‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

Tevbe-i Nasuh- 2

05 Temmuz 2008

dsc00303-fuadyusufoglu-navala-ras.JPG

Navale Reş (Nusaybin)

Rivayet edilir ki;

Musa (Aleyhisselam) ın zamanında bir adam tevbesinde durmaz. Her ne zaman tevbe ederse tevbesini bozardı.

Tam yirmi sene bu hal üzere yaşadı. Bir gün Allah-Teala (c.c.) Musa (aleyhisselam) a vahiy ederek şöyle buyurdu:

-“Ey Musa, benim felan kuluma öfkelendiğimi ona söyle.”

Bunun üzerine Musa (aleyhisselam), tam yirmi sene o adama Allah (c.c.) ın emrini tebliğ etti. Bir gün adam Musa (aleyhisselam) ın nasihatından müteessir olarak dağa çıktı.

Ve Allah (c.c.) a şöyle niyazda bulundu:

-Ey Allah’ım. Rahmetin mi bitti, yoksa benim günahlarım sana zarar mı verdi? Affının hazineleri mi, bitti, yoksa affını kullarından esirgeyip cimri mi oldun. Senin affından büyük hangi GÜNAH vardır?

-“Kerem senin kadim sıfatındandır. Kremsizlik ise benim hadis olan sıfatlarımdandır. Benim bu hadis sıfatım, senin kadim sıfatına galebe çalabilir mi hiç?”

-“Kullarını rahmetinden mahrum bıraktığın vakit onlar kimden rahmet ümit etsinler? Onları kapından kovarsan, kime muracaat etsinler?”

-“Ey Allah’ım eğer senin rahmetin tükenip, benim de muhakkak azap görmem gerekiyorsa, kullarının bütün azabını bana yükle. Çünkü ben onlara kendimi feda ettim.”

Bunun üzerine Allah (c.c.) Musa Aleyhisselam’a şöyle buyurdu:

-“Ey Musa ona git ve şunu ona söyle:

-”Kudretimin, affımın ve rahmetimin kemaliyle beni bildikten sonra ben onun günahlarını bağışladım. Onlar yeryüzü dolusu olsa da.”

Devam edecek….

Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala (c.c.) bizleri ve sizleri Tevbesinde sadık olan ve tevbe-i Nasuh la tevbe eden kullarından eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Tevbe-i Nasuh- 3

05 Temmuz 2008

dsc00305-fuadyusufoglu-navala-ras.JPG

Nevale Reş (Nusaybin)

Ebülleys (r.a.) rivayet eder, der ki;

-“Hazreti Ömer (radiyallah-u anhu) ağlayarak Resulullah(a.s.v.) ın yanına girdi.

Resulullah (a.s.v.) kendilerine sordu:

-“Ey Ömer seni ağlatan nedir?”

Hz. Ömer (r.a.) :

-“Ey Allah (c.c.) ın Resullü, kapıda bir genç var ağliyor, onun ağlaması benim kalbimi yaktı onun için ağliyorum.”Dedi.

Resulullah (a.s.v.):

-“Onu içeri alın Ey Ömer.” Buyurdu.

Genç içeri girdi, fakat halen ağliyordu.

Bunun üzerine Resulullah (a.s.v.) sordu:

-“Neye ağliyorsun ey genç?”

Genç :

-“Ey Allah (c.c.) ın Resulü, beni günahlarımın çokluğu ağlatiyor. Çünkü ben Cebbar olan Allah (c.c.) ın bana vereceği azabdan korkuyorum.”

Resulullah (a.s.v.) buyurdu:

-“Allah (c.c.) a bir şey ortak- eş- mi koştun?”

Genç :

-“Hayır.” dedi.

Resulullah (a.s.v.):

-“Haksız yere birini mi öldürdün?”

Genç:

-“Hayır.” dedi.

Resulullah (a.s.v.) buyurdular:

-“Senin günahın, yedi kat gök ve yedi kat yer ve dağlar kadar büyük olsa bile Allah (c.c.) afveder.”

Genç:

-“Ey Allah (c.c.) ın Resulü, benim günahım bunlardan daha büyüktür.”

Resulullah (a.s.v.) buyurdular:

-“Günahın mı büyüktür. Yoksa kürsi mi?”

Genç:

-“Benim günahım daha büyüktür.” Dedi.

Resulullah (a.s.v.) buyurdular:

-“Günahın mı daha büyüktür yoksa arş mı?”

Genç:

-“Benim günahım daha büyüktür, Ey Allah (c.c.) ın elçisi.” Dedi.

Resulullah (a.s.v.):

-“Senin günahınmı daha büyüktür, yoksan Allah (c.c.) ın afvımı?”

Genç:

-“Allah (c.c.) ın afvı daha büyüktür.” Dedi.

Resulullah (a.s.v.) buyurdular:

-“Büyük olan günahı ancak büyük olan Allah (c.c.) afv eder.”

Sonra Resulullah (a.s.v.) gence:

-“Günahını bana söyle” diye emir buyurdu:

Genç:

-“Senden utanıyorum Ya Resulullah (a.s.v.)” dedi.

Resulullah (a.s.v.) buyurdu:

-“Utanma, söyle günahın nedir?

Genç:

Günahını şöyle anlattı:

-“Ben Yedi seneden beri kabirlerde kefen soyuyordum. Bir gün Ensardan bir kız vefat etmişti. Onun kabrini de soydum, kefenini aldım, yürüdüm, epeyce gitmiştim ki,

Devam edecek…..

Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala (c.c.) hazretleri bizleri ve sizleri Tevb-i Nasuh ile tevbe eden kulların yüzü suyu hürmetine Günahlarımızı afv eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Tevbe-i nasuh- 4

05 Temmuz 2008

dsc00305-fuadyusufoglu-navala-ras.JPG

Nevale reş (Nusaybin)

Genç günahını şöyle anlattı:

-“Ben yedi seneden beri kabirlerde kefen soyuyordum. Bir gün Ensardan bir kız vefat etmişti. Onun kabrini de soydum, kefenini aldım yürüdüm, epeyce gitmiştim ki, şeytan (aleyhilla’net) bana vesvesesiyle galabe çaldı.

Bunun üzerine geri döndüm, kefenini aldığım kızın ırzına geçtim Sonra kızdan ayrılıp epeyce gitmiştim ki, bir de baktım kız ayağa kalkmış bana şöyle haykırıyordu:

-“Ey Genç, yazıklar olsun sana. Her zalimden, nazlumun hakkını alacak olan Hakim-i mutlak olan Allah (c.c.) tan utanmıyormusun? Beni ölüler diyarında çıplak bıraktın. Allah (azze ve celle) nın huzurunda cünüp olarak durdurdun.”

Hazreti Ömer (r.a.) dedi ki:

-“Bunun üzerine Resulullah (salallahu aleyhi vessellem) yerinden sıçrayıp gencin kafasından iterek şöyle buyuruyordu:

-“Ey Fasık, senin yerin ateştir. Çık yanımdan çık.”

Bunun üzerine genç Resulullah (a.s.v.)ın yanından çıktı. Tam kırk gün tevbe ederek Cenab-ı hakka yalvardı.

Kırk gün tamamlandıktan sonra başını göğe kaldırıp, Allah (c.c.) a şöyle niyazda bulundu:

-“Ey Muhammed (a.s.v.) ın, Adem (a.s.)in, İbrahim (a.s.) ın Allah’ı: eğer benim tevbemi kabul buyurup beni bağışladınsa, bunu Muhammed (a.s.v.) e ve ashabına bildir. Hayır eğer tevbemi kabul buyurmadınsa, gökten bir ateş gönderip beni o ateşle yak. Ve beni ahiret azabından böylece kurtar.”

Hz. Ömer (r.a.) şöyle devam eder:

-“Bunun üzerine Peygamber (Sallallahu aleyhi vesellem) e Cebrail (a.s.) inerek şöyle dedi:

-“Ey Muhammed (s.a.v.) Rabinin sana selamı vardır. Rabbin sana şöyle diyor: ”Mahlukâtı sen mi yarattın?”

Resulullah (a.s.v.) bana şöyle mukabelede bulunuyor:

-“Şüphe yoktur ki; beni ve bütün mahlukâtı yaratan Allah (c.c.) tır. Bana ve onlara rızık veren de O’dur.

Cebrail (a.s.) dedi:

-“Allah-u Teala (c.c.) sana “ BEN O GENCİ AFETTİM” buyuruyor”

Bunun üzerine Resulullah (Aleyhisselatu ve selam) genci çağırıp Allah (c.c.) ın onu afettiğini kendisine müjdeledi.

Devam edecek…

Mükaşafet-ül Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) Bizleri ve silzeri Günahlarına Tevbe-i Nasuh’la tevbe eden kullarından eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Tevbe-i nasuh- 5

05 Temmuz 2008

dsc00316-fuadyusufoglu-navala-sipi.JPG

Nevala Reş (Nusaybin)

Tevbe-i Nasuh:
Kulun içden, dıştan pışman olarak ve bir daha o günahı işlememeğe azmetmek suretiyle yapılan tevbedir. Allah (c.c.) ın kabul buyurduğu tevbede işte böyle olanıdır. Zahiren tevbe edip, içten pişman olmayanın hali şuna benzer:

Bir mezbele ki üzerine ATLAS örtülmüş, insanlar ona baktıklarında imrenirler. Fakat örtü mezbelenin üzerinden kaldırıldığında insanlar ondan tiksinirler ve yüz çevirirler, işte ihlassız, dıştan ibadet edenlerin halı de böyledir. İnsanlar onlara gıpta ederek bakarlar, fakat kıyamet günü perdeler kaldırıldığında melekler ondan kaçarlar.

Bunun içindir ki Resulullah (aleyhisselatu vesellem) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:

-“Şüphesiz, Allah (c.c.) sizin şeklinize, kiyafetinize bakmaz. Belki Allah (c.c.) sizin kalblerinize bakar.”

İbni Abbas (r.a.) ın şöyle dediği rivayet edilir:

-“Nice tevbe eden vardır ki, kiyamet günü tevbe ettiğini sanarak gelir, halbuki tevbe etmiş değildir. Çünkü o, pişmanlık, günahı tekrar işlememeğe azm etmek, hakkını yediği kimselere imkan dahilinde haklarını iade etmek, mümkün değilse HELALLAŞMAK, bu da mümkün değilse onun için dua yapmak suretiyle tevbe kapılarını kuvvetlendirmektir.

Günahları unutmak, musibetlerin en kötüsü ve çirkinidir. Akıllı olan kimse kendini daima hesabe çeker; Günahlarını unutmaz:

Nitekim denir ki:

-“Ey günahkar, suçları sayılan günahını unutma, geçmiş günahını hatırla, ölümden önce Allah (c.c.) a tevbe et, ey asi, itiraf ederek günahını afettir.

Devam edecek….

Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri; tevbe-i Nasuh eden ve tevbesine sadık olan kullarından eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Merhamet

05 Temmuz 2008

dsc00367-fuadyusufoglu-girnavas.JPG

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Resulullah (a.s.v.) buyurdular ki;

-“Cennete ancak merhametli olan girer.”

Eshab (r.a.) dediler:

-“Ey Allah (c.c.) ın elçisi, Biz hepimiz merhametliyiz.”

Resulullah (a.s.v.) buyurdu:

-“Merhametli olan, yalnız kendisine merhamet eden değil, kendisine ve başkasına merhamet edendir.”

İnsanın kendisine merhametli olması, günahları terk etmek, Allah (c.c.) a itaatla bulunmak ibadette ihlas sahibi olmak suretiyle Allah (c.c.) ın azabından kendisini korumasıdır. Başkasına merhametli olması ise, müslümana eziyet etmeye çalışmaması demektir.

Nitekim Peygamber (a.s.v.) buyurmuşlardır ki;

-“Müslüman o kimsedir ki, İnsanlar onun elinden ve dilinden kurtulurlar, zarar görmezler.”

Merhametli olan, hayvanlara da merhamet eder, onlara güçlerinin yetmediğini yüklemez.

Resulullah (a.s.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir:

-“Bir gün adamın biri yolda yürüyordu. Şiddetli susadı. Orada bir kuyu buldu. Kuyuya inip su içti ve susuzluğunu giderdi. Sonra kuyudan çıkınca, susuzluktan dilini çıkaran bir köpek gördü. Adam kendi kendine şöyle dedi:

-‘Bu köpek de benim gibi susuzluğa uğramış.’

Tekrar kuyuya inip ayakabısına su doldurdu. Sonra ağzı ile ayakabiyi yukariye çıkardı ve köpeği suladı.”

Adamın bu haraketi, Allah-u Teala (c.c.) nın hoşuna giderek o adamın günahlarını afv etti.

Eshab (Ridvanıllahı aleyhi ecmain) dediler:

-“Ey Allah (c.c.) ın Resulu. Hayvanlara yaptığımız iyilikler karşısında, bizim için sevab varmıdır?”

Resulullah (a.s.v.) buyurdu:

-“Her canlıya karşı yapılan hizmet karşılığında sevab vardır.”

Malik bin Enes (r.a.) der ki: Resulullah (a.s.v.) şöyle buyurmuşlardır:

-“Müslümanların senin üzerinde dört hakkı vardır:

1-İyilik yapanlara yardımda bulunman
2-Günahkarlar için Allah (c.c.) tan bağışlamalarını istemen
3-Hasta olanları ziyaret etmen
4-Günahlarından tevbe edenleri sevmen.

Musa (a.s.), Allah (c.c.) a şöyle niyazda bulundu:

-“Allah’ım beni ne sebeple temiz kul olarak kabul buyurdun?”

Allah(c.c.) buyurdu:

-“Yarattıklarıma, merhametli davrandığın için.”

Rivayet edilir ki;

Bir gün, İsrail oğullarından bir abid, bir kum yığınına uğrar. O zamanda İsrail oğulları içinde büyük bir açlık hüküm sürüyordu. Abid, kendi kendine şöyle der:

-“Eğer bu kum yığını un olsaydı, bununla İsrail oğullarını doyururdum.”

Bunun üzerine, Allah (c.c.) Musa (a.s.) vahy eder:

-“Ey Musa, O kuluma söyle; Şüphesiz, Cenabi hak bu kum tepesi un yapıp onunla insanları doyurmuş olsaydı, nasıl sevap verecek idiyse, aynı sevabı sana vermiştir.”

İşte bunun içindir ki, Resulullah(a.s.v.) buyurdu:

-“Mü’minin niyeti, işinden hayırlıdır.”

Kalbleri Keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Bütün canlilara merhamet eden kullar ın yüzü hürmetine Afv eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc00368-fuadyusufoglu-girnavas.JPG

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

İnsanlara hâkim olmak büyük bir iştir.

Adâletle, doğrulukta olursa yeryüzünde Hak Teâlâ (c.c.) nın halifesi olur.

Adâlet ve şefkatten uzak olunca da şeytanın halifesi olur.

Çünkü;

Vali’nin (devlet reisinin) zulmünden daha büyük fesat sebebi yoktur. İnsanlara hâkim olmak, onları idare etmenin aslı ilim ve ameldir. Hükümdârlık ilmi uzundur.

Kısaca bilmesi lâzım gelenler şunlardır:

Hükümdâr;

Bu dünyaya ne için geldiğini bilmeli, ebedî yerini de bilmelidir. Dünya onun için bir konak yeridir; daima kalacağı bir yer değildir. İlk konağı ana rahmi, son durağı mezar olan bir yolcudur.

Ömründen geçen her yıl, her ay ve her gün, hakiki istirahat yerine kendisini yaklaştıran bir merhaledir. Herkes bu köprüden geçecektir. Hayat köprüsünü kurmakla zaman geçirip, gidilmesi icap eden yeri unutan akılsızdır.

Akıllı o kimsedir ki;

Geçici olan bu dünyada yol azığından başka bir şey’le uğraşmaz, dünyadan ihtiyacı ve zarureti kadarına kanaat getirir. Bundan fazlası öldürücü zehirdir. Öleceği zaman bütün hazinelerin toprak altında olmasını ister.

O hâlde dünya malı ne kadar çok toplanırsa, derdi ve ayrılık elemi o kadar çok olur. Kendi nasibi ise, kendine yetecek olandan fazla değildir. Diğerleri ise öbür dünya için günah ve vebâl olur.

Ölüm zamanında can vermesi de o kadar zor olur. Bu, kazandıkları helâlden olduğu zamandır. Eğer haramdan mal ve para toplamışsa, bunun azâb ve cezası çok şiddeti olur.

Allah-u Teala (c.c.) nın indinde âdil bir padişah olmaktan büyük ibâdet ve tâat yoktur.

Resulallah (s.a.v.) buyurdu ki:

“-Adil bir sultanın bir günlük adâleti, altmış senelik ibadetten üstündür.”

Kiyamet gününde arş-ı ilahının gölgesinde bulunacak yedi sınıf kimseden birincisi, ADİL SULTANLARDIR.

Resulullah (a.s.v.) buyurdu:

“-Adil Sultan için her gün altmış müctehid-i sıddıkının ameli göğe çıkarılır.”

Dediğimiz adâlet on kaideyi gözetmekle elde edilir:

BİRİNCİ KAAİDE:

Bir işle karşılaştığı zaman kendini me’mur, başkasını âmir kabûl etmelidir. Kendisi için razı olmamalıdır. Eğer razı olursa hâkim olmakta hıyanet ve zulüm etmiş olur.

İKİNCİ KAAİDE: İşi olanların huzuruna gelmeyi gözetmelerini hor tutmamalı ve bunun tehlikesinden sakınmalıdır.

Devam edecek……….

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala (c.c.) hazretleri Bizlere idare eden: Adaletle hüküm eden Adil hükümdarlari Başımıza hükümlü kılsın. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

dsc00371-fuad-yusufoglu-girnavas.JPG

Girnavas Mevki-i (NUSAYBİN)

İKİNCİ KAAİDE:

İşi olanların huzuruna gelmeyi gözetmelerini hor tutmamalı ve bunun tehlikesinden sakınmalıdır. Kendisinin göreceği bir müslümanın işi olduğu müddetçe, nâfile ibadetlerle uğraşmamalıdır. Zira Müslümanların işlerini görmek, bütün nafile ibâdetlerden üstündür.

Bir gün Ömer İbn Ablulâziz (Rahmetullahi Aleyh) ikindiye kadar insanların işlerini gördü. Yoruldu ve dermansız kaldı. Evine gidip bir saat dinlenmek istedi.

Oğlu:

-”Şu saatte ölmeyeceğinden emin misin? Bir kimsenin seninle bir işi olur ve sen bunda nasıl eksiklik yapabilirsin?” Deyince.

-”Doğru söylüyorsun” buyurup kalktı ve dışarı çıktı.

ÜÇÜNCÜ KAAİDE:

Şehvetleriyle, istekleriyle uğraşmayı kendine âdet etmemelidir. Güzel, süslü elbiseler giymek, tatlı leziz yemekler yemek gibi. Belki her şey’de kanaati gözetmelidir. Zira kanaatsiz adâlet olamaz.

Ömer İbn Hattab (r.a.) Selmân-ı Fârisi (r.a.) ye;

-”Benim hallerimden beğenmediğin bir şey duydun mu?” Diye sorunca

Selman-i Farisi (radiyallah-u anh);

-”Duydum ki sofranda iki kap yemek oluyor ve iki gömlek bulunduruyormuşsun, birini gündüz, birini gece giyiyormuşsun.” dedi.

Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh);

-”Daha başka bir şey duydun mu?” Deyince;

Selman-i Farisi (radiyallah-u anh);

-“Hayır” diye cevap verdi.

DÖRDÜNCÜ KAAİDE:

Elinden geldiği müddetçe bütün işlerinin esası, sertlik değil, rıfk ve yumuşaklık olmalıdır.

Resulullah (s.a.v.) buyurdu:

-“Emrimdekilere rıfk ile muamele eden padişaha, kıyâmette rıfk ile muamele ederler.”

Hişam İbn Abdülmelik halife idi. Büyük alimlerden olan Ebu Hâzım’dan

-“Bu işte kurtuluş tedbiri nedir?”diye sordu.

-“Aldığın her gümüşü ve parayı helâlden alasın ve yerine sarfedesin.” dedi.

Ve yine dedi ki:

-“Cehenneme dayanamayan, Cenneti daha çok sever.”

BEŞİNCİ KAAİDE:

Bütün halkını memnun ve razı etmeye uğraşmalıdır. Ve bunu şeriata uygun yapmalıdır.

Resulullah (a.s.v.):

-“Padişahların en iyisi sizi seven ve sizin kendisini sevdiğinizdir. En fenası da size düşman olup la’net eden ve sizin de ona düşman olup lanet ettiğinizdir.” Buyurdu.

Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-ii Ğazali)

Allah-u Teala (c.c.) Hazretleri Bizlerin başına Adaletle hüküm eden Adil Hükümdarlar Nasib eylesin…AMİN…..

Fuad Yusufoğlu

dsc00382-fuadyusufoglu-nusaybin-girnavas-mevki-i.JPG

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

BEŞİNCİ KAAİDE:

Bütün halkını memnun ve razı etmeye uğraşmalıdır. Ve bunu şeriata uygun yapmalıdır.

Resulullah (a.s.v.):

-“Padişahların en iyisi sizi seven ve sizin kendisini sevdiğinizdir. En fenası da size düşman olup la’net eden ve sizin de ona düşman olup lanet ettiğinizdir.”Buyurdu.

ALTINCI KAAİDE:

Hiç kimsenin şeriata uymayan rızasını aramamalıdır. Çünkü şeriatın kabûl etmediği bir şey ile bir kimsenin kendisinden râzı olmamasından kendisine zarar yoktur.

Ömer bin Hattâb (radiyallahu anhu) buyurur:

-“Her sabah kalktığım zaman insanların yarısı benden razı olmazlar.” buyurur. Elbette kendisinden hak alınanlar hoşnud olmazlar. O hâlde herkes hoşnud ve memnun edilemez. Câhil o kimseye denir ki, Hak Teâlâ’nın rızasını, insanların rızası için bırakır.”

Hazret-i Muâviye, Hazret-i Âişe (radiyallahu anha) ye mektup yazıp, nasihat istedi.

Hazret-i Âişe (radiyallahu anha) şöyle yazdı:

-“Resûlallah (Aleyhissatâtü vesselâm) den duydum ki:

-“İnsanların rızasını değil Allahû Tealâ’nın rızasını arayandan, Allah razı olur. İnsanları da ondan razı eder. İnsanların rızasını arayandan, Allahû Tealâ razı olmaz ve insanları da ondan razı etmez.”

YEDİNCİ KAAİDE:

Başkanlığın çok zor olduğunu bilmelidir. Allahın kullarının işlerini iyi yapmak büyük bir iştir. Bunu yerine getirmeye uğraşan ve muvaffak olan en büyük saâdete kavuşmuştur. Bunun hakkını vermezse, kimsenin düşmediği felâkete duçâr olmuştur.

Resulallâh (Sallâllahû Aleyhi ve Selem) buyurdu ki:

-“İki kimse arasında hükmedip zulmederse, Allah’ın lâneti zalime olsun.

Yine (a.s.v.) buyurdu:

-“Üç kimse vardır ki, yarın kıyamet günü Allahü Teâlâ onlara bakmaz:

Yalan söyleyen sultan,

Zina eden yaşlı

Ve kibirli fakir..”

Yine (a.s.v.) buyurdu:

-“Kıyamet günü ümmetimden iki sınıf şefaate kavuşmaz: biri zâlim sultan, diğeri dinde taşkınlık yapıp hududu aşan bid’at sahibi.”

Ömer bin Hattâb (Radıyallahu Anh) bir cenazenin namazını kıldırmak istedi.

Bir başkası ileri geçti ve namazı kıldırdı. Mevtayı mezara koyunca elini kabrinin üzerine koydu ve

-“Ya Rabbi! Eğer ona azâb edersen, sana âsi olduğu içindir. Şayet rahmet edersen, senin rahmetine muhtaçtır. Ey mevta, ne mutlu sana ki, ne helife idin, ne tanınmış bir kimse idin, ne bir kâtip idin, ne yardımcı idin, ne de maliye memuru idin.” dedi,

Ortadan kayboldu.

Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) onu aramalarını buyurdu. Bulamadılar. Hızır Aleyhisselâm idi dediler.

Resûlallah (Sallâllahu Aleyhi ve Selem ) buyurdu:

-“Kıyamet günü sultanları toplarlar ve: siz benim koyunlarımın çobanı idiniz. Yeryüzünün vilâyet ve memleket (valilik ve sultanlık) hazinesinin sahibi idiniz. Niçin benim emrettiğimden daha çok had vurdunuz ve ceza verdiniz?”

Derler ki:

-“Ya Rabbi! Senin emrini tutmadıkları için kızmıştık.”

-“Pekiyi, sizin kızmanız, benimkinden fazla mıdır? buyurur.”

Bir başkasını getirirler.

Ona;

-“Niye had cezasını az vurdun?”

-“Ona acıdım Ya Rabbi.” der.

-“Senin acıman, benim acımamdan çok mudur?” buyurur.

Her ikisini de yani fazla vuranı da, az vuranı da tutarlar ve Cehennemin bir köşesini onlarla doldururlar.

Hazret-i Ömer ( Radıyallâhu anh) kendi bekçisinin yerine gece dolaşırdı, Maksadı nerede bir eksiklik görse, onu tamamlamak idi.

HazretiÖmer (Radiyallah-u Anhu) Buyurdu ki:

-“Fırat nehrinin kenarında bir uyuz koyunu öldürürlerse, hesap günü olan kıyamet gününde onu benden soracaklarından korkarım.”

Halbukki onun öyle bir adâleti ve ihtiyatı vardı ki, hiç kimse o dereceye ulaşamaz.

SEKİZİNCİ KAAİDE:

Daima dinini seven ve kayıran âlimleri görmeye susamalı, nâsihatlerinl dinlemeyi candan istemeli ve dünyayı seven ve isteyen alimlerden kaçmalıdır.

Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala (c.c.) hazretleri bizleri ve sizleri ameli Salih işleyen ve kendisine itaat eden kullarından eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

dsc00133-beyaz-su-basi-fuadyusufoglu.JPG

Subaşı (Ava sipi) Nusaybin

SEKİZİNCİ KAAİDE:

Şakîk-i Belhi (k.s.) Harun Reşid’in yanına gidince:

Halife Harun Reşid:

-“Zâhid olan Şakik sen misin?” Dedi.

Şakik-i belhi (k.s.)

-“Şakik benim, ama zahid değilim.” buyurdu.

Halife Harun Raşid:

-“Bana nasihat ed.”dedi.

Şakik-iBalhi (k.s.) buyurdu ki:

-“Allahü Teâla seni Hazret-i Sıddîk’in (radyallahu anh) yerine oturttu. Onun gibi, senden de sıdk (doğruluk) istiyor.”

-“Hazret-i Faruk’un yerine oturttu. Onun gibi, senden de hak ile bâtılı (doğru ve yanlışı) ayırmanı istiyor.”

-“Hazret-i Zinnureyn’in (Osman’ın ) (radıyallahu anh ) yerine oturttu. Onun gibi, senden de hayâ ve kerem istiyor.”

-“Hazret-i Ali’nin (radıyallahu anh) yerine oturttu. Onun gibi senden de ilim, cömertlik ve âdâlet istiyor”

Harun Reşid:

-“Biraz daha nasihat et.” dedi.

Şakik-i Belhi (k.s.) Buyurdu ki:

-“Allahü Tealâ’nın bir binası vardır.”
-“Ona cehennem denir.”
-“Seni o binanın kapıcısı yaptı ve sana üç şey verdi:

Beytü’l Mala aid mal,
Kılıç,
Ve kamçı.

-”Bunları sana verdi ve bu üç şey ile insanları Cehenneme yaklaştırma, buyurdu. Bir iş için yanına gelirlerse, senden bir şey isterlerse, vermemezlik etme. Allahü Tealâ’nın emrine uymayanları bu kamçı ile cezalandır. Haksız yere, bir kimseyi öldüreni ölenin velisinin izni ile bu kılıçla öldür. Bunları yapmazsan Cehenneme gidenlerin öncüsü sen olursun, diğerleri senin arkandan gelir.”

Harun Reşid:

-“Biraz daha nasihat buyurun”dedi.

Şakik-i Belhi (k.s.) Buyurdu ki:

-“Kaynak sensin, memurların, etrefındaki nehirler gibidir. Menba’ berrak olursa, nehirlerdeki bulanıklığın zararı olmaz. Ama menba’ bulanık olursa, nehirlerin berraklığı düşünülemez.”

Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla Hazretleri (c.c.) Bizlere Adaletle hüküm eden, Hükümdarlar nasib eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc00147-beyaz-su-basi-fuadyusufoglu.JPG

Kasyane (Nusaybin)

Harun Reşid, vezirlerden olan Abbas ile Fudeyl ibn İyad (k.s.) ın yanına gitti. Kapıya varınca Kur’an-ı Kerîm okuduğunu duydu. Şu âyet-i kerîmeyi okuyordu.

-“Dünyada kötü iş işleyenler bu işlerini, iman eden ve iyi iş işleyenlerle bir tutacağımızı zannettiler. Bu düşünce ve hükümleri çirkindir.”

Sonra, Harun Reşid vezirine

-“kapıyı çal.” dedi.

Veziri Abbas kapıyı çaldı ve:

-“Emîrü’l Mü’minin geldi, kapıyı aç” dedi.

Fudayl bin İyad (r.a.);

-“Emîrü’l Mü’min’in benim yanımda ne işi vardır?” buyurdu.

Vezir’i Abbas:

-“Emîrü’l Mü’minîne itaat et.” dedi.

Fuadeyl Bin İyad (r.a.):

Kapıyı açtı. Gece idi. Mumu söndürmüştü. Harun Reşid musafaha için karanlıkta elini uzattı.

Fudayl ibn İyâd (r.a.) elini tutunca:

-“Ah bu yumuşak el, eğer Cehennemden kurtulursa.”

Buyurdu ki:

-“Ey Emrîrü’l-Mü’minin kıyamet günü için Allahu Tealâ’ya vereceğin cevabları hazırla. Çünkü her Müslüman ile seni teker teker sorguya çekecek ve senden adâlet isteyecektir.”

Harun Reşid ağlamaya başladı.

Veziri Abbas:

-“Daha söyleme, Emirü’l-Mü’minini öldüreceksin.”dedi.

Fudayl bin iyad ( r.a.) Buyurdu:

-“Ey Hâmân, sen ve senin kavmin onu helâk eylediniz ve bana, onu öldürecek misin? diyorsun.

Harun Raşid vezirine dedi ki:

-“Sana hâmân demesinin sebebi, beni Fir’avunla bir tutmasını gösteriyor.”

Bunun üzerine, Harun Reşid Fudeyl bin İyad’ın önüne bin altın koyup

-“Bu helâldir, annemin mehir parasındandır.”dedi.

Fudayl bin İyad (r.a.);

-“Ben sana elinde olanları sahibine ver diyorum, sen ise bana veriyorsun!” Buyurdu.

Yanından kalktı ve gitti.

Ömer ibn Abdülaziz (r.a.) Muhammed ibn Ka’bi’l-Kurezi (r.a.) ye

-“Adâlet nasıl olur? Bana anlat.” dedi.

Buyurdu ki:

-“Müslümanlardan senden küçük olanlara baba, büyük olanlara oğul, senin gibi olanlara kardeş ol. Herkesin cezasını, günah ve kuvvetine uygun yap. Sakın kızarak bir kamçı vurma, yerin Cehennem olur.”

Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri SETTAR İsmiyle SETR eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu