlarına;

-“Siz yağmur altında iken, ben çadırda durmayı tercih etmedim.” Buyurdu.
Bunun üzerine, talebeleri anladılar ki, kendisinin çadırda bulunması sebebiyle, edebinden yanına girip de gecelemiyecek olan talebelerinin yağmur altında kalmalarını istememişti. Kendisi çadırdan uzaklaşmış, geceyi çadırın dışında bir yerde geçirmişti.

Bir defasında da, bir yaz mevsiminde talebeleri ilşe birlikte tarlalarından birine gitmişlerdi. O gün şiddetli bir sıcak vardı. Tarlada sadece bekçinin küçük bir kulübesi vardı. Talebeleri , onunla birlikte bu kulübeye girip gölgelenmekten hayâ ettiler. Edeblerinden girmediler. Başka gölgelenecek bir yer de yoktu.”

Sıcak iyice şiddetlenince, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) atını istedi;

-“Zirâat için sürülen yerleri görmek istiyorum:” diyerek, atına binip oradan uzaklaştı. Güneşin yakıcı sıcağı dayanılmaz hâle gelince bir derede başını gölgeleyecek kadar bir yerde, hava serinleninceye kadar istirahat edip, hava serinleyince talebelerinin yanına döndü. Talebeleri sonradan anladılar ki, hocaları oradan uzaklaşıp, onların gölgelenmelerini istemişti.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Gençliğimin ilk yıllarında, Mevlânâ Sa’deddin Kaşgâri ile Heri’de idik Panayır yerlerine gider, güreşenleri seyrederdik. Güreşenler üzerinde himmet ve teveccühümüzü denerdik. Himmet ettiklerimiz gâlip gelirdi. Sonra yenilene himmet ederdik. Bu defâ o gâlip gelirdi. Birgün yine gitmiştik. Aramızdan kimse geçmesin diye el ele vermiştik. Güreş yerinin bir kenarında durduk. Güreşçilerden biri iri cüseli idi. Onunla güreşecek olan ise zayıf biriydi.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in Tarihi Köprüsü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 14

Mevlânâ Sa’deddin’e;

-“Şu zayıfın gâlip gelmesi için himmet edelim. Sen himmet göster ben de yardımcı olayım.” Dedim

İri vucutlu pehlivan zayıf pehlivanı yerden yere vuruyordu. Zayıf olana himmet etmeye başladık. O anda zayıf pehlivandan beklenmedik bir hâl oldu. Ellerini uzatıp karşısındaki koca pehlivanı havaya kaldırdı. Sonra başının üzerinden döndürüp sırt üstü yere çaldı. Seyreden halk’dan, müthiş bir nara ve çığlık koptu. Herkes bu beklenemedik neticeden şaşırmış bağırıyordu. Kimse te’sirin nereden geldiğini bilmiyordu. Baktım Mevlânâ Sa’deddin Kaşgâri’nin gözleri yumulu.

Koluna dokunup;

-“Artık himmeti bırak, her şey olup biti..” dedim. Sonra oradan uzaklaştık.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), bir ilkbahar mevsiminde, Hirat’dan Taşkend’e gitmek üzere yola çıkmıştı. Akşam olunca , yolda bir talebesinin bulunduğu yere ulaşmış ve o gece oarad misafir olmuştu.”

Bu talebesi şöyle anlatmıştır; Gece yatacağımız zaman bana;

-“Sen benim yattığım odada yat.” Dedi.

Bunun üzerine onun yattığı odada, ondan uzak bir köşeye çekilkip, orada geceledim. Gece yarısı ismimi söyleyip;

-“Uyuyor musun! Uyanık mısın?” dedi.

Ben de;

-“Uyumuyorum efendim.” Dedim

Bana;

-“Hemen kalk, kıymetli eşyalarını topla ve derhâl dışarı çık!” buyurdu.

Ve kendisi de sür’atle dışarı çıktı.

-“Bu çevrede olanları da uyandır. Kıymetli eşyalarını toplayıp hayvanlara yüklesinler. Beni takip edip peşimden geliniz.” Dedi.

Sür’atle uzak bir tepeye doğru yürüdü biz de hemen toparlanıp onu takip ettik. Tepeye çıkıp, üzerinde durdu. Biz de yanında durduk.

Bizimle gelenler bu duruma şaşırarak;

-“Sebep nedir ki, geceyarısı uykumuzu bölüp buraya geldik?” diyorlardı. Bir kısım da ihmâl gösterip, gelmemişti. Biz tepe üzerinde iken, birdenbire korkunç bir sel geldi. Ününe gelen ağaç, kaya, duvar, ev ve ne varsa süpürüp götürüyordu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu


Ubeydullah-i Ahrâr (r.a.) nin mübarek kabirleri’nin başka açıdan görüntüsü

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 15

Ayrıldığımız ev de sel suları içinde kalmıştı. Bizimle gelmeyenler de sel’e kapıldılar. Kendilerini, sel’le uzun bir mücâdeleden sonra zor kurtardılar. Pekçok yeri harâb eden bu sel’in, o beldede bir benzeri görülmemişti.”

-“Sel’e kapılmaktan Kurtulanlar, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin bu kerâmetini görerek, onun büyük bir evliyâ olduğunu anladılar. Ona daha çok bağlanıp sevdiler.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) zamanında bir kadı devamlı kapısına gelip, talebe olmak, onun yoluna girmek istiyordu. Fakat Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ona hiç iltifat emiyordu. O da, gâyet melûl be mahzun bir hâlde gelip gidiyordu.

Birgün Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin neşeli bir ânında, yakın bir talebesi, o kadı’dan bahsedip, talebe olmak istediğini arz etti;

-“Kadı, boynu bükük, inâvetinizi bekliyor ve mahrum kalmaktan çok üzülüyor.” Dedi.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ona şöyle cevap verdi;

-“Ben her kimin içinde büyüklük ve üstünlük arzusundan bir şey sezsem, hatta o üstünlük ve büyüklük arzusuna on yıl sonra bile kavuşacak olsa, onu Hâcegân yolundan (büyüklerin nyolundan) behsedemem.”

Bazı talebeleri, bu sözü söylediği günün tarihini yazdılar. Aradan on yıl geçti. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) de vefât etmişti. O kadı, on yıl sonra memleketinde hâkim ve reis makamına çıktı. Bu hâlinden çok memnun idi ve kalbinde büyüklerin yoluna girmeye dair hiçbir istek ve arzu kalmamıştı. O zaman Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin talebeleri, hocalarının onu neden kabul etmediğinin hikmetini anladılar.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (ra.) nin yakınlarından biri, ber defasında haram bir işi yapmak üzere iken,

Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) birdenbire;

-“Ne yapıyorsun?” diyerek seslenip, onu ikâz etmişti. O kimse yerinden fırlayıp, kendine geldi ve haram işlemekten vaz geçti.

Biraz sonra Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) evine gelip;

-“Allah-u teâlâ’nın yardımı olmasaydı, şeytana kapılmış girmiştin!” buyurdu.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) buyurdu ki;

-“Muhammed aleyhisselam’ın ümmetinden “Mesh” ya’ni suretinin değiştirilmesi, hayvan suretine döndürülmesi kaldırılmıştır. Fakat bâtından, ma’nen suretin değişmesi kaldırılmamıştır. Batından suretin hayvan suretine çevrilmiş olmanın alâmeti, büyük günah işleyen kimsenin bu günahları işlemekten, batınının, kalbinin elem duymaması, işlediği haramlar sebebiyle mütessir olmaması, fısk ve isyan olan işlerde ısrâr etmesidir. Bu öyle bir dereceye ulaşır ve işlediği büyük günahlarından dolayı kalbi o kadar kararır ki, artık tenbih ve hasihat de yapılsa gafletten uyanmaz.

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu);

Evliyanın büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin “ondokuzuncusudr.”

Semerkand’lı olup, doğum tarihi bilinmemektedir. 936 (M. 1529) senesinde Semerkand’a bağlı Vahş köyünde vefât etti. Kabr-i şerifi oradadır.

Kâdı Muhammed Zâhid Semerkand (r.a.) i, silsile-i âliye büyüklerinden olan Ya’kub’-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin kızının oğlu olup, torunudur.

Hocası, her ilimde söz sahibi Ubeydüllah-i Ahrar (r.a.) dır. Bu hocasının sohbetine kavuşmadan önce, çok gayretler sarfedip, nefs mücâhedesi yaptı. Nefsini ıslah etmek için uğraştı. Bu hali yıllarca sürdü.

Daha sonra Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) a 883 (M. 1429) senesinde talebe oldu. On iki sene sohbetinde ve hizmetinde bulundu. Ondan feyz alarak kemâle erdi. Vefatından sonra da yerine irşad makamına geçip, insanlara feyz vermek üzere halifesi oldu.

Kâdi Muhammed Zâhid (r.a.). “Silseletül-ârifin” adlı eserinde, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ne talebe olmasını şöyle anlatmıştır;

-“Hocama talebe oluşum şöyle vukû’ bulmuştu.; Şeyh Ni’metullah adında bir ilim talebesi ile Semerkand’dan Hirat’a ilim öğrenmek için yola çıkmıştık. Şamdan köyüne varınca, havanın çok sıcak olması sebebiyle, günlerce o köyde kaldık. Biz burada iken, Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) bu köye teşrif etti. Bir ikindi vakti ziyaretine gittik.”

Bana;

-“Sen neredensin?” buyurdu.

Ben;

-“Semerkand’danım.” Dedim.

Sonra sohbete başladı.

-”Çok güzel konuşuyordu. Konuşması sırasında benim kalbimden ve hatırımdan geçen şeyleri bir bir saydı. Hirat’a gitmek için yola çıkmamın sebebini de söyledi. Bunun üzerine kalbim ona tamamen tutuldu.”

Sonra bana dedi ki;

-“Eğer maksadın ilim öğrenmek ise, o iş burada kolaydır.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondokuzuncusu Kâdı Muhammed Zaâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) nın mezarları

 

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) – 2

-“İyice anladım ve kanâat getirdim ki, benim hatırımdan geçen şeyleri biliyordu. Buna rağmen kelbimden Hirat’a gitme arzusu çıkmadı. Bu düşüncemi de keşfedip anladı.”

Sonra kalkıp bana doğru yaklaştı ve;

-“Hirat’a gitmekten maksadın nedir? Söyle bana, ilim mi öğrenmek, yoksa tasavvuf’da mı yetişmek istiyorsun?” dedi.

Heybetinden dehşete kapıldım ve sustum.

Yanımdaki yol arkadaşım cevap verip

-“Onun asıl maksadı Hirat’a gidip tasavvuf yoluna girmektir. İlim oğrenmeye gidiyorum demesi bu maksadını gizlemek içindir.” Dedi.

O da tebessüm etti.

Bunun üzerine;

-“Eğer böyle ise, çok iyi ve güzeldir.” Dedi.

Sonra beni alıp, bahçesine doğru götürdü. İnsanların gözünden kayıboluncaya kadar yürüdük. Sonra durdu, elimi tuttu. Elimi tutar tutmaz, ben kendimden geçmeye başladım. Ben kendimi kayıbedinceye ve kendimden geçinceye kadar tuttu.

Ayıldığım zaman bana dedi ki;

-“Herhâlde sen benim yazımı okuyabilirsin.”

Sonra cebinden bir kağıt çıkarıp okuduktan sonra katladı ve bana verdi;

-“Bunu muhafaza et. Bunda ibadetin hakikati, itâat, huşu’ ve Allah-u teâlâ’nın azameti karşısında insanın âcizliği yazılıdır. Bu saâdet, Allah-u teâlâ’nın muhabetiyle ve O’nun Resulü Seyyid-ül-evvelin velâhirin’ (Sallallau aleyhi ve selem) e tâbi olmakla ele geçer. Bunun için, din ilimlerine vâris olan âlimlerin sohbetinde bulun. Onlardan fâideli ilim öğren. Ta ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) a tabi olmak süretiyle ma’rifet-i ilâhiyyeye kavuşasın. Ulemâ-i su’dan (kötü din adamlarından) uzak dur. Çünkü onlar, dini dünya malı toplamak için ve makâma, mevkiye kavuşmak için âlet ederler. Helâl, haram ayırmadan bulunduğunu yiyen ve dine uygun olmayan işler yapan sapık tarikatçilerden uzak dur. Yine Ehl-i sünnet i’tikâdına uymayan sapık kimselerden de uzak dur!”

Sonra Fâtiha-i şerif’e okudu ve bana Hirat’a gitmem için izin verdi.

Bundan sonra emri üzerine yola çıktım.

-“Mevlânâ Sa’düddin Kaşgâri (r.a.) ye götürmem için bir mektüp verdi. Mektuba, bana yardımcı olup, korumasını yazmıştı. Bunu görünce, kalbimi tamâmen bir muhabbet, ihlas sardı. Fakat Hirat’a gitme azmim kırılmadı, vazgeçmedim. Mektubu alıp yola çıktım. Yolda ilerledikçe, bindiğim hayvan yavaşladı, gücü kalmadı. Yol almaktan âciz kaldım.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondukuzuncu’su Kâdı Muhammed Zâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu

Bahçe başı köyü (Nusaybin)

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) – 3

Buhârâ’ya altı fersh (36 km. kadar) kalmıştı ki, yolun bir kısmında şiddetli bir göz ağrısına tutuldum.

-“Günlerce orada kaldım. İyilieşince yola çıktım. Bu sefer hummâ hastalığına tutuldum.

-“O zaman anladım ki, eğer yola devam edersem helâk olacağım! Gitmekten vazgeçip, Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) in yanına dönüp, onun sohbetinde ve hizmetinde bulunmaya karar verdim ve geri döndüm. Taşkend’e vardığım zaman, kitablarımı eşyamı ve binek hayvanımı bir arkadaşıma bıraktım.”

-”Bu sırada Ubeydullah-i Ahrâr (r.a.) ın talebelerinden biriyle karşılaştım.”

Ona;

-“Gel beraberce Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) ziyaretine gidelim.” Dedim.

Bana;

-“Binek hayvanın ve kitabların nerede?” dedi.

-“Bir arkadaşıma emânet olarak bıraktım.” Dedi.

Bana;

-“Git onları benim eve getirip, bırak. Sonra berâberce ziyarete gideriz.” Dedi.

Ben onları almak üzere giderken, bir de baktım ki, birisi bana;

-“Hayvanın ve eşyaların kayıboldu!” dedi

Hayret ettim, oturup düşünmeye başladım ve kalbimden;

-“Herhalde gelir gelmez ilk önce ziyaretine gitmediğim için, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) bana kırıldı. Bu sebeple bineğim ve eşyalarım kayıboldu.” Düşüncesi geçti. Herşeyden önce onu ziyarete gitmeye karar verdim.”

Tam bu sırada birisi gelip;

-“Binek hayvanın ve eşyaların bulundu.” Dedi.

Emânet bıraktığım kimsenin yanına gittim.

Bana dedi ki;

-“Ey Muhammed! Senin binek hayvanını emânet aldığımda, onu bir yere bağladım. Biraz sonra gözden kayıboldu. Aramaya başladım, bulmadım. Üzgün üzgün geri döndüm. Dönerken bir de gördüm ki, senin binek hayvanın sokak ortasında insanlar arasında üzerinde eşya ile berâber aynen duruyordu. Hayret ettim, bu kadar kalabalık arasında ona kimse dokunmamıştı.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondukuzuncu’su Kâdı Muhammed Zâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Bahçe Başı köyü yolu

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) – 4

Sonra binek hayvanımı ve eşyalarımı alıp Semerkand’a Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) ın yanına gittim. Huzuruna varınca bana bakıp tebessüm ederek;

-“Hoş geldin.” Dedi.

Bundan sonra sohbetine ve hizmetine devâm edip, yanından ayrılmadım.

Kâdı Muhammed Zâhıd Hazretleri (r.a.) asrının âlimlerinin en büyüklerinden olup, tasavvuf ilminde ve hâllerinde mütehassıs ve ilâhi sırların gizliliklerine vakıf idi. Kendinden sonra Kız kardeşinin oğlu Derviş Muhammed, yetiştirdiği veliler arasında en büyüğüdür.

Muhammed Zahıd (r.a.) ın “Mesmûât-ı Mevlânâ Kâdı Muhammed Zâhıd” ve “Silsilet-ül-ârifin” adlı eserleri meşhurdur.
“Mesmûât” adlı eserinde, hocası Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin sohbetlerinde dinlediklerini toplamıştır. Fârisi lisânda yazdığı bu eseri 155 varak olup, Süleymâniye kütüphânesi’nde vardır.

Bu eserinden bazı bölümler;

-“İnsanın yaratılmasından maksad, kulluk yapmasıdır. Kulluğun aslı ve özü ise, her hâlukârda Allah-u teâlâ’yı unutmamak, gâfil olmamak, tazarru (yalvarma) ve huşu’ (korku) içinde bulmaktır.

-“İbâdet ile ubûdiyet (kulluk) arasındaki fark; İbâdet, dinin emrettiği vazifeleri yapmak, ubûdiyet ise, kalbin gâfletten uzak ve dâimâ, Rabbini ta’zim eder hâlde olmasıdır.”

-“Temkin makamına kavuşmak için, zarûratsız söz söylememek lazımdır. Çok gülmek ve çok konuşmak kalbi öldürür. Temkin makâmı, huzur ve âgâhi (gafletten uzak) olmaktan ibarettir ki, bu hâl, gözdeki görme, kulaktaki işitme vasfı gibi hiç kayıbolmamalıdır. Kendisini Allah-ü teâlâ’nın her ân gördüğünü bilmelidir. Böyle bir hâle gelen kimsenin konuşması gerekir. Bu hâle kavuştuktan sonra, (insanları irşâd için) konuşmaması gaflettir. Gaflet ise, kalbin ölmesi demektir. Kalbin gafletten uzak olamsı, huzur ve âgâhi olmasıyladır. Bu nisbetin sahibi çok çalışmalı, ihtimam göstermeli ve bu nisbet zamanını iyi muhafaza etmelidir.”

Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) buyurdu ki;

-“”Emr-i ma’rufu ve nehyi münkeri öyle yapmalı ki, ondan netice alınsın. Bunu yaparken insanların anlıyacağı şekilde yapmak lazımdır.

Hadis-i şerif’te;

-“İnsanlara akılları derecesinde konuş.” Buyuruldu.

Bir defasında Moğol Hânlarından biri Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) in huzuruna gelmişti. Müslüman olmayan bu Hân, domuz eti yerdi. Ona domuz eti İslâmiyette haramdır dese, yemekten vazgeçmeyecekti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondukuzuncu’su Kâdı Muhammed Zâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Bahçe Başı köyü (Nusaybin)

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) – 5

Ona dedi ki;

-“Domuz eti yemek birçok haysiyeti kayıbettirir. Çünkü hayvanlardan sâdece domuz dişisini kıskanmaz. Onun etini yemek, insanda gayret ve hâmiyeti yok eder.” Dedi.

-“Ve gayretin üstünlüğünü anlattı. O Hân bunu çok makul bulup, kendisi yemekten vezgeçtiği gibi askerlerinin de domuz eti yemelerini yasakladı.”

-“Gençlik zamanı fırsat ve gânimettir. Bu kıymetli zamanı ve nefesleri saâdet vesilesi yapmayana yazıklar olsun. Saâdet arayan kimse, Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in ahlâkı ile ahlâklanmalıdır. Hilm (yumuşaklık), kerem, cömertlik, tevâzu, isâr ve diğer ahlâk-ı hamide olan şeylerle ahlâklanmalıdır.”

-“Hususen kalbde Allah’tan başka hiçbir şeye bağlılık kalmamasına (mâsivânın terkine) çok çalışmak lazımdır.”

Büyükler;

-“Kalbi mâsâviden korumak lazımdır.” Buyurdular.

Bunun için de;

-“Kalb bir ayna gibidir. Karşısına gelen her şeyi gösterir. Kalbde mâsivâ silinip atıldığı zaman, kalbde Allah sevgisinden başka hiçbir şey kalmaz.” Buyurmuşlardır.

-“Nefsinin isteklerinden, hevâsından uzak dur. Başkasının (nefsinin) emri altına girme ki, Allah-ü teâlâ’nın rızasına kavuşasın.”

-“Akıllı kimse, bir işi bir haftada veya bir ayda bitiren, dünyâya ait fâideleri kısa zamanda elde eden kimse değildir. Akıllı o kimse ki, bütün çalışmasını ve gayretini dinin emirlerine uymaya sarfeden, işlerini ahrette fâide verecek şekilde yapandır. Bundan daha akıllı kimse ise, bütün gayretini sarfederek, Allah-ü teâlâ’dan başka her şeyden yüz çeviren, onları kalbinden çıkarandır. Böyle yapan kimse, Allah-ü teâlâ’nın rızasına kavuşur. Himmet, bütün düşünceyi bir iş üzerinde toplamaktır.”

Büyükler buyurdular ki;

-“Bir işin nasıl olması veya bir belâ’nın kalkması için tamâmen Allah-ü teâlâ’ya yönelip istenirse, maksada kavuşulur.”

Mesele;

-“Hasta olan veya hastası olan kimse;

(-“Ya şafi”) diyerek

-“Allah-ü teâlâ’ya yalvarır, himmetini şifâ hasıl olması için sarfederse, şifâ bulur.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondukuzuncu’su Kâdı Muhammed Zâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Bahçe Başı küyü (Nusaybin)

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) – 6

-“ Fakir düşüp çaresiz kalınca Allah-ü teâlâ’nın isimlerinden olan “Gani” ismini,

(-“Ya Gani”) diyerek söyleyip yalvarırsa, fakirlikten kurtulur.

Allah-ü teâlâ’nın isimlerini söyleyerek O’na yönelmek, kurtuluşa erdirir. Himmetin te’siri çok büyüktür. Eğer bir kimse yükselmek ve hakiki saâdete kavuşmak için himmet sarfetse, buna kavuşur. Fakat himmetini dünya lezzetleri için sarfederse, yolunu şaşırır.”

Büyükler buyurmuşlardır ki;

-“Kur’an-i kerime ve himmete karşı durmak mümkün değildir. Durulamaz!”

-“Eğer bir kâfir bile düşüncesini, himmetini bir işin hasıl olması için toplayıp devamlı o işin hasıl olmasını isterse, taleb ettiği şeye gösterdiği himmet sebebiyle kavuşur.Himmet, te’sirini gösterir.”

-“Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) bütün varlıkları ile Allah-ü teâlâ’ya yönelerek himmetlerini sarfedip, savaşlarda düşmanlarını perişan etmişlerdir. İbrahim Aleyhis selam’ın ateşe atılırken gösterdiği tam himmet üzerine,

Allah-ü teâlâ ateşe;

-“İbrahim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ syresi ayet 69)-“Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, dağda ve mağarada bulunmak değildir. Dervişlik; gönlü, mâsivâdan, yani Allah-ü teâlâ’dan başka her şeyden çevirmektir.”

-“Dünyaya olmayanlarla, ahret adamlarıyla oturmak, berâber bulunmak, çok te’sirli ve fâidelidir. Önce te’siri anlaşılmasa bile, doğan bir çocuğun hergün yavaş yavaş büyüdüğü gibi, insan yavaş yavaş dünyaya düşkün olmaktan kurtulur.”

(-“Her ki yek câ heme câ, her ki heme câ hiç câ”)

Bir yerde bulunan (bir yere bağlanan), her yerde bulunur. Her yerde bulunan (her yere bağlanan) hiçbir yerde bulıunamaz.”

İbn-i Abbas (radiyallah-u anhu);

-“Halbuki sen (Ey Resûlüm) onların içinde iken Allah onlara azab verecek değildi. İstiğfar ettikleri hâlde de Allah onlara azâb edecek değil.” (Enfâl suresi ayet 33) meâlindeki ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle buyurmuştur;

-“İslâmiyetin mevcud olması, Resulullah (s.a.v.) in mevcut olması mesâbesindedir. Nasıl ki; Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) hayatta iken azâb kaldırılmış, insanlara azâb gelmemişse, İslâmiyetin bir yerde mevcud olması ile de (İslâmiyete uymak sebebi ile de) azâb kalkar. İstiğfar etmek sebebi ile de azâb inmez. İstiğfar azâbın gelmesine mâni olur”

-“Bir yandan Allah-ü teâlâ’nın emirlerine uymayıp, bir yandan da “Estağfirullah, Estağfirullah” demek istiğfar değildir.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondukuzuncu’su Kâdı Muhammed Zâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Nusaybin barajının görünüşü

Kâdi Muhammed Zâhid; (Radiyallah-u anhu) – 7

İstiğfar’ın manası;

-“Allah-ü teâlâ’nın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Allah-ü teâlâ’nın rahmetine ve mağfiretine yol açaçak sebeplere yapışmak lâzımdır. Zulüm ve isyân olan işleri yapmaktan sakınmalıdır.”

Kâdı Muhammed Zâhıd hazretleri (r.a.) “Silsilet-ül-ârifin” adlı eserinden de bazı bölümler şöyledir;

Evliyânın büyüklerinin hâlleri;

Zünnûn-i Mısrı hazretleri (r.a.) şöyle buyurmuştur;

-“Tasavvuf yolunda, Cenâb-i Hakkın dostlarından, sevgili kullarından ba’zıları o hâle gelmiştir ki, eğer bir büyük zât onlara Allah-u teâlâ’nın muhabbetinden, azâmet ve celâli ile ilgili sözler söylerse, muhabbetleri sebebiyle o hâle gelirler ki, can verirler.”

Şeyh Abdülvâhid bin Zeyd (k.s.) buyurduki;

-“Bir defasında gazâ’ya gitmeye niyet ettim. Bütün talebelerimi topladım. Mecliste bir şahıs meâlen;

-“Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını Allah Cennet karşılığında satın aldı.” (Tövbe suresi Ayet 111) buyurulan âyet-i kerimeyi okudu.

-“Bunun üzerine onbeş yaşında bir genç ayağa kalktı. Bu gencin babası vefât etmiş, kendisine pek çok mal miras kalmışti.”

Âyet-i kerimeyi okuyan zat’a dedi ki;

-“Ey Şeyh! Allah-ü teâlâ mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldı mı? Allah yolunda canını ve malını fedâ edene cennet verilecek mi?” dedi.

O zât da;

-“Evet. Allah-ü teâlâ’nın kelâmi doğru ve va’di haktır.” Dedi.

Genç;

-“ Şahid ol ki, ben nefsimi ve malımı Allah-ü teâlâ’ya sattım.” Dedi.

O zât ;

-“Valllahi bu büyük bir iştir. Sen küçüksün. Korkarım ki sabredemezsin ve çâresiz kalırsın.” Dedi. Bunun üzerine o genç;

-“Ey Şeyh! Bir kimse Cenâb-i Hak’la ahitleşsin ve çaresiz kalsın! Hâşâ ve kellâ. Hiç böyle bir şey olur mu? Şahid ol hakikatten ben nefsimi ve malımı Allah için fedâ ettim, Allah yoluna adadım ve pişman olmayacağım.” Dedi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Ondukuzuncu’su Kâdı Muhammed Zâhıd (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu