‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar

Balıklı göl (Şanlı Urfa)

Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) – 3

Buhârâ’dan ayrılırken, talabelerinden biri veda sırasında;

-“Siz hacca gittiniz.” Demişti.

Bu talebesine;

-”Gittik ve gittik!” buyurarak cevap verdi.

Böylece, bu seferinde vefat edeceğine işaret etmişti.

Nefes yolu üzerinden, büyüklerin mezarlarını ziyaret etmek üzere; Soganiyân’a (Cağâniyan), Herat’a, Tirmiz’e ve Belh şehirlerine uğradı. Vardıkları her yerde evliyâ kabirlerini ziyaret etti. Câm şehrine de uğramıştı.

Burada yetişen meşhur Mevlânâ Abdurrahman Câmi, Nefehât-ül-üns adlı eserinde şöyle yazmıştır;

-“Muhammed Pârisâ (r.a.) nin Câm şehrinden ayrıldığını hatırlıyorum. Mukâyese ederek şöyle hatırlıyorum ki 822 (M. 1419) senesi Cemâzil-evvel sonu veya Cemâzil-âhir ayı başı idi. Babam, bir grup Salih zatla, Muhammed Pârisâ (r.a.) ziyaretine gitmişti. Ben bu sırada beş yaşını henüz bitirmemiştim. Babam yanındakilerden bir kimseye beni omzuna almasını söyledi ve beni de alıp ziyaretine gittiler. Huzuruna varınca, beni kürsüsünün önünde tuttular. Muhammed Pârisâ (r.a.) bana iltifat edip, ber şeker verdi.”

-“Bu hadiseden sonra, altmış yıldan beri nurlarının yayılması gözümdedir. İşte Hâcegan silsilesine ihlasla bağlanmamın ve onlara muhabettimin sebebi, Muhammed Pârisâ (r.a.) nin bereketli nazarlarına kavuşmamdır. Ümit ederim ki, bu bağlılığın bereketiyle, onları sevenler ve muhlisler zümresiyle haşrolunurum”

Câm şehrinden hareket edip Nişâbur’a ulaştı. Havanın sıcak, yolun da korkulu olması sebeiyle, yolcular arasında yola çıkıp çıkmamak hususunda konuşmalar oldu. Neticede yola çıkmaları geri kaldı. Bu sırada Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.), Mevlânâ Celâleddin-i Rumi (r.a.) nin Divanını alıp açtı.

Açtığı sahifede şu manada beyitler çıktı;

-“Ey Hâk aşıkları, ikbale yürüyün!

Seâdet burcuna yönelin dosdoğru!

Bu yol, size Hakkın izniyle mübarek olsun.

Şehirde, çölde, dağda ve suda!…”

Bundan sonra Mekke-i mükerremeye gitmek üzere Nişaburdan yola çıktılar. Sohbet ederek selametle ve afiyet içinde Mekke’ye ulaştılar. Hac ibadetini yaptılar. Bu sırada Muhammed Pârisâ hazretleir (r.a.) hastalandı. Veda tavafını sedye üzerinde yaptı. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) in kabr-i şeriflerini ziyaret etmek için Medine-i münevvereye doğru yola çıktılar. Yolda uyku ile uyanıklık arasında Cüneyd-i Bağdadi hazretleri (r.a.) ni gördüğünü ve kendisine çok müjdeler erdiğini anlatmıştır.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Balıklı göl (Şanlı Urfa)

Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) – 4

Zilhacce ayının yirmiüçünde, Çarşamba günü Medine’ye vardılar. Resulullah (s.a.v.) ın kabr-i şerifini ziyaret edip müjdelere kavuştu. Ertesi Perşembe günü vefat etti. Bu sırada meşhur Osmanlı âlimi Molla Feneri (r.a.) Medine’de bulunuyordu. Cenâze namazını o kıldırdı. Kafilesindeki talebeleri ve Medine halkı cenazesinde bulundular. Cuma gecesi Bâki kabristanında, Eshâb-i kiramdan Hazret-i Abbas (r.a.) in türbesi yanında defnedildi. Şeyh Zeyneddin Havâfi Mısır’dan beyaz bir mermer getirtip kabrine dikmişti.

Oğlu Burhâneddin Ebû Nasr (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Babam vefât ettiği sırada yanında bulunamamıştım. Vefâtından sonra yanına geldim. Mübarek yüzünü açıp baktım. Gözlerini açıp bana tebessüm ediyordu. Üzüntüm ve ızdırabım iyice arttı. Ayak ucuna geçtim, ayaklarını topladı.

Muhammed Pârisâ (r.a.) kerametlerini çok gizlerdi. Fakat bir defasında, büyük hadis âlimlerinden Şemseddin Muhammed bin Muhammed-i Cezri, Mirza Uluğ Bey zamanında Semerkand’a gelmişti. Meâverâünnehr’in hadis âlimleri, hadislerin senedlerini inceliyerek, tahkik ve tesbih ile uğraşıyordu.

Hasedçilerden biri, bu zata;

-“Muhammed Pârisâ’nin söylediği hadis-i şeriflerin senetlerinin sıhhati tam ve malum olmadığı halde, Buhârâ’da çok hadis nakleder. Onun senedlerini inceleseniz iyi olur.” Dedi.

Durum Mirza Uluğ Bey’e bildirilince, o da, Buhârâ’ya bir haberci gönderip, Muhammed Pârisâ ‘dan Semerkand’a gelmesini rica etti. Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.) Semerkand’a geldi.

Semerkand Şeyhülislâm’ı Hâce Üsameddin ve o asrın büyük âlimleri büyük bir meclis kurup, Muhammed Pârisâ’yı da çağırdılar. Hadis mütâlaasına başlayınca, Hâce Üsâmeddin, Muhammed Pârisâ’dan kendi isnadlarıyla bir hadis rivayet etmesini rica etti.

O da senetleriyle bir hadis-i şerif okudu.

Şeyhülislâm;

-“Bu hadisin sahih olduğunda hiç şüphe yoktur, ama şu anda benim yanımda sabit değildir.” Dedi.

Orada bulunan bazı hasedçiler bu sözden hoşnut olup, birbirlerine gözle işaret ettiler. Muhammed Pârisâ (r.a.), aynı hadis-i şerifi bir başka senedle okudu. Şeyhülislâm, yine önceki sözlerini tekrar etti.

Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.) hangi isnadı söylese, bunu duymadım cevabını alacağını görerek bir an susup murâkabe ettikten sonra o şahse dönerek;

-“Hadis ehlinin kitaplarından flanın mesnedini sağlam tutup, onun senedlerini mu’teber sayar mısınız?” buyurdu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Buluntu Hoca Türbesi (Balıklı göl) Şanlı Urfa

Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) – 5

O da;

-“Evet, onun isnadlarını (senedleri) tamamen muteber, güvenilir ve hadis muhakıiklarındandır. Onda hiçbir ferdin şüphesi yoktur. Eğer sizin isnadlarınız ona müsned olsaydı, ısnadınızın sıhhatında hiç sözümüz kalmazdı.” Dedi

Bu söz üzerine Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.), Hâce Üsâmeddin’e dönüp;

-“Sizin kütüphanenizin filan yerinde, falan kitabın altında, şu boyda, şu cilde bir kitap konulmuştur. Bahsettiğim hadis-i şerif, o kitabın falan sahifesinde yazılıdır.” Diyerek,

Sahifesini de belirtip;

-“Talabelerinizden birisini gönderin, hemen o kitabı getirsin..” buyurdu.

Hâce Üsâmeddin, kendisinin böyle bir kitabının bulunduğunda tereddüt edince, o mecliste bulunanlar da bu söze şaşırmışlardı.

Çünkü Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.), onun kütüphânesine hiç görmemişti. Nihayet bir talebesini gönderip, tarif edilen kitabı bulup getirtti. Bahsedilen Hadis-i şerifi, Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.) nin söylediği sahifede aynen buldular. Bunun üzerine, ilim meclisinde bulunan âlimler ve dinleyiciler şaşarak, Muhammed Pârisâ (r.a.) nin büyüklüğüne hayran kaldılar.

Hâce Üsameddin’in bu hadise karşısındaki hayranlığı hepsinden ziyade oldu. Çünkü kütüphânesinde böyle bir hadis kitabının bulunduğunu kendisi dahi iyice bilmiyordu.

Bu hadiseyi Mirza Uluğ Bey işitince, Muhammed Pârisâ (r.a.) yı Buhârâ’dan Semerkand’a getirtiğine çok üzülmüştür. O mecliste bu kerâmetin zahir olması üzerine, âlimler zamanın ileri gelenleri tarafından çok sevildi. Hürmet göstererek kendisine bağlandılar ve onun sohbetlerinde bulunarak feyz aldılar.

Talebelerinin en meşhuru, oğlu Ebû Nasr Pârisâ’dır. Onu zahir ve batın ilimlerinde yetiştirip, tasavvuf’da yüksek derecelere kavuşturmuştur.

Eserleri;

1-Risale-i kudsiyye,
2-Tuhfet-üs-salikin.
3-Tahkikât
4-Fasl-ül-hitab li vasl-il-ahbâb
5-Menasik-ül-hac
6-Füsus-ül-hikem şehri,
7-Menakıb-ı Behâeddin-i Nakşibend gibi kıymetli eserleri vardır.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Balıklı Göl (Şanlı Urfa)

Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) – 6

Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.) buyurdu ki;

-“Üç kimse, kur’an-i kerimin manasını anlayamaz.

Birincisi;

-“Arabiyi iyi bilmeyen ve tefsir okumamış, ilmi olmayan kimse.”

İkincisi;

-“Büyük bir günaha devam eden fasık.”

Üçüncüsü;

-“İtikad bilgilerinden birini yanlış anlayıp, anladığına uymadığı için hak sözü kabul etmeyen bidat sahibi. Çünkü bidatın zulmeti kalbi karartır.”

-“İnsanı, Allah-ü teâlâ’dan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, dünya düşüncelerinin kalbe yerleşmesidir. Bu düşünceler, kötü arkadaşlardan ve lüzümsuz şeyleri seyretmekten hasıl olur. Çok uğraşarak bunları kalbden çıkarmak lazımdır. Faydasız kitab okumak, lüzümsüz şeyler konuşmak da bu düşünceleri arttırır. Bunların hepsi, insanı Allah-ü teâlâ’dan uzaklaştırır. Kalbin hasta olması, Allah-ü teâlâ’yı unutmasıdır. Allah-ü teâlâ’ya kavuşmak isteyenlerin bunlardan sakınması, hayali arttıran her şeyden kaçınması, uzaklaşması lazımdır. Allah-ü teâlâ, çalışmayan sıkıntıya katlanmayan, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nimeti ihsan etmez.”

-“İsa Aleyhis selam gibi büyük bir Peygamberin, gökten indirildiği zaman ictihad ile çıkaracağı bütün ahkam, Hanefi mezhebeindeki ahkama benzeyecek, yani ,İmâm’ı a’zamın ictihadine uygun olacaktır.”

-“İnsanlar, ölüleri dirilteni büyük bildiğinden, Allah-ü teâlâ’ya yakın olanlar, bunu yapmak istemeyip ölü kalbleri diriltmişlerdir, talebelerinin ölü kalblerini diriltmeye çalışmışlardır. Doğrusu da, kalbleri diriltmek yanında ölüleri diriltmenin hiç kıymeti yoktur. Hatta abes, yanı faydasız şeylerle vakit kayıbetmek olur. Çünkü ölüyü diriltmek, ona birkaç günlük ömür kazandırır. Kalblerinin diriltmesi ise sonsuz hayata (ebedi saâdete) kavuşturur. Zaten Allah-ü teâlâ’ya yakın olanların vucudları kerâmettir. İnsanları Allah-ü teâlâ’ya davet etmeleri, Hak teâlâ’ın rahmetlerinden bir rahmettir. Ölü kalbleri diriltmesi harikaların en büyüyüdür. İnsanların selameti, onların varlığı iledir. Mahlukların en kıymetlisi onlardır. Allah-ü teâlâ, onlar ile rahmet yağdırıyor. Onlar sebebi ile rızık gönderiyor. Onların sözleri devâdır. Acıyarak bir bakışları şifadır. Onlar, celis-i ilâhidir. Allah-ü teâlâ’nın lütüfları, ihsanları, onların bulunduğu yerden eksik olmaz. Yanlarında bulunanlar kötü olmaz. Onları tanıyanlar mahrum kalmaz.

İslam âlimleri ansiklopedisi

(Kaynaklar)

1-Hadikat-ül-verdiyye sah.142
2-Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye sah.1045
3-Reşehât sah.82
4-Nefehât-ül-üns sah.431
5-Hadikat-ül-evliya sah. 75
6-Şakayık-ı Nu’manıiyye tercümesi (Mecdi efendi) sah. 268
7-Umdet-ül-makamat sah. 72
8-Rehber ansiklopedisi cild 12 sah 296

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Muhammed Pârisâ (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zeynelâbidin cami-i külliyatı restore edilirken (Nusaybin)

İbn-i Cezeri (Radiyallah-u anhu);

Kırâat âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Muhammed Bin Muhammed bin Ali bin Yusuf el-Cezeri, ed-Dimeşkı, eş-Şirazı’dır.

Şafii mezhebinde büyük bir fıkıh âlimi idi. “İbn-i Cezeri” diye meşhur oldu. Ailesi, “Cezeri” nisbeti ile tanınırdı. Künyesi “Ebu’-Hayr” idi. Cezire, Musul’un yakınında bir beldedir.

Lakabı Şemseddin idi. 751 (M. 1350) senesi Ramazan ayının onbeşinde, teravih namazından sonra Şam’da dünyaya geldi. Mensup olduğu aileden çok âlim yetişti. Herbirisi, zamanının “bir tanesi” idi. Çeşitli dini ilimlerde büyük bir âlim olarak yetişen Şemseddin Muhammed Cezeri, “Şeyh Cezeri” diye de tanınırdı.

Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezid ve Timur Hân’dan çok iltifat gördü. Çok kitab yazdı. Timûr Hân, Ankara Savaşından sonra onu Mâverâünnehr’e götürdü. Bu diyarda onun ilminden çok istifade ettiler.

Onun “Hısn-ül-hasin” adındaki duâ kitabı, Arabca ve Farsça şerhleri ile basılmış olup, çok kıymetlidir. Kirâat ilmine dâir eserleri de kıymetli ve pek meşhurdur.

833 (M. 1429) senesi Rabi’ul-evvel ayının beşinci günü Cuma namazı vaktinde Şiraz’da vefat etti. Orada kendisinin yaptırdığı mezarına defnedildi.

İbn-i Cezeri (r.a.) nin doğumu hakkında şöyle anlatılır;

-“Babası Muhammed Cezeri (r.a.) tüccar idi. Kırk senelik evli olduğu halde çocuğu olmamıştı. Bir sene hacca gitti. Mekke-i mükerreme’de Zemzem kuyusunun başına varınca, Allah-ü teâlâ’dan âlim olacak bir erkek evlad ihsan etmesini duâ ve niyaz ederek, Zemzem suyundan içti. Hac’dan döndükten bir müddet sonra, bu evladı dünyaya geldi.

Şeyh Cezeri (r.a.) daha 14 yaşında iken, 764 (M. 1362) senesinde Kur’an-i kerim’in tamamını hıfz etti, ezberledi. Erfesi sene, Kur’an-i kerim’in hatmi ile namaz kılmak şerefine kavuştu.

Bir müddet hadis ilmine çalıştıktan sonra, Kur’an-i kerim’in muhtelif kırâat usullerini tahsile başladı. Bazı meşayih ve âlimlere kırâatını arz etti. 768 (M. 1366) senesinde kırâat ilminde “Kırâat-ı Seb’a”yı öğrendi. Aynı sene içinde hac ibadetini yapmak için Mekke-i mükerreme’ye ve oradan da Kahire’ye gitti. Oradaki kırâat âlimlerinden de “Kırâat-ı Aşere”, “İsnâ-i aşere” ve “Selâs-i aşere” yi elde etti.

Bu kırâat usullerinde pek mahir oldu. Sonra Şam’a gidip, Dimyatı’nin Aberkuhi’nin ve Esnevi’nin talebelerinden ve İrkumi’den hadis-i şerif dinleyip, Esnevi ve başka âlimlerden fıkıh ilmini okudu. Sonra tekrar Mısır’a gidip, orada usûl, fıkıh, me’âni ve beyan ilimlerini kaynaklarından tahsil ettikten sonra İskenderiyye’ye geçti. Orada İbn-i Abdüsselam’in talebelerinin derslerinde bulunup, onlardan hadis-i şerif dinledi. Çok âlimdem ilim tahsil etti.

774 (M. 1373) yılında, Şeyhülislâm Ebü’l-Fida İsmail bin Kesir, fetva verebilmesi için ona izin verdi. 778 (M. 1376) yılında Şeyh Ziyâüddin ve 785 (M. 1383) de de Şeyhülislâm Bülkini tarafından fetvâ vermeye me’zün kılındı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan İbn-i Çezeri (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zeynelâbidin Cami-i külliyaının restore edilme hali

İbn-i Cezeri (Radiyallah-u anhu) – 2

Sonra Kuran-i kerim’i okutmakla meşgül oldu. Önce Şam’da Beni Ümeyye Camii’nde iki sene kırâat dersi verdi. Sonra Âdiliye Medresesi’nin başmüderrisliğini yaptı. Daha sonra da Eşrefiyye’deki Dar-ül-hadis’ın başmüderrislik makamına getirildi.

Şeyh İbn-i Seyâr’dan sonra, Ümm-i Salih türbesi yanındaki medresenin idareciliğine getirildi. Bu tedrisat dönemlerinde, birçok âlim huzurna gelip ondan ilim tahsil etmişlerdir.

Şihab bin Haci bunlardan birisi olup dedi ki;

-“O, çok güzel ders verirdi.”

Emir kutlu Bey ile araları açıldığından, birkaç kere Mısır’a gidip geldi. Emir Berkuk tarafından Şihab-i Hasabi’den sonra Tute Camii Hatibliğine tayin edildi. İbn-i Burhan bin Cemâ’a’dan sonra Selahiyyet-ül-Kudsiyye Medresesi’nin müderrisliğine tayın edildi. 797 (M. 1394) senesi başlarına kadar bu vazifede kaldı.

Emir Kutlu Bey ile aralarındaki ihtilaf yüzünden, bu vazifesinden alınıp, Şam’da yaptırılan medresnin kırâat müdderisliğine tayin edildi. Orada bir müddet ders okuttu. Birçok kimseler, ondan Kur’an-i kerimi kırâat eylediler. Bir ara Şam Kadılığına da getiridi.

İbn-i Cezeri (r.a.), 798 )M. 1395) de Mısır’dan ayrılıp, İskenderiyye’den bir gemiye binerek, deniz yolu ile Anadolu’ya, Bursa’ya geldi. O zaman, Osmanlı padişahı Sultan Yıldırım Bâyezid Hân idi. Âdil ve âbid bir zât olan Sultan Bâyezid’in ilme ve âlimlere çok hürmeti ve derin saygısı vardı.

Ona çok ikrâm ve ihsanlarda bulundu. Onun yanında birkaç sene kaldı. Bu zatın geldiği, kısa zamanda her yerde duyuldu. Bursa’dan ve diğer şehirlerden birçok kimseler, ondan “Kırâat-i aşere”yi tahsil edip, bu ilimde yetiştiler. O kırâat ve hadis ilmini Anadolu’ya yaydı. Çok kimseler onun ilminden faydalandılar.

805 (M. 1402) yılında Timur ile Yıldırım Bâyezid Hân arasında vuku bulan Ankara Savaşından sonra, Timur Hân Bursa’ya kadar geldi. O da, ilme ve âlimlere çok değer verirdi.

İbn-i Cezeri hazretleri (r.a.) ni alıp, Mâverâünnehr’e götürdü. Kaş şehrinde kaldı. Sonra Semerkand’a gitti. Her şehirde çok sayıda talebe, ondan kırâat dersi aldılar. Semerkand’da ders okuttuğu sırada, büyük âlim Seyyid Şerif Cürcâni hazretleri (r.a.) ile buluştu.

807 (M. 1404) senesinde Timur Hân vefat edince, Mâverâünnehr’den çıkıp, Herat şehrine geldi. Sonra Yezd’e, oradan İsfahan’a, sonra da Şiraz’a geldi. Her şehirde, her memlekette ilim talibleri, isteklileri, Şeyh Cezeri’den, Kur’an-i kerimin kırâatinden kimisi “Kırâat-ı seb’a”yı kimisi, “Kırâat-ı aşere”yi öğrendiler. Kırâat ve hadis ilimlerini her yere yaydı. Sonra Şiraz valisi Sultan Pir Muhammed tarafından, arzusu hilafına olarak, Şiraz ve etrafının kadılığına tayin edildi.

Timur oğullarının hakim olduğu birçok beldede kadılık yaptı. Sonra Hacca gitmek niyatiyle bu görevinden ayrılıp, Basra’ya geldi. Oradan Yenbu’ya gidip, bir müddet ikâmet etti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan İbn-i Çezeri (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zeynelâbidin cami-i nin külliyatının restore halı

İbn-i Cezeri (Radiyallah-u anhu) – 3

Nihayet 823 (M. 1420) yılının Rabi’ul-evvel ayında Medine-i münvvere’ye geldi. Sonra da Mekke-i mükerreme’ye geçti. Çok Kimseler yanına gelip, onun ilminden istifade ettiler.

Hac farizasını ifâ ettikten sonra, bir müddet daha bu mübarek beldelerde kaldı. Medine-i münevvere’de kaldığı sıralarda Şeyh-i Haremeyn Azizüddin Muhtaram de, ondan kırâat ilmini okudu. O yıllarda Kur’an-i kerimin kırâati, yani okunması üzerinde iki cildlik “Kitab-ülbeşer-fi kırâat-il aşer” adındaki eserini te’lif etti. Bu eserini ihtisar edip, kısaltıp, “Takrib” adını verdi.

Ayrıca, “Tahrib-üt-teysir fıl-kırâat-il-aşere” “Tabakât-ül-kurrâ ve “Tevârih-ül-kurrâ” kitablarını yazdı.

Belde-i Haremeyn’de birkaç sene kaldıktan sonra, Şiraz’a döndü. Bir müddet sonra da Şam’a geldi. Kahire’de kalabilmesi için kendisine izin verildi. Orada kalıp, Sultan Eşref ile çok sohbetlerde bulundu. Kendisine pek çok ikram ve iltifatlarda bulunulan Sultan, onu Kahire’de Kuran-i kerim’in kırâatını ve hadis-i şerif okutup öğretmesi için yaptırdığı medreseye tayin etti.

Bundan önce Kâtib Müeyyed bu vazifeyi yürütüyordu. Onun Kahire’ye gelişinde, Kâtib Müeyyed vefat etmişti. Şeyh Cezeri (r.a.), bir müddet sonra, hacılarla beraber Mekke’ye gitti. Hacdan sonra deniz yolu ile Yemen’e gitti. Orada kendisinden birçok âlim kırâat öğrendi. Yemen valisi çok ikram ve ihsanlarda bulundu. Orada ticaret yaptı ve çok miktarda mal ile Mekke’ye döndü. Tekrar hac farizasını ifâ edip, oradan Şam’a geldi. Oradan da Basra’ya gelip, Şiraz’a geçti. Vefatına kadar burada kaldı. 833 (M. 1429) senesi Râbi’ul-evvel ayının başında Cuma günü öğle vaktinde Eskâfiyyin çarşısında bulunan evinde vefat etti ve burada kendisinin bina ettirdiği medresesine defnedildi.

Cenaza namazında, görülmemiş bir kalabalık vardı. Eşaftan, âlimlerden ve halktan çok kimseler taşıyıp, tabutuna dokunmak şerefine kavuşmak için âdetâ yarış ettiler. Bu hizmete ve şerefe kavuşamayan, yanı onun tabutunun taşımasında bulunamayanlar, bu hizmet ve son vazife ile şreflenenlere imrenerek, gıbta ile baktılar. Onun vefatı ile, İslâm âleminde kırâat ilminin bir binası harab oldu.

Eserleri çok kıymetlidir;

Başlıcaları şunlardır;

1-Kitab-ün-neşr fil-kırâat-il-aşr
2-Tahbir-üt-teysir fil kırâat;
3-Tayyibet-ün-neşr fil-kırâat-il-aşr
4-Hısn-ül-hasin

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan İbn-i Çezeri (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zeynelâbidin Cami-i minaresi

İbn-i Cezeri (Radiyallah-u anhu) – 4

Hısn-ül-hasin kitabından bazı bölümler;

Duâ’nın kabul olması için, peygamberleri “Aleyhimüsselam” ve Salih kulları vesile etmelidir.

“Sahih-i Buhâri” deki hadis-i şeriflerde böyle bildirildi.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);

-“Hayvanı kaçan kimse; Ey Allahın kulları! Bana yardım ediniz. Allahü teâlâ’da size merhamet eylesin.i desin.” Buyuruldu.

Bir hadis-i şerif’te;

-“Korkulu yerde, üç kere; Ey Allahın kulları! Bana yardım ediniz! Demeli!” buyuruldu.

Bu duâ tecrübe edilmiş, neticesi görülmüştür.

Bir Hadis-i şerifte;

-“Bir şeyden zarar gören, abdest alıp iki rekat namaz kılsın! Sonra Ya Rabbi! Senden istiyorum. Senin âlemlere rahmet olan Peygamberin Muhammed Aleyhis selam’ı vesile ederek sana yalvarıyorum. Ya Muhammed! (aleyhisselam) dileğimi kabul etmesi için Rabbime seni vesile ediyorum. Ya Rabbi! O’nu bana şefâatçı et. Desin!” buyuruldu.

Her Müslüman namaz kılarken (Esselamü aleyke eyyühen Nebiyyü!) diyerek Resululaha seslenmektedir. Tevesüle inanmıyanlara cevap olarak yalnız bu yetişir.

Evliyaya “Rabıta” yapmak, iyi görmiyen yaşlı kimsenin gözlük kullanmasına benzer.

“Vesile arayınız” Ayet-i kerimesi, Allah-ü teâlâ’dan feyz alabilmek için, büyük âlim aramak lazım olduğunu göstermektedir. Büyük âlim, Resulullah (s.a.v.) in varisidir.”

Müellif, Allah-ü teâlâ’ya hamd ve Resulullah (s.a.v.) a salât ve selamdan sonra şöyle der;

-“İşbu Hasin kitabı, Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in mubarek sözlerinden derlenmiştir. Müminler için yapılmış bir silah, Resul-i Ekrem (s.a.v) in mübarek sözlerinden meydana gelmiş kıymetli bir kitaptır.”

-“Bu kitap, müminler için nasihattir. Onları, Resulullah efendimiz (s.a.v.) in sahih hadis-i şeriflrinden seçtim. Bu kitap, her türlü şiddet ve sıkıntılara karşı güzel bir hazırlık ve kuvvettir. O, insan ve cinlerin şerlilerine karşı iyi bir kalkandır. Musibetlere ve zalimlere karşı, bu kitabın içindeki, hedefine isabet eden oklar gibi olan duâ’ları kendime kal’a edindim, onunla kendimi korudum.”

-“Muhtasar (kısa) olmakla beraber, Allah-ü teâlâ’dan bu kitabı faydalı kılmasını, onun vesilesi ile Müslümanlardan belâ ve sıkıntıları gidermesini dilerim. Kitaba, ihtiva ettiği mevzularla alakalı bütün sahih hadis-i şerifler alınmıştır.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan İbn-i Çezeri (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zeynelâbidin Cami-i nin külliyatının damdan restore halı (Nusaybin)

İbn-i Cezeri (Radiyallah-u anhu) – 5

-“Bu kitabımı tamamlayınca, bana öyle bir düşman musallat oldu ki, onu ancak Allah-ü teâlâ defedebilir. Onun için bu düşmandan kaçtım ve gizlendim. Hısn-ül-hasin kitabını kendime kal’a edinerek, onu okumaya devam ettim. Onunla kendimi korudum.”

-“Bunun üzerine rüyamda Resulullah Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) i gördüm. Ben sol taraflarında bulunuyordum.”

Resul-i Ekrem (s.a.v.) bana sanki;

-“Ne istiyorsun?” diye buyuruyordu.

Ben;

-“Ey Allah’ın Resulü! Bana ve Müslümanlara duâ buyur” diye arz ettim

-“Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) mübarek ellerini kaldırıp, duâ buyurdular. Ben Resulullah (s.a.v.) mübarek ellerine bakıyordum. Resul-i Ekrem (s.a.v.) duasını bitirince, ellerini mübarek yüzlerine sürdüler.”

-“Ben o anda uyandım. O gece Perşembe gecesi idi. Pazar gecesi de o düşman benden kaçıp uzaklaştı. Allah-ü teâlâ, bu kitapta Resul-i ekrem (s.a.v.) den bildirilen hadis-i şeriflerin bereketi ile, benden ve Müslümanlardan sıkıntıyı giderip, rahata kavuştura.” Amin.

Duâ’nın fazileti;

Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem);

-“Duâ ibâdettir.”

Diye buyurduktan sonra, şöyle devam etti.

-“Rabbiniz buyurdu ki; Bana duâ edin, size karşılığını vereyim bana ibadet etmekten büyüklenip, yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min suresi ayet; 60)

-“Hiçbir sakınma takdiri değiştirmaz. Fakat duâ inmiş ve inmemiş olan şeylere fâide verir. Belâ iner, onu duâ karşılar. İkisi kıyamet gününe kadar mücadele ederler. (Kazâ-i mu’allak), Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duâsı kabul olursa, o kazâ değişir.”

Hadis-i şerifte buyuruldu ki;

-“Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken korur.”

-”Duâ’nın belâyı def etmesi de, kaza ve kaderdir. Kalkan, oka siper olduğu gibi, su, yerden otun yeşermesine sebep olduğu gibi, duâ da, Allah-ü teâlâ’nın merhmetinin gelmesine sebepdir.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan İbn-i Çezeri (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu

Zeynelâbidin Cami-i nin külliyatı (Nusaybin)

İbn-i Cezeri (Radiyallah-u anhu) – 6

Bir hadis-i şerfite;

-“Kaza-i mu’allakı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız duâ değşitirir ve ömrü yalnız; ihsan, iyilik arttırır.” Buyuruldu.

Allah-ü teâlâ’nın takdirinin, Yani kaderin Levh-i mahfuz’da yazılması kazâdır. Bir kimseye takdir edilen belâ kazâ-i mu’allak ise, yani o kimsenin duâ etmesi de takdir edilmiş ise, duâ eder; kabul olunca, belâyı önler. Ecel-i kazâyı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat Ecel-i müsemmâ değişmez. Ecel-i kazâ, bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse ömrü altmış sene, bunları yapmazsa kıkrk sene diye takdir edilmesi gibidir. Vakit tamam olunca, eceli bir ân gecikmez. Birinin üç gün ömrü kalmış iken, akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü otuz seneye uzar. Otuz sene ömrü olan kimse de, akrabasını terk ettiği için, ömrü üç güne iner.)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki;

-“Allah-ü teâlâ katında duâ’dan daha kıymetli birşey yoktur.”

(Yani sözle yapılan ibadet çeşitlerinden, duadan daha üstün bir şey yoktur. Çünkü duâ eden, duâ ederken Allah-ü teâlâ’ya hamd ve senâda bulunmakta O’na yalvarmaktadır.)

-“Allah-ü teâlâ kendisinden istemiyene gazab eder.”

(Yani kendisini Allah-ü teâlâ’ya muhtaç görmiyerek, gerek söz ve gerekse lisan-i hâl ile istemiyene Allah-ü teâlâ gazab eder.)

-“Duâ dinin direğidir.”

(Yani duâ etmekle, kul, kulluğunu izhar etmektedir.)

-“Duâ, Göklerin ve yerin nurudur.”

(Yani duâ, yerleri ve gökleri gaflet karanlığından kurtarıp, onları aydınlatıcıdır.)

Kul duâ edince, Allah-ü teâlâ onun dileğini bu dünyada ayni ile veya dileğinin yerine ondan daha güzelini karşılık olarak verir. Yahut büyük bir belâyı ondan def etmek suretiyle verir. Bu isteği ya hemen verir, vaya geciktirerek verir. Yahut Allah-ü teâlâ onun duasını ahrete saklar. Yani onun duâsına ahrette bol karşılık verir veya onun günahlarından bir kısmını, o duâsı sebebiyle af ve mağfiret buyrurur. Hülâsa; Allah-ü teâlâ, iyi amel yapanın ecrini asla zayi etmez.)

Allah-ü teâlâ, hadis-i kudside şöyle buyuruyor;

-“Ben kulumun beni zanına göreyim.”

(Yani kulum, benim onu afedeceğimi ümid ederse onu afederim.)

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan İbn-i Çezeri (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu