‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

TASAVVUF;

24 Şubat 2009

DSC01665  Fuad Yusufoğlu Girnavas mevki-i

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF NEDİR;

Tasavvuf sözlükte “yün giymek, saf olmak” anlamına gelir. Tasavvuf’un pek çok tanımı yapılmıştır;

Bunlardan bazıları şunlardır;

Tasavvuf; “Kötü huyları terk edip, güzel huylar edinmektir.”

Tasavvuf; “Hakk ile birlikte ve O’nun huzurunda olma halidir.”

Tasavvuf; ” Baştan başa edeptir.”

Tasavvuf; “Nefisten fani, Hak ile baki olmaktır.”

Tasavvuf; “Temiz bir kalp, pâk bir gönül sahibi olmaktır.”

Tasavvuf; “Herkesin yükünü çekmek, kimseye yük olmamamaktır.”

Tasavvuf; “Kimseden incinmemek, kimseyi incitmemektir.”

Tasavvuf’u kısaca şöyle tanımlamak mümkündür;

“Kişiye Allah’ı görürmüşcesine ibadet etme hazzına erişmesinin yolunu gösteren ilimdir.”

“Tasavvuf’u bir hayat tarzı olarak benimseyen kimselere de ‘sûfi’ veya ‘mutasavvuf’ denir.”

Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları (Dini kavramlar sözlüğü)

Tasavvufun nereden geldiği

Resulullah efendimiz (s.a.v.), tasavvuf ilminin bu yüksek ma’rifetlerinin hepsini, Hazret-i Ebû Bekr-i Sıdık (r.a.) ın kalbine akıttı. O ruh ilminde de bir mütahassıs oldu. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıdık (r.a.) da Resulullah (s.a.v.) dan aldığı bu feyizleri, Eshab-i Kiram’dan Selman-i Farisi (r.a.) nin kalbine akıttı. Ruhu yükselten ve onu besleyen bu ma’rifetlere, Kasım bin Muhammed (r.a.) da, Selaman-i Farisi (r.a.) nin sohbetlerinde bulunarak yetişip bir ruh mütahassısı olmuştu.

(İslâm âlimleri ansiklopedisi)

Açıklama;

Ahret için çalışıp, onun yoluna sülûk eden kimse; ya âbid, ya âlim, ya öğrenci, ya yönetici, ya san’atkâr veya tek ve Samed’in azametinde “istiğrak” eden bir muvahhid’dir. Bu altı haletin birisinden hali değildir.

ÂBİD;

Kendini kulluğa verip başka bir şeyle meşgül olmayan kimsedir. Öyle ki; ibadeti terk ettiği takdirde işsiz kalacaktır. Bu durumda olan kimse için en iyisi zamanın çoğunu ibâdete, zikir meclisine vermesidir.

Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.

-“Cennet bahçelerine uğradığınızda gezinin.”

Bunun üzerine;

-“Ey Allah’ın Resûlü! Cennet bahçeleri ne demektir.” Denildiğinde.

Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem);

-“Zikir halkalarıdır.” Şeklinde karşılık verdiler. (Tirmizi)

ÂLİM;

Verdiği fetvâ ve ders ile yazdığı eserler vâsıtasıyle ilminden istifâde edilen kimsedir. Mümkün ise bütün zamanını bu yönde harcaması daha iyidir. Çünkü bu çalışma, sâlike yardım etmek için olursa, beş vakit namaz ile ona tabi’ sünnetler hariç bütün ibadetlerden üstündür.


İbadetten üstün olan ilimden maksat, Ahitret’i teşvik edip Dünya sevgisini azaltan veya Ahret yoluna sûlük etmek için yardımcı olan ilimdir.
Mal, şeref ve halkın itibarını kazanmak için insanların hırsını artıran, ilim değildir.

ÖĞRENCİ;

Öğrenmekle, Allah rızasını isteyen kimsedir. Bunun için ilimle meşgül olması, zikir ve mutlak nafilelerle meşgül olmaktan daha iyidir.


Yalnız hergün bir zikir virdinden kendini mahrum bırakması uygun düşmez. İnşallah tuttuğu yola daha fazla yardımcı olur, hatta avâm’dan da olsa va’z ve ilim meclisinde bulunması, vird ile meşgül olmasından efdâldır.

Tenviru’l Kulûb


Devam edecek…

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 2

24 Şubat 2009

DSC01670  Fuad Yusufoğlu Girnavas mevki-i

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Ka’b-el Ahber (r.a.) şöyle diyor;

-“Âlimlerin meclisinde bulunmanın sevâbı halka görünseydi, onun için dövüşeceklerdi, hatta onun için hükümdarlar hâkimiyetlerini, tüccarlar da ticaretlerini bırakacaklardı.”

Hazret-i Ömer (r.a.) da şöyle diyor;

-“Adam Tühame dağları kadar üzerine günah olduğu halde evinden çıkar, âlimin sözünü işitip Allah’tan korkar tevbe ederse,

(-“Biz Allah’ın mülküyüz ve O’na döneceğiz.”) der ve günahlarından üzerine hiçbir günah kalmadığı halde evine döner.

Öyle ise Ulemâ meclisinden ayrılmayın, şüphesiz Allah, yeryüzünde Ulemâ meclisinden daha kıymetli bir yer yaratmamıştır.”

Özet olarak; sözü ve gidişi güzel bir vaizin sözü ile dünya sevgisinin düğümlerinden bir düğüm kalbten çözülürse, dünya sevgisi içerisinde bir çok rek’ât namaz kılmaktan faydalı ve şereflidir.

SANATKÂR; .

Çocuk ve aile efradının geçimini sağlamağa mecbur olan kimsedir Bu adamın aile efradını bırakıp da zamanını ibadet ve taate vermeğe hakkı yoktur. O’nun virdi, is zamaını çarşıya gidip kazanç sağlamak için çalışmaktır.

Yalnız çalışırken kalbiyle Allah’ı zikir edip unutmayacak, tesbih, zikir ve Kur’an-i Kerim tilavetine devam edecektir. Çalışmak ve ticvaret yapmakla beraber bunların devamı mümkündür. Kendisine yetecek kadar kazandıktan sonra ibadete dönecektir.

YÖNETİCİ;

Müslümanların lideri, Hakim ve Müslümanların hizmetine bakan herhangi bir müessesenin başında bulunan kimsedir. Bunun İslam’a uygun bir şekilde ve samimi olarak Müslümanların ihtiyacını karşılayıp ve yardımcı olması, vird ile meşgül olmasından efdâldır.

O’nun görevi; gündüz, halkın işlerini görmek, farz namaz ile sünnetlerinden başka bir şey yapmamak, gece vaktinde ise virdini edâ etmektir.

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 3

24 Şubat 2009

DSC01669  Fuad Yusufoğlu Girnavas mevki-i

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF- 3

Tek ve Samed olan Allah-u Teâlâ’nın azametinden istiğrak olan kimse;

Bu ise, öyle bir duruma gelmiştir ki, tek gayesi vardır, tek bir şeyi düşünür. Allah’tan başka hiçbir şeyi sevmez. O’ndan başka hiç kimseden korkmaz, O’ndan başka hiçbir kimseden rızk ummaz.

Bu dereceye varan kimse, artık virdin çeşitlerine muhtac kalmaz. Farz namazlarıyla sünnetlerini edâ ettikten sonra bir tek virdi vardır o da, her halukarde, kalbi Allah ile beraber olmaktır.

Kalbine bir şey gelir, kulağıyla bir şey işitir veya gözü ile bir şey görürse mutlaka ondan ibret alır. Bunlar kendisini düşünce ve tefekküre sevk eder. Bütün bu haller, tefekkürün çoğalmasına sebep olur. Bu da Sıddıkların en yüksek mertebesidir. Düzenli bir şekilde zikir edilip virde devam edilmezsa, bu mertebeye yetilşilmez. Bunun için mürid olan kimsenin aldanıp bu mertebeye yetiştiğini idrak ederek ibadet ve tattan tembellik yapması uygun değildir.

Bu mertebede bulunan kimsenin âlameti; gönlüne vesvesenin gelmemesi, günah tasavvur etmemesi, musibet ve belâların hücumunun onu korkutmamasıdır.

Bil ki;

Kalbin ıslah ve aydınlanması için amel-i salihin büyük faydası vardır. Yalnız meyvesi ancak onun devamı ile görünebilir. Bir kimse güzel amel işlemeyi i’tiyâd haline getirir, sonra gevşeklik yapıp bırakırsa, sevilmez olur.

Bunun için demişler ki;

-“Bir kimse bir ibadet yapıp âdet haline getirir, sonra ondan usanarak terk ederse, Allah ona buğz eder.”

Peygamer efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor;

-“Allah’a en sevimli amel, az da olsa devam edenidir.” (Buhari ve Müslim)

Bunun için, ey kardeşim! Güzel amele devam etmek için yenini iyice topla ve sıkı bağla. Buna devam eden kimse, iman halavatini duyacak ve iman, kalbine tam yerleşecektir. Bu makama yetişen bir kulun şek ve şübheleri zail olur, ibadetten büyük haz duyar.

Öyle ki;

İbadet’le meşgül olmayı dünya malı ve menfaatlarini sağlamaktan daha çok sever. O zaman çok sıcak bir günde suya susamış olan bir kimsenin kalbine soğuk su muhabetinin girmesi gibi, imanın muhabeti de kalbe girer. Tâatın lezzeti onun yorgunluğunu giderir.

Hatta tâat, kalb için bir gıda ve sevinç kaynağı olur. Bedeni lezzetlerden daha fazla ruhuna lezzet verir.

Bilmelisin ki;

Kalb için günahların zararı, beden için zehirin zararından daha fazladır. Bunların da zararları çeşit çeşittir.

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 4

24 Şubat 2009

DSC01639  Fuad Yusufoğlu Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF- 4

Dünya ve ahiret’te her kötülük ve hastalığın sebebi mutlaka günah ve ma’siyettir. Dünya ve ahiret’te kalb ve vucuda zarar veren günah ve ma’siyetlerin öyle menfi neticeleri vardır ki ancak, Allah onların ne kadar menfi olduklarını bilir.

Onlardan biri;

Faydalı ilimden mahrum olmaktır. Çünkü faydalı ilim bir nûr’dur. Allah onu kalbe yerleştirir. Günah ve ma’siyet ise o nûr’u söndürür. Veyahut onunla kalb arasında bir perde olur.

Onlardan biri de;

İnsanlarla vahşet ve ülfet etmemektir. Günahkar olan kimse, vahşeti kendisiyle Allah arasında görür. Hiçbir vahşet ona benzemez ve yaklaşamaz.

Onlardan biri de;

İşinin ters gitmesidir. Hangi işe yüzünü çevirirse ya onu kapalı görür, açılmaz veya açılmasını zor görür.

Onlardan biri de;

Karanlık gecenin karanlığı hissedildiği gibi kalbinde de bir karanlık hisetmesidir.

Bu karanlık ne kadar artarsa, şaşkınlığı da o nisbette artar ve yüzüne vurur. Öyle ki kalb gözü açık olan kimseye gizli kalmaz.

Onlardan biri de;

O kalb ile vucudu zayıflatır.

Onlardan biri de;

Tâattan mahrum bırakır, bereketi yok eder.

Onlardan biri de;

Günah, zillet ve perişanlığa vesile olup aklı bozar. Çünkü o nûr’dur, günah da onu söndürür.

Onlardan biri de;

Ni’metleri giderir, fakirliği getirir, kuldaki ni’metin zevâli, işlenen ma’siyet sebebiyle olduğu gibi başına gelen musibet de Ma’siyet sebebeiyledir.

Cenab-ı Hak şöyle buyururyor;

-“Başınıza ne musibet geldi ise, kendi ellerinizin kazancı iledir. Halbuki o bir çoğunu afvetmektedir.” Şûrâ Suresi Ayet 30

Bil ki;

Tasavvuf buna “İlm-i Bâtın” da denilir. Kıymetçe en büyük yer ve şeref itibariyle en yüce ve en parlaktır.

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 5

24 Şubat 2009

DSC01650 Fuad Yusufoğlu Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF- 5

Allau-u Teâlâ, Peygamber ve Resullerden sonra onları herkesten üstün kılıp kalblerine ilahi sırlar için merkez haline getirmiştir. Onlar, halkın iman ve terbiyeleri için yardımcılarıdır. Bütün ahval ve davranışlarından Hakk ile beraberdirler.

Taybi (r.a.) şöyle der;

-“Âlim olan kimse mütabahhir olup zamanın büyüklerinden de olsa bilgisine kanâat etmemeli, doğru yolu kendisine göstermek için ehl-i Tarîk ile bir araya gelip onların mâiyetinde bulunmalıdır ki, rûhları pâk olduğundan Hakk’ın ilham yolu ile kendileriyle konuştuğu kimselerden olsun ve kirlerden kurtulsun.”

-“Âlim olan kimsenin ledünni ilimlerin feyzine ehil olabilmesi ve Nübüvvet penceresinin nûrlarından iktibas edebilmesi için, ilmine karışan nefs-i emmârenin paylarıyla hevâ ve hevesin bulanıklığından sakınması gerekir Bu da, ancak kâmil ve âlim, kalb hastalıklarını ve manevi necasetlerinden temizleme usûlünü kavrayan ilim ve zevk yönünden nefsine muâmele yolunu bilen bu Üstaz’ın delâletiyle mümkün olabilir.”

-“Ancak böyle bir kimse, nefs-i emmârenin haşin davranışından ve gizli desiselerinden kurtulabilir. Bütün ehl-i tarik, insanın kalben Allah’ın huzuruna girmesine engel olan haz ve huyların yok edilmesi için yol gösteren böyle bir üstaz’ı edinmesinin gerekli olduğunu,” söylemişlerdir.

İbadet ve tâatlarda huzur ve huşu’ ancak böyle elde edilir. Çünkü bu vâcib; vâcib olmayan bir şeye dayansa, vâcib olmayan bir şey de, vâcib olur. Şübhe yok ki, kalb hastalıklarını tedavi etmek lazımdır. Bunun için kalb hastalıkları bir kimseye galebe çalarsa, onu vartalardan kurtaracak bir üsta aramak lazimdir.

Ahmed bin Hanbel (r.a.) oğlu Abdullah (r.a.) a şöyle diyordu;

-“Ey oğlum, bu cemâatle oturup kalk, çünkü onlar ilim, murakabe, korku, zühd ve yüksek himmetleriyle bizden üstündürler.

İmâm-i Şafi-i (r.a.) Tasavvuf ehliyle oturup kalkardı;

-“Fakîh olan kimse, yanında bulunmayan ilmi öğrenmek için sufilerin terimlerini öğrenmeye muhtactır.” Diyordu.

İmâm-i Şafi-i ile Ahmed bin Hanbel (r.anhüm) Sufilerin meclisine gidip gelirler, zikir meclislerinde bulunurlardı.

Bunun için onlara;

-“Nedir bu cahillerin yanına gidip geliyorsunuz?” denilince

Derler ki;

-“İşin başı olan takva, muhabbet ve ma’rifet (Allah’ı tanımak) bunlardadır.

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 6

24 Şubat 2009

DSC01651 Fuad Yusufoğlu Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF- 6

Bazı âlimler şöyle der;

-“Ehl-i tasavvuf’un sözünü kabul eden kimseden duâ iste, çünkü onun duâ’sı makbüldür.”

Bir kimse herhangi bir ilme başlamak isterse, O’na aşinâ olması için önce onu tasavvur etsin. Bu tasavvur da ancak, şâirin sözünde zikr edilmiş;

-“Onun temel taşlarını bilmekle olur. Her ilmin temeli odur. Ta’rifi, konusu, faydası, haddı, konusu, semeresi, fazileti, nisbeti, vazıı, ismi, kaynağı onda Şâri’in hükmü ve meseleleri. Bunların bazıları, bazılarından istiğna eder hepsini bilen kimse şerefi elde etmiş olur.”

Tasavvuf’un ta’rifi şöyledir;

-“Nefsin ahvali olan iyi ile kötü; bunların kötüsünden temizlenme, iyisiyle süslenme, usulünü sülûk Allah’a gitme ve O’na sığınma keyfiyetini bildiren ilimdir.”

-“Tasavvuf ilmi; zekâ ve gerçekçi olmayan bir kimse onu idrak edemez.
Onu görmeyen kimse nasıl onu tanıyacak, Amâ olan kimse nasıl güneş ışığını görecektir.”

Tasavvuf’un konusu;

Tezkiye ve temizleme yönünden kalb ve duyuların fiilleridir.

Tasavvuf’un semeresi;

Kalbi temizlemek, zevk ve vicdan olarak gaybı bilen Allah’ı tanımak, Ahret’te kurtulmak, Allah’ın rızasıyle ebedi saâdete nâil olmak, büyük hakikatların doğmasına, acîb hallerin mü

Şahedesine ve başkasının kalb gözünün görmediği şeyleri görmesine sebeb olacak şekilde kalbin tenvir edip parlatmaktır.

Tasavvuf’un fazileti;

Tasavvuf, ilimlerin en şereflisidir. Zira o Allah’ın ma’rifetiyle muhabbetine dairdir. Ma’rifetullah ise, mutlak sûretle başkasından şereflidir.

Tasavvuf’un nisbeti;

Başka âlimlere nisbetle o, onlar için asıl ve şarttır. Çünkü Allah’a dönüş kasdı olmazsa, ne ilim ne de amel vardır. Tasavvuf ilmi diğer ilimlere nisbetle rûhun cesede nisbeti gibidir.

Tasavvuf’un Vazıı;

İlm-i tasavvuf’un vazıı Allah-u Teâlâdır. O, Resul-i Ekrem (Sallallahu aleyhi ve sellem) ve önceki Peygamberlere vahy edilmiştir.

O bütün şeriat ce semâvi dinlerin ruhudur.

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 7

24 Şubat 2009

DSC01671  Fuad Yusufoğlu Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF- 7

Bil ki;

Tasavvuf’un üç kelimesi vardır. Câhiller bilmeye bilirler, onda karışıklık meydana gelebilir.

Aldananların düştükleri hataya düşmemen için, biz bunları sana açıklarız. Bu kelimeler “Şeriat”, “Tarikat” ve “Hakikat’tır.”

Şeriat;

Allah’ın Resulü (s.a.v.) ne indirilmiş ve âlimlerin kitab ve sünnet’ten, Nass veya istinbat yolu ile anladıkları hükümlerdir. Yani tevhid, fıkıh ve tasavvuf bilgilerinde beyân edilmiş hükümlerdir.

Tarikat;

Şeriat ile amel ederek azimeti almak ve ruhsat ile amel etmek uygun olmadığı zamanda ruhsattan uzaklaşmaktır.

İstersen şöyle diyebilirsin; Hem zâhir hem batın olarak harâm şeylerden sakınmak ve gücün yettiği kadar Allah’ın emirlerine imtisal etmektir. Yahut harâm, mekruh ve lüzümsüz mubah şeylerden sakınmak ve farz ile akıllı bir bilginin gözetimi altında nafileleri edâ etmektir.

Hakikat üç kısımdır;

Bir;

Kendisiyle Allah’ın zat, sıfat, Celâl ve Cemâl; Allah’a yakın olmak, Peygamberliğin hakikatı ve Peygamberlerin kemâleti, bahusus onların Efendisi (Sallallahu aleyhi ve sellem), kabir ni’meti, azabı, kıyamet ve şiddetleri, ateş ve içindekiler Cennet ve içindekilerle bunlara benzer şeyler gibi iman ettiği şeyler arasındak, perdenin inceliğidir ve onları görür gibi olmaktır.

Bu hakikate yetişen kimse dünyaya ve dünya makamlarına karşı zühd, şükür,, gaflet, dehşet, aşk ve benzeri şeylere mâruz kalır. İnşallah, bunların çoğu açıklanacaktır. Bununla birlikte âlem-i ulvî ve süflî ile geçmiş ve gelecek hâdiseler hakkında kendinse kaşifler de hasıl olur.

İşte Hârise bin Mâlik El Ensari (r.a.) nin hadisi bu kabildendir

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine;

-“Ey Hârise nasıl buldun?” buyurdu.

Hârise bin Mâlik (r.a.);

-“Gerçekten mü’min oldum.”

-“Her sözün bir gerçeği vardır, imanın gerçeği nedir?”

Bir rivayette;

-“Kendisine ne dediğini bil veya ne dediğine bak.”

-“Benim nefsim dünyaya sırt çevirdi.Taşıyla altın’ı bende bir oldu, Gecemi uyanık geçirdim, gündüzümü susuz bıraktım (Yani; gecemi tâat ve ibadetle ihya ettim, gündüzleri de oruç tuttum.) Sanki ben Rabbimin Arş’ını açıkça görüyor, ehl-i cennet birbirini ziyaret ederken onlara bakar ve cehennemdekilerin havlamasını işitir gibiyim.”

-“Bildin, devam et.”

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 8

24 Şubat 2009

DSC01668    Fuad Yusufoğlu Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF- 8

Bir rivayette Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur;

-“Bir kimse, kalbini nûrlanmış olan kimseye bakmayı arzu ediyorsa, Harise bin Mâlik (r.a.) e baksın” (Taberâni, Bezzar ve başkası rivayet etmiştir.)

Bu hakikatin en yüksek kısmı ve en şerefli bölümüdür. Çünkü o asıl olup diğer iki kısım ondan dallanır. O esastır, kalan kısımlar da onun üzerine bina edilirler.

İki;

Nefsin iyi olmayan ahlakı bırakıp, sevilen sıfatlar ve yüce ahlakla süslenmesidir. Öyle ki, bunlar yerleşecek ve kendisi için meleke haline geleceklerdir.

Üç;

Amel-i Salihin ve iyi işlerin kendisine kolay gelmesidir. Öyle ki meşakkat görmeyecek şekilde iyi işlerle rahat edeceketir. Hatta onları terk etmek isterse, onun nefsi o hususta kendisine itâat etmeyecektir ve İslam ile duygulanacaktır.

Allah’ın yasaklarından uzak kaldığı ve emirlerine imtisal ettiği için nefsi tam huzur bulur, itâat ve ubudiyet gerçeği kendisine sabit olur. Sanki o, insan suretinde bir Melektir.

Bunu kavradığın takdirde, hakikatın târifinde zikr edilen şeylerin bir çokları onun bölümlerinden birinin veya bazısının beyanından ibaret olduğunu, hakikatta tarikatın semeresi olduğundan Ahret yoluna sülûk etmek isteyen kimsenin her üçünü birleştirmesi gerektiğini ve hiçbirisini ihmal etmemesi lazım olduğunu anlamış olursun.

Çünkü şeriat olmadan hakikat batıl olduğu gibi, hakikat olmadan da şeriat da batıldır.

İmâm-i Mâlik (r.a.) şöyle diyor;

-“Hakikatsız şeriat ile amel eden fasık, şeriatsız hakikat ile amel eden zındık, her ikisiyle amel eden ise gerçeğe varmış olur. Şeriat, maksada ermeğe ve kurtuluşa sebeb olan gemi gibidir. Tarikat, içinde i n c i bulunan deniz, hakikat ise i n c i gibidir. İ n c i  ise ancak denizde bulunur, o denize ancak gemi ile yetişebilir. Bir kimse, bütün eşyanın hakikatına Allah nâmına bakarsa, şeriat ile hakikatın birbirinden ayrılmadıkları görür. Suyun ağaçtan, ruhun cesedden ayrılmadığı gibi. Şeriat bir ağaç, tarikat onun dalları, hakikat da meyveleridir.”

Bu bilginin ismi “Tasavvuf bilgisidir. Tasavvuf “Safa” kelimesinden alınmıştır. (Safi olmak, bulanık olmamaktır.)

Sufi, kalbi bulanıklıktan salim kalıp ibretle dolmuş ve kendisi için altın ile kesek eşit kalmış olan kimsedir.

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli velki kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

TASAVVUF- 9

24 Şubat 2009

DSC01667  Fuad Yusufoğlu Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

TASAVVUF- 9

Tasavvuf’un Esasları;

Tasavvuf’un esasları beştir.

Bir; Gizli ve açıkça Allah’tan korkmak. Bu da takva ve istikamet ile gerçekleşir.

İki; Sözde ve işte Sünnet’e ayak uydurmak. Bu da, dikkat ve güzel ahlak ile gerçekleşir.

Üç; Gidiş ve gelişte halktan yüz çevirmek. Bu da, sabır ve tevekkül ile gerçekleşir.

Dört; Darlıkta ve bollukta Allah’ın yaptığına rıza göstermektir. Bu da, kanâat ve işi Allah’a bırakmakla gerçekleşir.

Beş; Refah ve sıkıntılı zamanlarda Allah’a dönmek. Bu da, refah hallerinde Allah’a şükür etmek, Sıkıntılı anlarda da Allah’a sığınmakla gerçekleşir.

Tasavvuf’un kaynağı;

Kur’an, Sünnet ve Ümettin büyüklerinden sadir olan eserlerdir.

Şari’in ondaki hükmü, Farz-ı ayn olmasıdır. Çünkü Peygamberler müstesna, hiçbir kimse kalbi hastalıklardan hâli değildir.

Bazı bilginler şöyle diyor;

-“Bu ilimden (Batın ilimden) payı olmayan kimse için Sûi hatimden korkarım. Payın en azı onu tasdik edip, ehline bırakmaktır.

Mes’eleleri;

Kalblerin hallerini açıklayan söz ve görüşlerdir. Mutasavvıflar arasında söz konusu olan Zühd, Ver’a (takva), Muhabbet, Fenâ ve Bekâ gibi kelimeleri şerh etmek de bunu izlemektir.

Evliya’nın fazileti ile Kur’an ve Sünnet ile sabit olan kerâmetleri;

Cenabı Allah şöyle buyuruyor;

-“Haberiniz olsun. Allah’ın dostları için ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.” (Yunus suresi Ayet 62)

Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyuruyor;

-“Allah’ın öyle kulları vardır ki; Peygamberlerle şehidler, onları gıbta ederler.”

Bunun üzerine Eshab-i Kiram;

-“-“Ey Allah’ın Resûlü, bunlar kimlerdir, onları seveceğimizi umarız.” Denildiğinde

Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki;

-“Bunlar öyle kavimlerdir ki mal ve akrabalık için değil, Allah’ın verdiği nûr ile birbirlerini severler; yüzleri nûr, nur’dan yapılmış minberler üzerindedirler. İnsanların Korkutları günde korkmazlar, insanlar üzüldükleri günde üzülmezler.” (Nesâi rivayet ettiği gibi, İbn-i Hibban da (sahih) inde rivayet ederek yukarıdaki ayeti okudu.

Devam edecek…

Tenviru’l Kulûb

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tasavvuf ehli veli kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Mescidi Nnebevi (eski resim) Medine-i Münevvere

Hazreti Ebû Bekr-i Sıddık (Radiyallah-u anh)

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) den sonra, Eshab-i Kiramın ve insanların en üstünü. Asıl adı Abdullah bin Ebû Kuhâfe bin Âmir bin Amr bin Ka’b bin Sa’d bin Teym bin Mürre’dir.

Babasının adı Osman olup, ‘Kuhâfe’ lakabiyle meşhurdur. Annesinin adı ise Selma binti Sahr’dır. ‘Ümmûlhayr’ lakabiyle tanınmaktadır.

Hazreti Ebû Bekir (r.a.), Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) den 2 yıl 3 ay küçüktür. Fil vak’asından sonra (M. 573) yılında dünyaya gelmiştir.

Müslüman olmadan önce adı, Abdül-uzza veya Abdul Kâ’be idi. Peygamberimiz (Sallallahu alayehi ve selem) e iman ettikten sonra O’nun ismini Abdullah” olarak değiştirdi. 38 yaşında Müslüman olmakla şereflenen Hazreti Ebû Bekir (r.a.), Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in vefat ettiği gün halife seçildi.

Hilafeti 2 sene 3 ay 10 gün sürdü. 63 Yaşında iken hicretin 13 (M. 634) yılında Cemaziyel-ahır ayının yedisinde Pazartesi günü hastalandı. 15 gün hasta olarak yattıktan sonra vefat etti.

Vasiyeti üzerine hanımı Esmâ (r.anha) yıkadı. Cenaze namazını Hazreti Ömer (r.a.) kıldırdı. Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in kabrinin bulunduğu hücre-i Seâdete defnedildi.

Ebû Bekir (r.a.) Aşere-i mübeşşere’nin Yani Cennetle müjdelenen on sahabenin Birincisidir.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) in kayın pederi, Hazreti Aişe validemiz (r.anha) nin babasıdır.

Ebû Bekir (r.a.) in Resulullah Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) e fevkâlâde sadâkât ve sevgisi vardı. Vefatına, Peygambermiz (s.a.v.) den ayrıldığından duyduğu aşırı üzüntüsü, gamı ve hasreti sebep olmuştur. Çünkü O’na karşı olan, sevgisi ve bağlılığı kelimelerle tarif edilemiyecek kadar çoktur.

Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) de, Ebû Bekir (r.a.) i çok severdi. Onun için bizzat kendisine;

-“Sen Allah-u teâlâ’nın Cehennemden atiki (yani azad ettiği kimse) sin.”

Ve;

-“Cehennemden atik olan (azad edilmiş kimse) görüp sevinmek isteğen kimse, Ebû Bekir’e baksın.” Buyurması bunun bir âlemetidir.

Bir Rivayette de, Ebû Bekir (r.a.) in annesi Ümmül Hayr-ı Selma (r.a.) nın bir iki evladı olmuş ise de hiçbirisi yaşamamış olduğundan, Hazreti Ebû bekir (r.a.) doğduğu zaman, annesi kucağına alıp, Kâ’be’ye götürmüş ve yaşaması için;

-“Allahım! Bu çocuğu ölümden âzad edip bana bağışla!” diye dua eyleyince;

Kâ’be’nin her yanından;

-“Ya Emetellah, sana müjdeler olsun ki, çocuğun yaşayacak, seni pek sevindirecek Tevrat’da adı ‘Sıddık’ olarak bildirildi.” Nidası geldi.

Ordakilerin hepsi bunu duydular. Bu sebeple de ‘Atik’ ismini verdiler. Yahud, soy ve sopunda ayıp ve kusur sayılabilecek herhangi bir şey görülmediği için bu lakabı vermişlerdir. Denildi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Ebû Bekir Sıddık (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin…

Fuad Yusufoğlu