‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

Girnavas’tan Nusaybin’in bir başka görünüşü

Tabiinin meşhur hadis âlimlerindendir. Aslen İranlıdır. Kendisine Tâvûs-i Himyeri de denir. Kendisi Eshabi kiramdan yetmiş kişiyi gördüğünü söylerdi.

Hazreti Tâvûs bin Keysan, büyük bir hadis alimi olup, aynı zamanda da fıkıh ve tefsir ilminden pek ileri dereceye sahipti. Sika (güvenilir, sağlam) olduğunda, hadis-i şerif âlimleri söz birliği etmişlerdir.

Hadis-i şerif ilmini; Hazreti Aişe anamız (radiyallahu anha), Hazreti Abdullah ibn-i Ömer, hazreti Ebu Hüreyre, Hazreti Abdullah bin Amr, Hazreti Zeyd bin Erkam gibi güzide Sahabe-i kiram “Aleyhimürrıdvan” den öğrendi.

Kıraat ilmini Hazreti İbni Abbas (r.a.) den tâlim etti. Bu hususta eşine çok az rastlanan bir bilgiye sahibti.
Hazreti Tâvûs (r.a.) dan oğlu Hazreti Abdullah, Hazreti Zühri, Hazreti İbrahim bin Meysere, Hazreti Amr, Hazreti Mücahid (r.a.) gibi büyük zatlar hadis-i şerif rivayet ettiler.

Hazreti Tâvûs (r.a.), Allah-u Teâlâ’ya yalvarmaktan zevk alan bir zat idi. İbadet, bedenleri için gıda, kalbleri için hayat idi. Uzun zaman ayakta ibadet etmekten yorulmazlardı. Çok namaz kıldığı için, alnında secde yeri izi olmuştu.

Bir kimse bir şey sorarsa bütün tefarruatiyla anlatır, başka kimseye sormaya lüzum bırakmazdı.
Hazreti Tâvûs bin Kesyan (r.a.), yatağına yattığı zaman, sağa sola döner rahat edemez, bunun üzerine kalkar sabaha kadar namaz kılar ve:

-“Âbidlerin uykusu, cehennemi hatırlamaktır..” derdi. Böyle kırk sene yatsı namazın abdesiyle sabah namazını kılmıştır. Kırk defa hacca gitti.

Duası kabul olan zâtlardandı. O derece cesur ve kuvvetli kalbe sahibti ki, öldürüleceğini bilse bile gayri meşru bir işi asla yapmaz ve dalkavukluğa kaçacak bir sözü hiç kullanmazdı.

Hazreti Tâvûs (r.a.) ateşten çok korkar, gördüğü yerde aklını kayıbedecek gibi olurdu. Çünkü ateşi görünce cehennemi hatırlardı. Bir defa, ocaktan çıkan alevi görünce bayıldı.

Hazreti Tâvûs bin Keysan (r.a.), hacca gitmelerinden birini şöyle anlatır:

-“Hacca gitmiştim. Yanımda bir de çocuk vardı. Binecek bir hayvanı ve yiyecek bir şeyi yoktu.”

-“Ey çocuk, senin yiyeceğin var mı?” dedim.

Çocuk:

-“En iyi yiyecek takvadır. Kerimlerin evine giderken yiyecek götürmek uygun değildir.” Dedi.

İhram kuşandığımızda hepimiz “LEBBEYK” dediğimiz halde, çocuk söylemiyordu.”

-“Niçin söylemiyorsun?” dedim.

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu veli kullar hürmetine amellerimizi kendi rızası istikametinde kabul buyursun. Amin.

Fuad Yusufoğlu

çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Çocuk:

-“Red cevabını duymamak için.” Dedi.

Çocuğun bu sözleri üzerine çok ağladım.

Ve dedim ki;

-“Bu çocuk red olunmaktan korkarsa, biz red olunur, kabul edilmezsek halimiz nice olur?”

Mina’ya kurban kesmek için geldik. Kurbanlarımızı kestik, fakat çocuk kesmedi.

O:

-“ Ey benim Allahım! Herkes kurbanlarını kesiyor. Benim kurban kesecek hiçbir malım yok. Ancak, bu küçük vucudumu senin rızan için kurban etmek istiyorum, lütfen kabul buyurur musun Allahım?” diyerek ağlıyordu.

Şiir:

-“Canım kurban ederek, sana kavuşmak isterim.

Bir can için söz etmeğe senden haya ederim.

Bir değil yüz canımı sana feda ederim

Allah’ım rızan için, canımı terk ederim.”

Çocuk kelim-i şehadet getirerek canını cânâna teslim etti. Annesi hadiseyi öğrenince, çok üzülüp ağladı.

Bir ses duydu:

-“Ey Hatun! Senin çocuğun, benim rızama kavuşmak için canınını feda etmek istedi. Kabul ettim. Eğer istersen seninkini de kabul ederim.” Diyordu.

Hazreti Tavus Bin Keysan (r.a.), Doğruyu söylemekten hiç çekinmezdi. Zamanın devlet adamlarına gider, onlara nasihat verirdi. Sultanın açtırdığı kuyudan hayvanını sulamazdı. Yaptığı doğru olan işler için ayıplamaktan korkmaz, ayıplama ile, hak bildiği yoldan ayrılmazdı.

Hazreti Tâvûs Bin Keysan (r.a.) Halife Hazreti Ömer bin Abdulaziz (r.a.) e bir nasihat mektubunda:

-“Kendi amelinin hayırlı olmasını istiyorsan, halkın işlerini de hayırlı insanlara yaptır.” Buyurdu.

Halife Ömer bin Abdulaziz (r.a.) bunu okuyunca:

-“Bu nasihat bana kâfidir.” Demiştir.

Hazreti Tâvûs Bin Keysan (r.a.), bütün işlerini ve hatta konuşmasını iyi niyet ederek yapardı. Kendisine konuş dediklerine konuşmadığı gibi, kendiliğnden konuşmaya başladığı da olurdu.

-“Niçin böyle yapıyorsun?” diye soranlara:

Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.),

-“Niyetimi yapmışsam konuşurum.” Derdi.

Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.), Mekhûl (r.a.) e gönderdiği bir nasihat mektubunda:

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu veli kullar hürmetine amellerimizi kendi rızası istikametinde kabul buyursun. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Dara harabeleri (Mardin)

Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.), Mekhûl (r.a.) e gönderdiği bir nasihat mektubunda:

-“Selamun alyeküm, kardeşim Mekhûl, sakın yaptığın ibadetlerin çokluğu sebebiyle kendini Allah-u Teâlâ’nın yanında büyük bir makam sahibi sanmayasın. Çünkü, kendisini böyle bir zanna kaptıranlar ahrette hep eli boş gitmişlerdir.”

-“Eğer, yaptığım ibadetlerin çokluğunu insanlar görsün, beni öğsünler düşünüyorsan, insanlar seni öğerler ve maksadın hasıl olur. Fakat ahrete sen de eli boş dönersin.” Diye yazdı.

Bir gün Şuayb bin Harb, Hazreti Tâvûs bin Kesyan (r.a.) nın yanında ağlamağa başladı. Orada bulunanlar da ağladılar. Kendisinin büyük bir şey yaptığı zannedilince

Hazreti Tavus (r.a.) ona dönerek:

-“Ey Kardeşim! Yaptığın bir günah için yerdekiler ve göktekilerin hepsi de seninle ağlasalar yina de azdır.” Dedi.

Hazreti Tâvûs (r.a.) a:

-“Evinizden hiç çıkmıyorsunuz, hikmeti nedir?” diye sorduklarında

Hazreti Tâvûs (r.a.):

-“İdareciler adaletten ayrıldı, halk fesada uğradı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ın yolu unutuldu. Bunun için dışarı çıkamıyorum. Bir kimse, kölesiyle evladına aynı muamaleyi yapmıyorsa, adaletten ayrılmıştır.” Dedi.

Hasan-i Basri (r.a.), bir gün Kâ’be’de büyük bir topluluğa hadis-i şerif yazdırmakta olan Hazreti Tâvûs (r.a.) un yanına gelip kulağına eğilerek;

-“Eğer kendini beğenme duygusu geliyorsa, burayı terk et.” Dedi.

Hazreti Tavus (r.a.) da dersi bıraktı, oradan derhal ayrıldı.

Hazreti Tâvûs (r.a.):

-“Hastanın, hastalığı halindeki inlemesi defterine yazılır.”

Diyerek hastanın inlemesini hoş görmezdi.

-“Burada bir nev’i şikayeti açıklamak vardır.” Derdi.

Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.) ; 106 (Miladi 724) yılında 90 yaşında hac yaparken, Tevriye gününden bir gün önce vefat etti. Halife Hişam bin Abdülmelik cenaza namazını kıldırdı.

Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.) ın rivayet ettiği bir hadis-i Şerifte Resûlullah (a.s.v.) buyurdu ki;

-“Ben kimin sevgilisi isem Ali (r.a.) de O’nun sevgilisidir.”

Hazreti Tâvûs (r.a.) anlattı:

İsa aleyhis-selam’a sordular;

-“Ey Allah’ın peygamberi bize neyi tavsiye edersiniz?”

İsa Aleyhis-Selam da:

-“Sözünüz zikir, sükûtunuz fikir, bakışınız ibret olsun.” Buyurdu.

Hazreti Tâvûs (r.a.) buyurudular ki;

-“Dilim bir yırtıcı hayvandır ki, onu bırakırsam beni hemen helak eder.”

Çok defa kendi kendine;

-“Keşke ilmi yalnız kendim için öğrenseydim. Çünkü insanlardaki emanet duygusu kalktı.Bilgile amel yok oldu.” Derdi.

Hazreti Tâvûs (r.a.) Buyurdular ki;

-“İbadetlerin en değerlisi, gizliliğine en çok riayet edilendir.”

Hazreti Tâvûs (r.a.) Buyurdular ki;

-“Müslümanda ümid ve korku aynı olmalıdır. Eğer tartılırsa eşit gelmelidir.”

Hazreti Tâvûs (r.a.) Buyurdular ki;

-“Ya Rabbi! Bana çok mal ve evlad yerine, çok ilim ve amel ihsan et.” Diye dua ederdi.

Evine bir hırsız girmişti. Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.) hırsızı yakaladı. Nasihat etti, biraz para verdikten sonra serbest bıraktı.

-“İnsanların başına gelen musibetler, ya malinden ya şöhretindendır. Bunların haricinde insana zarar gelmez.” Buyurdu.

İslam alimleri Ansiklopedisi.

Allah-u teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu veli kullar hürmetine amellerimizi kendi rızası istikametinde kabul buyursun. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf (Batman)

Utbet-ül Ğulam (k.s.) nın hidayete gelmesi şöyle olmuştur.

Rivayet edilir ki,

Utbet-ül ğulam ( k.s.) namında biri vardı. Kendisi fısk-ı fucur ehlinden idi. Şarap içmek, etrafı ifsad etmekle meşhur idi.

Bu serhoş ve mufsid adam bir gün Hasan-i Basri (r.a.) nin meclisine girdi.

Hasan-i Basri (r.a.) yanında bulunanlara:

-“İman edenlerin, Allah (c.c.) ve hâk’den ineni zikr için, kalblerinin saygi ile yumuşaması zamanı hala gelmedi mi? (El Hadid Suresi ayet 57/16) Mealındeki Ayeti kerimeyi okuyup tefsir etti.

Sonra öyle güzel bir konuşma yaptı ki, kendisini dinleyenleri ağlattı.

Bunun üzerine cemaatten bir genç kalkıp Hasan-i Basri (r.a.) ye dedi ki:

-“Ey Muminlerin muttakisi. Yüce Allah (c.c.) benim gibi Fasık ve facir olanı tövbe ettiği zaman, tövbesini kabul eder mi ?”

Hasan–i Basri (r.a.):

-“Evet Allah-ü Teâla (c.c.) senin fısk ve fucurundan dolayı tevbe edersen tevbeni kabul buyurur.”

Utbetil ğulam (k.s.), bu sözü işittiği zaman yüzü sapsarı kesildi ve vucudu ürperek şiddetle titredi. Ve öyle bir çığlık attı ki bayılıp yere düştü.

Kendine geldiği vakit, Hasan-i  Basri (r.a.) ona yaklaşarak şu beyitleri söyledi:

Ey Arşın Rabbına karşı gelen ası genç
Gürültülü cehennemdir hazırlanan asilere ,
Öfkesi çoktur tutulduğu gün nasiyeler,
Ateşe dayanabilirsen Allah (c.c.) a asi ol,
Eğer dayanamazsan günahtan uzak ol,
Haberin yoktur, günahlara dalmışsın ,
Nefse zayıf düştün kurtulmaya çalış sen.

Bunun üzerine Utbetil Ğulam (k.s.), büyük bir çığlık atarak gene bayılıp yere düştü.

Kendine geldiğinde şöyle dedi:

-“Merhameti bol olan Allah (c.c.) benim gibi günâhkarı bağışlar mı ?”

Hasan-i  Basri (r.a.) dedi ki;

-“Günahkar olan kulun tevbesini ancak Allah (c.c.) kabul eder.”

Bunda sonra Utbetil Ğulam (k.s.) başını kaldırıp Allah (c.c.) a üç çeşit dua etti:

1-“Ey Allah’ım, eğer tevbemi kabul buyurup, günahlarımı affettin ise, bana iyi bir anlayış ve ezberleme ihsan et.Ta ki Kur’an-ı Kerimden ve ilimden işittiğimi kavrayayım”.

2-“Allah’ım, eğer tevbemi kabul ettin isen, bana öyle güzel bir ses ver ki, Kur’an-ı kerim okuduğumda duyan olursa kalbi yumuşasın.”

3-“Allah’ım bana helal rızık ver, beni ummadığım yerden rızıklandır.”

Cenab-ı hak (c.c.) onun duasını kabul buyurdu.

Anlayışı ve ezberi arttı. Kuran-ı Kerim okuduğu zaman her kim işitirse tevbe ederdi. Her gün evine iki pide ile bir tabak çorba konurdu, kimin koyduğu bilinmezdi.

Bu hal ölüme kadar devam etti. İşte Allah (c.c.) a yönelenlerin hali budur. Zira Allah (c.c.) , iyi amel edenlerin mükafatını zayi etmez.

<<<>>>Utbetül Ğulam (r.a.) nın hakkında başka bir yazı.<<<>>>

Mükaşafe-tül kulub (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) Bizleri ve sizleri bu fani dünyada Geçirdiğimiz bu kısacık hayat boyunca Gaflet’ten uyanıp tövbe eden ve tövbesinde samimi olan sevgili kullarının Yüzü suyu hürmetine Afv eylesin. AMİN…….

Fuad Yusufoğlu

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Utbet-ül Ğulam (Radiyallah-u anh) Utbe bin Ebân bin sem’a):

Evliyanın büyüklerindedir. Doğum ve ölüm tarihi bilinmemektedir. Babasının adı Ebân Bin Sem’a’dır. Rumlarla yapılan bir muharebede şehid düştü. Vera’ (Şübhelilerden sakınmak), takva (Haramlardan uzak durmak) ve Zühd (Şübheli olmak korkusu ile mübahların çoğunu terk edip, onları lüzumu kadar kullanmak) sahibi bir zattır.

Kiymetli sözleri pek çoktur:

Birisi; Rebâh el Kaysi’ye

-“Utbe’ye Gulam demesinin sebebini bana izah edermisin?” diye sordu.

O da:

-“ Utbe, ibadet hususunda kendisini çok küçük görür ve alçaltırdı. Onun için böyle denilmiştir.”

Atâ bin Ebi Rebah (r.a.) bildiriyor:

-“Utbet-ül Ğulam ile bir yolculuğa çıkmıştık. Beraberimizde bir haylı kalabalık vardı. Kafilemizdekilerin hepsi sabah namazını, yatsının abdesti ile kılardı. Gece o kadar çok ibadet ederlerdi ki, bu yüzden ayakları şişmiş, iyice zayiflamişler, sanki bir kemik yığınından ibaret bir hale gelmişlerdi. Sabah olunca birbirlerine, Allah-u Teâlâ’nın kendisini itaat edip, beğendiği işleri yapanlara vereceği mükafatı ve yapacağı ikramlardan, kendisine isyan edip, kötülkülere dalanlara ise, vereceği azaplardan bahsederlerdi..”

-“Bu şekilde yollarına devam edip dururlarken içlerinden birisi bir yere gelince bayılarak düştü. Alnından terler dökülüyordu. Etrafındekiler ağlaşıyorlardı. Biraz sonra su dökerek onu ayıltılar. Kendisine geldiktensonra;

-“Ne oldu,” diye sordukları zaman,

Ayılan adam;

-“Bir zamanlar bir günah işlemiştim. Onu hatırladım da, ben “bu günahı ne için yptım.”  diye üzüntü ve pişmanlığımın şiddetinden kendimi kayıbettim.” dedi.

Utbet-ül Ğulam hazretleri (r.a.) daima murakabe, murakıbı (görüp, gözeten) düşünerek, daima onunla meşgül olmaktır. O, Allah-u Teâlâ’dan başkasıyle meşgül olmaz, devamlı Allah-u Teâlâ’yı anar ve hatırlar, O’ndan bir an bile gafil olmazdı.

Bazen öyle dalardı ki, gideceği yeri geçer, farkında olmazdı. Bir gün, Utbe-tül Ğulam (r.a.) Abdulvahid bin Zeyd (r.a.) ın yanına gelmişti.

Abdulvahid Bin Zeyd (r.a.) ona:

-“Nereden geliyorsun?” diye sordu.

Utbet-ül Ğulam (r.a.):

-“Falanca yerden geliyorum.” Dedi.

Abdulvahid bin Zeyd (r.a.):

-“Oralarda kimseye rastladın mı?” diye sorunca.

Utbet-ül Ğulam (r.a.):

-“Hayır kimseyle karşılaşmadım.” Dedi.

Halbu ki oralardan çok kimseler geçiyordu. Fakat, bütün ruhu ve bedeniyle Allah-u Teâlâ ile meşgül olduğundan, yanından geçenlerin farkına bile varamamıştı. (Bu durum, hükümdar yanlarından geçerken, hizmetçilerinin onun heybetinden, hiçbir şeyin farkına varmaması ve düşünceye dalan birinin, ba’zen etrafında olup bitenlerin bile farkında olmaması gibidir.)

Utbet-ül Ğulam (r.a.) hazretleri günahlarını düşündüğü zaman, yemek ve içmekten kesilirdi.

Bu durumu gören annesi:

-“Oğulcağızım! Biraz kendine acı. Hiçbir şey yemiyor, kendine yazık ediyorsun.”dediği zaman

Cevabı:

-“Anneciğim; kendime acıyorum. Fakat beni biraz bırakda, azıcık zahmet çekeyim. Çünkü, inşallah ilerde bu sıkıntılarımın karşılığını göreceğim.” Şeklinde olurdu.

Onun yakınlarından birisi anlatıyor:

-“Utbet-ül Ğulam (r.a.) ı rüyamda gördüm.

Kendisine;

-“Ne durumdasın?” diye sordum.

O şöyle cevab verdi:

-“Senin evinde yazılı bir dua var. Onun yüzünden iyi muamele gördüm.”

Sabah oldu. Evde dua’yı arayıp buldum. Dua şöyle idi:

Devam edecek…

<<<Utbet-ül Ğulam hakkında başka yazı okumak isterseniz tıklayın>>>

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Bu mübarek zatların hürmetine Günahlarımızı afv eylesin.Amin.

Fuad Yusufoğlu

Geliye Şame (Navale ) Nusaybin

Utbet-ül Ğulam (Radiyallah-u anh)- 3

Dua şöyle idi:

-“Ey sapmışları doğru yola ileten, ey günahkarlara merhamet edip aciyan! Ey düşenlere yardım eden Allahım! Günahkar olan bu kuluna ve bütüm müslüman kardeşlerime merhamet eyle. Bizi öldükten sonra, Peygamberler, sıddıklar, şehidler ve Salih kullarınla haşreyle.”

Utbet-ül Ğulam (r.a.) hazretleri, unu hamur yapar, onu güneşte kurutur, sonra yiyip,

-“Ahretin çeşitli ve lezzetli ni’metleri hazırlanıncaya kadar, bu dünyada kuru ekmek parçası ile bir miktar tuz yeter.” Der, sıcakta ısınmış olan testisinden de biraz su içerdi.

Yakınlarından birisi;

-“Ekmeğini biz pişirip, sana soğuk su getirsek ne iyi olur, niçin böyle kendin yiyip, sıcak su içiyorsun?” dediklerinde:

Utbet-ül Ğulam (r.a.):

-“Bu kadar bana kâfi. İşte bu kadarcık bir şeyle açlığın ve susuzluğun şiddetini kırmış oluyorum.” Dedi.

Utbet-ül Ğulam (r.a.) anlatır:

-“Canım et istediği halde yedi sene almadım. Fakat sonunda bir miktar alıp pişirdim. Sonra bir çocuğa rastladım. Onun babası ölmüş, yetim kalmıştı. Elimdeki eti ona verdim.”

Bu manzarayı görenler, Utbet-ül Ğulam (r.a.) ın

-“Yoksulları, öksüzleri, esirleri severek yedirirler.” Mealındeki ayeti kerimeyi okuyup, ondan sonra et yediğini görmedik. Dediler.

Müslim Abadanı (r.a.) ı anlatır:

Salih el Mürri (r.a.), Utbet-ül Ğulam (r.a.), Abdulvahid bin Zeyd (r.a.) ve Müslim el-Esvari (r.a.) bize gelip, deniz kenarına indiler.Kendilerini bir akşam yemeğe davet ettim. Herkes sofraya oturmuştu. Bu sırada görünmiyen birisi:

-“Ebedi ve ni’metler yurdu olan cennetten dünyanın geçici zevkleri, nefsin arzu ve istekleri seni alıkor.” Diye konuşmuştu

Utbet-ül Ğulam (r.a.) bunu duyunca düşüp bayıldı. Yemekte bulunanlar bir şey yemeden kalktılar.

Utbet-ül Ğulam (r.a.) ın, bir gece sabaha kadar:

-“Ya Rabbi! Bana azab da etsen, merhamet de etsen seni seviyorum.” Dediği söylenir.

Anlatılır ki;

Utbet-ül Ğulam (r.a.) bir kumruyu görünce :

-“Eğer Allah-u Teâlâ’ya benden daha çok itaat ediyorsan, gel elime kon” dediği zaman kumru gelip eline konardı.

Utbet-ül Ğulam(r.a.) ın mahzun ve garip bir hali vardı. Bu yönüyle Hasan-i Basri (r.a.) ye çok benzerdi. Onun da mahzun bir durumu vardı. O, yatsı namazını kılar bir miktar uyur, sonra kalkıp sabaha kadar yatmazdı.

Utbet-ül Ğulam (r.a.) hazretleri evinin kapısını daima kapalı tutar, ancak geceleri açık bulundururdu. Şehid olmasından sonra evine girdiler orada şu manzarayı gördüler. Kazılmış bir kabir, boyuna geçirilebilen bir zincir.

Rebah el Kaysi (r.a.) denen zat anlatır:

Utbet-ül Ğulam ile beraberdik. Kendisine bir miktar hurma almıştı. Akşam vakti sıralarında, rüzgar esmeye başladı. Bunun üzerine Utbet-ül Ğulam (r.a.):

-“Ya Rabbi! Canım istediği halde bir seneden beri hurma almamıştım. Fakat hurma yeme isteği bana gâlip geldi. Yemek için aldım.” Dedikten sonra, aldığı hurmaları yemeyip, tekrar fakirlere dağıttı.

Anbese-i Havâs (r.a.) anlatır:

Utbeyt-ül Ğulam (r.a.) beni ziyaret ederdi. Bir gece yanımda kaldı. Seher vakti şiddetli bir şekilde ağladi.

Sabah olunca, ona;

-“Bu gece beni çok korkuttun. Niçin öyle ağladın?” dedim.

Utbet-ül Ğulam (r.a.) Şöyle cevab verdi;

-“Ey Anbese! Günahlarım çok. Yarın kiyamet günü Huzur-u ilahiye nasıl varırım.” Dedi.

Ve bu sırada neredeyse yıkılacaktı. Onu hemen kucakladım:

-“Utbe! Utbe!” diye bağırdım.

Bana hafif bir sesle cevab verdi.

-“Kiyamet günü halimin ne olacağı hatırıma geldikçe kendimi kayıbediyorum.” Dedi. Sonra ağlamağa başladı. Onun bu ağlayışı beni de ağlattı.

O mahzun bir sesle, göz yaşları dökerek, Allah-ü Teâlâ’dan, lütuf ve ihsanını dilerdi. O kur’an-i kerim okuduğu zaman ağlar, başkalarını da ağlatırdı. Allah-ü Teâlâ’nın korkusundan göz yaşları dinmezdi.

İslam alimleri ansiklopedisi.

Allahu Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Utbet-ül Ğulam ın yaptığı dua hürmetine afv eylesin.Amin…
Fuad Yusufoğlu

 

Girnavas Şelalesi (Nusaybin)

Yahya bin Mu’az (r.a.) buyuruyor ki;

-“Bir gece Bayezîd-i Bıstamı (r.a.) gördüm. Akşam ve yatsı namazlarını kıldıktan sonra sabaha kadar iki ayağının üzerine oturdu. Tabanı yerden kesilmiş, ayaklarının ucuna basıyor, gözü dalgın ve hayran bir halde kaldı.”

-“Sonunda, uzun bir secde etti, başını kaldırdı ve “ Ya Rabbi, bir çok kimseler seni aradı; onlara su üstünde yürümek ve havada uçmak kerâmetlerini verdin. Ben bunlardan sana sığınıyorum. Bazısına yeryüzündeki hazineleri verdin. Bazısına bir gecede uzak mesafelere gitmeyi ve buna sevinmeyi verdin. Ben bunlardan sana sığınıyorum.” Dedi.

Sonra geri dönüp beni gördü.

-“Ya Yahya, burada mısın? Dedi.

Ben:

-“Evet.” Dedim.

Bayezîd-i Bıstamı ( r.a.):

-“Ne zamandan beri.”dedi

Ben:

-“Çok oluyor.” Dedim.

Bunun üzerine;

-“Bu hallerden bana bir şeyler anlat.” Dedim.

Bayezîd-ı Bıstami (r.a.);

-“Sana uygun olanları söyliyeyim.” Dedi.

Devamla Bayezîd-i Bıstamı (r.a.):

-“Beni en yüksek ve en alçak melekûtta dolaştırdılar. Arş, Kürsi, gökler ve bütün cennetleri gezdirdiler ve,

-“Bunlardan hangisini istersen iste verelim .”dediler.

–“Bunlardan hiç birini istemem. dedim.

Bunun üzerine Allah-u Teala (c.c.):

-“Sen benim hakiki kulumsun.” Buyurdu.

Ebu Türâb-i Nahşebi (r.a.) nin hallere gömülmüş bir mürîdi vardı. Bir gün Ebu Turab (r.a.) kendisine

-“Bayezîdi Bıstamı (r.a.) yı görsen iyi olur.” Dedi.

Mürîdi:

-“Ben Bayezîd’den çok meşgülüm.”Dedi.

Devam edecek…..

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazterleri (c.c.) bizleri ve sizleri hakiki kulları olan Bayezîd-i Bistam-i Hazretleri (r.a.) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

çağ-Çağ deresi (bor) Nusaybin

Akâid ilmi;

Akâid “akide” kelimesinin çoğuludur. Akid ise sözlükte düğüm bağlamak, düğümlemek ve kesinlikle inanılan şey anlamına gelir.

Buna göre;

“İslam akâidi” İslam dinin’de kesinlikle inanılan hususlar manasına gelir ki bunlara; “İman esasları” da denir.

Buna göre iman esaslarını ihtiva eden ilme de “akaid ilmi” denir.

Nitekim Seyyid Şerif Cürcanı (r.a.) de “Akaid”i tanımlarken “İslam dininin ameli değil, itikadi hükümlerini ihtiva eden ve bunlardan bahseden bir ilim” olarak ifade etmiştir. (Ta’rifat).

Hangi devirde ve hangi metodla olursa olsun iman esaslarından bahseden ilim “akaid ilmi”dir. Bu tür kitablara da “akaid kitabları” denir. Fakat hususi ma’nada “akaid” iman esaslarından kısa olarak bahseden bir ilim olmuştur.

Akaid ilmi, Allah’ın varlığından, sıfatlarından, fiillerinden bahseden bir ilimdir. Her ne kadar nübüvvet ve ahret ile ilgili konular da anlatılmakta ise de bunlar, İlah’i fiilere râcidir. Zira bütün itikadi meselelerin konusu Yüce Allah’tır.

Akaid ilminin gayesi, taklidden kurtulmak, tahkiki iman derecesine ulaşmaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları (Dini kavramlar sözlüğü)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri tam bir imanla ve halis bir akide ile Ahrete gitmeyi nasıb eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu


Bütün hamdü Sena Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) a mahsustur. Salat-u Selam da Muhammed aleyhis selam’a, bütün aline olsun.

Belki dersin ki;

İkinci kısımda beyan ettiğin ayetler, çeşitli ilimler ve amellere müştemildir. Onların maksatlarını ayırt etmek, başlıbaşına onlardan her birinde düşünmek mümkün olması onların cümlelerini tafsilatlı olarak şerh etmek mümkün değil mi? ki, İnsanlar ilim ve ameldeki saadet bablarını tafsilatlı olarak bilsin ve düşünmek, çalışmakla onların anahtarlarını elde etmek müyesser olsun.

Derim ki;

Evet o mümkündür. Zira ayetlerin maksadının tümü:

1-İlimler,

2- Amellere taksim olunur.

Ameller de zahir ve batın olarak iki kısımdır.

Batını ameller de ikiye ayrılır.

a) Tezkiye
b) Tahliye.

O ayetlerin maksadı dört kısımdır.

1- İlimler

2-Zahiri ameller

3-Onlardan uzaklaşıp temizlenmek vacib olan ahlak-ı mezmume

4-Benimsenmesi vacib olan güzel ahlak.

Her kısımda ON asıl vardır. Bu kısmın da ismi (Dinde kırk esas kitabı) dır. Dileğen onu başlıbaşına yazar, zira o, Kur’an ilimlerinin hülâsasına müştemildir.

Birinci kısım, ilimler ve esasları hakkındadır ki, onlar da: ONDUR.

1-Allah(c.c.) ın zatı
2-Allah’ın noksan sıfatlardan tenzih,
3-Allah’ın Kudret sıfatı,
4-Allah’ın ilim sıfatı,
5-İrade sıfatı,
6-Allah’ın işitme ve görme sıfatları,
7- Allah’ın kelam sıfatı,
8-Fiiller,
9-Ahiret günü,
10-Nübüvvet. Yani Peygamberlik.

Devam edecek…

DİNDE Kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kelime-i Tevhid üzere Ahrette göç etmeyi nasib eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Çağ-Çağ deresi (Bor) Nusaybin

Birinci ESAS : ALLAH (C.C.) IN ZAT’I

Hamd edenlerin Hamdi, gönderilen peygamberinin lisanı üzerine indirilen kitab (Kur’an) ile kullarına kendini tanıtan Allah (c.c.) a mahsustur ki,

O:

-“Zatında BİR’dir. Ortağı yoktur. TEK’dir. Onun benzeri yoktur.

Samed’dir. (Herkesten zengindir, kimseye muhtaç değildir, bütün yaratıklar O’na muhtaçtır) O’nun hakkında bunun zıddı tasavvur olunmaz. Yalnızdır, Dengi ve Naziri yoktur.

Kadim’dir, varlığının başlangıcı yoktur.

Ezeli’dir bidayeti yoktur. Varlığı devamlıdır, sonu yoktur.

Ebedidir, nihayeti yoktur.

Kayyumdur (Her şey onunla kaim ve her şeyin varlığı ondandır.) Kendisine ınkıta arız olmaz.

Daimdir. O’nun için Helak yoktur. Daima Celal sıfatları ile muttasıftır. Zamanların bitimi ve ecellerin munkarız olması ile, O’nun hakkında yokluk ve ayrılık ile hükmedilemez bilakis O, evvel, ahır, zahir, batın ve her şeyi hakkiyle bilendir.

Devam edecek….

Dinde kırk esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri sağlam bi ittikad üzere kılsın. Amin…

Fuad Yusufoğlu

Çağ-Çağ nehri (nusaybin) -BOR-

İkinci ESAS: TAKDİS HAKKINDADIR.

Allah musavver bir cisim değildir. Mahdud ve mukadder cevher de değildir. O, ne miktarda ve ne de parçalanmayı kabul etmekte cisimlere benzemez. O, cevher olmadı ve kendisine cevherler de hulûl etmez.

Allah (c.c.) araz olmadığı gibi arazlara da mahal olmaz. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da ona benzemez. O’nun gibi bir şey olmadı, o da bir şeyin benzeri değildir. O’nu mikdar, hudud almaz, canibler ihtiva etmez ve cihetler ihata edemez. Gökler O’nu kucaklayamaz. O, irade ettiği anlamda ve buyurduğu vechile arşa istiva etmiştir.

Öyle ki, Allah (c.c.) bu istivada temastan ve istikrardan, mekan tutmak ve ayrılıp intikal etmekten münezzehtir. Arş O’nu taşımaz, bilakis Arş ve hamelei arş onun kudretinin lutfu ile taşınırlar. O’nun kudretinin penceresindedirler. O, Arşın fevkinde ve toprağın nihayetine kadar her şeyin fevkindedir. O, fevkinde oluşla Arşa ve göğe yakın olmaz. Bilakis O, dereceleri toprağa yükseltip yaklaştırdığı gibi Arşa dereceleri yükseltip yaklaştırır.

Bununla beraber O, her varlığa yakındır. O, Kullarına şah damarından da yakındır. O, her şey’e şahittir. Zira zatı cisimlerin zatına benzemediği gibi yakınlığı da cisimlerin yakınlığına benzemez. O, hiçbir şeye ve hiçbir şeyde kendisine hulûl etmez.

Zaman onu içine almasından münezzehtir, mekanın da onu ihtiva etmesinden beridir. O, zaman ve mekân yaratılmadan evvel vardı. O, zaman ve mekân yaratılmadan önce ne idiyse şimdi de O’dur.
Yarattıkları O’nu sıfatları ile tanır. Zatında kendisinden başka varlık bulunmadığı gibi kendisinden başkasında Zâti bulunmaz.

Tağyir ve intikalden münezzehtir. Sonradan var olanlarla mahal olmaz, kendisine arızı şeyler gelmez. Bil’akis Celal sıfatlariyle daim ve ve zevalden münezzehtir.

Sıfatları tam olup daha fazla KEMAL İSTEMEKTEN MÜSTAĞNİDİR. Zatında varlığı akıllarla bilinmiştir. Kendisinden, iyi kişilere bir lütuf ve ni’met olarak, ve Zati İlahiyesine bakmakla ni’metleri tamamlanmaş olmak üzere, Zati ahirette, gözlerle görülecektir.

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Sağlam bir itikatla Ahrete göç etmeyi Müyyeser eylesin. Amin…

Fuad Yusufuğlu