‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar
Mektubat-ı Şah-ı Hazna (Radiyallah-u anhu) İkinci mektub;
23 Haziran 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
İkinci Mektub;
Açıkça Allah’a muhabbeti olan, onlarla iftihar edilen haslet, ülfiyet ve vefa sahibi öz kardeşim Molla Mustafa’ya, kalben yapılan (gizli) zikrin, diğer ibadetler gibi muayyen bir vaktı olmayıp belki bütün zaman ve hallerde yapılması matlub olduğu, şüphesiz zahiri ilimde olduğu gibi, bâtını ilimde çok çaba sarf edilmeden hasıl olmadığı, talib fırsat buldukça hemen matlûbuna çalışmasının lâzım olduğu ve bu konulara bnenzer mes’ele hakkındadır.
Allah’ın adıyla başlarım
Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur. Salât-ü selam Hatem El-Enbiya (Peygamberlerin sonuncusu) Muhammed’in, bütün âl ve ashabının üzerine olsun!
Sonra bu mektub, kölelerin en düşüğü Ahmed’den, övülen ahlak sahibi öz kardeşimedir. Allah, onu din ve dünyanın eziyetinden kurtarıp esenlikte bulundursun!
Ayrılık zamanı uzayınca bana gelmene bedel olsun diye bu mektubu yazdım. Kardeşim, Allah sübhanehuya zikr etmek süreksizdir. Hatta kul her zaman onu yapmakla emrolunmuştur. Diğer ibadetler ise, her birisinin ayrı ayrı özel olarak bir vakti var. O vakitten başka birisinde yapılması caiz değildir.
Hatta ibadetlerin en efdalı namaz olduğu halde, şüphesiz bazı vakitlerde kılınması caiz olmaz. Fakat kalben zikredilmesi bütün haletlerde kuldan istenilmektedir.
Allah-u Teâlâ Kur’an-i kerimde;
-“Sağ duyular o kimselerdir ki, ayakta iken, otururken ve yatarken (daima) Allah’ı anarlar.” Âl-i İmran suresi 191. ayet.
Aziz efendim.
Cüneyd el-Bağdadi (V. 298. H.) (kaddesallahü sirreh) nın halifesi olan Şibli (Rahmetullahi aleyh) Tasavvuf’a ilk başlaması zamanında, bir demet çubuğu yanına bırakır, her ne zaman kalbine Allah’ın zikrinden onu men eden bir gaflet haleti geldiği zaman, çubuklardan birisiyle kendini te’dip ederek kırılıncaya kadar kendini döverdi ve bu hali böylece devam ediyordu. Bir çok vakitlerde akşam olmadan çubuklar tükeniyordu.
Kalb ile (gizli) Allah’ı zikretmek müridlerin kılıcıdır. Peygamber (Salallahu aleyhi ve sellem) den bu hususta rivayet edilen hadis-i şerif’in manası şöyledir;
-“Ayılın! Emellerinizin en iyisinden derecenizin en yücesindeki amellerinizden, sadaka edilen altun ve gümüşten daha hayırlı olanından size haber vereyim mi?”
Sahabeler (Ridvanullahi teâlâ aleyhim);
-“Evet et Allah’ın Resulu.” Dediler.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem);
-“Allah-u Teâlâ ve tekaddes hazretlerinin zikridir.” Diye buyurdu. (Râmuz El-Ehadise bakınız.)
Gizli zikrin sayılmayacak kadar faziletleri vardır.
Kardeşim! Anlayışlı kimse için, bu husus kendisine işareti kâfi iken, bu kadar açık ve çokça beyan durumu nasıl olur?
Kardeşim! Mürşidimiz Hazret (El-Şeyh Muhammed el-Diyaaddin) Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlayıp tâbileri arasında zümresiyle haşreylesin! Buyurdular ki;
Zahiri ilim tahsiline çok çalışmak ve şiddetli çaba sarf etmek lazım olduğu gibi, bâtımnı ilmin tahsili için dahi şiddetli bir cehd (çabalamak) lazımdır.
İmâm-i Rabbani (Kuddise sirruh) buyurmuşlar ki;
Kulun mevlası (Allah’ı) kendisinden razı olmadıkça, hayatında onun için ne gibi bir zevk ve safa olabilir. Cennetteki Allah’ın rızası cennetten daha iyi, Cehennemdeki Allah’ın gadabı cehennem ateşinden elem bakımından daha şerlidir. Öyle ise, akıllı kişi Allah’ın rızasına çalışması gerekir.
Ey kardeş! Mevlana Halid Zilcenaheyb (r.a.) den
-“Allah’ın manevi yoluında manevi sülük etmek ne vakitte tamam olur?” Diye sorulunca
Mevlana Halid zilcenaheyn (r.a.);
-“Beşikten mezara kadardır, ancak tarikatımız mahbub (sevgili) Allah yolunda ruhu feda etmektir.” Dedi.
Cizreli Molla Ahmed (Kuddise sirruh) demiş ki beyt;
-“Talibe fırsat gelince, Allah yolunda çalışmayıp da mehil vermesi haramdır. Benim için Nuh Aleyhis selam ömrü kadar ömürm yoktur. Öyle ise ey aşk şarabının dağıtıcısı bana doğru çabuk gel!”
Molla Ahmed El-Hanı de bir beytinde diyor ki;
-“Eğer senin bir maksadın olsa, acele olarak ona çalışman lazımdır. Hususen bir mabudun, (kendisine ibadet edeceğin bir zat) olsa daima emrine koş!”
Yine Cizreli Molla Ahmed (k.s.) bir beytinde;
-“Öldürülmem ile hayatta kalmam işi emir ve fermanına bağlıdır. Ahmed ise, zaif bir kölen olup kölelerin arasında bulunmakmaktadır.”
Bundan sonra, size, faki haciya ve ev halkınıza selâm edip size ve ailenize dua ederek, size ve onlara Allah’tan korkmak ve ona itaat etmekle tavsiye ederim.
Allah, efendimiz Muhammed (s.a.v.) in, bütün âl, sahabe ve zevcelerinin üzerine salat-ü selam eylesin!
Kaynak;(Şah-i Hazna (r.a.) mektubatları)
Derleyen; Alâaddin El-Haznevi (Kadasallah-ü sirreh)
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Şah-ı Hazna hazretlerinin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Mektubat-ı Şah-ı Hazna (Radiyallah-u anhu); Üçüncü Mektub;
23 Haziran 2008Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
Üçüncü Mektub;
Manevi ilimlerde olgun, zahiri ilimlerde mahir, din değerlendirilmesinde çalışan, Verkanıs’lı El-Şeyh Fethullah (k.s.) oğlu El-Şeyh Alâuddin (k.s.) e, Allah yüce sırlarını kutlayıp kudsi nûrlarından, temiz nefeslerinden üzerimize nazil eylesin! Ahvali ve mürşid’i olan hazretin ev halkının ahvâlinin bildirilmesi ve kandisine Üstad-ı â’zamın (El-Şeyh Abdurrahman Tağ-ı) (k.s.) ın mektubları ve işaretleri ile Hazret (Kuddise sirruh) mektublarının yazdırılmasının talebi hakkındadır.
Allah’ın adıyla başlarım
Kainatta hiçbir şey yok ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin. Salat-ü selam, Allah’ın yarattıklarının en iyisi olan Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) in âl ve ashabının üzerine olsun!
Sonra, bu mektub, miskin, terk edilmiş, garib köleden efendisine, gözünün nûru olan Şeyh Alâuddin (k.s.) edir. Allah, onu katında makbul olanlardan eylesin. Dost ve ahbablarının yolunda bulundursun!
Mezkür köle, ellerinden öper, size dua edip duanızı diler. Neş’e ve selamet cihetinden bütün ahvalinizden sorar. Allah, o halleri size devam ettirip, sıkıntı, üzüntü ve hastalık vermesin!
Sonra şu arz edilir ki, ayrılık dağıyla dağlanmış bu üzüntülü şahsı bereketli dua’nızdan unutmamanızı, kendisinden mektublarınızı kesmemeniz mümkün olduğu kadar onlar da ahvalinizi ve o tarafınızdakilerin ahvalini bildirip nasihatları beyan etmeniz arz olunur. Çünkü uyuyan kimse uyumayana, gafil olan kimse, çağırmaya muhtaçtır.
Molla Abdulhadi’ye selam eder, duasını diler, dünya ve ahrette selâmeti için kendisine duâ ederim. Üstad-ı â’zam’ın bütün mektublarını ve bütün işaretlerini Hazret (kudisse sirruh) in bütün mektublarını bu miskine, yazması kendisinden rica olunur. Dolayısıyla büyük bir sevaba nâil olacaktır. Zira mezkür eserlere çok ihtiyaç vardır.
Çünkü üstad’ın manevi himmeti olmazsa, emellerin kâbesi (Kaddesallahu sirreh) (Hazret) bu fakirin sırtının üzerindeki yükü cidden ağırlaşmış öyle bir derecededir ki, himmeti olmazsa altından kalkamıyacaktır.
Allah, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) in âl ve sahabesinin üzerine salat-ü selam eylesin.
Kaynak; (Şah-i Hazna (r.a.) mektubatları)
Derleyen; Alâaddin El-Haznevi (Kadasallah-ü sirreh)
Devam edecek…
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Şah-ı Hazna hazretlerinin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh);
23 Haziran 2008
Haci Hüseyin-i Kinike (Radiyallah-u anhu);
İslâm âlimlerinin büyüklerinden Haci Hüseyin-i Şeyh lakabı olarak meşhur olan Haci Hüseyin-i Kinike Nakşibend-i tarikatına mensub, Şah lakabi ile tanınan Ahmed el-Haznevi hazretleri (r.a.) yol arkadaşı ile ilk halifesidir.
Haci Hüseyin-i Kinike hazretleri (r.a.) (Rumi) 1308 Miladi (1892) yılında Süriye topraklarında kalan Türkiye sınır bölgesine yakın “Latifiye” köyünde dünyaya gelmiştir.
Silsilesi;
Haci Hüseyin bin Muhammed, bin Ahmed, bin Şahin, bin Şemseddin, bin Hüseyin, bin Yusuf, bin Gerdani veli (r.anhüm) dir
Seyyid olduğu bilinmektedir. Dedeleri Van iline bağlı Müküs (Bahçesaray) de medfun olup, mezarı sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.
İlk olarak dedeleri Van’ın Gevaş ilçesinin bir köyüne gelirler daha sonra da Müküs (Bahçesaray) e yerleşirler. Dedeleri çok faziletli ilmiyle amel eden bir zat idi.
Dedeleri Mir Hasan (r.a.) vefat ettikten sonra, Batman ilinin Gercüş kazasına bağlı “Karkat” köyüne gelip yerleşirler. Bir müdet orada ikamet ettikten sonra da Süriyenin Türkiye sınıra yakın “Latifiye” köyüne yerleşirler.
Babaları o köyde ikamet eden müteddeyin, çok saliha bir hanım olan Fatima (r.anha) ile evlenirler.
Doğmadan babasını kayıp eden Haci Hüseyin (r.a.), doğduktan beş altı yıl sonra da anneleri de vefat eder ve böylece Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) in sünnetine nail olup yetim kalır. Muttaki, Salih ve âlim olan dayıları Molla Abdurrahman (r.a.) tarafından büyütülür.
Henüz çok küçük yaşta yetim kaldı, dayısı tarafından büyütülen Haci Hüseyin (r.a.) ilk ilmini dayısı Molla Abdurrahman yanında okumaya başladı sırayla da Şeyh Said-i Dari (r.a.) daha sonra da Nurşin’de ikamet eden Hazret lakabi ile meşhur olan şeyh Muhammed Diyaaddin hazretleri (r.a.) nın yanında okur. Tasavvuf ilmini ile tarikat tövbesini Hazret (r.a.) den alır.
Daha sonra da hem yol hem de hac arkadaşı olan ondan 6 yaş büyük olan Şah-i Hazne lakabi ile meşhur olan şeyh Ahmed el-Haznevi hazretleri (r.a.) in yanında okur ve tarikat amelini orada tamamlayıp İlk halifesi olur.
Tahsili boyunca şeyh Ahmed el-Haznevi hazretleri (radiyallah-u anhu) ile beraber gah yaya gah binek üzere Hazne köyünden Nurşina beraber gidip, orada altı, yedi ay kalır sonra da tekrar beraber Hazne‘ya geri dönerlerdi.
Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahi aleyh) Hazret (k.s.) tarafından şeyh Ahmed el-Haznevi (r.a.) ye halifelik verdiği zamanda da hazır bulunur.
İlminin geri kalan kısmını Murşidi ve yol arkadaşı olan şeyh Ahmed el-Haznevi hazretleri (radiyallah-u anhu) gibi bir Müceddid ile hac farizasını yerine getirme şerefine nail oldu.
(Kaynak); Fuad Yusufoğlu.com
Derleyen; Fuad Yusufoğlu
Allah-u teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Haci Hüseyin-i şeyh lakabi ile meşhur olan Hüseyin-i Kinike ((rahmetullahi aleyh ) nın yüzü suyu hurmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh) – 2
23 Haziran 2008Haci Hüseyin-i Kinike (r.a.) nin merkadi (Nusaybin)
Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh) – 2
Şeyh Ahmet el-Haznevi ye Hazret (r.a.) tarafından halifelik verilince, kendisi de Nurşin’den şeyh Ahmed El- Haznevi (r.a.) ile beraber dönmüş ve bir köyde imamlık yapmıştır.
Şah-i Hazna hazretleri (r.a.) nin, Devleti olan Suriye, Fransız işgali altında olduğu için sıkıntılı yıllar geçirdi ve Türkiye’ye gelerek “Kertven” de imamlık yaptı. O zaman da yol arkadaşı olan Haci Hüseyin (r.a.) “Kurke Metine” köyünde imamlık yapıyordu.
Haci Hüseyin (Rahmetullahi aleyh) anlatır;
-“Ben Kurka Metine köyünde imâmlık yaparken o yörenin meyveleri meşhur idi. Bu seçkin meyveler boğazımdan geçmediği için, sabah erkenden özenerek topladığım meyveleri bir sırt torbası (türük) na yüklenip tahminen elli kilometre uzaklıktaki murşidim olan Şeyh Ahmed el Haznevi hazretleri (radiyallah-u anhu) nin kertven köyün‘e yayan olarak getiriyordun.”
Bir seferinde Ma’sum’un annesi (radiyallah-u anha) Şah-i Hazna (radiyallah-u anhu) ya hitaben;
-”Bu fakir bu kadar yolu katederek bizlere meyveleri getirip yoruluyor en iyisi ben onun sırt çantası (türük) ni yırtayım da bir daha bu kadar yolu katedip gelip yorulmasın.” söyleyince
Ben hemen Şah-i Hazna (raidyallah-u anhu) ya;
-”Kurban! Ma’sum’un annesine lütfen söyleyiniz, ben fakir bir insanım inan ki bu sırt çantam (türük) den başka da sırt çantam yok bunu da Ma’sumun annesi yırtarsa ben nereden sırt çantası bulabilirim.“söyledim.
Dönüşte de bu meyveleri Murşidime getirdiğim için de ayrıca bir haz duyuyordum. Bundan dolayıda tahminen elli kilometrelik yolu yaya olarak kat ettiğim için de yorulmuyordum.
Ne zaman ki Süriye’deki Fransız zülümleri bitince de Şah-i hazna hazretleri (r.a.) “Kertven” köyünden tekrar Hazna köyüne gitmek istedi. Ama “Kertven” deki halk buna razı olmayıp gitmesini istemediler.
O günleri henüz küçük yaşta olan Haci Halil-i Huso, şöyle anlatıyor;
-“Şeyh Ahmed el Haznevi hazretleri (r.a.) köyümüzde imamlık yapıyordu. Bir gün Hasan-i Deyvanı geldi ve ona bir şeyler söyledi.”
Babam her ne zaman Hasan-i Deyvani’yi gördüğünde;
-“Tevekelli bu adam, korkarım bizi şeyh (r.a.) ten ayırıp yalnız bırakacak “diye söyleniyordu.
-“Ben gayet iyi hatırlıyorum, Şah-i Hazna hazretleri (r.a.) babamı çağırarak”
-“Haci Hüseyin! Benim sürgün yıllarım bitti bana afv çıkarmışlar ben Hazna’ye gitrmek istiyorum sen ne diyorsun?” buyurdular.
(Şah-i Hazna hazretleri radiyallah-u anhu’nun en önemli adetlerindedi her zaman yanındaki insanlarla müşavere ederlerdi.)
Babam;
-“Kurban! Sen nasıl emredersen o olsun. “dedi.
Ama köylüler buna razı olmadılar;
-“Kurban! Bizleri bırakma sen gidersen bizler nasıl yapacağız.“ dediler.
Bazıları da;
-“Kurban! Sen gidiyorsun, bu güne kadar bizler senin vesilenle dinimizi diyanetimizi öğrenmeye çalışıyorduk sen gidersen bizlere kim dinimizi gösterecek.” Dediler.
(Kaynak) Fuad Yusufoğlu.com
Derleyen; Fuad Yusufoğlu
Allah-u teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Haci-yi şeyh lakabi ile meşhur olan Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh) nın yüzü suyu hurmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh) – 3
23 Haziran 2008Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh) Markadının uzaktan görünüşü
Haci Hüseyin-i Kinike (Radiyallah-u anhu) – 3
Şah-i Hazna hazretleri (radiyallah-u anhu);
-“Hayra! Haklısınız ben Hazne’ye gideceğim, sizlere dininizi ve diyanetinizi öğretmek ve ilim yaymak için yerime bir molla’yı getirteceğim.” Dediler.
Babam;
-“Kurban! Bizler sana alışmışız senin yerini kim doldurabilir ki.”dedi
Şah-i Hazne hazretleri (radiyallah-u anhu); yanına babamı çağırarak;
-“Haci Hüseyin! Sizin köyünüze aynen benim gibi olan bir mollayı getirteceğim. Benim Hazret (r.a.) yanında ilim okuduğum ve Halifelik aldığım yılda benimle Hazret (r.a.) in talabesi olan Haci Hüseyin’i getirteceğim merak etmeyin bu kişi benim gibidir. Hem benim yol arkadaşım ve benim talabelik yıllarımda beraber olan sırdaşımdır, memnun kalacaksınız.” Dedi.
Babam;
-“Kurban! Madenki sen öyle buyuruyorsun öyle olsun, bu molla nerede ise onun evini köye getirtelim.”Dedi.
Şah-i Hazne hazretleri (radiyallah-u anhu);
-“Haci Hüseyin, Kürka Metine köyünde mollalık yapıyor, gidip selamımı söyleyin buraya gelsin.“buyurdu.
Babam ile birkaç köylü ile yanlarında aldıkları birkaç hayvanla “Kurka Metine” Köyüne varınca köy muhtarı ile köy heyetine durumu anlattır.
Köy muhtarı ile ihtiyar heyeti bizlere izin vermedi
-“Ben hocamdan memnunum onu sizlere veremiyeceğim.” Dedi.
Ama gelen kafile çok ısrar edince köy muhtarı da ısrar etiti;
-“Ben mollamı sizlere vermiyeceğim, hem, benim onunla bir senelik mukavlem var, onunla bir seneliğine muamale yapmış ve hasılatını da peşin vermişim.”
Haci Hüseyin (Rahmetullahialeyh) köy muhtarına seslenerek;
-“Benim şeyhim beni çağırıyor ben nasıl gitmiyeyim mecburen gideceğim kusura bakma” dedi.
Köy muhtarı;
-“O zaman benim sana verdiğim erzak olan iki çüval buğday ile bir çuval üzüm’ü geri ver, daha yeni birkaç ay olalı buraya gelmişsin senin müddetine daha çok var.” Dedi.
(Kaynak) Fuad Yusufoğlu.com
Derleyen; Fuad Yusufoğlu
Allah-u teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Haci-yi şeyh lakabi ile meşhur olan Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh) nın yüzü suyu hurmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahialeyh) – 4
23 Haziran 2008
Haci Hüseyin-i Şeyh (r.a.) markadının bir başka görünüşü
Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahi aleyh) – 4
Haci Hüseyin (r.a.);
-“Hayra! Senin bana verdiğin erzaklardan ne varsa geri vereyim yalnız benim bir yorganımı ile döşeyimi verin ben razıyım. Evet erzaklar senin olabilir benim ailemi ve yorgan ile yatağımı bana ver yeter. Murşidim beni çağırıyor, kesin kes kararliyim gideceğim. dedi.
Haci Hüseyin-i Kinike (r.a.) O günleri şöyle anlatır;
-“Ben bir seneliğine muamele ile “Kurka Metine” köyüne imâmlık yapmak için gittim. Senede iki çuval buğday ile bir çuval üzüm verdiler. Ben de onlara dinlerini öğretiyor imâmlık yapıyor namaz kılıdırıyordum. Aradan birkaç ay geçmişti ki baktım Kertven köyünden Haci Hüseyin, önlerinde binek hayvanları olduğu halde birkaç kişi ile köyümüze geldiler.”
-“Haci Hüseyin! Şah-i Hazne hazretleri (r.a.) Hazne’ye gidiyor, sana selamları var, onun afvu Suriye devleti tarafından çıkmış, Hazne köyüne gidiyor, seni kendi yerine köyümüzde ikamet ettirmek istiyor sen ne diyorsun?” dediler
İşte ozaman ben ağladım. Bu ağlamam sevinç ve surur içindi.
-“Şah-i Hazne (r.a.) nasıl olurda benim gibi fakir, kimsesiz ve yetim birini kendi yerine getirtmeye kalkıyor, ben onun oturduğu köye layık olabilecek miyim?“dedim.
Kürka Metine Köylüleri beni onlara vermek istemediler işi yokuşa sürüklediler hata bana verdiği buğday ile üzümü geri vermemi istedler
Hemen köy muhtarı’nın yanına gittim;
-“Hayra! Beni çağıran zat mübarek bir zattır. Benim Nurşin köyünde Hazret (radiyallah-u anhu) nin yanında okurken beraber kaldığım hücre yol arkladaşımdır. Ben kesinlikle onun emrinden çıkmam. Bana verdiğin ne varsa geri vermeye hazırım.Yatacak yatağımı, yorganımı ile hanımımı alayım daha gayrı sizden de bir şey istemiyorum daha bana verdiğiniz erzakları yememişim,”dedim.
Köy muhtarı kararlığımı anlayınca;
-“Melle Hüseyin! Ben işleri yokuşa sürüklemek için sana verdiğin malzemeleri ver dedim madenki gitmek te o kadar ısrarlısın sana verdiğimiz eşyalarını da al, güle güle git biz senden razıyız Allah da senden razı olsun. Seni kayıp etmemek için, gitme diyoruz.” Dedi.
Benim kalbimi hoşnut etti hemen o gün gelenler benim eşyalarımı hayvanlara yüklediler. Kertven’e geldik.
Haci Hüseyin-i Şeyh (Rahmetullahi aleyh) kertven’e geldikten sonraki günleri anlatıyor;
Kertven’e geldikten sonra da Şah-i Hazne (radiyallah-u anhu) da Hazne köyüne yerleşti. Ben “Kertven” köyünden, sınırı geçerek Hazne köyüne sıkı sık gider O’nun yanında tasavvuf ilmimi devam ettirdim. Kısa bir zaman sonra da Şah-i Hazne hazretleri (r.a.) Benim gibi yetim, fakir ve kimsesiz birisine halifelik verince de, Elhamdulillah; Şah-i Hazne hazretleri (r.a.) nin himmeti ve bereketi ile de müslümanlar uzak yerlerden “Kertven” köyüne gelmeye, dinlerini diyanetlerini öğrenmeye başladılar.
Devam edecek…
(Kaynak) Fuad Yusufoğlu.com
Derleyen; Fuad Yusufoğlu
Allah-u teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Haci-yi şeyh lakabi ile meşhur olan Haci Hüseyin-i Kinike (Rahmetullahi aleyh) nın yüzü suyu hurmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
HAZNEVİ MÜRŞİTLERİ
23 Haziran 2008“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”
HAZNEVİ MÜRŞİTLERİ
Şeyh Ahmed (k.s.) in 1950 yılındaki vefatından sonra irşad makamına Şeyh Masum (k.s.) oturdular. Şeyh Masum’da babaları gibi ilmi bir olgunluğa sahip, muhabbetullah sahibi bir mürşid-i kamil idiler. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi hizmete çok düşkün olmalarıydı.
Şeyh Masum (k.s.) kimseden korkmaz ve çalışıp hizmet etmekten asla usanmaz bir zattı. Öyle olurdu ki bazen onu tarlada çalışırken, bazen koyunları güderken, bazen medresede talebe okuturken, bazen de insanları irşad ederken görebilirdiniz.
O yörede bulunan aşiret ağalarını toplar ve köylülere zulüm etmemeleri, adaletli ve merhametli olmaları konusunda sert bir dille uyarırlardı. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker konusunda çok titizdiler.Tabiatları Hz Ömer (r.a.)’i andırıyordu..
Şeyh Masum (k.s.) aşiretler arasındaki kan davalarını hallediyor, dargın insanları bar ıştırıyor, yüce ahlaki değerleri yerleştirmeye çalışıyordu. Değişik yerlere gönderdikleri alimlerle o yörelerin halkını ıslah ediyorlardı. Öyle yerler vardı ki Şeyh Masum (k.s) oraları irşad etmeden önce o bölge halkı namaz, abdest, helal, haram nedir bilmez bir haldeydiler.
Birbirleriyle düşman bir şekilde yaşıyorlardı. Hele Mardin yöresinde bir köy vardı ki ahalisi cehaletlerinden dolayı hem namazdan niyazdan uzaklaşmış ve hem de öyle bir gaflete düşmüşlerdi ki camiyi ahır yapmış, içinde et pişirip, yiyorlardı. Cami pislikten içine girilmez olmuş, cam ve duvarları içinde yakılan ateşin isinden dolayı kapkara kesilmişti.
Yerler hayvan pislikleri ve kemik artıklarından dolayı berbat bir haldeydi. Bu himmeti yüce şahsın bereketi ile onlar tevbe ettiler. Hane hane bu yüce tarikata girdiler. Onun edepleri ile İslam’ı en güzel bir şekilde yaşamaya başladılar. Cami yeniden düzenlendi ve eskisinden daha güzel bir şekilde restore edildi. Kalplerdeki korkunç perdeler kalkmıştı. Bu onlar için yeni bir doğuş idi. Sanki üzerlerine atılan ölü toprağından silkinerek kurtulmuş ve yıllar süren derin bir uykudan uyanmışlardı.
Şeyh Masum (k.s.) zamanında bu tarikat biraz daha büyüdü ve insanlar arasında daha fazla tanınmaya başladı. Şeyh Alaaddin (k.s.) zamanında ise daha da büyüdü. Şeyh izzeddin (k.s.) zamanında ise çok daha fazla tanınmaya ve rağbet görmeye başladı.
Şeyh izzeddin (k.s.) gerek Türkiye’de,gerek Avrupa ülkelerinde ve gerekse de Arap memleketlerinde yaptığı irşadlarla Haznevi yolunu,edeplerini,mürşitlerinin İslam’a bağlılıklarını, bu yolun İslam’ı en güzel yaşama yolu olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Yaşantısı ile buna en canlı şahit oldu.
Şeyh Alaaddin (k.s.), Haznevi mürşitlerinin üçüncüsü, ilimde bir derya, yumuşak tabiatlı ve Rasulullah (s.a.v.) aşkı ile yanan, simasının apayrı güzelliği ile Rasul-ü Kibriya’yı hatırlatan bir arif-i billah, bir mürşidi kamil idi.
Efendimize olan aşırı muhabbetleri ayırıcı vasıflarıydı. Onu gören Yüce Rasul-ü Kibriyayı hatırlar, onun sohbetlerinde bulunan asr-ı saadetten eşine rastlanmaz esintiler hissederdi. O, zamanında yaşayan tüm meşayih arasından Rasulullah (s.a.v.) sevgisi ile sıyrılmış ve haklı bir şöhrete sahip olmuştu.
Dininde tavizsiz, müminlere karşı şefkatli, küfür ehline karşı ise izzetli bir tavır içerisindeydi. 1958 yılında irşad makamına oturdular. Peygamber Efendimizin üzerine yazdı kları kasideleri çok meşhur olup, halen dillerde dolaşmaktadır.
Şeyh İzzeddin (k.s.) onunla ilgili olarak şöyle bir olay nakletmişlerdir:
-”‘Babam Şeyh Ahmed’in (k.s.) yanında oturuyordum. İçeriye ağabeyim Şeyh Alaaddin girdi. Doğruca babamız ve mürşidimiz olan Şeyh Ahmed hazretlerine yönelerek, ondan Rasulullah Efendimizin (s.a.v.) bütün sünnetlerine harfiyen tabi olabilmek için kendisine dua etmelerini istirham eyledi.
Şeyh Hazretleri cevaben;
-”‘Bunu senin baban bile yapmaya güç yetiremezken, sen nasıl yapacaksın.’”
Diyerek cevap verdiler ve sünnetle ilgili dikkat edilmesi gereken konularda öğütlerde bulundular. Bu olay Şeyh Alaaddin’in (k.s.) imanının kemaline ve Rasulullah’ı (s.a.v.) ne kadar çok sevdiğine açık bir delildir.’
Şeyh Alaaddin (k.s.) bir gün Tel maruf’taki camide bulunuyorlardı. Bir kişi kendilerine yanaşıp bir soru sormak istediğini söyledi. Sorabileceğine dair olumlu bir yanıt alınca da;
-”‘Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s.) mi yoksa Şah-ı Nakşibend (k.s.) mi daha büyüktür?’ diye sorusunu yöneltti.
Şeyh Alaaddin Hazretleri (k.s.) hangisinin büyük olduğuna dair bir açıklama yapmayıp, cevaben şöyle buyurdular;
-”‘Her bir evliyanı n ayrı bir makamı ve o makamına göre de bir vazifesi vardır. Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s.) kendisinden medet istenildiğinde, ruhaniyetiyle anında orada bulunur. Hakiki bir Nakşibendi mürşidi ise, metal parçalarının içerisine daldırıldığında onları kendisine doğru çeken bir mıknatıs gibidir. İnsanı tuttuğu gibi Allah’a kavuşturur.’”
Şeyh Alaaddin 1969 yılında vefat ettikten sonra yerlerine Şeyh İzzeddin (k.s.) geçtiler. Bu Şeyh Ahmed (k.s.)’in vasiyeti idi. Şeyh İ zzeddin (k.s.) yüce Allah’a (c.c.); ‘Rasullah Efendimiz (s.a.v.) yirmi üç yı l insanları irşad ettiler. Bende onun gibi irşad makamında bu kadar süre kalayım.’diye sürekli dua ederlerdi. Gerçekten de vefat ettikleri 1992 yılında yirmi üç yıllık imanla, ihlasla, takvayla ve insanlara faydayla dolu bir ömrü tamamlamış oluyorlardı.
Şeyh İzzeddin (k.s.) bütün işlerinde ve davranışlarında yüce şeriatı kendisine ölçü olarak alırdı. İslam ulemasının,ehl-i sünnet vel cemaatın görüşlerine ters düşen her şeyi red ederdi. Canı, malı, evladı pahasına dahi olsa dininden zerrece taviz vermezdi. Kızgınlığında ve sevincinde her zaman kitap ve sünnete bağlı idi.
1950′li yı llarda yüksek şer’i fetva üyeliğine seçilmişlerdi. Görev almak için gitmeden önce orada kalacakları süre içersinde yiyecekleri yiyeceği belirleyip, kendi mallarından ayarlayıp, yanlarında götürdüler.Temiz olmayan, nasıl yapıldığını bilmedikleri, üzerine bereketin inmediği yiyecekleri asla yemezlerdi Kendilerine bakanlıkça verilen iaşeyi kabul etmeyip, ihtiyaçlarını kendileri karşılayıp, ayrılan meblağı hazineye geri iade ettiler.
Göreve başladıktan sonra çok kısa bir zaman içersinde bilgisi, zekası ve görüşünün keskinliği ile diğer alimler arasından sıyrılıp, fetva heyeti içersinde ileri bir seviyeye geldiler. Bir gün diyanet işlerinde kullanılmak üzere alınacak araçlarla ve onların yakıt masraflarının hazineden karşılanması ile ilgili bir karar onaylanmak için fetva makamına gönderilmişti.
Şeyh İzzeddin Hazretleri bu fetvayı imzalamadı ve diğer fetva üyelerinin ne yapacaklarını görmek için bekledi. Herkes imzalamış ve son imza olarak onun imzası kalmıştı.
Kendisine geldiklerinde bu fetvayı imzalamadı ve
-”‘Sizler hizmet için alınan bu araçların, kendi yakın ve akrabalarınızın işlerinde ve kendi özel işlerinizde kullanılmayacağından eminmisiniz. Bunları kendi menfaatınız için kullanacak ve sonrada yakıt parasını ayrılan ödenekten karşılayacaksınız. Ben bu olaya onay veremem.’dedi.
Heyetin üyelerini, verecekleri fetvalarda akla değil nakle, yoruma değil rivayete, fikre değil fıkha dayanmaya ve bunun içinde kitap, sünnet ve salih ulamanın hükümlerine uymaya davet edip, görevinden istifa etti.Tel Maruf’a geri döndüklerinde o zaman irşad makamında bulunan Şeyh Alaaddin (k.s.) onu bu tavizsiz tavırlarından dolayı takdir ettiler.
1970′li yı llarda irşad için Kuveyt’e gitmişlerdi. Öğle namazı kılınmıştı. Sohbet olacağı cemaate bildirilmesine rağmen, ayakkabısını alan camiyi terk ediyordu. Çünkü daha önce sohbet için kürsüye çıkan herkes,cemaattan para istemekten başka bir şey yapmamıştı.
Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) mikrofonu ellerine alıp,siyasetle uğraşmadığını ve verseler dahi kimseden para kabul etmediğini yüksek sesle ilan edince, insanlar onun sohbetini dinlemek için geri geldiler.
Şeyh (k.s.);
‘Mürşidin gözü insanların malında ve onların makamında olursa seviyesi düşer, kıymeti azalır. Maneviyatı zayıflar ve mana aleminden kesildiği için sözünün tesiri de azalır. Mürşid herkesten daha fazla söylediğini uygulamalıdır ki daha olgun, tesirli ve bilgi sahibi olabilsin.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur;
-”Yüce Allah bildiği ile amel edene bilmediğini öğretir.”
-”Ben siyasetle uğraşmıyorum. Zira Yüce Allah’ın dinini tebliğ etmeyi, kulluk vazifesini ifa etmeyi ve yüce sadatın (k.s.) adaplarını yaymayı herşeyden üstün biliyorum. Mal toplamıyorum. Verseler dahi kabul etmiyorum. Çünkü Yüce Allah beni zengin ve insanlardan müstağni kıldı. Her yerde herkese meydan okuyorum. Eğer bana maddi yardımda bulunan varsa ortaya çıksın, diyorum. Allah’a bundan dolayı hamd ediyorum.’diye vaaz ettiler.
Şeyh Hazretleri (k.s.)çok zeki,akıllı ve zarif bir zat olması yanında edep yönünden de zirveye ulaşmış bir şahsiyet idi. Kıble cihetine ve Şeyh Ahmed El-Haznevi Hazretlerinin türbesine karşı asla sırtlarını çevirip oturmazlardı.
Medine-yi Münevvere’de bulundukları zamanlarda kendilerini yok edecek derecede tevazu gösterirlerdi. Mescidi Nebevi’de bir direk arkasına büzülerek ibadet ve münacaatlarını yaparlardı. Rasulullah (s.a.v.) efendimizin mübarek huzurlarında saatlerce murakabede durulardı. Öğle ağlar, sızlarlardı ki bazen yorgunluktan yere düşecek hale gelirlerdi. Aşırı ibadetten ve edepli olmak için gösterdikleri aşırı titizlikten dolayı zayıf düşer, mübarek yüzleri sapsarı kesilirdi.
Şeyh Hazretlerinin (k.s.) Kur’an-ı Kerim’e karşı çok aşırı bir hürmeti ve saygısı vardı. Kur’an’dan herhangi bir ayet bir levha içinde bir duvarda asılı bulunsa, o yöne ayak uzatmaz ve sırtlarını çevirerek oturmazlardı. Kur’an’ı diz üstü oturarak, kıbleye doğru büyük bir huşu içerisinde okurlardı.
Bir sohbetlerinde şöyle söylemişlerdir;
-”‘Kur’an-ı Kerim’i okuduğunuz zaman teenni ile düşünerek ve yavaş yavaş okuyun. Rahmet ayetlerine geldiğinizde ümit ile dolu bir halde Yüce Allah’tan ihsanını ve lütfunu isteyin. Azap ayetlerine geldiğinizde Allah’ın lütfuna sığının ve azabından korunmayı dileyin. Müminlerin sıfatlarını belirten ayetler geldiğinde o sıfatlarla donanmayı, onların mertebelerine ve kavuşacakları nimetlere ulaşmayı dileyin. Kafirlerin sıfatlarından bahsedildiği ayetlerde onların katılıklarından, gafletlerinden, karanlıklarından ve karşılacakları sondan Allah’a sığının. Esmaül hüsna’nın herbirinde ayrı ayrı durun ve manalarını düşünüp, bir süre öylece kalın. Çünkü Yüce Allah’ın her isminden kalbe yansıyan ayrı bir tecelli, akla uzanan ayrı bir nur, zihne gelen ayrı bir mana, içi sevindiren bir meltem, nefis coşturan başka bir muhabbet ve insana yön veren bir irşad mevcuttur. ‘”
Bir müftünün Şeyh Hazretlerine (k.s.)
-”Tartikatların insanları böldüğünü, müslümanları tefrikaya düşürdüğünü söyleyip”, itiraz etmesi üzerine,
Cevaben Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) Şeyh Ahmed (k.s.)’ dan şöyle naklediyorlardı:
-”Bir mürşid bir yöreye giderse daha önce orada bulunan mürşid sevinmelidir. Halk ı hak dine davet ve irşad etme ağırlığı ve insanlarla uğraşma yükümlülüğü omuzundan kaldırıldı diye memnun olmalıdır”
-’Ben de artık huzur içerisinde Rabbime ibadet edebilirim.’demelidir. Bu duyguda olmayıp, yeni gelen mürşidin irşadından ve gönülleri fethetmesinden üzülen kimse şeyh değildir. Şeytandır! Zira haset şeytanın özelliğidir.”
-”Şeytan hasedden doğan kibirliliği yüzünden Hz. Adem (a.s.)’e secde etmedi. Lanetlendi ve ebedi şekavete uğradı. Tarikat şeriatın hizmetçisi ve en güzel bir şekilde uygulanmasıdır. Tasavvuf İslam’ın ve selefi salihinin ahlakı ile ahlaklanmaktır. Tarikat eğer ehlinin elinde olursa insanları birleştirici, onları Allah’a ulaştırıcı, cazibe merkezi, kemal ve olgunlukların kaynağı olur.’”
Müslümanların uğradığı musibetler karşısında Şeyh İzzeddin Hazretleri çok acı çeker ve yıpranırlardı. Böylesi bir zamanda üç gün boyunca kasırdan dışarı çıkmadıkları görüldü. Onu gördüklerinde gözleri ağlamaktan kan çanağı gibi olmuştu.
Çok bitkin ve üzüntülü bir haldeydiler.
-”‘Müslümanların başına gelen böylesi olaylar karşısında, bir müslümanın acıdan dolayı idrarından kan gelmelidir.’ buyurdular.
Müslüman cemaatlerin sindiği, ezanların dahi tepkinin ne olacağı kestirilemediğinden dolayı okunamaz hale geldiği zamanlar da Şeyh Hazretleri (k.s.) müritlerini toplayarak irşada başlardı. O ümmet için kendini feda etmekten asla çekinmezdi. 31 Temmuz 1992 tarihindeki vefatlarından sonra açıklanan vasiyetleri ile yerlerine Şeyh Muhammed (k.s.) geçti.
Risalet ve Velayet
23 Haziran 2008“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”
İslam dini Hz.Adem (a.s.) ile başlamış ve son peygamber Hz.Muhammed (s.a.v) ile en son ve kamil haline ulaşmıştır. Her peygamber toplumuna yüce Allah’ın buyruklarını ileten bir elçi, onları hakka davet eden yüce bir davetçi, ruhlarını terbiye eden büyük bir mürebbi vazifesi görürken aynı zamanda Yüce Allah’a kulluk eden, ona yönelen bir abd durumundaydı. Tüm nebiler risalet yükü ve sorumluluğu yanında velayet bilinci ve kulluk şuuru içersinde olan kamil insanlar idiler.
Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) de aynı durumdaydı. Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran bir rahmet deryası, nübüvvet ağacının en kutlu meyvesi olması yanında, Yüce Rabbine yönelen, kulluğun kimsenin ulaşamıyacağı zirvelerinde olan, risaletini eşşiz velayet güneşi ile daha da aydınlatan bir mürşid, bir veli ve büyük bir önder idi. Onun vefatı ile artık risalet son bulmuştur.
Fakat velayet ve kulluk kıyamete kadar devam etmektedir. Yeryüzü hiçbir zaman Yüce Allah’a gerçekten kulluk eden, O’na yönelen,kalplerine gafletin uğramadığı,yüce ahlak üzere olan veli kullardan boş kalmamış ve kıyamete kadar da boş kalmayacaktır.
-”Kim Allah’a ve Rasule (can-u gönülden) itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştırlar. ‘(Nisa Suresi-69.ayet)
Bu ayeti kerimede Yüce Allah (c.c.) iman edenlere seslenmekte ve eğer samimi bir itaat gösterirlerse, kendilerine ayrı ayrı ve farklı nimetler verdiği bu dört zümre ile beraber olabileceklerini, onların eşi bulunmaz çok güzel dostlar olduklarını bildirmektedir.
Ayetteki sıralamaya dikkat edilirse, nebilerden sonra sıddıklar gelmektedir ki bu onların makam olarak hemen peygamberlerden sonra olduklarını göstermektedir. Sonra ise sırasıyla şehitler ve salihler gelmektedir. Hepsinin de ayrı ayrı kulluk dereceleri ve sahip oldukları makama uygun velayetleri vardır.
Peki Allah’a kulluk eden zümreler içerisinde diğ erlerinden ayrılan ve Allah katındaki mertebeleri nebilerin makamından sonra gelen, Kuran’ın kendilerine sıddıklar dediği bu zatlar kimlerdir ve onları diğerlerinden ayıran özellikleri nedir.?
Bu konumuzun daha net anlaşılabilmesi için cevaplanması gereken bir sorudur.
İlmin kapısı ve velayet ağacının köklerinden biri olan Hz.Ali (k.v.) ibadeti üçe ayırmıştır.
Bunlar;
a)Kölelerin ibadeti,
b)Tüccarların ibadeti ve
c)Hür olanların ibadetidir.
Kölelerin ibadeti;
Allah’a cehennem korkusu ile ibadet edenlerin halidir. Bunlar cehennemden ve onunla ilgili gelen rivayetlerden korktukları için ibadete başlamış ve bu hal üzere kulluğa devam etmektedirler. O’nun yani Yüce Allah’ın azabından korktukları için vaciplerine sarılmışlardır. İnsanlar birbirlerinden farklı özelliklerde yaratılmışlardır. Birini amele sevk eden bir husus diğeri üzerinde o kadar tesirli olmayabilir.
Onun içindir ki Yüce Kur’an’da hem azapla ve cehennemle korkutan ayetler ve hem de cennet ve nimetleriyle özendiren ayetler mevcuttur. Birinci guruba girenler Yüce Allah’a azametinden dolayı itaat etmektedirler. Nitekim köleler de efendilerinin azametinden ve verebileceği zarardan korktukları için ona itaat ederler.
Tüccarların ibadeti ise;
Daha farklıdır. Bu guruba giren insanlar, Yüce Allah’a, O’nun cennetine ve oradaki vereceği nimetlere kavuşmak arzusu içindedirler. Bunlar orada vaad edilen güzel beldelerden, o muhteşem nimetlerden ve belki hurilerden bahseden ayetlerden etkilenmiş ve bunlara kavuşmak için ibadete başlamış bir zümredirler ve halleri bu minval üzere devam etmektedir.
Cennetin güzellikleri onlar üzerinde teşvik edici veharekete geçirici bir etki oluşturmuştur. Bu ise takvalı olma sonucunu doğurmaktadır. Bahsedilen bu iki durum insanların çoğunun üzerinde olduğu hallerdir. Hem caizdir ve hem de Allah tarafından kabul edilmiş ve makbul görülmüştür.
Bu sayılan iki kesim dışında başka bir gurup daha vardır ki;
Bunların ibadet ediş niyet ve anlayışları diğer iki guruba hiçte benzememektedir. Bunlar sadece ve sadece Allah’a ibadete layık olduğu için, O’na olan muhabbetlerinden dolayı ve O, ibadeti istediği için O’na yönelen kullardırlar.
İşte bunlar Hz. Ali’nin (k.v.) kendilerinden hür olanlar diye bahsettiği müminlerdir ve bu onların ibadet anlayışıdır. İnsanlar arasında az ve seçkin bir zümreyi oluşturan bu zatlar gerçek kulluk edenlerdirler. Yüce Allah’ a çok farklı bir niyetle ve çok samimi bir şekilde tüm ruhlarıyla can-ı gönülden yönelmişlerdir.
Onların farkını anlamak için gelecek şu misal daha aydınlatıcı olacaktır:
Farz ediniz ki Allah-u Teala kullarına, kulluk vazifelerini yerine getirmeseler de onları cennete koyacağını ve bu beyanından sonra eğer isterlerse yine de kulluk edebileceklerini ama sonucun aynı olacağını yani herkesin cennete gireceğini bildirmiş olsun.
Yani insanlar serbestirler. Cehennemden korkmalarına gerek yoktur. Cennete girmek ve onun nimetlerine kavuşmak için ibadetin zorluklarına katlanmalarına da gerek yoktur. Dünyada keyiflerine göre bir ömür yaşayıp,cennete girme imkanları vardır. Eğer insaflı olarak düşünülürse,görülecektir ki böylesi bir durumda Allah’a ibadet edenler arasında, hür olanlar gibi kulluk edenler dışında ubudiyete devam eden hiç kimse kalmayacaktır. İnsanların çok büyük bir kesimi ubudiyetten uzaklaşacaktır.
Çünkü cennete girmeleri kesinleşmiş ve Allah’ın azabından korkmalarına gerek kalmamıştır.
Hür olanlar Cenab-ı Allah’a Allah olduğu için ibadet ediyorlar.Onun aşkı ve muhabbeti onların azığı ve beklentileridir.Onların gözünde O’nun yüce zatından başka hiçbir şey yoktur. O’nun muhabbeti tüm varlıklarını kuşatmıştır. İlahi marifetler onların gıdası olmuştur. Bunlar kendilerine Kur’an-ı Kerim’de sıddıklar veya diğer bir ifade ile evliyaullah denilen seçkin, himmetleri çok yüce, Allah aşkı ile yanan Allah dostlarıdırlar ve bu onların sahip oldukları kemal sıfatlardan sadece bir tanesidir.
Şeyh İzzeddin El-Haznevi hazretleri (k.s.) bu hususta bir sohbetlerinde şöyle diyorlardı:
-”‘Eğer evliya, nüceba, nükeba, ebdal, aktap denilen büyük zatlar olmazsa dünya harap olur, hayat durur, felaketler ardı ardına gelir. Çünkü insan ibadet için yaratılmıştır. Gerçek ibadeti yapanlar ise evliyaullah kesimidir. Diğer insanlar onların bereketi ile yaşamaktadırlar.
Altın korunurken kabı da korunur. Ürün almak için tarlaya tohum bakılır. Balta için sapı saklanır. Evliyaya yanaşın. Allah’ın lütfunu göreceksiniz. Ehadiyyet güneşinden nur ışınlarını müşahede edeceksiniz.
Yüce Allah (c.c.) mealen;
-”‘Şüphesiz Allah iyilik yapanlarla ve muttaki olanlarla bereberdir.’buyurmaktadır.’
Muhammed El-Haznevi (Radiyallah-u anhu) Hazretleri
23 Haziran 2008“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”
ŞEYH MUHAMMED EL-HAZNEVİ (K.S.)
Evliyanın büyüklerinden, insanları Hakka davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine “silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “kırkıncısıdır.” Haznevi murşidleri’nin dördüncüsüdür;
Şah-i Hazne lakabiyle dünyaya ün salan, Ahmed El-Haznevi (r.a.), torunu olan Muhammed El-Haznevi hazretleri (r.a.) İzzeddin El-Haznevi (k.s.) nin büyük oğlu olup, Gözde halifelerindendir.
Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı ilçesine bağlı Telm’aruf köyünde 1948 yılında doğmuştur. Umre ziyaretini eda edip Mekke’den Mediye dönerken, Medine’ye 100 – 120 kilometre kala 22 Ekim 2005 tarihinde Cumartesi günü saat 11-30 da kaza geçirdi ve orada vefat etti. Telmaruf köyünde defn edildi.
Şeyh Muhammed (k.s.); Şeyh İ zzeddin (k.s.) hazretlerinin en gözde talebesi, en mükemmel takipçisi, onun gözünün nuru gibi koruyup, adeta bir gül gibi yetiştirdiği, tüm müslümanlara ve insanlık ailesine faydalı olması için elinden gelen tüm himmeti üzerinde kullandığı, en güzel ahlaki, imani ve irfani değerlerle süslediği bulunmaz, mümtaz, eşine az rastlanır kamil-i mükemmil bir mürşid-i ekmel bir şahsiyetti .
Şeyh İzzeddin Hazretleri(k.s.) vefatlarından önce pek çok kereler değişik vesilelerle Şeyh Muhammed (k.s.)’dan övgü ile bahsetmiş ve onun hem kamil bir iman sahibi, muhabbetullah ile dopdolu arif bir zat olduğunu belirtmiş ve hem de insanları idare ve irşad etmede tam ve mükemmel bir hal üzere olduğunu dile getirmişti.
Bu durum sadece Şeyh İ zzeddin Hazretleri ile sınırlı değildir. Bundan yaklaşık elli yıl öncesinden Şeyh Ahmed (k.s.) Hazretleri daha çok küçük bir yaşta olmasına rağmen onu övmüş, ondaki yeteneklere, üstün değer ve özelliklere dikkat çekmiş ve ‘
-”Bu zat bizim şanımızı yükseltecektir.’ buyurarak konumunun önemine dikkat çekmişlerdir.
Gerek Şeyh Masum (k.s) ve gerek de Şeyh Alaaddin (k.s.) onun üzerine çok titremişler; iman, ihlas, muhabbet, hizmet, fedakarlık, yüce ahlak ve daha pek çok yüce meziyetler sahibi yeğenlerinin en iyi şekilde yetişmesi için çalışmışlardır. Onun üzerine o kadar titriyorlardı ki onunla ilgilenip, oyun oynadıkları zamanlarda herhangi bir şekilde incinmesi durumunda çok üzülüyor ve bu duruma sebep oldukları için birbirlerini suçluyorlardı. Bu o kamil zatların ferasetleri ile hissettikleri ve gerçekleşecek olan hakikatın bir tecellisiydi.
Gençlik yıllarında kendilerine ders vermiş, hocalık yapmış olan büyük ve fazilet sahibi, değerli alim Şeyh Mustafa Buga onun ile geçirdiği yılları hayatının en güzel anları olarak nitelendirmekte ve bundan dolayı gurur duyduğunu bildirmektedir.
Şeyh Muhammed Hazretlerindeki üstün ve eşşiz vasıfları her konuşmasında dile getiren Şeyh Mustafa Buga,onun kendisini kat be kat geçtiğini pekçok kereler dile getirmişlerdir. Haznevi ailesini, özellikle Şeyh İzzeddin Hazretlerini ve Şeyh Muhammed Hazretlerini çok yakından tanıyan bu zat, İslam alemi içersindeki alimler arasında gerek kişiliği ve gerekse de eserleri ile önemli bir yere sahiptir. Telmaruf’ta Şeyh İzzeddin (k.s.)’i anma merasiminde yaptıkları bir konuşmalarında Şeyh Muhammed Hazretlerini müslüman alimleri toplamaya ve ümmetin sorunlarına çözümler bulacak çalışmalar başlatmaya çağırmış ve onun üstün vasıflarını böylelikle açıkça teyit etmişlerdi.
Şeyh Arabi Kabbani, Lübnan müftüsü ve Lübnan’ın ileri gelen değerli alimleri, Suriye Diyanet İşleri Başkanı,Türkiye, Mısır, Kuveyt, Arap Emirlikleri ve Sudan’dan gelen alimler ve yazarlar Telmaruf’a yaptıkları ziyaretlerinde ve katıldıkları münasebetlerde Şeyh Muhammed Hazretlerinden ve Haznevi mürşitlerinden her zaman büyük üstatlar, saygı değer alimler, muttaki önderler olarak övgüyle bahsetmişlerdir.
Bu sadece onlarla sınırlı bir olay değildir. Kuveyt’in ve diğer beldelerin selefi alimleri de tasavvufa karşı olmalarına rağmen Şeyh Muhammed Hazretlerini tanıdıkları zaman onun değerini hemen anlamakta, ona ve fikirlerine büyük bir saygı göstermekte, tasavvufi anlayışına ve izledikleri yola büyük değer vermekte yediler.
Fıkıh alanında İslam dünyası içersinde çok ileri bir yerde olan, belki de ilk sırada yer almakta olan alim zat Vehbi Zuhayli’de Telmaruf’a davetli olarak gelmişlerdi. Tasavvufa ve tarikat ehline o kadar da sıcak bakmıyorlardı. Fakat Şeyh Hazretleriyle tanıştıktan, onun ilminin büyüklüğünü, tevazu ve takvadaki bensersizliğini, halim ve sevecen tavırlarını, o üstün ahlaki meziyetlerini, inceliklerini ve sünnete bağlılıklarını gördüklerinde nasıl bir zat ile karşı karşıya olduklarını anlamışlardı.
Bu sıradan bir zat değildi ve bu karşılaşma da sıradan bir karşılaşma değildi. Kalpler yumuşadı ve fikirler değişti.
Şeyh Hazretlerinin dergah ı ilim üzeredir. Haznevi mürşitleri hepsi zamanlarının en büyük alimleri arasındadırlar. Bu kol alimden alime devredile gelmiş bir yoldur. Şeyh(k.s.) Tel’maruf’taki şer-i ilimler medresisinde iki bine yakın talebe okutup ve bunların yeme, içme, barınma gibi tüm ihtiyaçlarını kendi öz malından karşılamakta ydı. Fakir olan, durumu olmayan ama İslami ilimleri öğrenme aşkı içinde olanlara kapılarını ve tüm imkanlarını açmakta, onları İslam ümmeti için faydalı bir hale getirmeye çalışmaktaydı.
Bu destek sadece okul yılları ile sınırlı kalmamakta, mezun olanlardan durumu iyi olmayanları da kendi imkanları ile münasip bir şekilde evlendirmektedirler. Bu talebelerden istediği; gittikleri beldelerde İslam’ı öğretmeleri, emr-i bilmaruf ve nehy-i anil münker farizasını yerine getirip, bu yüce adapları hem yaşamaları ve hem de yaygınlaşması için gayret göstermeleridir.
Şeyh Hazretleri çıktıkları irşat amaçlı seyahatlerinde toplumun her tabakasından insan ile ilgilenir ve dini şuur ve bilincin oluşması ya da daha da kuvvetlenmesi için gayret göster irlerdi. Resmi yetkililerin ve medeniyetin uğramadığı ücra yerlere dahi tebliğ için gitmekte ydiler. Bu duruma oranın ahalisi bile şaşırmakta ydılar.
Onlar bu yüce zatı tanıyınca, onun sohbetini dinleyince ona öylesine bağlanmaktaydılar ki bu tariflere sığmaz bir haldi. Şeyh Hazretleri onlara dinlerini öğretecek bir alim göndermeyi teklif ettiğinde onlar bunu hemen kabul etmekte böylece hem Nakşi-Haznevi yoluna girmekte ve hem de dünya ve ahiret saadetini elde etmekte ydiler.
Şeyh Muhammed (k.s.) hazretleri mübarek topraklarda 2005 yılında ramazan ayında geçirmi ş olduğu elim kazadan sonra açıklanan yüce vasiyetnameleri ile kendilerinden sonra yerlerine alim ve mutasavvıf bir zat olan, yüce ahlaki meziyetlerle bezenmiş, engin ve yüce görüşlü, eşşiz insan Şeyh Muhammed Muta’ El-Haznevi’yi halife olarak bıraktılar. Böylece tüm tarikat ve irşad işlerini, müridlerin idare edilip, eğitilmeleri vazifelerini, müslümanların hallerinin ve ahlaklarının iyileştirilmesi görevini, ilmi yayma ve birleştirici olma gibi çok geniş vazifeleri bu yüce şahsiyetin omuzlarına yüklemiş oldular.
Şeyh Muhammed Muta’ (k.s.) bu eşşiz ve yüce ailenin İslam ümmetine sunduğu yeni bir hediyedir. O ilim ve hikmet pınarları ile dolu, irfanın menbağı olan Haznevi Medresesinde yetişmiş, Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) gibi bulunmaz bir alim ve irfan ehli zatın yanında icazet almış bir şahsiyettir. Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) hazretleri, diğer evlatları arasında sadece ona icazet vermiş ve kendi mübarek elleriyle, gözyaşları ile ıslattığı sarıklarını sarmışlardır.
Şah-i Hazna lakabıyla ünlü Şeyh Ahmed Haznevi (k.s.) bir sohbetlerinde
-”‘Büyüklük kıyamete kadar bu kapıdan asla ayrılmayacaktır.’ buyurmuşlardır.
-”Allah (c.c.) kendi emanetini koruyan ve ona ihanet etmeyene ihanet edecek değildir. Kur’an ve sünneti yaşayarak ve bu yüce adaplara uyarak büyüklük elbisesini giyenlere, onlar bu elbiseyi çıkarmadıkları sürece rahmet etmekten geri duracak değildir. Kendi dinini yükselten, bu uğurda her türlü meşakkete katlanan, asla yılmayan, korku duymayan ve gevşemeyen zatları, yüzüstü bırakacak değildir. Onları herkesten üstün ve kimseye yüzsuyu dökmeyen bir hale getirecek ve kendi rahmetini ve hidayetini onlar eliyle dünyaya yayacaktır. Kendi önünde tam bir teslimiyetle eğilen bu zatların önüne, tüm dünyadan insanları toplayıp, önlerinde boyun eğdirecek ve onlar eliyle hidayet dağıttıracaktır. Kendisini bir an dahi unutmayan, ondan asla gafil olmayan bu zatların, şanlarını, ahlaklarını ve suretlerini insanların hafızalarından çıkarmayacak, onları hep düşünmelerini sağlayacaktır. Bu hatırlayışa feyiz ve bereket koyarak,onların makamlarını daha da arttıracaktır.”
Muhammed El-Haznevi (r.a.) – Sorunlarımız ve Çözümleri
23 Haziran 2008“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”