‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

dsc00023-cag-cag-baraji-fuadyusufoglu.JPG

Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Yüca Allah (c.c.) buyuruyor:

-“(Habibim) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” Ali İmran-3/31

Ey okuyucu: (Allah’ın rahmeti üzerine olsun)

Bil ki;

Kulun Allah (c.c.) ı ve Allah’ın Resülunu; (a.s.v.) sevmesi onlara itaat etmesi ve emirlerine uyması demektir. Allah (c.c.) ın kullarını sevmesi ise, kullarına in’am ve ihsan etmesi demektir.

Çünkü kul, hakiki kemalin ancak Allah (c.c.) a ait olduğunu ve kendinde veya başkasında gördüğü her kemalin Allah (c.c.) tan olduğunu bildiği zaman sevgisi ancak Allah (c.c.) a ve Allah (c.c.) yolunda olur. Bu da Allah (c.c.) a itaat etmesini iktiza ettirir.

Bunun içindir ki,

Muhabbet Allah (c.c.) a itaat etmeği, Allah (c.c.) a ibadet de resülullah (a.s.v.) a ittiba etmeği gerektir. Ve bu da o’na itaat etmeye düşkün olmakla tefsir edilmiştir.

Hasan el basri (r.a.) den rivayet edilmiştir. Der ki:

-“Resülullah ( a.s.v.) zamanında,Ya Muhammed, biz Rabbımızı seviyoroz dediler. Bunu üzerine bu ayati kerime nazil oldu.

Bişr el-Hafi (r.a.) den rivayet edilmiştir: der ki;

“-Ben Resülullah (aleyhisselatu-vesselam)i ru’yada gördüm. Bana:

-“Ey bişr. Allah (c.c.) seni akranın arasında ne ile yükselti biliyormusun?”

Ben:

-“Hayır Ya resulullah (a.s.v.) deyince,

Resülullah (a.s.v.) şöyle buyurdular:

-“Salih kişilere hizmet etmen, kardeşlerine nasihat etmen, dostlarını ve benim sünnetimi yerine getirenleri SEVMEN ve benim sünnetime tabi olmanla.”

Nitekim Peygamberimiz (a.s.v.) buyuruyorlar:

-“Kim ki benim sünnetimi işler, ihya ederse, o beni SEVMİŞ olur. Kim ki, beni SEVERSE o kiyamet günü cennete benimle beraber olur..”

Gene Resülullah (a.s.v.) buyuruyor:

-“Ümmetimin hepsi cennete girer, ancak kaçanlar müstesna.”

Eshab (r.a.) sorar:

-“Kaçanlar kimdir?”

Buyurdular ki;

-“Kim bana itaat ederse, cennete girer, kim bana ASİ olursa o kaçmış olur. Benim sünnetime uygun olmayan her amel Ma’siyettir.”

Bilginlerden bir kısmı der ki;

-“Birisinin havada uçtuğunu, veya denizde yürüdüğünü, veyahut ateşi yediğini veyahut da bunlara benzer başka bir şey yaptığını görürsen, fakat o adam Allah’u Teala (c.c.) nın farzlarından birini veya kasden Resülullah (a.s.v.)ın sünnetlerinden birini terk ederse, bil ki o adam da’vasında YALANCIDIR. Onun yaptığı keramet değil, balki sihirbazlıktır.”

Böyle kimseden Allah (c.c.) a sığınırız.

Cüneyd-i Bağdadi (r.a.) der ki;

-“Allah (c.c.) in inayeti olmadan, kimse Allah’a ulaşamaz. Allah (c.c.) a erişmenin yolu ise Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vessellame tabi olmaktır.”

Ahmed el-Havari (r.a.) der ki;

-“Resülullah (a.s.v.) sünnetine uymaksizin yapılan her amel BATILDIR.”

Nitekim Resülullah (a.s.v.) buyurmuştur:

-“Kim benim sünnetimi terk ederse ona şefaatım HARAMDIR.”

Rivayet edilir ki,

Adamın biri Mecnunlardan birinde Bilmediği bir şey görür. Bunu Ma’ruf el-Kerhi (k.s.) ye sorar.

Ma’ruf El kerhi (k.s.) tebessüm ettikten sonra adama şöyle der:

-“Ey kardeşim, Allah(c.c.) ın küçük büyük, akıllı ve deli olan sevdikleri vardır. Bu gördüğün ise delilerdendir.”

Fudayl bin iyyad (k.s.) der ki;

-“Sana Allah (c.c.) ı seviyor musunuz diye sorulursa süküt et. Zira, sevmiyorum dersen, küfredersin. Eğer seviyorum dersen, belki Allah’ı sevenler gibi gereğiyle sevemezsin. Seviyorum dersen Allah’ın öfkesini üzerine çekersin. Allah’ın öfkesinden kaçın.”

Süfyan-i Servi (k.s.) şöyle der:

-“Allah’u tealayı seveni seven, Allah’ı sevmiş olur. Kim ki ona ikramda bulunursa, Allah yalunda ikram etmiş olur.”

Sehl (r.a.) ise şöyle der:

-“Allah’ı sevmenin alameti, Kur-anı Kerim’i sevmektir.”

-”Allah’ı ve Kur-anı Kerim-i sevmenin alameti de Resulullah (sallallahu aleyhi ve selemi) sevmektir.”

-”Resulullahı sevmenin alameti ise onun sünnetini sevmektir.”

-”Onun sünnetini sevmenin alameti de ahreti sevmek,”

-”Ahreti sevmenin alameti, dünyayı sevmemektir.”

-”Dünyayı sevmemenin alameti, ondan yeteri kadar istifade etmektir, ahiret hazırlığında bulunmaktır.”

Mükaşefa-tül kulub (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri kendisine itaat eden ve onun Resulünü (a.s.v.) seven kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc00007-cag-cag-baraji-mesire-yeri-fuadyusufoglu.JPG

Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Ebul Hasan (r.a.) Zencani der ki:

-“İbadetin esasi üç rükün üzerine kurulmuştur.

1-GÖZ
2-KALB
3-DİL

Göz: kainattan ibret alır.

Kalb: Düşünmek içindir.

Dil ise; Allah (c.c.) ı zikretmek, tesbih etmek ve doğru söylemek içindir.

Nitekim Allah-u Teala (c.c.) buyurmuştur:

-“Ey İman edenler, Allah’ı çok zikredin, O’nu Sabah akşam tesbih ve tenzih edin” El ahzab:33/42

Bir gün Abdullah (r.a.) ve Ahmet ibni harb (r.a.) bir yerde bulunuyorlardı. Ahmet ibni harb (r.a.) yerden bir ot kopardı. Bunun üzerine Abdullah (r.a.) ona şöyle dedi:

-“Bu işinle sende beş şey meydana gelmiştir:
1-Kalbini Rabbinin tesbihinden alı koymak,
2-Nefsine, Allah’ın zikrinden gayrı ile meşgul olmasını alıştırdın.
3-Bunu öyle bir yol yaptın ki, bu hususta sana uyulur.
4-Bitkiyi, Allah (c.c.) tesbih etmesinden menetme.
5-Kıyamet günü, Allah (c.c.) ın sana delil olarak göstermesini sağlamak.”

Sırrı’yi Sakatı (k.s.) der ki:

Ben Cürcani (r.a.) nin kavrulmuş unu avuçlayıp yediğini gördüm. Bunun üzerine şöyle dedim:

-“Niçin bundan başka yemek yemiyorsunuz?”

Cevap verdi:

-“Ben çiğnemeden yemek ile, çiğneyip yemenin arasında yetmiş kere sübhanallah diyecek kadar bir zaman olduğunu hesapladım. Bunun için ben Yetmiş seneden beri ekmek çiğnemiş değilim.”

Sehl bin Abdullah (r.a.) 15 günde bir defa yemek yerdi. Ramazan ayı girdiğinde ancak bir öğün yemek yerdi, bir ay içinde, Bazı vakit yetmiş gün sabreder, yemek yemezdi. Yiyip içtiği zaman bir saat bile Allah (c.c.) ı zikretmekten hali kalmazdı.

Rivayet edilir ki,

Amr ibni Ubeyde (r.a.) evinden ancak üç şey için çıkardı.

1-Cemaatle namaz kılmak için,
2-Hastayı ziyaret etmek için
3-Cenazede hazır bulunmak için,

-“İnsanları, hırsız, yankesici ve soyguncu olarak gördüm. Ömür kıyameti biçilmez; nefis bir cevherdir. Ona layık olan, ahiret için ebedi ve kıymetli olan hususları dolduran bir hazine olmasıdır.”

Biliniz ki;

Ey Müslümanlar, ahreti isteyen kişinin muhakkak dünya hayatında zahit olması, gaye ve maksadını bir görmesi lazımdır. İç halini dış halinden ayırt etmez. Halin korunması ise iç ve dışa olmakla mümkündür.

Kalblerin keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri İslamı YAŞAYAN ve İslami şuuryle muslümanlara bi Hakan tebliğ eden Kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc08374-8374b-o-r-r-r-r.JPG

Çağ-Çağ deresi -BOR- (Nusaybin)

İmamı şibli (Allah rahmet etsin) der ki:

-“İlk günlerimde, uyku bastığında gözüme tuz sürerdim. Durum daha ağırlaşınca sürmeliği kızartır gözüme sürerdim.”

İbrahim Hakim-i (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir.

-“Babamı uyku bastığı zaman denize girer yüzerdi. Denizdeki balıklar da etrafında toplanıp onunla birlikte yüzerdi.”

Vehb İbni Münebbeh (r.a.) in Allah’a gece uykusunu kendinden kaldırması için dua ettiği ve kendisine kırk gün uyku gelmediği söylenir.

Hasan El Halac (r.a.) ise, topuğundan dizine kadar kendine on üç paranga vurup öylece her gün bin rekat namaz kılardı .

Cüneyd Bağdadi (k.s.) ise ilk günlerinde, çarşıya gelir dükkanını açar, içeri girip perdesini çekerek, dört yüz rek’at namaz kılar, sonra evine dönerdi.

Habeşi bin Davud (k.s.) kırk sene yatsı abdestiyle kuşluk namazını kılmıştır.

Müslüman;

Daima temiz ve abdestli olmalıdır. Her abdesti bozulduğunda abdest almalı ve iki rek’at namaz kılmalı. Her oturduğu yerde kıbleye karşı oturmaya gayret etmeli.
Kendisinin Resulüllah (a.s.v.) ın huzurunda oturduğunu, imkanı dahilinde düşünmeli, kendini murakabe altına almalı.Ta ki, işinde ve haraketlerinde sükunet ve vakâr bulunup, Resulüllah (a.s.v.)ın sünnetine muhalif harakette bulunmasın.

Mu’min;

Eza ve cefaya tahammül göstermeli, kötülüğe, kötülükle mukabele etmemeli. Kötülük yapanların ıslahı ve bağışlanması için Allah (c.c.) a yalvarmalı.

Nefsi ve ameli ile kendini beğenmemeğe düşmemeli. Çünkü ucüp şeytanın sıfatındandır. Kendini daima hakir görmeli.

Salih kimseleri ise hürmet ve ihtiramla karşılamalı. Salih olan kimselere hürmet etmeyi bilmeyen kimseye, Allah (c.c.) onların sohbetini haram kılar. Kim ibadet ve taatın büyüklüğü ve muhteremliğini bilmezse, Allah (c.c.) onun kalbinden ibadet ve tâat zevkini alır.

Fudayl bin iyad (k.s.) a sorulur ve denir ki:

-“Ey ebu Ali, kişi ne zaman salih olur?”

Fudayl (r.a.) şu cevabı verir:

-“Niyetinde nasihat, kalbinde korku, dilinde doğruluk, azalarında amel-i salıh bulunduğu zaman.”

Allah-u Teala (c.c.) Mi’raç ‘ta Resülu Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) efendimize şöyle buyurur:

-“Ey Muhammed (a.s.) eğer insanların en fazla ver’a sahibi olanı olmak istersen, dünyada zahid, ahiret için de rağbetli ol.”

Resulü Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) der ki:

-“Ey Allah’ım, dünyada nasıl zahid olayım?”

Cenabi hak (c.c.) buyurur:

-“Dünyada yiyeceğin, içeceğin ve giyeceğin kadarını al, gerisini terk et.Yarın için hiçbir şey sağlama. Benim zikrime devam et.”

Resulüllah (Selallahu aleyhi vesselam) buyurur:

-“Ey Rabbım, ben senin zikrine nasıl devam edeyim?”

Allah(c.c.) buyurur:

-“İnsanlarda uzaklaş, yalnız uzlette yaşa. Uykunu namazla geçir. Yemeğin açlık olsun.”

Resulüllah (a.s.v.) buyuruyor:

-“Dünyada zühd, kalbi ve bedeni rahatlaştırır. Dünya yı sevmek ve ona rağbet etmek de GAM VE KEDERİ ÇOĞALTIR. Dünya sevgisi her hatanın başıdır. Her hayır ve taatın başı ise dünyadan yüz çevirmek zühdü takvadır.”

Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dünya ya rağbet etmeyen ahreti için Daha çok çalışıp Say eden kullarından eylesin. Amin…

Fuad Yusufoğlu

dsc00011-cag-cag-baraji-fuadyusufoglu.JPG

Çağ-çağ barajı (Nusaybin)

Musa Aleyhisselam’ın, kendisine alışmış bir arkadaşı vardı. Bir gün arkadaşı Musa Aleyhisselam’a şöyle der:

-“Ey Musa (a.s.) Allah (c.c.) dua et, bana kendisini tam manasiyle bildirsin.”

Musa (a.s.), Allah (c.c.) a dua eder. Musa (a.s.) ın duası kabul olur. Bu bir arkadaşını vahşi hayvanlar içinde bulur ve hemen arkadaşını kaybeder. Bunun üzerine şöyle niyazda bulunur,

Musa Aleyhis selama:

-“Ey RABBIM, Kardeşim, kendisine alıştığım arkadaşım. Ben o onu kayıbettim”

Musa Aleyhisselam’a Allah (c.c.) tarafından şöyle nida gelir:

-“Ey Musa, Beni tam bilen kimse insanların arasına asla katılmaz.”

Haberlerde Şöyle varid olmuştur:

İsa (a.s.) ile Yahya (a.s.) her ne zaman çarşıya çıksalar, kendilerine bir kadın sataşırdı. Bir gün aynı hal vuku bulunca,Yahya (a.s.) şöyle der:

-“Allah (c.c.) a yemin ederim ki, o kadının sataşmasını his etmedim.”

Bunun üzerine İsa (a.s.) sorar:

-“Sübhanallah, vucudun benimledir. Fakat kalbin nerededir.”

Bu soruyu Yahya (a.s.) şöyle cevablandırır:

-“Ey teyzezadem, eğer kalbim bir lahza olsun Allah (c.c.) ın gayrina mutmain olsa, ben Allah (c.c.)ı tam bilmedim zanederim.”

Denilir ki;

Allah (c.c.) ı tam bilmenin doğruluğu, dünyadan tam uzaklaşmak.Yalnız Allah (c.c.) ile olmak ve Allah(c.c.) ın nurunu gördüğü zaman bayılacak şekilde muhabbet şarabından sarhoş olmakla olur.

Mükaşefetti-ül Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri: Allah (c.c.) ı Tam bilen,Kavrayan ve idrak eden kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Dünyayı tanımak

29 Haziran 2008

dsc00810-dara-harabalari-fuad-yusufoglu.JPG

Dara harabeleri (Dünya budur işte bir zamanlar bu büyük şehirde kuvvetli insanlar vardı ya şimdi)

Biliniz ki;

Dünya, din yolunun konaklarından bir konak, yolcuları Allah-u Teala’ya (c.c.) götüren bir yol, misafirlerin azıklarını alabilmeleri için açıkta kurulmuş SÜSLÜ bir pazardır.

Dünya ve ahiret senin iki halinden ibarettir: Ölümden önce olup, ama ona çok yakın olana “DÜNYA denir.

Ölümden sonra olana ise “AHİRET “denir.

Dünyadan maksat, ahiret için azık toplamaktır. Çünkü insan yaratıldığı zaman sade ve noksan yaratılmıştır.

Fakat kemala gelmek ve meleklerin halini kalbine nakşetmek liyakatindedir. Böylece Allah-u Teala’ya (c.c.) layık kul olur. Bu; hidayete kavuşmak yahut Allah-u Teala’nın (c.c.) cemalini seyredenlerden olur manasındadır.

Onun nihai saadeti budur. Cenneti budur ve o bunun için yaratılmıştır. Gözü açılmayınca seyredemez. Ve o cemali idrak edemez. bu ise marifetle elde edilir.

Allah-u Teala’nın (c.c.) cemalının marifetinin anahtarı, onun sun’undaki (yaptığı, yarattığındeki ) şaşılacak hallerin bilinmesidir. Bu sun’unun anahtarı önce insanın duygularıdır. Bu hisler (duygular ) ancak, su ve topraktan meydana gelmiş bu bedende bulunurlar.

O halde, bunun için su ve toprak alemine düştü. Ancak bu şekilde, bu azığı elde eder, hisleriyle kendinin dışında olanları bilir. Kendini tanımak anahtarı ile de, Allah-u Teâla’yi tanımaya (c.c.) kavuşur.

Bu hisler onda olduğu ve faaliyet gösterdikleri müddetçe o kimseye “dünyadadır”, derler.

Hislere veda edip kendi (zatı) ve zatına ait sıfatları kalınca ona, “Ahirrette gitti” derler. O halde insanın dünyada bulunmasının sebebi budur.

Demek ki, insan dünyada iken iki şey lazımdır:

Biri kalbi öldürücü sebep lerden koruması ve gıdasını tedarik etmesi

Diğeri de, bedenini helak edici, öldürücü şeylerden koruması ve gıda sını elde etmesidir.

Kalbin gıdası, Allah-u Teala’yı (c.c.) tanımak ve sevmektir. Çünkü her şeyin gıdası tabii hususiyetine uygun olur. Daha önce, insanın kalbinin hususiyetinin bu olduğunu anlatmıştık. Helakinin sebebi, Allah’ü teâladan gayrı şeylerin sevgisine dalmaktır.

Bedeni kalp için korumak lazımdır. Yoksa beden fanidir, kalp bakidir. Hacıyı hacca götüren deve gibi, bedende kalbin binek hayvanıdır. Deve hacıya lazımdır, hacı deve’ye degil.

Eğer hacca giden bir deveyi yanında bulundurması icap ediyorsa, yemini, suyunu, örtüsünü Kâbeye varıncaya kadar tedarik etmesi lazımdır. Bundan sonra onun sıkıntısından kurtulur.

Fakat deveye bakmayı ihtiyaç miktarınca yapmak lazımdır. Yoksa bütün zamanını ona yem vermek, onu süslemek ve onu muhafaza etmekle geçirirse, kafileden geri kalır ve helak olur.

Bunun gibi, eğer insan bütün zamanını bedenin kuvvetlenmesine ve helak olma sebeplerini ondan uzaklaştırmaya verirse, kendi saadetinden mahrum kalır.

Devam edecek…

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-uTeala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu dünyada kaldığımız misafirliği zarfında dünyaya rağbet etmeyen Ahiret hayatı için çalışan Bedenine değil Kalbını islah etme yolları için çabalayan veli kullarının yüzü suyu hürmetine İSLAH eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Dünyayı tanımak- 2

29 Haziran 2008

dsc008461-fuadyusufoglu-barajnusaybin.jpg

Çağ-çağ barajı (Nusaybin)

Dünyada bedenin ihtiyacı üçtür:

Beslenmek için yemek, giyinmek, sıcak ve soğuktan korumak için bir evi olmak. Böylece helak olma sebeplerinden kurtulur. O halde, insanın dünyadan zaruri olarak alacağı bunlardan fazla değildir. Hatta dünyanın esasi da bunlardır.

Kalbin gıdası, beslenmesi ise MARİFETTİR. Ne kadar çok olursa, o kadar iyidir. Bedenin gıdası, YEMEKTİR. Haddınden fazla olursa helaka sebep olur.

Allahu Teala (c.c.) nın, şehveti insana vermesi, yemekte, meskende ve giyinmekte bedenin iktizasının meydana gelmesi içindir. Kendisinin binek hayvanı ancak bu şekilde helak olmaz. Bu şehvet öyle yaratılmıştır ki, kendine verilene razı olmaz, daha fazla ister.

Aklın yaratılması, onun hududunu aşmamasını te’min etmek içindir. Peygamberlerin diliyle (aleyhümesselam) göndrilen şeriatlar, onun (şehvetin –arzunun) hududunu ta’yin içindir. Fakat bu şehvet, yaratıldığı zaman kendisine verildi; çocukta da, onun (istek ve arzunun )bulunması lazımdır. Akıl ise sonradan yaratılmıştır.

Demek ki, şehvet (arzu ve istek) önceden yerini tutmuş, hakim olmuş, emre itaat etmek istemez olmuştur.

Akıl ve şeriat ondan sonra geldiler. Bütün varlığını kuvvet, elbise ve mesken kurmaya vermemesi ve bu sebeple kendini unutmaması, bu kuvvet ve elbisenin neye yaradığını, ne için olduğunu bilmesi ve hatta kendinin bu dünyada ne için bulunduğunu anlaması, ahiret için azık olan kalbın gıdasını unutturmaması için geldiler.

Bu ifadeden dünyanın hakıkatını, afetini ve maksadını öğrendin. Şimdi dünyanın dallarını ve kısımlarını bildirelim.

Dünyanın tefsiline dikkat edersen, üç şeyden ibaret olduğunu görürsün:

Biri bitki, maden ve hayvan gibi yeryüzünde görülen şeylerdir. Toprağın aslı, mesken kurmak ve ziraatla ondan faydalanmak içindir. Bakır, pirinç ve demir madenleri alet için, hayvanlar ise üzerlerine binmek ve yemek içindir.

Diğer ikisi de, insanın kalbini ve bedenini bunlarla meşgül eylemesidir. Ya kalbi, onu sevmek ve onu istemekle meşgül eder, veya bedenini onu düzeltmek, onun işlerini yapmakla meşgül eder.

Kalbi dünya sevgisi ile meşgül eylemek sebebiyle , kalbde helaka sebep olan hırs, bahillik, haset, düşmanlık ve bunun gibi sıfatlar meydana gelir. Bedeni dünya ile meşgül eylemekten, kalbe bir meşgüliyet doğar. Böylece aslını unutur ve tamamen dünyaya dalar.

Dünyanın aslı:

Yemek, elbise ve mesken olduğu gibi, insan için zaruri olan san’at üçtür: Ziraatçılık, dokumacılık ve marangozluk. Fakat bunların da kolları vardır. Bazıları ona hazırlık içindir. Pamuk döven ve iplik büken, dokumacının işini yapıyor. Bazısı da bunu tamamlar, terzi gibi ki, dokumacının işini tamamlıyor. Bunların hepsi için aletlere ihtiyac vardır.

Bunlar da odun, demir, deri ve bunun gibi şeylerdir. Böylece demircilik, marangozluk ve dericilik san’atları meydana geldi. Bunların hepsi meydana gelince birbirlerine yardım etmeğe muhtaç olurlar. Çünkü herkes, kendinin bütün işlerini yapamaz. Böylece terzi, dokumacının ve demircinin işini, demirci de, diğer ikisinin işini yapmak için bir araya geldiler.
Bu şekilde her biri ayrı iş yaptılar. Bu yüzden aralarında bazı şeyler meydana geldi. Birbirlerine duşman olmaya başladılar. Çünkü her biri kendi hakkına razı olamadı. Ve diğerinin hakkına geçmek istedi. Böylece san’atlardan üç çeşide daha ihtiyaç oldu.

Biri saltanat ve siyaset (idare), diğeri kadılık ve hakimlik, diğeri de inanlar arasında onunla kanun teşrii yapılan fıkıh sanatlarıdır. Her ne kadar bunların çoğunun el ile alakası yoksa da, her biri birer san’attır.

İşte bu sebeple, dünyanın meşgalesi çoğaldı ve karıştı. İnsanlar onun arasında kendilerini kayıbettiler ve başlangıcta bunların esasının üç şey olduğunu anlayamadılar. Bütün bunlar yemek, giymek ve masken içindir.

Bu üç şey de beden için lazımdır. Beden de kalb için lazımdır. Onu taşımaktır. Kalb de Allah-u Teala (c.c.) için ( O’nu bilmek için) lazımdır. O halde kendini ve Allah-u Teala(c.c.) yı unutanlar; kendini Kabe’yi ve seferi unutup bütün zamanını deveye bakmaya veren hac yolcusuna benzerler.

Demek ki, dünya ve hakıkatı bu anlattıklarımızdır. Her kim onda sefere hazırlanmaz, işini bitirmez, gözünü ahrete çevirmez ve dünya meşgalasini ihtiyacından fazla tutarsa, dünyayı tanımamış olur. Bunun sebebi cahilliktir.

Bahusus Peygamber efendimiz (a.s.v.) buyurdu:

-“Dünya Harut ve Marut’ten daha büyük büyücüdür. Ondan kaçınız.” Dünya böyle bir büyücü olunca, onun hilye ve aldatmalarını ve onun işlerini neye benzediğini insanlara açıklamak farz olur. Şimdi dünyanın neye benzediğini dinle.

Kimya-yı Saadet (İmami Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Dünyayı tam manasiyle bilen ve onun hilelerinden sakınan kullarından eylesin. AMİN…
Bu yazının devamını okumak istersen; 12-02-2007 tarihli Dünya Sevgisi Yazımdan okuyabilirsiniz.

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek

29 Haziran 2008

dsc019251-beyaz-su-fuadyusufoglu.jpg

Dikke (Navala sipi )

Kendi nefsini bilmek

Bil ki,

Allahu Teala’yı (c.c.) tanımanın anahtarı, kişinin kendini tanıyıp bilmesidir.

Bu yüzdendir ki,

Resulullah aleyhis selatu veselam şöyle buyurulmuştur:

-“Nefsini (kendi hakıkatini) bilip tanıyan. Rabını tanır.”

Bu mevzuda Cenab-i Hak şöyle buyurmuştur:

-“Pek yakında onlara dışlarında ve kendi nefislerinde ayetlerimizi (kudretimizin ve varlığımızın belgelerini) göstereceğiz.Ta ki (Peygamberin söylediğinin) hak olduğunu anlasınlar.”Fussilet :53

Hülasa sana senden yakın hiç bir şey yoktur. Kendini bilmezsen, başkasını nasıl bilirsin? Kendimi biliyorum, tanıyorum diyorsan yanılıyorsun. Zira böyle bilmek, hakkı tanımanın anahtarı olamaz.

Hayvanlar da kendilerinden bu kadar bilir. Sen kendinden başın, yüzün, elin, ayağın, etin ve deriden fazla bir şey bilmiyorsun. Batından ise, bildiğin acıktığın zaman yemen, kızdığın zaman bir kimseye saldırman, şehvetin galebe çaldığı zaman hanımına yaklaşmandan fazla bir şey değildir.

Bu hususlarda, bütün hayvanlar seninle aynıdır. O halde senin, hakıkatını araman lazımdır.
Sen nesin, nereden gelmişsin, nereye gideceksin, bu dünyaya ne yapmak için geldin, seni niçin yarattılar, saadettin nedir, nededir; Şakiliğin , ziyanın nedir, nededir?

Senin batınında toplanan sıfatların bir kısmı umum hayvanlara, bir kısmı yırtıcı hayvanlara, bir kısmı şeytanlara ve bir kısmı da meleklere mahsus sıfatlardır. Sen bunlardan hangısindensin? Cevherinin hakikati hangisidir? Hangileri ariyettir (tekrar alınmak üzere sana verilmiştir?) Bunu bilmezsen, saadetini arayamazsın. Çünkü her birinin gıdası ayrı, saadeti başkadır.

Hayvanın gıdası ve saadeti yemek, uyumak ve çiftleşmektir. Eğer hayvan isen, gece – gündüz mideni doldurman ve çiftleşme yollarını ara. Yırtıcı hayvanların gıdası ve saadeti yırtmak, parçalamak, öldürmek ve saldırmaktır.

Şeytanın gıdası ise kötülük, aldatmak ve hile yapmaktır. Eğer onlardan isen, kendi rahat ve iyiliğine kavuşman için, onların yaptıklarını sen de yap!.

Meleklerin gıdası ve saadeti Allah-u Teala (c.c.) nın cemalını müşahadedir. Hırs tasallut, hayvan ve yırtıcı hayvan sıfatları melekliğe çıkan yol değildir.

Eğer sen aslında melek cevheri isen, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımaya uğraş ve kendini o cemala, o cemalı müşahade edecek hale getir. Kendini şehvet ve gazab elinden kurtar ve bu hayvan ve canavar sıfatlarının sende niçin yaratıldığını anlamaya çalış.

Onlar, seni kendilerine esir etmek, kendi hizmetlerinde çalıştırmak , gece-gündüz bedava hizmet ettirmek için mi yaratılmışlardır? Yoksa , senin onları esir etmen, ilerde vaki olacak yolculukta onları kendi emrine alman, birinden binek hayvanı, diğerinden silah yapman için mi yaratıldılar?

Bu dünyada kaldığın birkaç gün içinde onlardan faydalan. Ancak böylece kendi saadet tohumunu elde edebilirsin. Saadet tohumunu elde ettikten sonra, onları ayaklarının altına al ve yüzünü saadetinin bulunduğu tarafa çevir. Orası havas (seçilmiş kullar) için Allah-u Teala(c.c.)nın zatı, avam için CENNET diye ta’bir olunur.

O halde bu manaların hepsini bilmen lazımdır. Böylece kendinden az bir şey bilmiş olursun. Bunları bilmeyenin dinden nasibi, suret ve görünüştür. Dinin hakikatinden, özünden haberi yoktur.

Kendini tanımak, bilmek istersen, iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin. Bir zahiri kalıb, buna BEDEN derler. Göz ile görülebilir.

Diğeri batın manasındadır. Ona NEFS derler, RUH derler, ve KALB derler. Bu ancak HAKIKAT GÖZÜ İLE BİLİNİR. Baş gözü ile görülmez.

Senin hakikatin, aslın, bu batın manasındadır. Ondan gayrisi ona tabidir. Onun askeri ve hizmetçisidir. Biz bu manaya KALB ismini vereceğiz. Kalb dediğimiz zaman biliniz ki, bazen RUH dedikleri, bazen NEFS dedikleri, insanın hakikatini demek istiyoruz. Kalb demekle, göğsün sol tarafına yerleştirilmiş olan et parçası (yani yüreği) kasdetmiyoruz. Onun bir kiymeti yoktur. Hayvanlarda da ölülerde de vardır. Baş gözü ile görülebilir. Baş gözü ile görülen her şey, bu alemden olup bunlara ALEM-İ ŞEHADET denir.

Devam Edecek….

Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Ğazali: (Kimya-yı Saadet)

Allah(c.c.) Bizleri ve sizleri Kendisini bilen Ve ona göre Davranan insanlardan eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek- 2

29 Haziran 2008

dsc063391-girnavas-selalesi-fuadyusufoglu.jpg

Girnavas (Cin tepesi) mevki-i

Kendi nefsini bilmek- 2

Kalbin hakıkatı bu alemden değildir. Bu aleme garip olarak gelmiştir. Yolcu gibi gelmiştir. Görünen et parçası (yürek ) onun taşıyıcısı ve aletidir. Bedenin tüm uzuvları, onun askeridir. Bütün bedenin PADİŞAHI Odur.

Hak teala (c.c.) yı tanımak, O’nun cemalıni müşahede etmak, onun sıfatıdır.Teklif ona olmaktadır. Hitab onadır.’İtab ve ‘ikab onadır. Asıl saadet ve şakaavet onun içindir. Beden, bütün bunlarda ona uymakadır. Onun hakikatini bilmek, sıfatlarını tanımak, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımanın, bilmenin anahtarıdır.

Onu bilmeye çok uğraş ki, o çok yüksek bir CEVHERDİR. Melekler cevherindendir. Onun asıl madeni, Allah-u Teala (c.c.) hazretleridir. Oradan gelmiştir, tekrar oraya dönecektir. Buraya gurbete gelmiştir. TİCARET VE TOHUMU EKMEK İÇİN GELMİŞTİR. O halde bu manadaki ticaret ve ziraati bilmelisin.

Varlığı bilinmeyince, kalbın hakikati anlaşılamaz. O halde hakikatinin ne olduğunu, sonra askerini, sonra bu asker ile olan bağlılığını, sonra sıfatlarını bilmek lazımdır. Sıfatları bilinirse, Allah-u Teala (c.c) nın bilinmesinin nasıl hasıl olduğu, kendi saadetine nasıl ulaştığı bilinir. Bunların her birine ayrı ayrı işaret edeceğiz.

Kalbin varlığı aşikardır. Zira, insanın kendi varlığında şüphesi yoktur. İnsanın varlığı bu kalıbı ile değildir. Bu kalıp, ölüde de vardır, fakat ruhunda yoktur.

Biz kalp demekle, ruhun hakikatini kast ediyoruz. Bu ruh olmazsa, beden temiz olamaz. Gözünü kapayıp kalıbını, gözleri, yerleri ve gözle görülebilen her şeyi unut sa da kendi varlığını zaruri olarak bilir. Her ne kadar kalıbından, yerden, gökten ve göklerde olanlardan haberi olmasa da, kendinden haberi olur.

Bu hususta dikkatli düşünen bir kimse, ahiretin hakikatinden bir şeyler anlar ve yine anlar ki, bu bedeni ondan alırlar; o ise bir yerde kalır, yok olmaz.

Ruhun hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Bunun için Allah’ın Resulü (a.s.v.) bunu açıklamadı. Nitekim, Allah’u Teala Peygamberimiz (a.s.v.) e buyurdu:

-“Ve, sana ruhdan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindedir” 17- isra: 85.

Bunun fazlasını söylemeye izin yoktur. Ruh, Allah’u tealaya ait şeylerdendir ve alem-i emirdendir. O alemden gelmiştir.

-“Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir onundur.” Buyruldu. 7- A’raf: 54

Alemi halk başkadır, Alemi emr başkadır. Ölçülebilen, sayılabilen ve boyutları olan her şey’e ALEM-İ HALK denir. Halk kelimesinin lügatta asıl manası ölçkmektir. Halbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz.

Bunun içindir ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi bilmemek diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem alim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkansızdır! Bölünme ve ölçü kendisine yanaşmadığı halde, bu ruh, mahluktur. Yaratıktır.

Takdir yaratmak manasına geldiği gibi halk kelimesi de yaratmak manasına gelir. O halde bu manada yaratıktır. Diğer manada ise, alemi emirdendir. Çünkü alem-i Emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez.

Devam Edecek…

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri bizleri ve sizleri Sağlam bir ittikatla Ahsen-i Akibet üzere sabit eylesin. Bu dünyadan Kelime-i Tevhid üzere ahirete intikal etmeği KENDİ RAHMETİYLE İHSAN eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek- 3

29 Haziran 2008

dsc00030-cag-cag-baraji-fuadyusufoglu.JPG

Kasyane (Navale sipi)

Kendi nefsini bilmek- 3

O halde,

Ruha kadim (ezeli) diyenler yanılıyor. A’raz (sıfat) diyenler de yanılıyor. Çünkü A’RAZIN KIYAMI KENDİ İLE DEĞİL,TABİ OLMA ŞEKLİNDEDİR.

Ruh ise, insanın aslıdır. Bütün kalıp ona uymaktadır. Nasıl a’raz olabilir? Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor. Zira cisim de, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki, ona da ruh (can) derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir.

Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek yeridir. Hayvanlarda bu yoktur. Bu ne cisim ne a’razdır. Belki melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye, uzun anlatmaya da izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur.

Başlangıçta tutulacak din yolu mücahededir. Bir kimse şartlarına uyarak mücahede yaparsa, bu marifet kendiliğinden hasıl olur. Kimseden dinlemesine lüzüm kalmaz. Bu marifet Allah-u Teala (c.c.)nın buyurduğu şu hidayet cümlesindendir:

-“Rızamızı isteyip, zahir ve batın düşmanlarla cihad edenlere cennetlerimize kavuşma yollarını hidayet ederiz.” 29-Ankebut:69

Mücahedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücahededen önce kalbin askerini bilmek lazımdır. Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez.

Beden kalbın ülkesidir. Bu ülkede kalbin çeşit çeşit askerleri vardır. Ayeti Kerimede,

-“Senin Rabbının askerlerni, Ondan başkası bilmez” 74-Müddessir:31. buyuruldu.

Kalb ahiret için yaratılmıştır. Onun işi saadeti aramaktır. Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek ise, Allah-u Teala (c.c.) nın yarattıklarını bilmekle ele geçer. Bu da bütün alemdir. Alemdeki acayip şeyleri tanımak, ona hisler (duygular) yoluyla gelir. Bu hisler ise, beden ile varlıkta durmaktadır.

O HALDE, MARİFET (tanımak) ONUN AVIDIR. Hisler de onun tuzağıdır. Beden binek hayvanıdır. Ve onun tuzağının taşıyıcısıdır.

Bunun için, onun bedene ihtiyacı vardır. Beden sudan, topraktan, sıcaklıktan ve rutübetten mürekkebtir. Bu yüzden zaif ve muhtaçtır. Helak olmasından korkulur.

İçerden, acıkma ve susama; dışarıden, ateş, su düşmanlar ile canavarların ve başka şeylerin kendini öldürmek istemeleri sebebiyle korkudadır. Açlık ve susama sebebiyle yemek ve içmek ister. Bunun için iki askere muhtaçtır. Biri zahirde, el ayak, ağız, diş mide gibi.

Diğeri batında, yemek ve içmek isteği gibi. DIŞARDEKİ DÜŞMANLARDAN KORUNMASI İÇİN İKİ ASKERE MUHTAÇTIR. Biri zahirde, el ayak silah gibi. Diğeri batında, hışım ve gazab gibi.

Görmediği gıdayı istemesi ve görmediği düşmanı defetmesi mümkün olmadığına göre, idrak etmeye, anlamaya ihtiyacı vardır. Bir kısmı zahirdedir. Beş duyu organı olan göz, burun, kulak, dil ve el gibi. Bir kısmı da batındadır.

Onlar da beştir.Ve yeri dimağdır:

Hayal kuvveti,
Düşünme kuvveti,
Ezberleme kuvveti,
Hatırlama kuvveti ve vehim kuvvetidir.

Bu kuvvetlerden her birinin HUSUSİ işleri vardır. Bir tanesine zarar
gelirse insanın işi, dünyada da ahrette de aksar.

Bu dışteki ve içteki askerler, KALBİN EMRİNDEDİRLER. Kalb ise hepsinin AMİRİ VE PADİŞAHIDIR.

Dile emir verince hemen konuşur.
Ele emredince tutar.
Ayağa emredince yürür.
Göze emredince bakar.
Düşünce kuvvetine emr verince, düşünür.
Hepsini onun isteğine ve emrine vermişlerdir. Böylece bedeni muhafeze ederler.

Bu, azığını alıncaya, avını elde edinceye, ahiret ticaretini bitirinceye ve kendi saadet tohumunu ekinceye kadar devam eder. Bu askerlerin Kalbe itaat etmesi, meleklerin Allah-uTaala (c.c.) ya itaat etmesine benzer ki, hiçbir emrine muhalefet edemezler. Hatta yaratılış icabi olarak ve isteyerek, emir olunanı

Kalbin askerlerini uzun uzun anlatmak çok sürer. Maksadı bir misal ile sana bildireyim: Beden bir şehre benzer.

Devam edecek…..

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah(c.c.) bizleri ve sizleri Kalb’ını islaha çalışan, çaba sarf eden ve Allah (c.c.) yolunda ömrünü harcayan kullarından eylesin.Amin….

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek- 4

29 Haziran 2008

dsc041491kasyan-fuadyusufoglu.jpg

Kasyan (Navale sipi)

Kendi nefsini bilmek- 4

Kalbin askerlerini uzun uzun anlatmak çok sürer. Maksadı bir misal ile sana bildireyim:

Beden bir şehre benzer.

El, ayak ve azalar şehrin san’at erbabı gibidir.

Şehvet, Maliye müdürü gibidir.

Gazab, şehrin emniyet amiri gibidir.

Kalb, bu şehrin padişahıdır.

Akıl ise, Padişahın veziridir.

Padişahın bunların hepsine ihtiyacı vardır. Memleketin idaresi ancak bunlarla yürür.

Fakat Maliye müdürü olan şehvet, yalancıdır, sebepsiz yere başkalarının işine karışır ve saçma sapan konuşur. Vezir olan aklın söylediklerine muhalefet eder. Şehvet daima memlekette olan bütün malları toplamak, almak ister.

Emniyet müdürü mesabesinde olan gazap, şerir, şiddetli, azgın ve serttir. Herkesi öldürmek, her şey’i kırmak, dökmek ister.

Bunun gibi, şehrin padişahı daima veziri ile meşveret ederse, yalancı ve tama’kar Maliye müdürünü hırpalarsa, onun vezire uymayan sözlerini dinlemez, emniyet müdürünü onun peşine takıp sebepsiz ve lüzümsüz iş görmekten onu meneder, emniyet müdürünü, yapmak istediği haksızlıklardan dolayı döver ve incitirse, memlekette asayiş ve nizam olur.

Bunun gibi, kalb padişahı, veziri olan aklın işareti ile iş yaparsa, şehvet ve gaabı zabt-u rabt altına alıp akla uymalarını emrederse, aklı onlara tabi eylemezse, beden memleketinin işlerini düzgün olur.

Saadet yolu ve Allah-u Teala (c.c.) ya kavuşma yolu kapanmamış olur. Eğer aklı, şehvet ve gazaba esir ederse memleket harap olur. Padişah, bedbaht olup HELAK OLUR.

Bundan önceki anlattıklarımızdan, şehvet ve gazabın, yemek – içmek ve bedeni korumak için yaratıldığı anlaşıldı. Demek ki, her ikisi de bedene hizmet ediyorlar.

Yemek ve içmek, bedenin yemidir, gıdasıdır. Beden duygulara hamal olarak yaratılmıştır. O halde beden, hislere (duygulara) hizmet ediyor. Duygular ise, aklın haber toplaması için birer casus olarak yaratılmıştır. Böylece onun tuzağı olurlar. Onların vasıtasıyla, Allah-u Teala(c.c.) nın sun’undaki hayranlık verici şeyleri bilir.

Demek ki;

Duygular, akla hizmet ediyorlar. Akıl ise KALB İÇİN YARATILMIŞ olup onun mumu ve kandili olmak, ona ışık tutmak içindir. Bunun nuru ile Allah-u Teala (c.c.) yı görür. Kalbin cenneti budur.

Şu halde, akıl da kalbın hizmetçisi oldu. Kalb ise, Allah-u Teala (c.c.) nın CEMALINA bakmak için yaratmışlardır. O bununla meşgül olunca köle ve hizmetçiler de o huzurda bulunmuş olur. Allah-u Teala (c.c.) bunun için buyuruyor:

-“Cinleri ve insanları, yalnız bana ibadet etmeleri ve beni tanımaları için yarattım.” Zariyat -56

Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Akla hizmet eden duygularımızla haraket etmeyi, Kalb için yaratılmış olan aklımızla haraket etmeyi Taki; O’nun (c.c.) cemalını müşahada etmeyi İHSAN eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu