‘tefekkür’ olarak etiketlenmiş yazılar
Tefekkür- 11
15 Temmuz 2008Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
Denizlerin her biri, dünyanın okyanuslarından bir parçadır.
Bir haberde:
-“Karalar deniz ortasında bir kaç otlaktır.” buyuruldu. Karalardaki
Acayıblikleri seyrettikten sonra denizdeki hayret verici şey’lere bak.
Denizler karalardan çok olduğu kadar, oralardaki acayiblikler ve hayranlıklar da çoktur.
Çünkü yeryüzünde (karada) bulunan her hayvanın denizde bir benzeri vardır. Bunun yanında karda olmayan hayvanlar denizlerde vardır. her birinin şekli ve yaratılışı vardır. Kimi gözle görülmeyecek kadar ufak, kimi üzerine sandal bindirince adaya geldik sanacak kadar büyüktür. Üzerine ateş yakınca hiseder ve sallanır. Anlar ki hayvandır.
Denizlerdeki acayiblikler hakkında nice kitablar yazmışlardır. Bunlar anlatmakla bitmez.
Deniz hayvanların kabuklarına bakın. Denizin derinliklerinde, kabuğu sedef olan bir hayvan yarattı, ona ilham edip yağmurlar yağınca sahile geliyor. Deniz suyu gibi tuzlu olmayan saf yağmur damlalarını içeri girmesi için kabuğunu açıyor. Sonra kabuğunu kapatıp denizin derinliklerin gidiyor. O yağmur damlalarını, nutfe’nin rahimde durması gibi, içinde saklıyor ve onu büyütüyor, inci, yapıyor. Kimi küçük, kimi büyük oluyor. Sen onlardan süs ve ziynet yapıyorsun.
Denizin derinliklerinde taştan kırmızı bitki büyütüyor. GÖRÜNÜŞTE BİTKİ, ASLINDA TAŞTIR. Ona mercan denir. Deniz suyunun köpüğünden sahile anber denilen bir cevher bırakıyor. Hayvanların dışında öyle acayip cevherler çoktur.
Geminin su üstünde yüzmesi ve batmayacak şekilde yapılması ve gemicinin ters ve doğru rüzgarları bilmesi O’NUN HİDAYETİDİR. Her tarafın su olduğu ve karaların görünmediği yerde yıldızları, gemiciye yol gösterici yaratması şaşılacak bir şeydir. Bundan daha şaşılacak şey, suyun latîf, berrak ve bütün azalarını birbirine bağlayacak, hayvan ve bitkiler gibi bütün canlıların hayatlarını idâme ettirecek şekilde yaratılmasıdır.
Çünkü bir yudum suya muhtaç olsan ve bulamazsan bütün dünya malını verirsin. Mesânende kalmış olan suyu orada tutup dışarı çıkaramazsın, bundan kurtulmak için her şe’yini verirsin.
Kimya-yı Saadet(İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri tefekkür eden ve tefekkür ettikleri şey’lerden ders alan kullarından eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Tefekkür- 12
15 Temmuz 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Göklerdeki ve yıldızlardaki meleküt olup, yer ve yerde olanlar bunların yanında gayet az kalır.
Bütün kur’an-i kerim göklerdeki ve yıldızlardaki acayiblikleri tefekkür etmeyi tenbih ediyor.
Nitekim Allah-u Teala (c.c.):
-“Gökleri mahfuz bir çatı gibi yarattık. Onun ayetlerinden yüz dönüyorlar.” Buyuruyor. Enbiye suresi ayet: 32
Ve:
-“Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından büyüktür.” Buyuruyor. Mü’minûn suresi ayet: 57
Sana göklerdeki acayiblikleri tefekkür etmen, düşünmen emredildi. Göklerin mavilğını, beyazlığını ve yıldızları seyretmen emredilmedi.
Çünkü;
Hayvanlar da, bu kadarını görüyor. Sana daha yakın olan kendini ve kendindeki acayiblikleri bilmezsen, bunların yanında zerre kadar kalmadığı gök ve yerdeki acayiblikleri nasıl anlayabilirsin? Gök melekûtundaki sırları nasıl düşünebilirsin?
Ağır ağır yükseğe çıkman lazımdır. Önce kendini tanı. Sonra yeri, hayvanları, bitkileri, madenleri, havayı, bulutu ve onda ki acayiblikleri, gökleri, yıldızları sonra Kürsiyi ve arşı düşünüp. Madde aleminden çıkıp, ruhlar alemine girersin.
Orada melekleri, şeytanları ve cinleri, meleklerin derecelerini ve
ayrı ayrı makamlarını tanırsın.
O halde göğü, yıldızların haraketlerini ve dönmelerini, doğma ve batmalarını tefekkür etmeli, onların ne olduklarını ne için olduklarını düşünmelidir.
Yıldızların çokluğuna dikkat edin. Sayılarını kimse bilmez. Her biri başka şekildedir, başka renktedir. Kimi kırmızı, kimi beyaz, kimi küçük, kimi büyüktür. Kendilerine mahsus şekilleri vardır. Kimi kuzu şeklinde, kimi öküz, kimi akrep şeklindedir. Belki yeryüzünde bulunan her suretin eşkâlinde orada bir örnek vardır.
Haraket ve dönmeleri, dönerken olan hızları ayrı ayrıdır. Kimi bir ayda, kimi bir senede, kimi on iki senede, kimi otuz senede, hatta bazısı bin senede döner. Oradaki hayret edilecek bilgilerin sonu gelmez. Güneş dünyadan yüz altmış kat büyüktür. O halde dünyadan ne kadar uzakta olup, bu kadar küçük göründüğüne dikkat ediniz.
Bunun için Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) Cebrail (Aleyhis selam) den zevâli sordu.
Cebrail (aleyhis selam):
-“Hayır, Evet.” Dedi
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve selem):
-“Bu nasıl olur .” buyurması üzerine
Cebrail (Aleyhis selam):
-“Hayır dediğim zaman evet dediğim şu ana kadar güneş beş yüz yıllık mesafe kat eti.” Dedi.
Gökte nice yıldızlar vardır ki, yerden yüzlerce defa büyüktürler. Uzak olduklarından nokta gibi görünüyorlar. Yıldızlar böyle olunca, feleğin yani göklerin …
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla (c.c.) Bizlere ve sizlere Kalb gözüyle tefekkür eden kulların yüzü hurmetine Afv eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Tefekkür- 13
15 Temmuz 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Gökte nice yıldızlar vardır ki, yerden yüzlerce defa büyüktürler. Uzak olduklarından nokta gibi görünüyorlar. Yıldızlar böyle olunca, feleğin yani göklerin büyüklüğü buradan anlaşılır. Bütün bu yıldızlar, bu büyüklükleri ile senin gözünde gayet ufak görünüyor. İşte bu sebeple bunları yaratanın azamet ve hakimiyetini anlayabilirsin.
O halde yıldızda bir hikmet vardır. Renginde, hareketinde, istikametinde, doğmasında, batmasında bir hikmet ve fayda vardır.
Güneşe meyli sebebi ile, bazen güneş yakın, bazen uzak olur. Bazen de ılık olur. Gece ve gündüzün farklı olmasının sebebi de budur. Günler bazen daha uzun, bazen daha kısa olur. Bunun nasıl olduğunu anlatmaya kalkarsak uzun sürer, Allah-u Teala’nın, bu kısa dünya hayatında, bu hususta verdiği ilimleri anlatmaya kalkarsak günlerce devam eder. Bizim bildiklerimiz az ve aşağıdır.
Alimlere ve evliyaya bildirilen ilimler daha fazladır. Alimlerin ve evliyanın ilimleri de, peygamberlerin ilimleri yanında az kalır. Ve bütün bu ilimler, Allah-u Teâla (c.c.) nın ilmi ile karşılaştırmak istenirse, bunlara belki ilim bile denmez. İnsanlara bu kadar ilim veren ve sonra
-“Size ilimden az bir şey verildi” İsra Suresi ayet 85 Buyurmakla, bilgisizlik damgasını vuran Allah-u Teâla (c.c.) her şeyden münezzehtir.
Tefekkür ve düşünce hakkında verilen bu misaller insana kendi gafletini duyurmaya, anlatmaya yetişir. Çünkü bir padişahın sarayına gider, oradaki şekilleri, süsleri görürsün, uzun zaman bunu anlatır ve hayran olduğunu söylersin. Ama, Allah-u Teâla’nın binasında hiç hayret eylemezsin! Bu madde alemi, Allah-u Teâla’nın binasıdır, evidir. Bunu o yaratmış, O yapmıştır.
Tabanı yeryüzüdür. Fakat çatısının direkleri yoktur. Bu şaşılacak şeydir. Hazinesi dağlar ve denizlerdir. Bu evin lüzumlu eşyası hayvanlar ve bitkilerdir. Mumu Ay’dır. Ona ışık veren Güneş tir. Kandilleri yıldızlardır. Bu kandilleri tutan meleklerdir. Sen ise bu hallerden habersizsin.
Halbu ki ev büyük, göz ise küçüktür. Hepsini göremiyor. Sen padişahın sarayında ki bir delikte karınca gibisin.
Bulunduğun delikten, yiyeceğinden ve arkadaşlarından başkasından haberin yoktur. Sarayın güzelliğinden, hizmetçilerin çokluğundan, sultanın tahtından ve hakimiyet’in den de haberin yoktur.
Karınca derecesinde kalmak istiyorsan kal!
İstemiyorsan, yolun açıktır. Allah-u Teâla (c.c.) nın marifet bahçesini seyret.
Dışarı çık.
Gözünü aç.
Akıllara durgunluk veren halleri görür, kendinden geçer, hayran kalırsın.
Vesselam
Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla (c.c.) Bizlere ve sizlere Kalb gözüyle tefekkür eden kulların yüzü suyu hurmetine Günahlarımızı Afv eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Gökler ve muhtelif cinsleri
15 Temmuz 2008Girnavas mevki-i (Nusaybin)
Rivayet olunur ki;
Cenâb-ı Hak (c.c.) ın ilk yarattığı şey cevher (atom) dur. Allah Cevheri yaratınca ona heybet nazarı ile baktı. O Allah (c.c.) korkusundan titredi, eridi ve su oldu.
Sonra Allah (c.c) ona rahmet nazarı ile baktı, yarısı dondu. Allah (c.c.) ondan da arşı yarattı. Arş teitredi, Allah (c.c.) onun üzerine “Lâ ilahe İllallah Muhammedürresûlüllah” ı yazdı. Arş sükûnet buldu. Suyu kendi halına bıraktı. Kiyamete kadar titreşir.
Allah-u Teala (c.c.) nın şu ayeti kerimesi buna işaret eder:
-“Onun (Allah’ın) arşı, suyun üzerinde idi…”
Sonra su birbirine vuruşup dalgalandı. Ondan dumanlar çıktı, kimi kimisinin üzerine yığılarak yükseldi, suyun köpüğü vardı. Allah (c.c.) ondan yeri ve gökleri tabaka tabaka olduğu halde yarattı.
Bunlar bitişik bir halde idiler. Allah (c.c.) onların içinde ruzgar yarattı ve yer, gök, tabakalarını birbirinden ayırdı.
Nitekim Allah-u Teala (c.c.) Kur’an-i kerimde haber veriyor; Buyuruyor ki;
-“Sonra (iradesi) göğe ki, o bir buhar halınde idi. Doğruldu da ona ve arza.”İkiniz de ister istemez gelin.” Buyurdu: Onlar da; -“İsteye isteye geldik.” Dediler.
Rivayet edilir ki;
Dünya göğü ile yer arası ve her göğün arası beş yüz senelik mesafe kadardır. Kalınlığı da böyledir.
Kuvvetli kaynaklardan anlaşıldığına göre yer, gökten efdaldır. Çünkü bütün peygamberler yerden halk olundular ve yere defn edildiler.
Yerin tabakalrından en efdalı de en üst tabakasıdır. Çünkü zikredildiği gibi bütün peygamberler ondan halk olup, oraya defn edildiler ve bütün canlıların yararlandığı yer de orasıdır.
İbni Abbas (r.a.) rivayet edilmiştir:
-“Göklerin en efdâli üstü arşa yakın olandır, arşa yakınlığından ona “kürsü” denir. Çünkü yedi gezegen hariç, bütün yıldızlar oradır. Yedi yıldız ise yedi kat göklerde bulunur.
Zühal, yedinci kat gökte, müşteri altıncı kat gökte, Merih beşinci kat gökte, Güneş dördüncü kat gökte, Zühre üçüncü kat gökte, Utarid ikinci kat gökte, ay birinci kat kökte bulunur.
Kalblerin keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teala (c.c.) Bizlere ve sizlere Kalb gözüyle tefekkür eden kulların yüzü suyu hurmetine Günahlarımızı Afv eylesin. AMİN….
Fuad Yusufoğlu
Riyazet ve keramet ehlinin fazileti- 2
18 Temmuz 2008
Benim köyüm…
Selman-i Farisi (r.a.) şöyle dedi.
-“İşitim ki sen sofranda iki çeşit katık bulundurur muşsun. Biri gündüz, diğeri de geceye ait olmak üzere iki elbisen varmış.”
Hz.Ömer (r.a.) sorar:
-“Buınlardan başka bir şey işittin mi?”
Selman-i Farisi (r.a.):
-“Hayır.” Diye cevap verdi.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) şöyle der;
-“Bu iki kusur ise, ben muhakkak bunları gideririm.”
Hz. Ömer (r.a.) gene, Huzeyfe (r.a.) ye sorar, der ki;
-“Sen munafıklar hakkında Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem) ın sır arkadaşı idin. Bende münafıklık alâmetlerinden bir şey görüyor musun?”
Hz. Ömer (r.a.), işte kadrinin yüceliğine ve makamının bunca büyüklüğüne rağmen, kendi nefsini böyle töhmet altında bulundururdu.
İşte akıl bakımından en yüksek akla sahip olan, makam bakımından da en yücesine ulaşan herkes, kibir ve ucub bakımından o kadar küçük, (kibirsiz) ve nefsine töhmet etme bakımından da o derece büyük olur.
Ancak ne var ki, bu da şimdiki zamanda pek az bulunur. Arkadaşlar arasında dalkavukluğu bırakıp, aybı söyleyen veyahut hasedi terk edip vacip olandan fazlasını söylemeyen pek azdır.
Sen arkadaşlarının arasında sana hased etmeyenlerden, veyahut garezkâr olup, ayıp olmayanı ayıp gören veyahut da sana dalkavukluk yaparak bazı ayıplarını senden gizleyenlerden hali değilsin.
Bunun içindir ki; Davud-i Tai (r.a.) insanlardan uzak yerde yaşardı.
Kendisine;
-“İnsanlarla niçin ihtilat etmezsin?” Diye sorulduğunda;
Davud-i Tai (r.a.):
-“Ayıblerimi benden gizleyen insanlarla yaşıyayım da ne yapayım.”
Dindar olan kimselerin en zevk duydukları şey, başkalrının ikaziyle kendi ayıplarına vakıf olup, mütenebbih olmaktı. Bizim zamanımızda iş tersine döndü.
Bize nasihat eden ve ayıplarımızı bize bildirenler insanların en kötüsü ve sevilmeyeni oldu.
Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâla hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri her zaman ve her yerde kendini kontrol eden, Ayıpların giderilmesi için çalışan ve kendilerine muttaki arkadaşlar edinen kullarından eylesin. AMİN
Fuad Yusufoğlu
Utbet-ül Ğulam (Radiyallah-u anh)- 2
27 Ekim 2008Girnavas Mevki-i (Nusaybin)
Utbet-ül Ğulam (Radiyallah-u anh) Utbe bin Ebân bin sem’a):
Evliyanın büyüklerindedir. Doğum ve ölüm tarihi bilinmemektedir. Babasının adı Ebân Bin Sem’a’dır. Rumlarla yapılan bir muharebede şehid düştü. Vera’ (Şübhelilerden sakınmak), takva (Haramlardan uzak durmak) ve Zühd (Şübheli olmak korkusu ile mübahların çoğunu terk edip, onları lüzumu kadar kullanmak) sahibi bir zattır.
Kiymetli sözleri pek çoktur:
Birisi; Rebâh el Kaysi’ye
-“Utbe’ye Gulam demesinin sebebini bana izah edermisin?” diye sordu.
O da:
-“ Utbe, ibadet hususunda kendisini çok küçük görür ve alçaltırdı. Onun için böyle denilmiştir.”
Atâ bin Ebi Rebah (r.a.) bildiriyor:
-“Utbet-ül Ğulam ile bir yolculuğa çıkmıştık. Beraberimizde bir haylı kalabalık vardı. Kafilemizdekilerin hepsi sabah namazını, yatsının abdesti ile kılardı. Gece o kadar çok ibadet ederlerdi ki, bu yüzden ayakları şişmiş, iyice zayiflamişler, sanki bir kemik yığınından ibaret bir hale gelmişlerdi. Sabah olunca birbirlerine, Allah-u Teâlâ’nın kendisini itaat edip, beğendiği işleri yapanlara vereceği mükafatı ve yapacağı ikramlardan, kendisine isyan edip, kötülkülere dalanlara ise, vereceği azaplardan bahsederlerdi..”
-“Bu şekilde yollarına devam edip dururlarken içlerinden birisi bir yere gelince bayılarak düştü. Alnından terler dökülüyordu. Etrafındekiler ağlaşıyorlardı. Biraz sonra su dökerek onu ayıltılar. Kendisine geldiktensonra;
-“Ne oldu,” diye sordukları zaman,
Ayılan adam;
-“Bir zamanlar bir günah işlemiştim. Onu hatırladım da, ben “bu günahı ne için yptım.” diye üzüntü ve pişmanlığımın şiddetinden kendimi kayıbettim.” dedi.
Utbet-ül Ğulam hazretleri (r.a.) daima murakabe, murakıbı (görüp, gözeten) düşünerek, daima onunla meşgül olmaktır. O, Allah-u Teâlâ’dan başkasıyle meşgül olmaz, devamlı Allah-u Teâlâ’yı anar ve hatırlar, O’ndan bir an bile gafil olmazdı.
Bazen öyle dalardı ki, gideceği yeri geçer, farkında olmazdı. Bir gün, Utbe-tül Ğulam (r.a.) Abdulvahid bin Zeyd (r.a.) ın yanına gelmişti.
Abdulvahid Bin Zeyd (r.a.) ona:
-“Nereden geliyorsun?” diye sordu.
Utbet-ül Ğulam (r.a.):
-“Falanca yerden geliyorum.” Dedi.
Abdulvahid bin Zeyd (r.a.):
-“Oralarda kimseye rastladın mı?” diye sorunca.
Utbet-ül Ğulam (r.a.):
-“Hayır kimseyle karşılaşmadım.” Dedi.
Halbu ki oralardan çok kimseler geçiyordu. Fakat, bütün ruhu ve bedeniyle Allah-u Teâlâ ile meşgül olduğundan, yanından geçenlerin farkına bile varamamıştı. (Bu durum, hükümdar yanlarından geçerken, hizmetçilerinin onun heybetinden, hiçbir şeyin farkına varmaması ve düşünceye dalan birinin, ba’zen etrafında olup bitenlerin bile farkında olmaması gibidir.)
Utbet-ül Ğulam (r.a.) hazretleri günahlarını düşündüğü zaman, yemek ve içmekten kesilirdi.
Bu durumu gören annesi:
-“Oğulcağızım! Biraz kendine acı. Hiçbir şey yemiyor, kendine yazık ediyorsun.”dediği zaman
Cevabı:
-“Anneciğim; kendime acıyorum. Fakat beni biraz bırakda, azıcık zahmet çekeyim. Çünkü, inşallah ilerde bu sıkıntılarımın karşılığını göreceğim.” Şeklinde olurdu.
Onun yakınlarından birisi anlatıyor:
-“Utbet-ül Ğulam (r.a.) ı rüyamda gördüm.
Kendisine;
-“Ne durumdasın?” diye sordum.
O şöyle cevab verdi:
-“Senin evinde yazılı bir dua var. Onun yüzünden iyi muamele gördüm.”
Sabah oldu. Evde dua’yı arayıp buldum. Dua şöyle idi:
<<<Utbet-ül Ğulam hakkında başka yazı okumak isterseniz tıklayın>>>
İslâm âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Bu mübarek zatların hürmetine Günahlarımızı afv eylesin.Amin.
Fuad Yusufoğlu
Dinde kırk esas: (Akaid)-5 (Onuncu bölüm)
03 Kasım 2008Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)
Beşinci Esas: İrade- 10
Bunu sen ancak bir misal ile anlarsın.
Belki, namaz vakitlerini bildiren bir çeşit saati görmüşsündür. Şayet görmedinse dinle:
Bu satın meydana gelmesi için mutlaka şunların bulunması lazımdır;
İçinde mikdarı bilinen suyun bulunduğu, silindir şeklinde bir alet, içi boş olan ve silindirin içindeki suyun üstüne konan başka bir alet bir tarafı bu boş kaba bağlı, diğer tarafı da boş kabın üzerine konan küçük bir zarfın altına bağlanmış bir ip, Zarfın içinde bir küre ve altında da düştüğü zaman içine düşecek şekilde bir tas vardır.
Küre tasın içine düştüğünde tınlama sesleri işitilir. Bunlar tamamlandıktan sonra silindir şeklindeki aletin dibinde ölçülü, mikdarı bilinen bir delik açılır. O delikten azar azar su akar. Silindir şeklindeki âletin içinde su alçaldıkça, suyun üzerine konulmuş olan boş kab da alçalır. O’na bağlı olan ip uzanır.
Kürenin bulunduğu tarafı kürenin yuvarlanıp düşünceye kadar hareket ettirir ve nihayet küre tasın içine düşer. Tınlama sesini çıkarır. Bu her bir saat başında vaki olur.
Her iki düşüşün arası suyun aktığı deliğin genişliğinin takdirine göre suyun akması ve alçalmasının takdir edilmesiyle ölçülür. Bu da hesap yolu ile bilinir. Suyun bilnen bir mikdarda akması, deliğin genişliğinin bilinir bir mikdarda yapılması sebebiyle olur. Suyun yüzeyinin alçalması da o mikdar ile olur ve onunla takdir olunur.
Suyun üzerindeki boş kabın alçalması, onunla kendine bağlı olan ipin uzanması ve içinde küre bulunan zarfta hareketin meydana gelmesi bunların her biri noksan ve ziyade olmayan sebebinin takdiri ile takdir olunur.
Kürenin tasa düşmesi başka bir hareketin meydana gelmesine sebep olabilir. O başka hareketin de üçüncü bir harekete sebep olması mümkündür.
Devam edecek…
Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazreteleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kaza ve kader hakkında sağlam itikad sahibi olan kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufğlu
Bilâli Habeşi (Radiyallah-u anh)- 11
13 Temmuz 2009Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ın doğduğu ev Mekke-i Mükerreme
Peygamber efendimiz (s.a.v.) doğduğu ev gece görünüşü (Mekke-i Mükerreme)
Bilâli Habeşi (Radiyallah-u anh)- 11
Bilâli Habeşi (r.a.), İmanında gösterdiği sebat ile ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ın hayatında yanından ayrılmayıp hizmet etmesiyle hep sevilip ve rahmetle yâdedilmektedir.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) O’nu kölelikten âzad edince, Hazret-i Ömer (r.a.);
-“Seyyidimiz Efendimiz Ebû Bekir (r.a.), Seyidimiz Bilâli Habeşi (r.a.) yi âzad etti.” Buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem);
-“Bilâl ne iyi kimsedir. O MÜEZZİNLERİN EFENDİSİDİR.”
Ve;
-“Bilâl Habeşlilerin İLK MÜSLÜMANDIR.”
Ve;
-“Ey Bilâl, zengin olarak değil fakir olarak öl.” Buyurdu.
Bilâli Habeşi (r.a.) bir gün mescidi Nebi’de iken büyük bir neşe ile coşuyor, yerinde duramıyordu.
Hazret-i Ömer (r.a.) bu halını halini görüp;
-“Ne yapıyorsun Yâ Bilâl! Mescid’de böyle yapılır mı?” dedi.
Bu sırada Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) de Mescid’de oturuyordu.
Bilâli Habeşi (r.a.);
-“Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) a soralım Yâ Ömer.” Dedi.
İkisi birlikte Peygamberimiz Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) in yanına varıp oturdular. Durumu arzettikten sonra Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) Bilâli Habeşi (r.a.) ye bu halinin sebebini sordu;
Bilâli Habeşi (r.a.);
-“Nasıl sevinip, neşelenmiyeyim Yâ Resulallah (s.a.v.), Allah-u Teâlâ bana HİDAYET NASİB ETTİ. Halbuki Kureyş’in illeri gelenlerinden niceleri inadları sebebiyle bu HİDAYET’TEN MAHRUM KALDILAR. Onlara bu Hidayet nasib olmadı.” Dedi.
Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem); O’na dokunulmamasını ve sevinip neşelenmesinde SERBEST olduğunu Tasdik buyurdu.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Bilâli Habeşi (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu