‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar
Sabreden fakir şükr eden zenginden üstündür
14 Temmuz 2008Girnavas (Cin tepesi) Nusaybin…
Sabreden fakir mi, şükreden zengin mi daha üstündür? Diye ihtilaf etmişlerdir.
Doğrusu, sabreden fakir, şükreden zenginden üstündür. Bütün bu hadis-i şerifler bunu gösteriyor.
Fakat işin iç yüzünü öğrenmek istersen, şöyle bilmelisin ki, Allah-u Teala (c.c.) nın zikrine ve muhabbetine engel teşkil eden her şey aşağı ve kötüdür. Bazı kimseye fakirlik, bazısına da zenginlik engel olur.
Burada en güzel yol, kendine yetecek kadar malı bulunmak, bulunmamaktan iyi olan yoldur. Çünkü bu kadarı dünyadan sayılmaz. Ahiret azığıdır.
Bunun için Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem) buyuruyor:
-“Ya Rabbi Muhammede’in, ali’nın rızkını kendine yetecek kadar eyle.”
Haber de geldi ki, fakirler şikayet eylediler. Ve içlerinden birini Resulüllah (sallallahu aleyhi ve selem) a gönderip:
-“Zenginler dünya ve ahiret iyiliğini aldılar. Sadaka ve zekat veriyorlar. Hacca ve gazaya gidiyorlar. Biz bunların birini yapamiyoruz.”dediler.
Resulüllah (Sallallahu aleyhi vesellem) gelen haberciği okşadı ve:
-“Sana ve seni buraya gönderenlere iyilikler, rahmetler olsun. Sen, benim sevdiğim insanların yanından geliyorsun. Onlara de ki; Allah (c.c.) için fakirliğe sabredende, hiçbir zenginde bulunmayan üç haslet bulunur:
-“Birincisi:
Cennette öyle köşkler olur ki, Cennettekiler o köşkü dünyadakilerin gökteki yıldızı görmesi gibi görürler. O köşk, ya fakir bir peygamberin, ya fakir bir şehidin, veya fakir bir mu’minindir.”
-“İkincisi:
Zenginden beş yüz sene önce cennete girer.”
-“Üçüncüsü:
Fakir bir defa: -“Subhanallah-i velhamdulillah-ı ve la ilahe ilah-u vallah-u ekber.” Derse, zengin de bunu söylese ve bunun yanında onbin gümüş sadaka verse onun derecesine kavuşamaz.”
Bunun üzerine fakirler:
-“Razı olduk .” dediler.
Resulüllah (a.s.v.) Böyle buyurmasının sebebi şudur ki,
Zikir bir tohumdur. Dünya düşüncesinden kurtulmuş, üzüntü ve kırık bir kalb bulunca ona büyük te’sir eder. Dünyalığa sevinen zengin kalbinde zikir, sert taş üstünde akan su gibidir.
Demek ki, her birinin derecesi, kalblerinin Allah-u Teala (c.c.) ya yakınlığı, zikirle meşguliyetleri ve muhabbetleri miktarıncadır.
Ebu Süleyman-ı daranı (r.a.) buyuruyor ki:
-“Bir şey isteyip elde edemediği zaman, fakirin ağzından çıkan soğuk bir ah, zenginin bir senelik ibadetinden faziletlidir.”
Bişr-i Hafi (r.a) ye bir kimse:
-“Bana dua buyurun. Çoluk çocuğum çok, elimde ise bir şey yoktur.” Dedi.
Bişr-i Hafi (r.a.) buyurdu ki;
-“Evdekiler sana, ekmek yoktur, un yoktur dedikleri ve sen de bunları elde edemdiğin ve canın yandığı zamanda, sen bana dua eyle. Çünkü, o zamandaki duan, benim duamdan üstündür.”
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri sabr eden fakirlerin duaları hürmetine Afv eylesin. AMİN………
Fuad Yusufoğlu
Fakir’liğin dereceleri.
14 Temmuz 2008Kasyane Navale sipi (Nusaybin)
Fakirliğin dereceleri çok çeşitlidir.
Bişr-i Haf-i (r.a.) Buyuruyor ki;
-“Fakirler üç derecedir.”
-“Birincisi: -“İstemezler, verilirse almazlar, böyle fakirler meleklerle beraber illiyyinde bulunurlar.”
-“İkincisi: -”İstemezler, fakat verirlerse alırlar. Bunlar mukarrabalarla Cennet-i Firdevs’te olurlar.”
Üçüncüsü: -“Zaruret olunca isterler, bunlar eshab-i yemindendirler.”
İbrahim-i Edhem (r.a.) Şakik El Belhi (r.a.) ye
-“Şehrinizdeki fakirleri nasıl bıraktın?” diye sorunca
Şakik-i Belh-i (r.a.):
-“En iyi halde bıraktım. Bulurlarsa yerler, bulamazlarsa sabrederler.” Dedi.
İbrahim-i Edhem (r.a.):
,
-“Ben de Belh köpeklerini aynı halde bıraktım.” Dedi.
Şakik-i Belh-i (r.a.):
-“Sizin Fakirleriniz nasıldırlar?” deyince,
İbrahim-i Edhem (r.a.):
-“Bulmazlarsa Hamd ederler, bulurlarsa başkalarına verirler.” Dedi.
Şakik-i Belhi (r.a.);
-“Hakikat budur.” Deyip, İbrahim bin Edhem (r.a.) in başından öptü.”
Bir kimse, Ebul Hasan Nuri (r.a.) yi elini açmış dilenirken gördü: Kendi kendine hayret etti. Gördüğünü Cüneyt El Bağdadı (r.a.) ya anlatı.
Cüneyd El Bğdadi (r.a.) buyurdu ki;
-“Zanetme ki insanlardan bir şey istemek için elini açmıştır. Belki insanlar için Allah-u Teâla (c.c.) den sevab ve iyilik için elini açmıştır. Onun bu haraketi ona zarar vermez.”
Sonra:
-“Bir terazi getir.”Dedi.
Terazıyı getirdim. Yüz dirhem gümüş tartı, ayrıca bir avuç gümüş daha ilave eti
Ve:
-“Bunu Nuri (r.a.) ye götür.” Buyurdu.
Ne için tartığına şaştım. Nuri (r.a.) ye götürdüm. Terazı istedi, yüz dirhem tartı,
-“Bunu ona ver.” Deyip fazlasını aldı. Ve:
-“Cüneyd (r.a.) hakim bir insandır. İpin her iki ucunu korumak istiyor.” Dedi.
-“Buna daha da şaştım.” Dedim. Cüneyd (r.a.) e götürdüm. Ve gördüklerimi anlattım.
Cüneyd El Bağdadi (r.a.) buyurdu ki:
-“Allah! Allah! kendisi için olanı aldı, bizim için olanı geri gönderdi.”
Ben:
-“Bu nasıl oldu?” dedim.
Cüneyd El Bağdad-i (r.a.) buyurdu ki;
-“O Yüz dirhem ahiret sevabı için idi. Fazlası da Allah (c.c.) rızası için idi. Allah (c.c.) için olanı kabul etti. Kendim için olanı geri gönderdi.”
O Zamanın fakirleri böyle idi.
Elbette kalbleri o kadar saf idi ki, dilleri konuşmadan birbirlerinin kalbinden geçenleri anlarlardı. Böyle olmayan kimse, hiç olmazsa böyle olmayı istesin. Bunu da yapamazsa bari doğruluğunu kabul etsin.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kanaat sahıbı olan Fakirlerin Yüzü suyu hürmetine Afv eylesin.AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Zühd ve zühd’ün hakikatı.
14 Temmuz 2008Kasyane (Nusaybin)
Buzu olan, sıcak havada susayınca, suyu onunla soğutup içmeyi çok sever. Bir kimse gelir ve altuna karşılık bu buzu almak ister. Altunun sevgisi soğuk su isteğini giderir.
Der ki;
-“Bu gün ılık su içeyim ve sabredeyim. Bu altunu ise hayatım boyunca yanımda kalır. Bunun yanımda kalması, eriyip su olan ve en çok yanımda bir gece kalan buzdan daha iyidir.
Altunu isteyip buzu istememesi, daha kıymetliyi istemek olup buna
zühd denir.
AÇIKLAMA;
Büyükler buyurmuşlardır;
-”Zühd” arapça harfleriyle ‘zeyn’- ‘h’-'d’ üç harften oluşmüştur.”
‘Zeyn’ yanı “z”= (Terk-üz ziyneti) Ziynetin terki,”
‘h’= (Terkül Heva-i) Heva’nın terki,
‘d’ = (Terk-üd dünya) dünyanın terki, anlamına gelir.
Diğer bir rivayete göre;
-”‘zeyn yanı “z”= (Zade lil Mi’adi)= Ahiret (Kıyamet) için hazırlık yapmak
‘h’=(Hidayet-ül li din’ni) Dinde hidayet,
‘d’=( Devamün â’l a taâti) Salih amellerin devamlılığı anlamına gelir.)
Arifin dünyadaki halı de böyledir. Dünyanın geçici olduğunu, devamlı geçmekte olduğunu ve ölüm zamanının gelmekte olduğunu görür.
Ahiret ise, saf ve devamlı görüp ancak dünyayı terk etmekle ona kavuşacağını, onu elde edeceğini bilir.
Onun gözünde dünya aşağı görünür ve daha kiymetli olan ahirete kavuşmak için ondan el çeker. Bu hale zühd denir.
Bir şartla ki;
Bu zühd dünyada mübah olan şey’lerde olur. Haramlardan kaçmak zaten farzdır. Bu zühd varlıklı kimse için olmalıdır. Dünyalığı olmayan zühde kavuşamaz, ancak verilen bir şeyi almamakla kavuşabilir. Bu ise tecrübe etmeyince anlaşılamaz.
Çünkü;
Dünyalık elde edilince nefis bir başka şekil alabilir, ve eski halından dönebilir.
Diğer bir şart da, malı saklamayıp vermek, mevki ve makamı terk etmektir. Çünkü mutlak zahid, bütün dünya lezzetlerinden geçmiş, ahiret lezzeti isteyen kimsedir. Bu bir alışveriştir. Fakat bunda çok kar vardır.
Nitekim:
Allah-u Teala (c.c.) buyuruyor ki;
-“Allah cennete karşılık mü’minlerden beden ve mal alır.” Ve yine buyurdu: -“Bu alışveriş size mubarek olsun. Sevininiz ki, bunda çok kazançlısınız.”Tevbe suresi Ayet 111
Bir kimse Abdullah İbn Mubarek (r.a.) e:
-“Ya zahid.”Dedi.
Abdullah İbn Mubarek (r.a.) buyurdu ki:
-“Zahid Ömer ibn Abdulaziz (r.a.) dır. Çünkü dünya malı onun elindedir. Bununla beraber zühd üzeredir. Benim zaten bir şey’im yoktur. Bana zahid demek nasıl doğru olabilir?
İbni Ebi Leyli, İbn Şebreme’ye:
-“Şu Ebu hanifeyi görür müsün? Bu dokamacı oğlu neye fevte versek tersini söyliyor.”
İbni şebreme (r.a.):
-“Bilmiyorum ki, dokumacı oğlu mudur, yoksa başka bir şey midir? Şu kadar biliyorum ki; Dünya yüzünü ona döndü, o ise ondan kaçıyor. Dünya yüzünü bizden çevirdi, biz ise onu arıyoruz.”Dedi.
Buzu altuna satmak her akıllının anlayabileceği kıymetli bir sermaye teşkil eder. Ahirete göre dünya altunun yanındaki buzdan daha aşağıdır. Fakat insanlar üç sebeble bunu görmüyorlar.
Birincisi: İman zayıflığı.
İkincisi: Bulundukları hale, şehvet ve arzularına esir olmaları.
Üçüncüsü:Tehir etmek ve sonra yaparım demeleridir.
Buna da sebep; bulunduğu halde şehvet ve arzularına esir olması, bunlardan kurtulamaması ve va’d edilen için elindekini vermeyi unutmasıdır.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri BUZU Alltunla değiştirip, bu geçici dünya sevgisine kanmayan kullarından eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Zühd’ün fazileti
14 Temmuz 2008Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
Dünyanın kötülüğü, alçaklığı hakkındeki söylediklerimiz buna delildir. Fakat dünya sevgisi helake, düşmanlığı ise saadete götürür. Şimdi Dünyayı sevmemek hakkında bildirilen haberleri anlatalım.
Zühdün en muazzam övülüşü, Kur’an-i kerimde ilim sahiplerine izafe edilmesidir.
Karun gayet şaşaalı bir şekilde maiyetiyle sokağa çıktığı zaman herkes,
-“Keşke onun yerinde olsaydık.” Derdi.
-“İlim sahibi olanlar ahiret sevabı bundan iyidir dediler.” Kasas Suresi Ayet 80.
Bunun için demişlerdir ki, dünyada kırk gün zahid olanın kalbine hikmet çeşmesi açılır.
Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu:
-“Allah-u Teâla (c.c.) nın seni sevmesini istiyorsan, dünyada zahid ol.”
Haris’e (Radiyallahu anh) Resulullah(a.s.v.) a:
-“Ben hak mü’minim.” Dediği zaman
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem):
-“Bunun alameti nedir?” buyurdu.
Haris’e (r.a.) cevabında:
-“Nefsim öyle zahid’dir ki, altun ve taş bana göre aynıdır. Sanki cennet ve cehenneme bakıyorum.” Dedi.
Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem):
-“İyi muhafaze et, lazım olanı buldun.”Buyurdu.
Sonra (a.s.v.):
-“Bu kalbini Allah-u Tela(c.c.) nın nurlandırdığı bir kalbdır.”buyurdu.
-“Allah-u Teala (c.c.) hidayet vermek istediği kimsenin sinesini İslam için ferah ve geniş eyler.” En’am Suresi Ayet 125 Ayeti kerime geldiği zaman:
-“Ya Resulullah (a.s.v.), bu ferahlık ve genişlik nedir? “ dediler.
Resulullah (a.s.v.) buyurdu ki:
-“Öyle bir nurdur ki, kalbe düşer ve sine onunla ferah ve geniş olur.”
-“Bunun alameti nedir?” dediklerinde:
Resulüllah (a.s.v.):
-“Kalb bu yalancı ve aldatıcı dünyadan kaçar, yüzünü ebedi olan aleme çevirir ve ölmeden evvel ölüm hazırlığı yapar.”Buyurdu.
Resulüllah (a.s.v.) yine buyurdu:
-“Allah-u Teâla (c.c.) dan gerektiği şekilde utanınız.”
-“Utanmıyor muyuz? “dediklerinde.
Resulullah (a.s.v.):
-“Peki, yiyemiyeceğiniz kadar mal niçin toplıyorsunuz? Ve niçin onda oturamıyacağınız binalar yapıyorsunuz?” buyurdu.
Resulüllah (a.s.v.) buyurdu:
-“Allah-u Teeala (c.c.) nın sizi sevmesini istiyoranız, dünyadan el çekiniz.”
Ömer (Radiyallahu anh) buyurdu ki:
-“Dünyada zühd hem kalp, hem beden rahatlığıdır.”
İbni Mes’ud (r.a.) buyuruyor ki;
-“Zahidin iki rekat namazı, müctehidlerin ömrünün sonuna kadar olan ibadetlerinden faziletlidir.”
Sehli Tüsteri (r.a.) buyuruyor ki;
-“Amelin ihlas’la olması dört şeyden korkmadığın zaman mümkündür. Açlık’tan, çıplaklıktan, fakirlikten ve hakirlikten.”
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri İhlasla ibadet eden kullarından eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Sıddık’ların murakabeleri
14 Temmuz 2008Girnavas Şelalesi (Nusaybin)
Şibli (r.a.), Süfyan-i Servi (r.a.) nın yanına geldi. Kendisini murakabeye oturmuş, sesiz, haraketsiz bir halde gördü. Vucudunun bir kılı bile kımıldamıyordu.
Şibli (r.a.):
-“Bu güzel murakabeyi kimden öğrendin?” dedi.
Süfyan-i Servi (r.a.):
-“Kediden öğrendim. Onu bir fare deliğinin ağzında, benim bu halimden daha haraketsız avını kollarken gördüm.”dedi.
Amellerden sonra yapılacak muhasebedir. Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, Sermayeyi kardan ve zarardan ayırmalıdır.
Sermaye farzlardır. Kar da sünnettir ve nafilelerdir. Ziyan ise günahlardır. İnsan ortağına aldanmamak için onunla hesaplaştığı gibi, nefse karşı daha uyanık davranmak lazımdır.
Fakat insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her gün günah işlediğinde odasına bir taş koysa, kısa zamanda dolardı.
Eğer omuzlarımızdaki katib melekler, her günahı yazmak için ücret isteselerdi, malımızın hepsini vermemiz lazım gelirdi.
Fakat Gaflet ile, çeşitli düşünceler ile bir kaç subhanallah desek, tesbihi alır, sayarız ve yüz kere söyledik deriz de her gün boşuna nice şeyler söyleriz bunları saymayız.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri hesaba çekilmeden önce kendilerini hesaba çeken kullarından eylesin. AMİN…..
Fuad Yusufoğlu
Hicri yıl başınız kutlu olsun
14 Temmuz 2008Kainata rahmet olarak gönderilen Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve selem) Mekke-i Mükarrama den Medine-i Munavvara ya hicreti bu gece olmuştur.
Hicri yıl başınızı candan kutlar, Allah-u Teâla Hazretleri (c.c.) bizlere, sizlere ve bütün Muslümanlara sağlık sıhhat ve huzurlu günler
getirmesini niyaz ediyorum. AMİN.
Hicri Yılbaşınız kutlu olsun.
<<<Aşure günün fazileti hakkındaki yazı>>>
Sevgilerimle….
Fuad Yusufoğlu
Aşura günü fazileti
14 Temmuz 2008Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
İbni Abbas (r.a.) dan rivayet edilmiştir.
Der ki;
-“Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem) Medine’ye geldikleri vakit Aşura günü Yahudilerin oruç tutmakta olduklarını gördü. Bunun sebebini sorunca,
Yahudiler şöyle dediler;
-“Allah (c.c.) Musa Aleyhis selam) ı ve İsrail oğullarını Fir’avunın şerrinden kurtardı. Biz ona hürmetten oruç tutuyoruz.”
Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem):
-“Biz Musa (Aleyhis selam) a sizden daha layıkız.” Buyurdu. Ve o gün oruç tutulmasını emretti.
Aşurenin fazileti hakkında, bir çok haberler varid olmuştur:
Adem (aleyhis selam) ın tevbesi o gün kabul olundu. Adem (aleyhis selam) Aşure günü yarartıldı. Cennete o gün girdi. Arş, kürsi, gökler, yer, güneş, ay, yıldızlar ve cennet Aşure günü yaratıldı.
İbrahim (Aleyhis selam) o gün doğdu. Ateşten o gün kurtuldu. Musa (aleyhis selam) ın ve beraberindekilerin kurtulduğu ve Fir’avnın ve beraberindekilerin boğulduğu gün de aşure günüdür.
Aşure günü, İdris (aleyhis selam) yüksek makama çıkarıldı. O gün Nuh (Aleyhis selam) ın gemisi Cudi dağının üzerine karar kıldı.
Yer yüzüne ilk yağmur Aşure günü yağdı. Aşure günün orucu Ramazandan önce farz kılınmıştı. Sonra bunun farziyeti Ramazan orucu ile kaldırıldı.
Resulullah (a.s.v.) hicretten önce Aşure günü oruç tutardı.
Medineye geldiklerinde onu talep etmekte ısrar etti. Hatta ömürlerinin son günlerinde şöyle buyurdular;
-”Eğer gelecek seneye kadar yaşarsam, Aşure günlerinin dokuzuncu ve onuncu günlerini oruç tutacağım.”
Resulüllah (a.s.v.) o sene Aşureye kavuşmadan ahirette intikal buyurdular.
Resulüllah (a.s.v.) onuncu gününden başkasını oruçlu geçirmezlerdi. Fakat dokuzuncu, onuncu ve onbirinci günlerinde oruç tutulmasını teşvik buyururlardı.
-”Siz aşure gününen bir gün önce ve bir gün sonra olarak oruç tutun. Yahudilere muhalefet edin.”
Bil ki;
Resulüllah (a.s.v.) ın torunu Hz. Hüseyin (r.a.) Aşure günü uğradığı musibet, onun Allah (c.c.) katında derecesinin yüksek olduğuna ve onu pak olan ehl-i beytin makamlarına ilhak ettiğne delalet eden bir şehidliktir.
O gün kim haz. Hüseyin (r.a.) ın maruz kaldığı musibeti hatırlarsa, Allah (c.c.) ın emrine uyarak “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” Demesi gerekir. Rafizilerin, Şiilerin ve delalet ehlinden başkalarının yapmış olduğu şeylerle asla meşgül olmamalı. Ağlamak, sızlamak ve hüzünlenmek suretiyle matem tutmamalıdır. Zira bunlar Mü’minlerin ahlakından değildir.
Eğer Müslumanlıkta, ağlamak sızlamak, yas tutmak hüzünlenmek olsaydı, Hazreti Hüseyin (r.a.) ın dedesi (Kainatın efendisi Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve selem) ın vefatı günü buna daha layıktı. Allah Teala (c.c.) tek başına bize kafidir. O ne güzel vekildir.
Mükaşefetil Kulub (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Şahadet mertebesine kavuşan Hazreti Hüseyin (r.a.) ın yüzü suyu hürmetine Afv eylesin. AMİN…
Fuad Yusufoğlu
Tefekkür’ün hakikatı
14 Temmuz 2008Girnavas (cintepesi) mevki-i
Tefekkür, ilim öğrenmek istemektir. Kendiliğinden elde edilmeyen ilimler öğrenilmelidir. Bu da bir başkasının bildiklerini kendisinin de bilmesiyle meydana gelir.
Böylece iki marifet birleşir, aralarında üçüncüsü doğar, erkek ve dişiden çocuk meydana gelmesi gibi olur.
Bu iki marifet, üçüncü marifetin aslı olur. Sonra bir başkası ile birleşir, ondan da dördüncüsü meydana gelir. Bunun gibi ilimlerin çoğalması, nihayete doğru gider.
Bu yolla ilim elde edemeyen, asıl olan ilimlerin yolundan gitmemiştir. Böyle bir kimse sermayesi olmadan ticarete atılan kimseye benzer ki, bir şey yapamaz.
Eğer bilirse, fakat aralarını nasıl birleştireceğini anlayamazsa sermayesi olup alışveriş ilmini bilmeyene benzer.
Bunun hakikatini anlatmak uzun sürer. Burada bir misal vermekle yetinelim. Ahiret’in dünyadan daha iyi olduğunu bilmek isteyen kimse, dünyadan iki şey’i bilmeyince bunu anlayamaz.
Biri:
Sonsuz olanın geçici olandan iyi olduğunu bilmektir.
Diğeri de:
Ahiret’in sonsuz, dünyanın geçici olduğunu anlamaktır. Bu iki aslı bilince, zaruri olarak, ahiret’in dünyadan iyi olduğunu bildiren ilimler ondan meydana gelir. Bu meydana gelmekle mu’tezilenin dedikleri gibi demek istemiyoruz. Bu ise ayrı ve uzun bahistir.
Bundan anlaşıldı ki,
Bütün tefekkürün hakikati, kalbde hazır olacak iki ilmi aramaktır. İki atın birleşmesinden koyun doğmadığı gibi, herhangi iki ilimden de istenen ilim doğmaz.
İlimden her çeşidin, ayrı iki aslı vardır. Bu iki asıl kalbde bulunmayınca bu beklenen meydana gelmez.
Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla (c.c.) bizleri ve sizleri tefekkürün hakikatını idrak eden kullarından eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Tefekkür için ne gereklidir
14 Temmuz 2008Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
İnsanı zülmet ve cehalet içerisinde yaratılmışlardır. Bu cahillik içinde kendini bu zulmetten, karanlıktan çıkarmak ve ne yapması gerektiğini ve bunlara hangi yoldan gideceğini bilmesi için bir nura, ışığa muhtaçtır.
Maksada kavuşmak için dünya tarafından mı, ahiret tarafından mı gidileceği, yahut kendisiyle mi, yoksa Allah-u Teala (c.c.) ile mi meşgül olması gerektiği ancak marifet nuru ile anlaşılır.
Marifet nuru ise tefekkürden meydana gelir. Karanlıkta yolda yürüyemeyen bir kimse, çakmak taşı ile elindeki mum sebebi ile halı değişir, görmeye başlar.
Yolu yol olmayandan ayırır ve yürümeğe başlar. Bunun gibi asıl olan o iki ilim ve onların birleşmesinden meydana gelen üçüncü ilim, iki çakmak taşı gibidir.
Tefekkür çakmak taşlarını birbirine vurmak gibidir. Marifet ise onlardan meydana gelen ışık gibi olup onunla kalbin halı eğişir, kalbin hali değişince iş ve ameller değişir ve mesela ahiretin daha iyi olduğunu görüp; sırtını dünyaya, yüzünü ahirete döner.
O halde marifete tabi, marifet de tefekküre tabidir. Demek ki tefekkür bütün iyiliklerin aslı ve anahtarıdır. Üstünlüğü bununla ortaya çıkar.
Düşünce meydanı sonsuzdur. Çünkü ilimlerin sonu yoktur. Hepsinden düşünmek caizdir. Fakat din için olmayanları anlatmak maksadımızın dışındadır. Din ile ilgisi olanları uzun anlatmakla sonu gelmeyeceğinden hülasetten anlatabiliriz.
Din için lüzumlu olan işlerden maksadımız; kul ile Allah-u Teala (c.c.) arasında olan işlerdir. Bu kendi yolu olup bununla Allah-u Teal(c.c.) ya kavuşur.
Kulun tefekkürü ya kendin de, yahut Allah-u Teala (c.c) da olur. Allah-u Teala (c.c.) da olursa, ya zatında, ya sıfatlarında ya fiillerinde ve yarattıklarındaki şaşılacak şekillerde ve hallerde olur.
Kendisini düşünür veya Allah-u Teala (c.c.) nın, sevmediği kendi sıfatını tefekkür ederse; bu düşünce ve tefekkür onu Allah(c.c.) tan uzaklaştırır. Bu günahtır ve insanı helaka götürür.
Bu düşünce ve tefekkürü Allah-u teala (c.c.) nın sevdiklerinde ve O’na yaklaştıran şeylerde olursa tat olur. Ve kurtuluşa sebep olur.
O halde hulasamızın mevzuu bu dört meydandır. Bu da aslında ikidir. İyi ve kötü olanlar.
Kul, bir aşık gibidir. Düşüncesi, ya maşukunun cemalında ve güzel endamında; yahut işlerinde, sözlerinde, ahlak ve huyunda olur.
Kendi hakkında düşünmesi, ya maşukunun yanında daha kıymetli olmak, yahut da onun sevmediği bir şeyden sakınmak için olur. Aşk ile olan her düşünce bu dört şey’in dışında olmaz. Din aşkını ve Allah (c.c.) sevgisini düşünmek de böyledir.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri ibret almak için iyi şeylerde tefekkür eden kullardan eylesin. AMİN…
Fuad Yusfuoğlu
Tefekkür – 2
14 Temmuz 2008Girnavas mevki-i (Cin tepesi)
Yeryüzünde çeşitli hayvanlar vardır. Bir kısmı yürür, bir kısmı uçar, bir kısmı sürünür, kimi iki ayaklı, kimi dört ayaklıdır. Bazısının da çok ayakları vardır.
Havadaki kuşlara ve yerdeki böceklere bakın. Hepsinin şekli ayrı, görünüşü başkadır. Hepsinin görünüşü birbirinden güzeldir. Hepsine lazım olan şeyler verildi.
Her birine kendi yemeğini nasıl elde edeceği öğretildi. Yavrusunu koruyup nasıl büyüteceği, yuvasının nasıl yapacağı öğretildi.
Karıncaya bakın. Vaktinde gıdasını nasıl topluyor. Eğer buğdayı bulup taşıyamazsa ortadan kırıp ikiye bölüyor.
Örümceğe bakın,yuvasını nasıl yapıyor. Ve bunu yapmak için geometri kaidesine nasıl dikkat ediyor. Tükürüğünden iplikler yapıp iki duvar arasını örüyor.
Bir taraftan yapmağa başlayıp diğer tarafta götürüyor. Sonra iplikçiği boynuna alarak, boynu üzerine indirip bazısını uzak, bazısı yakın olmuyor. Düzgün bir şekil meydana geliyor. Sonra kendini bir köşesinde baş aşağı sarkıtıp bekliyor.
Ta ki bir sinek uçsun da kendisine gıda olsun. Yaptığı ağ sineğin ayak ve kanatlarına dolanıp uçmasına mani olunca hemen üzerine atılıyor, bunu yiyor ve bir diğerini avlamağa koyuluyor.
Arıya bakın, evini altı köşeli yapıyor. Çünkü dört köşe yapsa köşeler işe yaramayacak ve boş kalacaktı. Daire gibi yuvarlak yapsa deliklerin dışı boş kalacaktı.
Şekiller içerisinde daireye altıgenden daha yakın olan yoktur. Matematikçilerin sözü böyledir.
Allah-u Teala (c.c.) kendi lütuf ve rahmetiyle bu küçük hayvana öyle inayette bulunmuştur ki, ona en doğrusunu ilham eylemiştir.
Sivrisineğe de ilham eyleyip gıdasının senin kanında ve deri’nde olduğunu bildirmiştir. Ona ince uzun ve içi boş bir hortum verip, senin derini onunla deler ve kanını emer.
Bunun yanında ona bir his verip elini hareket ettirdiğin zaman kendisini yakalayacağını bilip kaçar. Ona iki de kanat lütfedip uçmasını, çabuk kaçmasını ve çabuk geri gelmesini sağlamıştır.
Eğer ona fazl ve inayetin den akıl ve dil vermiş olsaydı öyle şükrederdi ki, insan şaşırıp kalırdı.
Lakin o yine de hal diliyle şükür ve tesbih ediyor.
-“Fakat siz onların tesbihlerini iyi anlamazsınız.” Buyuruldu. İsra suresi Ayet 44.
Hayvanlardan hiçbir hayvan yoktur ki; lisanı hal ile kendisini yaratanın Celalini medh etmesin. Belki bütün bitkiler de aynı şekilde söylemektedir. Hatta alemin zerrelerinden bir zerre yoktur ki, aynı sözü söylemesin. Fakat insanlar bunu duyamazlar.
Nitekim Allah-u Teâla (c.c.):
-“Şüphe yok ki, onlar işitmekten azl edilmişlerdir. Buyuruyor. Ve yine buyuruyor:” hiçbir şey hariç değil, hepsi O’nu hamd ile tsbih eder. Fakat siz onların tespihini iyi anlayamazsınız.”
Bu da harikuladeliklerden sonsuz bir alem dir; anlatılması mümkün değildir.
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla (c.c.) bizleri ve sizleri Kendi ayetlerinde tefekkür eden ve bu tefekkürü kendisine ibret kabul edip ve halis ameller işleyen kullarından eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu