‘Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu)’ olarak etiketlenmiş yazılar

18-  Fuad Yusufoğlu Ubeydullah-i Ahrar (r.a.) in kabirleri

Ubeydüllah-i Ahrar (Radiyallah-u anhu) nın kabri

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu);

Evliyanın büyüklerinden. İnsanların i’tikâd, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenip yapmalarını sağlayan ve Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsele-i âliye” denilen İslam âlimlerinin “onsekizincisidir.”

İsmi, Ubeydüllah bin Mahmud bin Şihabüddin’dir 806 (M. 1403) da Taşkend’de doğdu. 859 (M. 1490) senesinde Semerkand’da vefat etti. Babası, o zaman büyük âlimlerden evliya bir zat idi. Annesi ise Hazret-i Ömer (r.a.) in soyundandır.

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) doğduğunda, kırk gün annesini emmemiştir. Annesi nifasdan temizlendikten sonra emmeye başlamıştır.

Daha çocuk iken yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ ederlerdi. Dilinden Allah-u Teâlâ’nın ismi hiç düşmez, devamlı zikir ile meşgül olurdu.

Dedesi Hâce Şihabüddin (r.a.), âlim ve evliya bir zat idi. Vefat edeceği sırada, torunlarını son olarak görüp vedalaşmak istedi ve onlarla tek tek vedâlaştı. Torunu Übeydüllah-i Ahrar (r.a.) da görmek isteyip, babasına onu getirmesini söyledi. Yanına getirdiklerinde o zaman çok küçüktü.

O yanına getirilince,

-“Beni yatağımdan kaldırın” deyip, yatağı üzerine oturtarak, Ubeydüllah-ı Ahrar (r.a.) ı kucağına aldı. Sarılarak ağladı.

Ve şöyle dedi;

-“Benim istediğim çocuk budur. Ben bunun büyük bir zat olduğu zaman hayatta olmam. Bunun âlemdeki tasarrufunu ve yaptığı hizmetleri göremem. Bir çocuğun şânı âlemi tutacak, İslamiyet’e hizmet edecektir. Cihan padişahları bunun emrine itaât edecekler. Bundan zuhur edecek işler, önceki âlimlerden zuhûr etmemiştir.”

Daha birçok müjdeler verdikten sonra, tekrar bağrına basıp sarılarak, Ubeydüllah-i Ahrar (r.a.) ın babası Mahmud Şâşi (r.a.) ye;

-“Benim bu oğlumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et.” Diyerek vâsıyet etti.

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri r.a.) daha çocuk iken, üstün hallere kavuşmuş olup, kerametleri görülüyordu.

Kendisi şöyle anlatmıştır;

-“Mektebe gider gelirdim. Gönlüm daima Allah-u Teâlâ ile idi. Bir an O’nu unutmaz, bir an O’ndan gafil olmazdım. Herkesi de kendim gibi sanırdım. Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü. O sırada bana bir gaflet ârız oldu. Bu işle uğraşırken, Allah-u Teâlâ’yı anmaktan uzaklaştım. Hissine kapıldım.”

Karşıda bir genç, çift sürüyordu;

-“Bak şu genç bunca eziyet içinde Allah’ı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O’nu nasıl unutursun?” diyerek hüngür hüngür ağlamağa başladım.”

-“Ben o zaman, herkesi kendim gibi her an Allah-u Teâlâ’yı anmaktadır zanediyordum. Bülûğ yaşına erişinceye kadar, Allah-u Teâlâ’dan gafil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Zanediyordum ki, Allah-u Teâlâ herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yaratmıştır. Sonradan anladım ki, Allah-u Teâlâ’dan gafil olmamak, yalnız bazı kullara mahsus ilahi bir inayet imiş. Ancak riyazet ve nefs mücadelesiyle elde edilebilir, hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri   “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu)  yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

 

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 2

Amcasının oğlu Hâce İshak da şöyle anlatmıştır;

-“Ben ve öbür çocuklar oyun oynarken, aramıza katılması için ona ne kadar rica etsek, kabul ettiremezdik. Oynar gibi görünüp, bir kenarda durur ve kendi hallerinde olurdu.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yine kendisi şöyle anlatmıştır;

-“Çocukluğumda rü’yada kendimi Şeyh Ebû Bekr-i Şâşi’nın mezarı yanında gördüm. Mezarın eşiğinde İsa Aleyhisselam vardı. Hemen ayaklarına kapandım.”

Elleri ile başımı kaldırıp;

-“Gam çekme! Seni ben terbiye edeceğim!” buyurdu.

Rü’yayı anlattığım zatlar, tıb ilmi ile ta’bir ettiler. Ya’ni tıb ilminden nasibim olacağını söylediler. Ben bu ta’bire razı değildim.

Ta’birim şuydu;

-“İsa Aleyhisselam, ölüleri dirilten bir Peygamberdir. Evliyadan ihya sıfatına mazhar büyüklere de “İsevi meşreb” denirdi. Maden ki, İsa aleyhisselam bu fakirin terbiyesini üzerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihyâ sıfatı verilecek.”

-”Nitekim kısa bir zaman sonra, Allah-ü teâlâ’ bana öyle bir hâl ve kuvvet bahşetti ki, bende o ma’na, kemâliyle meydana geldi.Vasıtamızla nice ölü kalbler, gaflet karanlığından şühud ve huzur ışığına çıktılar.”

-”Hâlimin başlangıcında, Rü’yada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) ı gördüm. Gayet yüksek bir dağın eteğinde, Eshâb ile topluluk hâlinde idiler.”

Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamaı işaret etti ve Buyurdu ki;

-“Beni bu dağın başına çıkar!”

Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkardım.

-“Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum. Fakat başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım.” Buyurdu.

-”Yine ilk zamanlarda, rü’yada Hâce Şâh-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri (r.a.) ni gördüm. Bâtınıma öyle tasarruf etti ki, ayaklarımda mecal kalmadı. Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler. Ben de son gücümü sarf ederek, arkalarından koştum ve yetiştim.”

Geriye dönüp;

-“Mübarek olsun!” buyurdular.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yirmiiki yaşında iken dayısı Hâce İbrahim, onu ilim tahsili için Taşkent’den Semerkand’a gönderdi. İki yıl müddetle Mâverâünnehr’deki büyük âlimlerin meclisinde bulunup ilim öğrendi.

Yirmidört yaşında Hirat’a gitti. Beş yıl da oradaki büyük âlimlerden ilim öğrendi. Yirmidokuz yaşında iken memleketine döndü.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 3

Tasavvuf ilminde hocası Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) dır. Onun sohbetlerinde kemâle gelip, tasavvufda yükseldi.

Vefatından sonra da hocasının yerine geçti. İnsanlara rehberlik edip saâdete kavuşturdu.

Yine Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Bir ara bende öyle bir hâl oldu ki, büyük, küçük, hür-köle, her kiminle karşılaşırsam, ayağına kapanır, tam bir kırıklık ve yalvarış ile ondan bana duâ etmesini isterdim.

İlk zamanlarımda idi. Validemin bir tarlası vardı. Tarladan kalkan bir miktar buğdayı, çölde yaşayan bir Türk ile bana gönderdi. Ben buğdayı anbara koymakla meşgül iken, buğdayı getiren o Türk çuvallarını alıp gitmiş. Nereye gittiği ve hangi yoldan gittiği belli değildi. O anda, neden bu gârip ve zavallı kimseden bir duâ alamadım diye üzüldüm. İçime garip bir ızdırap çöktü. Buğdayı olduğu gibi bırakıp, koşarak peşine düştüm. Yolun yarısında ona ytiştim.

Tevazu ile yalvararak bana duâ etmesini istedim.

-“Beni gönlünüze alın! Hâlime bir inâyet nazarı ile bakın. Belki duânız ve himmetiniz bereketiyle, Allah-ü teâlâ beni bağışlar, merhamet eder de yolum açılır.” Dedim.,

O Türk hayret ederek bana;

-“Zanediyorum ki, Türk şeyhlerinin söyledikleri;

-“Her kimi görsen Hızır bil,

-“Her geceyi kadir bil.”

-”Sözüne göre haraket ediyorsun, ama ben çölde yaşayan bir Türk’üm ki, elimi yüzümü yıkamayı bile layıkı ile bilmem. Senin istediğin şeyden ben haberdâr değilim. O bende yoktur.” Dedi.

Sonra;

-“Benim yalvarışıma bakıp, öyle bir teessüre kapıldı ve ellerini kaldırıp benim için öyle bir duâ etti ki, duâsının tesiri ile o ânda bâtınımda, kalbime fetihler, açılmalar hasıl olduğunu gördüm.”

Yine Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır.

-“Küçüklüğümde bende kuvvetli bir vehime, hayalgücü vardı. Şöyle ki; yalnız başıma evden dışarı çıkmazdım. Bir gece bana öyle bir hâl oldu ki, kalbim Ebû Bekr Şâşi (r.a.) nin kabrini ziyaret etme şevki ile doldu. Hemen evden çıktım, kabri başına varıp, kabre karşı oturdum. Kalbime hiçbir korku gelmedi. Bir saat kadar böyle kaldım. Oradan Şeyh Hâvend Tâhûr (r.a.) un kabrine gittim. Yine içimde bir vehim ve korku yoktu. Oradan Şeyh İbrahim Kimyager’in kabrine, Şeyh Zeynüddin Kuy-i Ârifan (radiyallahu anhüm) içimde hiçbir korku yoktu. Bundan sonra artık bende, kabirlerde ve korkulu yerlerde, büyüklerin ruhaniyyetinin bereketiyle hiçbir korku hâli kalmadı. Bundan sonra hiç korkmadım.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Dicle nehri (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 9

Bundan sonra, en başta gelen hocası Ya’kûb-i Çerhi hazretlerine talebe oldu ve onun sohbetinde kemâle ulaştı.

Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) bu hocası ile tanışmasını şöyle anltamıştır;

-“Hire’ye gittiğim zaman, güzel yüzlü ve hoş kılıklı bir tüccar ile tanıştım Hâcegân yolunda olduğu anlaşılıyordu.. Bu nisbeti kimden aldığını sordum;

Bana;

-“Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) den aldığını söyledi.” Bana Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin büyüklüğünü ve üstün hâllerini anlattı.”

-“Bunun üzerine Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) nin sohbetine kavuşmak için, ikâmet ettiği yer olan Helfetû’ya gitmek üzere yola çıktım. Çiganıyân’a varınca hastalandım. Yirmi gün orada kaldım.Bu sırada Ya’kûb-i Çerhi (r.a.) hakkında menfi sözler işittim. Seyahatime devam edip etmeme husûsunda tereddüde düştüm. Fakat bıu kadar yol aldıktan sonra geri dönülmiyeceğini düşünerek yola devâm ettim.”

-“Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin huzuruna kavuşunca , bana büyük iltifat gösterdi. Bundan sonra bir başka gün tekrar ziyaretine gittiğimde, bu sefer sert ve haşmetli davrandı. Bunun sebebini; (yolda iken aleyhinde bulunanların sözlerine bakarak huzûruna gidip gitmemek husûsunda tereddüde düşmüş olmamdan dolayıdır), diye düşündüm. Aradan bir saat geçmeden, bana tekrar çok lütuf ve iltifatta bulundu Şah-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri ile buluşmasını, sohbetine kavuşmasını ve münasebetlerini anlattı.”

Sonra bana elini uzatıp;

-“Gel bi’at eyle.” Buyurdu.
-“O anda yüzüne baktım yüzünde cüzam lekesine benzer bir beyazlık gördüm. Bu sebeple hemen bi’at edemedim. Bunu anlayıp, hemen elini geri çekti. Baktım, yüzü birden bire değişip, öyle güzel bir hâl aldı ki simâsının güzelliğine hayran kaldım. Kalbimde hâsıl olan muhabbet sebebiyle, kucaklayıp sarılmamak için kendimi zor tuttum.”

Bu defa elini yeniden uzatıp;

-“Şâh-i Nakşibend Behâeddin-i Buhâri hazretleri (r.a.) bu elleri tutup;

(-“Senin elin benim elimdir. Her kim senin elini tuatrsa, benim elimi tutmuş olur.)” Buyurdu.

Sonra sesini yükselterek;

-“Bu el Behâddin-i Buhâri (r.a.) nin elidir, tutun!” buyurdu.

-“Hemen mübarek ellerini tuttum. Bana vukûf-u adedi (tek sayı) üzerine nefy ve isbât (Lâ ilâhe illallah) zikrini ta’lim etti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu