‘Tasavvuf’ olarak etiketlenmiş yazılar
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 4
Zemzem kuyusu;
-“Zemzem kuyusunun kubbesi, Hacer-ül-Esved hizasına tekâbül eder. Hacer-ül-Esved ile Zemzem arasında 24 adım mesafa vardır. Makam-ı İbrahim, Zemzem kuyusunun sağında, köşesine 10 adım uzaklıktadır. Zemzem kuyusunun kubbesinin içi beyaz mermerlerle döşenmiş ve kubbenin ortasında Zemzem kuyusu aydınlatılmıştır. Kâ’be-i muazzama duvar tarafına meyillidir. Kuyu kurşunla kaplanmış, mermerden örülmüştür. Çevresi 40 karış, yerden yüksekliği 4,5 karıştır. Kuyunun derinliği onbir adam boyudur. Anlatıldığına göre, kuyunun suyu her Cuma gecesi ziyadeleşir. Zemzem kuyusunun kubbesinin kapısı doğu taraftadır. Kubbenin içinde, genişliği bir karış ve derinliği bir karış, yerden yükseklığı beş karış olan bir şadırvan vardır. Oradan abdest için su doldurulur, etrafında abdest alan kişilerin oturabileceği oturaklar vardır.”
-“Zemzem kuyusundan su içirme vazifesi Abbas (r.a.) a verilmişti. Su içilen yerinin kapısı kuzeye bakar, orada Zemzem suyunun doldurulduğu ”Devrak” denilen kuluplu testiler vardır. O testilerden soğutulan sular, su içmek için gelen Müslümanlara ikrâm edilmektedir.”
“-Zemzem kuyusu yakınlarında Harem-i şerife ait kitablar ve Mushaf-ı şeriflerin saklandığı bir yer de vardır. Orada Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in vefatından onsekiz sene sonra Zeyd bin Sâbit (r.a.) tarafından yazılmış olan Mushaf-ı şerif de vardır. Mekkeliler, şiddetli bir kuraklık veya kıtlık olduğu zaman bu Mushaf-ı şerifi çıkarırlar. Kâ’be-i muazzamanın kapısını açarlar, onu kâ’be-i muazzamanın eşiğine, makam-ı İbrahim’e koyarlar, insanlar boyunlarını bükük, duâ hâli ve tazarru içerisinde Mushaf-ı şerfi ve makam-ı şerif ile tevessül ederlerdi. Yani bu Mushaf-ı şerifler ve Kâ’be-i muazzama hümetine Allah-ü teâlâ’dan yağmur isterlerdi. Allah-ü teâlâ duâlarını kabul edip, isteklerine kavuşuncaya kadar oradan ayrılmazlardı.”
Mekke-i mükerremede ziyaret etmekle şereflendiğimiz dağlardan biri Ebû Kubeys dağıdır. Mekke’nin kuzey doğusunda olup, şehre en yakın dağdır. Kâ’be-i şerifteki Hacer-ül-Esved köşesinin karşısına tekabül eder. Ebû Kubeys dağının en yüksek yeinde bir mescid, imâret ve tekke vardır. Memlüklu sultanı Melik Zâhir zamanında Harem-i şerif çevresi tamir ve imar edilirken, buradaki binalar da tamir edilip güzleştirilirdi.
Ebû Kubeys dağı, Allah-ü teâlâ’nın ilk yarattığı ve Nuh tufanı esnasında, üzerine Hacer-ül-Esved’i emanet ettiği dağdır. Kureyşliler, İslamiyetten öncki cahiliyet zamanlarında oraya “Emin” adını vermişlerdi. Çünkü o, kendisine emanet edilen, Hacer-ül-Esved’i, İbrahim Aleyhis selam’a teslim etmişti. Hatta Adem Aleyhis selam’ın kabrinin de bu dağda olduğu rivayet edilmektedir. Peygamber efedimiz (Sallallahua leyhi ve selem) in, şakk-ul-kamer (Ayın ikiye ayrılıp bir müddet sonra birleşmesi) m’ucizesi de bu dağda vuku bulmuştu.”
Kuaykıan ve Kızıldağ ve Hira dağını da ziyaret etmekle şereflendik. Hira dağı, Mekke-i mükerremenin kuzeyinde, beş-altı kilometre kadar uzaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem), Peygamberlik gelmeden önce hep orada ibadet ederdi. Cebrail Aleyhis selam, Resulullah (a.s.v.) a ilk vahyi orada getirdi. Vahyin ilk gelişi esnasında, Resulullah (s.a.v.) ın altında Hira dağı titredi.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı Göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 5
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);
-“Sabit ol! Sana ne oluyor?” buyurdu.
-“Sevr dağını da ziyaret etmekle şereflendik. Sevr dağı, Yemen yolu üzerinde, Mekke’den beş-altı kilometre uzaklıkta bir dağdır. Resulullah (s.a.v.) ile Ebû Bekr-i Sıddık (r.a.) ın, Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında kaldıkları mağara, Sevr dağındadır.”
Ezraki eserinde; Sevr dağının, Resulullah (s.a.v.) a;
-“Bana gel! Ey Muhammed bana! Senden önce yetmiş Peygamberi ben misafir ettim.” Diye nida ettiğini bildirmektedir.
-“Resulullah (s.a.v.) ve Ebû Bekr-i Sıddık (r.a.) mağaraya girince, dağ sakinleşti. Örümcek gelip, mağaranın ağzını ördü. Güvercin hemen bir yuva yaptı. Allah-ü teâlâ’nın izniyle oraya yumurtladı. Müşrikler, iz sürücülerinin yardımıyla mağaraya kadar geldiler.”
Örümceği ve güvercin yuvasını gördüler;
-“İzler burada bitiyor, fakat bu mağaraya da kimse girmiş olamaz.” Dediler.
-“Daha sonra da geri dönüp gittiler. Müşriklerin, mağaranın ağzına geldikleri sırada, onların kendi aralarındaki konuşmalarını duyan Ebû Bekr (r.a.);
-“Ya Resulullah (s.a.v.) bizi görürler.” Dedi.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);
-“Buradan çıkarız.” Buyurup, mubarek eliyle diğer tarafı gösterdi.
-“Allah-ü teâlâ’nın izniyle işaret buyurulan yerde bir kapı açıldı.”
-“Müslümanlar, bu mübarek yeri ziyaret için geliyorlar. Mağaranın içine, Resulllah (s.a.v.) ın girdiği kapıdan girip ziyaret ederek bereketleniyorlar. Ziyaretçilerden biri içeri girince, bir diğeri dışarıda hazırlanıyor, öbürü çıkmadan içei girmiyor. Çünkü mağaraya, bir kişinin bile belini bükmeden girmesi mümkün değil. İçeri girmek için bekleyenler, daha önce mağaranın önünde namaz kılıyorlar.”
Medine-i münevveredeki ziyaretlerimiz;
-“Mescid-i Nebevi’ye girip, Bâb-üs-Selam’da Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) a selam vererek durduk. Resulullah (s.a.v.) in minberi ile kabri şerifi arasındaki Revda-i mütahharaya ulaştık. Resulullah (s.a.v.) a inleğen ağacın parçasını selamladık. Daha sonra günahkar ve isyankarların şefâatçisi, evvelkilerin ve sonrakilerin efendisi Resuluallah (s.a.v.) ı selamladık. En yakın dostu ve arkadaşı Hazret-i Ebû Bekr ve Hazreti Ömer (r.anhüm) e selam verdik. Bu ziyaretten içimize öyle bir mutluluk ve saâdet doldu ki, bu büyük nimetleri veren Allah-ü teâlâ’ya şükr ettik.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 6
-“Kasiyun’da gördüklerimden bazıları; Kasiyun, Şam şehrinin kuzeyinde bir dağdır. O dağın eteğinde Salihiyye şehri vardır. Salihiyye Peygamberler beldesi olduğu için mübarek bir şehirdir. Gördüklerimden biri, İbrahim Aleyhis selamın doğduğu mağaradır. O mağara, uzun, dar ve üzerinde büyük bir mescid bulunan bir yerdir. Orada büyük bir manastır vardır. Bu mağaradan, yıldız, ay ve güneş görünür. O mağaranın üst taraflarında, İbrahim aleyhis selamin çıktığı makam vardır.”
-“Garbda gördüklerimden birisi de, “Kan mağarası” dır. O mağaranın bulubduğu dağın üzerinde, Adem aleyhis selam’in oğlu Habil’in kanı vardır. Allah-ü teâlâ, onu taş üzerinde kırmızı bir iz olarak muhafaza buyurdu. Orası, Kabil’in Habil’i öldürüp sakladığı mağaradır.”
-“Nakl olunur ki; Bu mağarada ; İbrahim (a.s.), Musa (a.s.), İsa (a.s.), Eyyüb (a.s.), ve Lut (a.s.) namaz kılmışlardır. Onun üzerinde merdivenle çıkılan sağlam bir mescid vardır. Orada her Perşembe ve Pazartesi günleri açılan, misafirlerin kalabileceği evler ve mağarada yakılan kandil ve lambalar vardır.”
-“Orada gördüklerimden biri de; dağın en yüksek noktasındaki mağaradır. Adem Aleyhis selam’e nisbet edilir. Açlık mağarası olarak bilinir. Üzerinde bir mescid yapılmıştır. Yetmiş Peygamber (a.s.) den her biri, kuru ekmek, yiyerek bu mağarada kalmışlar. Biri vefat edince, bir diğer yerine geçmiştir. Buradaki mescide mağarada, gece gündüz yakılan kandiller vardır. Buranın bakılması ve gelip gidenlere hizmet için çeşitli vakıflar vardır.”
-“Ferâdis kapısı ile Kasiyun dağı arasında yediyüz ve yetmişbin Peygamberin medfun olduğu söylenir. Ayrıca şehrin dışında Salihlerin ve Peygamberlerin medfun olduğu eski bir mezarlık vardır.”
İnb-i Battûta (r.a.), Seyahatnâmasinde, Anadolu’daki ahilerden şöyle bahsetmektedir;
-“Ahi; kardeş, Ahilik de kardeşlik manasındadır. Ahiler, Anadoıluya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları heryerde; şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Bunlar sanat sahibi kimseler olup, geçimlerini temin etmek üzere bir meslekte çalışanlardan meydana gelen ve bibirleriyle yardımlaşan bir topluluktur. Memleketlerine gelen yabancıları karşılayan, onlarla ilgilenerek bütün ihytiyaçarını temin eden ve haksızlıkları önleyen kimseledir. Bunların eş ve örneklerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir. Anadolu’da bir şehre girdiğiniz sırada, çarşıdan geçerken dükkanlardan çıkan bir kısım insanlar, bindiğimiz hayvanları çevirerek yularından aldılar. Bir başka grup ise, bunları durdurarak, onlar da hayvanlarımızın yularından tuttular. Birbirleriyle çekişmeye başladılar. Aralarında çekişme uzayınca, konuştuklarını da anlıyamadığımızdan korkmaya başlayıp, malımıza ve canımıza kasdettiklerini zanettik. Nihayet Arabça bilen, hacca gitmiş bir adam yanımıza geldi.”
Ona, bu adamların bizden ne istediklerini ve aralarında niçin anlaşmazlık çıktığını sordum.
-“Bunlar Ahi’lerdir.” Dedi.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 7
-“Bizimle ilk karşılaşan Ahi Sinan’ın yoldaşları, sonra gelenler de Ahi Tuman’ın yoldaşları imiş. Meğer bizi misafir etmek için çekişmişler. Nihayet işi kur’a çekmek yoluyla haletmeye karar verip, kur’a çektiler. Kur’a, Ahi Sinan takımına düşünce, bizi misafir etmek üzere tekke’lerine götürdüler. Çok izzet ve ikramda bulundular. Ertesi akşam da Ahi Tuman’ın adamları gelip bizi misafirliğe götürerek ikramda bulundular. Her iki tarafta da Kur’an-ı kerim okundu, hoş sohbetler oldu. Tekke’lerinde bir müddet kaldıktan sonra, büyük bir memnuniyetle ayrılıp seyahatimize devam ettik.”
1320 yılında Nusaybin’e gelen Arap Coğrafyacısı İbn-i Batuta (Allah ondan razı olsun) Seyahatnamesınde:
-“Büyük bölümünde kalıntıların bulunduğu geniş ve verimli bir ovada bulunan orta büyüklükte eski bir kent olarak tanımladığı Nusaybin Hakkında şunları yazmıştır.”
-“Akarsuları bulunan geniş bir ovada bulunmaktadır. Bakımlı bostanları, düzgün korulukları, meyveleri vardır. Burada elde edilen Gülsuyu’ nun gerek koku, gerek nefaset bakımından benzeri yoktur.”
-“Bir nehir, şehri bilezik gibi çevirir. Bu ırmak; civarındaki dağlarda bulunan bir kaynaktan çıkar; Kanallara ayrılarak bostanları sular. Kanallarden biri şehir içine girerek bahçeleri, evleri dolaşır. Camı avlusundan geçerek iki havuza akar. Havuzlardan biri avlunun ortasında, öteki ise doğu kapısındadır. Şehirde bir hastane, iki medrese ve değirmenler vardır.”
-“Halkı dindar, doğru sözlü, emanete hiyanet etmeyen kimselerdir.”
İbni Batuta (Arap çoğrafyacısı) -1-
İbn-i Battûta (r.a.), Şam’da şahid olduğu bir kargaşalığı da anlatmakta, kargaşalığa sebep olan İbn-i Teymiye’den;
-“İbn-i Teymiye’nin ilmi çoktu. Fakat aklında bozukluk vardı.”
Şeklinde bahsederek, hadiseyi şöyle anlatmaktadır.
-“Şam’da Cuma namazındaydım. İbn-i Teymiye hutbe okudu.”
Minberden inerken;
-“Benim şimdi indiğim gibi, Cenâb-ı Allah dünya göküne iner.” Diyerek merdivenlerden indi.
Orada bulunan Mâliki mezhebi âlimlerinden İbn-i Zehrâ, İbn-i Teymiye’nin söylediği bu sözün kötülüğünü cemâate uzun uzun anlattı. Cemâatin çoğu, İbn-i Teymiye’nin bozuk sözlerinin yanlışlığını anlayabilecek seviyede değildi. Câhillikleri sebebiyle İbn-i Teymiye’yi hak yolda sanıyor, onun yaldızlı sözlerine inanıyorlardı. İbn-i Zehrâ, cemâate doğruyu söyleyip gerçeği isbat edince, İbn-i Teymiye’nin sapıklığını anladılar. Hepsi İbn-i Teymiye’nin üstüne yürüdü. Elleri ve nalınları ile onu dövdüler. İbn-i Teymiye yere yıkıldı. Başından sarığı düştü sarığın altındeki ipek takkesi meydana çıktı. Erkeklere haram olan ipeği, en cahili bile kullanmazken, insanlara din öğreten bir kimse, ipek takke giyiyordu. Alıp kadı’ya götürdüler. Kadı onu hapsederek azarladı, ta’zir etti. Diğer kadılar, kadı efendinin onu hapisle ta’zir etmesinie itiraz ettiler. Durum Memlüklü sultanı Melik Nasır’a intikal etti. Âlimlerden meydana gelen bir heyeti, İbn-i Teymiye’nin fitne çıkardığına karer verdi. Sultan emri ile İbn-i Teymiye, Şam’da hapsedildi.
İslam âlimleri ansiklopedisi
(Kaynaklar)
1-Dürer-ül-Kâmine cilt 3 sah. 480
2-Mu’cem-ül-Müellifin cild 10 sah. 235
3-El-A’lam cild 6 Sah. 235
4-Faideli bilgiler sah. 308, 314
5-“Tühfet-ün-nüzzar” (İstanbul 1335) sah. 9
6-Rehletü-İbni Battûta, Beyrut 1960
7-Rehber ansiklopedisi cilt 8 sah. 24
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
(Kaynak)-1- Nusaybin bi başkent miydi
Sa’di Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın Hayatı;
11 Ocak 2013Tavus Kuşu
Sa’di Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hayatı;
Evliyanın büyüklerinden. İsmi, Muhlisüddin bin Muhlis eş-Şirâzi olup, künyesi Ebû Abdullah’tır. Sa’di mahlasıdır. 589 (M. 1193) senesinde Şirâz’da doğdu. 691 (M. 1292) senesinde orada vefat etti. Kabri Şirâz’ın kuzeydoğusundadır.
Oniki sene çocukluğu dışında, Sa’di Şir’azi “yüziki senelik” ömrünün “otuz senesini” ilim tahsili ile, “otuz senesini” de talebe yetiştirmekle ve ibadetle geçirdi.
Sa’di Şirâzi (r.a.), küçük yaşta yetim kaldı. İlk tahsilini Şirâz’da Abdulkadir-i Geylani hazretleri (r.a.) nin halifesinin derslerinde tamamlıyarak kemâle geldi. Moğol istilasi üzerinde Bağdad’a gitti. Bağdad’da Nizamiyye medresesinde meşhur Ebü’l-Ferec ibni Cevzi (r.a.) den ilim öğrendi ve bir müddet bu medresede ilim tahsili ile meşgül oldu.
Burada tahsilini tamamladıktan sonra, İslam memleketlerini gezmeye başladı. Anadolu, Mısır, Suriye, Delhi, Azerbaycan ve Belh’e uğradı. Buralarda Şihabeddin Sehreverdi (r.a.) başta olmak üzere birçok âlim ile görüştü.
Bu esnade Moğollar ve haçlılarla yapılan savaşlara katılıp, cihad etti. Bir defasında haçlılara esir düştü. 655 (M. 1257) senesinde tekrar Şirâz’a döndü. Bu sırada Devlet başkanı Ebû Bekr, Moğollarla suh yaptı. Memleketi rahata kavuşturdu.
Bu hükümdar tarafından, iyi bir kabul gören Sa’di (r.a.), onun adına aynı sene “Bostan” adlı eserini ve bir yıl sonra aynı şekilde kendisine büyük saygı gösteren Veliahd İkinci Sa’d adına da “Gülistan” adlı eserini yazdı.
Bu eserleri sayesinde kısa zamanda şöhreti memleketinin dışına taştı. Birkaç sene sonra, hamileri olan Ebû Bekr bin Sa’d bin Zengi ve oğlu İkinci Sa’d vefat etti. Yerine küçük yaşta bulunan İkinci Sa’d’ın oğlu Muhammed geçti.
Bu hükümdarla birlikte Salgurlu hanedanı çöktü, 663 (m. 1264) senesinde Moğol hakimiyeti altına girdi. Bu karışıklıklar esnasında Sa’d-i Şirâzi (r.a.) tekrar Şirâz’dan ayrıldı. Mekke’ye gitti. Hac yaptı. Ömründe “ondört” kere hacca gitti.
İslâm âlimleri Ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sa’d-i Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin Verilen ni’metlere karşı şükür edip tefekkür eden ve onların hikmetlerinden ibret alan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Sa’di Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hayatı- 2
11 Ocak 2013Nusaybin’in uzaktan görünüşü
Sa’di Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hayatı- 2
Eserleri;
Şairin manzum ve nesir olan eserleri ölümünmden sonra külliyât halinde bir araya toplanmıştır. Bu külliyat, sonradan Bisütun diye şöhret bulan Übey bin Ahmed bin Ebi Bekr tarafından, biri 726 ( M. 1325) senesinde, diğer de 735 (M. 1334) senesinde olmak üzere iki defa düzenlenmiştir. İlki, kaside ve gazellerin ilk harfına göre vew ikinci tertib ise son harfına göre yapılmıştır. Külliyat, 16 kitap ve 6 risale olmak üzere 22 eseri ihtiva etmektedir.
Ancak külliyata, mevcut isimlerin hepsinin bizzat müellif tarafından mı konulduğu kat’i olarak bilinmemektedir.
Külliyata bulunan eserler şunlardır;
1- Takrir-i Dibace,
2- Mecalis-i Pencgane,
3- Sual-i sahib-divan,
4- Akl-u Aşk,
5- Nasihat-ül-mülük,
6- Risale-i selase (Mulakat-ı şeyh Sa’di bâ Abakahan, risale Tingiyanu, risale-i Melik Şemsüddin.
7- Kasaid-i Arabi,
8- Mülemmaât,
9- Terciat,
10- Tayyibat,
11- Bedâyi,
12- Havatim,
13- Gazelliyet-i kadim,
14- Sahabiye,
15- Mukatta’at,
16- Rubaiyat,
17- Üfredat,
18- Hubsiyat,
19- Hezliyat,
20- Mudhikat,
21- Gülistan, (Gülistan, nesir kısımlar arasına bir takım manzumeler ilavesiyle meydana gelmiş bir “önsöz” ve 8 bölümden ibarettir.)
1- bölüm; Hükümdarların hal ve hareketleri,
2. bölüm; Dervişlerin ahlakı,
3. Bölüm; kainatın fazileti,
4. Bölüm; susmanın faydaları,
5. bölüm; sevgi ve gençlik,
6. Bölüm; takatsizlik ve ihtiyarlık,
7. bölüm; terbiyenin önemi,
8. Bölüm; sohbet adabı ile ilgili hikaye ve menkıbeleri ihtiva etmektedir.
Bu hiklayelerin bir kısmı kendi müşahadelerine, bir kısmı da İslam âlimlerinin sohbetlerinde duyduklarına ve okuduklarına dayanmaktadır.Eser, uslub ve tertib bakımından mükemmeldir.
Bütün bölümler sıralanırken birbirleriyle irtibatlıdır. Nesir ve manzum kısımlar arasında bir nisbet sağlanmış ve fikirler jısa ve açık bir şekilde ifade edilmiştir. Hemen hemen bütün dünya kütüphanelerinde “Gülistan’ın” yazma nüshaları vardır. Eser Avrupa’daki ilk defa Latince tercümesi ile birlikte, 1951’de Amsterdam’da neşredilmiştir. Türkçe’ye ve birçok doğu ve batı dillerine tercüme yapılmıştır. Sa’di (r.a.) nin bu eseri birçok kimseler tarafından taklid edilmiştir.
22- Bostan, Manzum eserlerinin başında geliri Asıl ismi Sa’dinâme’dir. Ancak bu eser, şark’ta ve Ğarp’ta daha çok “bostan” adıyla tanınmakltadır. Bostan; adalet, ihsan, ahlak, mertlik, tevazu, rıza, kanaat, terbiye, şükür, tövbe vemünacaat gibi konuları içina alan 10 bölümden ibarettir. Bostan’da hikaye ve menkıbeler kısa, öz ve güzel olarak yazılmıştır. İfadeler her bakımındanm sağlamdır. Bostan’da, Gülistan gibi asırlarca İslam aleminde büyük rağbet görmüş, medreselerde ders kitabı olarak okunmuş, birçok şerh ve tercümeleri yapılmıştır. Yakın zamana kadar Anadoluda okunan “Bostan”, huhtelif kimseler tarafından şerh ve tercüme edilmiştir.
23- Sa’di (r.a.) nin külliyatında, Bostan ve Gülistan’dan sonra yer alan Farsça ve arabça kasideleri, bir hükümdarın veya devlet erkanın medhinden ziyade onları daima insanlığa, adil olmaya davet eden bir nevi nasihatnamedir. Kaside mahiyetinde gazelleri de ardır. Bostan ve Gülistan’da aynı beyitlerin tekrarına çok rastlanır.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sa’d-i Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin Verilen ni’metlere karşı şükür edip tefekkür eden ve onların hikmetlerinden ibret alan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
Sa’di Şirâzi (r.a.) nın “Gülistan” adlı kitabından kısa bölümler;
-“Mihnet, sadece yüce Allah’a mahsustur. O’nun emirlerini yapmak, manevi yakınlığa sebep olur ve şükür edildikçe ni’metlerini bollaştırır. İnsanın çiğerlerine giren her nefes hayatı uzatır, kişiye can verir. Ciğerlerinden çıkan her kirli nefes ise insana ferahlık verir. O halde nefes alıp verme birer ni’mettir. Ni’mete şükür etmek vaciptir. Kimin gücü ve lisanı yetebilir. Hak teâlâ’ya hakkıyla şükr etmeğe, kulun yetebileceği en iyi iş, Allah-u teâlâ’ya karşı olan kusurunu bilip, O’ndan af dilemesidir. O’nun rahmeti her yeri kaplamış, verdiği ni’metler her yere yayılmıştır. Allah-u teâlâ kulunun kusuru dolayısıyla, onun rızkını kesmez.”
-“Ey Kardeş! Bu dünya kimseye kalmaz. Gönlünü, her şeyi yaratan Allah-u Teâlâ’ya bağla. Sana bu kafidir. Dünya mülküne güvenip bel bağlama. Çünkü bu dünyada senin gibi birçokları yaşamış ve sonunda ölüp gitmiştir. Diyelim ki en sonunda ölüm vardır ve bu can ölüm yolunu tutacaktır. O halde ister taht üzerinde can vermişsin, ister toprak üzerinde ne fark eder.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Kaynaklar;
(Sa’di Şirâzı (r.a.) nın “Gülistan” adlı kitabından alınmıştır)
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sa’d-i Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin Verilen ni’metlere karşı şükür edip tefekkür eden ve onların hikmetlerinden ibret alan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Sa’di Şirâzi (r.a.) nın “Gülistan” adlı kitabından kısa bölümler- 2
Hikaye olunur ki;
-“Bir sultan halkına çok ezâ ve cefâ eder, halkın mallarını gasbederdi. Sultanın zulmü o kadar ileri gitti ki, halk o beldeden akın akın kaçmaya başladı. Halkın azalmasıyla, hazine boşaldı, devletin gücü zayıfladı. Düşmanlar sağdan soldan saldırmaya başladı. Birgün padişahın meclisinde “şehnâme” kitabını okuyorlardı. Okudukları bahis Dahhak’ın saltanattan halli ve Feridun’un sultan olması hakkında idi.
Vezir padişaha;
-“Feridun’un hazinesi, malı, mlükü, hizmetçileri ve adamları yok iken nasıl oldu da padişah oldu?” diye sorunca
Padişah;
-“İşitmişsindir, bir takım halk onu büyük bir istekle desteklediler, onu kuvvetlendirdiler. Böylece padişah oldu.” Diye cevap verdi.
Bunun üzerine vezir;
-“Maden ki halkın toplanmasına padişah sebep oluyor, sen niye halkını eziyor, perişan ediyorsun? Yoksa sen padişah olmak istemiyor musun?” dedi
Beyt tercümesi;
-“Sevmek lazım halkı ve askeri can-ı gönülden,”
-“Çünkü halkı sayesinde hüküm sürer sultan.”
Padişah vezire;
-“Dağılan asker ve halkın toplanması için ne yapmalıdır?” diye sorunca
Vezir;
-“Padişah âdil ve merhametli olursa, halk onun etrafında toplanır ve rahat olarak yaşar. Halbuki sende bu ikisi de yok.” Dedi.
Farisi şiir tercümesi;
-“Nasıl ki kurt çoban olamaz,”
-“Zalim de padişahlık yapamaz.”
“-Zülmün temelini atan hükümdar,”
-“Saltanatın direğini yıkmış olur.”
Vezirin bu sözleri padişahın hoşuna gitmedi. Veziri hapse attırdı. Çok geçmeden padişahın amcasının çocukları saltanat da’vasına düştüler. Etraflarına bir ordu toplayarak padişaha hücüm ettiler. Padişahın zülmünden bezen halk da padişaha karşı baş kaldırdılar. Sonunda padişah tahtını kayıbetti. Saltanat, amcasının çocuklarının eline geçti.”
Şiir tercümesi;
-“Zalim padişaha felaket gününde,”
-“Güçlü düşmanı kesilir dostu bile,”
-“İyi muamaele de bulunsa halka,”
-“Olur bir ordu bütün halkı ona.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Kaynaklar;
(Sa’di Şirâzi (r.a.) nın “Gülistan” adlı kitabından alınmıştır)
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sa’d-i Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin Verilen ni’metlere karşı şükür edip tefekkür eden ve onların hikmetlerinden ibret alan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Mina (Mescid-i Heyf)
Sa’di Şirâzi (r.a.) nın “Bostan” adlı kitabından kısa bölümler- 9
-“Hikâye;
Bir hükümdarın oğlu attan düştü ve boyun kemikleri birbirine girdi. Öyle ki, boynu, fil boynu gibi gövdesine battı. Başını çevirebilmek için bütün gövdesini döndürüyordu.
Ülkesindeki bütün doktorlar tedavisinde aciz kaldılar.Yalnız başka ülkeden gelen bir doktor, şehzadenin başını eski haline getirebildi ve damarlarıyla kemiklerini düzeltti. O doktor ‘în veilesi olmasaydı şehzade sakat kalacak, belki de ölüp gidecekti.
Şehzade iyi olduktan sonra, iyi eden doktor, Şehzadeyi ve babasını ziyarete gitti. İyiliği takdir etmeyen nankör hükümdar ile şehzade, ona hiç yüz vermediler. Doktor kendisine reva görülen bu muameleden mütessir oldu ve hükümdar ile oğlu utanacakları yerde, doktor utanarak başını yere eğdi.
Kalkıp giderken şöyle mırıldanıyordu;
-“Ben onun boynunu çevirip eski haline koymasaydım, bugün yüzünü benden çevirmezdi.
Doktor gördüğü bu hareket karşısında ve hükümdarla oğlundan öç almak üzere ona bir tohum gönderdi ve şu haberi yolladı;
-“Şehzade bunu buhurdana koyup yaksın. Çok güzel ve şifalı bir tütsüdür.”
Şehzade, doktorun gönderdiği o tohmu yaktıktan sonra dumanından aksırdı. Aksırınca da başı eskisi gibi çarpıldı.
Padişahın emriyle o doktoru çok aradılar, fakat bir türlü bulamadılar Kendisinden özür dileyeceklerdi. Ne çâre iş işten geçmişti.
“Cenab-ı Hakka şükürden yüz çevirme ki, yarın mahşer günü boynu bükük kalmayasın.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Kaynaklar;
(Sa’di Şirâzi (r.a.) nın “Bostan” adlı kitabından alınmıştır)
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sa’d-i Şirâzi (Radiyallah-u anhu) nın hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin Verilen ni’metlere karşı şükür edip tefekkür eden ve onların hikmetlerinden ibret alan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu
Adiyy (Ade) bin Misafir (Radiyallah-u anhu);
14 Ocak 2013Girnavas mevki-i
Adiyy (Ade) bin Misafir (Radiyallah-u anhu);
Evliyanın büyüklerinden. Künyesi Ebû Fadl olup, ismi Adiyy (Ade) bin Misafir bin İsmail bin Mûsa bin Mervân el-Emevi bin Hasan bin Mervan bin İbrahim bin Velid bin Abdulmelik bin mervan bin Hakem bin Ebi’l As bin Osman bin Affan’dır Adiyy bin Misafir hazretleri (r.a.) Ba’lebek civarında Beytü Kar denilen yerde 467(m. 1074) senesinde doğdu. 555(m. 11609 senesinde Hekkariyye’deki tekesinde vefat etti ve oradan defn edildi.
Adiyy bin Misafir (r.a.), zamanın meşhur âlimleriyle görüştü ve arkadaşlık yaptı. Bu âlimlerden bazıları; Akil el-Mencebi, Hammad ed-Debbas, Ebû Necib Abdülkahir es-Ssühreverdi, Abdulkadir el Ceyli, Ebü’l Vefa el-Hulvani ve Ebû Muhammed eş-Şenbeki (rahmatullahi alhim ecmain) dir.
Adiy bin Misafir (r.a.) önceleri dağlarda, ovalarda, sahralarda dolaşır, nefsini ıslaha çalışırdı. Uzun seneler, böyle yaşamaya devam etti. Öyle hal sahibi oldu ki, vahşi yırtıcı hayvanlar ona bir şey yapmazdı Daha sonra Musul civarında, Hekkariyye Dağı denilen bir yerde, büyük bir dergah yaptırdı. Çeşitli insanlar akın akın oraya gelip, ilim ve edeb tahsil ettiler. Evliyadan çok kimse onun talabesi oldu. Bu dergahın, zamanında bir benzeri olmadığı söylendi.
Adiyy bin Misafir (r.a.), zamanın bereketi, haller ve kerametler sahibi bir zat idi.
İbn-ül Ehdel (r.a.);
-“Onun çok kerametleri görüldü. Kükremiş bir aslanın yanında onun ismi söylense aslan durur, onun duası sebebiyle daniz dalgaları, Allah-u Teâlâ’nın izniyle sükünet bulurdu. demektedir.
Ebû Muhammed el-Mukri (r.a.), onun kerametler sahibi olduğunu şu şiir tercümesi ile anlatır;
-“Bu Adiyy bin Misafir’dir ki, onun şanı, mertebesi çok yüksektir.
Onun ismini söylemekle, denizin kabaran dalgaları sükünet bulur.
Sen onun mübarek ismini kükremiş bir arslana söylemiş olsan, o bir adım atmaz.
Hatta bulunduğu yerden bir karış bile ilerlemez. Olduğu yerde çakılmış gibi kalır.”
Ebü’l-Bereket ibn-ül Müstevfi (r.a.), Tarih-i “İrbil” isimli eserinde;
-“Şeyh Adiyy bin Misafir (r.a.) i gördüğümde, ben daha çocuktum. O mübarek zat, orta boylu, esmer renkli ve çok faziletli idi. Onun üstünlüğü ve güzel ahlakı cildler yazılsa anlatılamaz.” Demektedir.
İbn-i Şühbe (r.a.) ise bir esrinde;
-“O fakih bir zat idi. Mücahede yolunun büyüklerinden biri olup, sabrı çoktu. Başkaları bu mertebeye ulaşamadı. Şeyh Abdülkadir Geylani hazretleri (r.a.) kendisini çok medhu sena etti ve evliyaullahın ileri gelenlerden olduğunu söyledi.” Diye anlatmaktadır.
Ömer bin Muhammed şöyle anlatır;
-“Adiyy bin Misafir (r.a.) e yedi sene hizmet ettim. Çok harikülâde hallerine müşahede ettim.”
Olardan biri şudur. Bir gün, mübarek ellerine su döküyordum.
Bana;
-“Bir arzu ve isteğin var mı?” buyurdu.
Ben de;
-“Kur’an-i kerimi doğru okumayı çok arzu ediyorum. Fatiha ve birkaç sureden de başka ezberimde değil” deyince
Mübarek eliyle göğsüme vurdu O anda bütün Kur’an-i kerimi ezberimde buldum. Onun huzurundan çıktığımda Kur’an-i kerimi hakkıyla okuyordum.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Adiyy (Ade) bin Misafir Radiyallah-u anhu’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu