‘Zekât’ olarak etiketlenmiş yazılar

Zekât- 5

09 Kasım 2008

Girnavas (Cin tepesi) Nusaybin

4- Ticaret Malının Zekâtı;

Yirmi altın değerinde bir şey’i ticaret niyeti ile satın alırsa sene de tamam olursa, icap eden nakdi zekât farz olur. Sene içerisindeki kârlar de hesaba katılır. Hersenenin sonunda malının kıymetini bilmesi icab eder. Sonra, sermaye aslında altın veya gümüş ise onların da zekâtını verir.

Makit satın alamazsa, şehirde .ok kullanılan nakitten verir. Altın ve gümüşten gayri meta-i olsa, ticaret niyeti ile saklasa, yahut onunla bir şey satın alsa, bir sene dolmayınca, zekât farz olmaz.

Ama parası olsa ve nisabı doldursa, bir dahaki o zaman nisaba mâlik olmuş olur. Yani zekât verir. Sene içerisinde her ne kadar ticaret niyeti bozulursa zekât farz olmaz.

5- Fıtra Zekâtı;

Evi, elbisesi ve zaruri ihtiyaçları hariç, bayram günü kendine ve çoluk çocuğuna yetecek kadar yiyeceği olan bir kimsenin, “fıtır” bayramı gecesi (Ramazan bayramı) yedikleri şey’in cinsinden bir sa’ iki mendir.

Yani; 1666 gram eder. Eğer buğday yiyorsa, arpa veremez. Arpa yiyorsa, buğday verebilir. Eğer hem buğday hem de arpa yiyorsa, daha iyi olandan verir.

İmam-i Şafi-i (r.a.) göre buğdayın karşılığında un veya başka bir şey veremez. Bakmakla mükellef olduğunun, “sadaka-i fıtrı’nı” da vermekle mükalleftir. Baba, anne, oğul, köle gibi.

Kâfir olan zekâtı (fıtrası) verilmez. Eğer kadın kendi zekâtını (fıtrasını) verirse iyi olur. Kocası hanımından izin almadan verirse caizdir.

Zekâttan bu kadarını bilmek muhakkak lazımdır. Bundan sonra anlaşılmayan bir şey varsa sormalıdır.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizlere ve sizlere fakirlerin hakkı olan zekatını bi hakken yerine getiren kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 6

09 Kasım 2008

Çağ-Çağ deresi (BOR-E GÜNDÜK) Nusaybin

Zekât Nasıl Verilir;

Zekât verirken beş şey’e dikkat etmek lazımdır:

1- Zekât verirken niyet farzdır. Eğer bir kimseyi vekil ediyorsa, vekil yaparken niyet etmelidir. Yahut da vekile zekâtını verirken niyet etmesini söylemelidir. Küçük çocuğun malının zekâtını veren veli de niyet eder.

2- Sene tamam olunca acele etmelidir. Çünkü özürsüz tehir etmek, geciktirmek doğru değildir. Fıtır zekatını bayramdan sonraya bırakmak caiz değildir.

Fakat Ramazanda vermek, yani erken vermek caizdir. Ramazandan önce verilmesi gereken zekâtı erken vermek, bütün bir sene içinde caizdir.

Ama verdiği kimse o senenin sonuna kadar fakir kalmak şartiyle ciazdir. Sene tamam olmadan önce ölürse, yahut zengin olursa, yahut mürted olur, yani dinden çıkarsa, o zekatı bir daha vermek icab eder.

3- Her cinsin zekatını, kendi cinsinden vermelidir. Gümüş yerine altın, arpa yerine buğday, yahut da kıymeti miktarda başka mal verirse Şafi-i mezhbine göre caiz değildir.

4- Malının bulunduğu yerde zekât vermelidir. Çünkü fakirlerin onun malında gözü vardır. Eğer bşka bir şehirdekilere verirse, esah olan zekâtını vermiş olur.

5-Zekâtı ne kadarsa sekiz çeşit kimseye taksim etmelidir. Her çeşitten üç insandan az olmamalıdır.

Hepsi yirmidört kişi eder. Eğer bir dirhem zekâtı varsa, Şafi-i mzhebine göre (Hanefi mezhebine göre değil) bütün bu insanlara vermesi farzdır.

Sekiz kısımda da müsavi (eşit) olmalıdır. Sonra bu sekizde bir kısmı üç kişiye taksim eder. İsterse fazla da verebilir. Zamanımızda (yani Ğazali’nın zamanında) bu sekiz kısım insandan üç kısım daha azdır. Gazi, müellefe ve zekât toplayıcılar.

Fakat fakir, miskin,mükâteb,ibni’s-sebil ve borçlular çoktur. O halde zekât veren kimsenin, Şafi-i’ye göre (Radiayllah-u anh) en az onbeş kimseye vermesi lazımdır.

Şafi-i mezhebi bu iki mes’elede zordur; Biri, yerine karşılığının verilememesi, biri de bu sekiz kısım insandan her birine muhakkak verilmesi. Bunun için bir çok insanlar, bu iki mes’elede Ebû Hanife (r.a.) nın mezhebine yani Hanefi mezhebine göre zekat veriyorlar. Bu haraketleri ile mes’ul olmayacaklarını umarız, İnşaallahü Teâlâ.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 7

09 Kasım 2008

Kasyan ziyaret (Eski mezarlık) Navala- sipi

Zekât alan bu sekiz sınıf hangileridir?

1- Fakirler:

Fakir, hiçbir şey’i olmayan, hiçbir kazanç yapamayan kimseye denir. Günlük. Günlük yiyeceği ve giyeceği varsa fakir değildir.

Bir günlük ve gecelikten fzla yiyeceği yoksa, fakat paltosu yok, yalnız gömlerği varsa, yahut paltosu var, gömleği yoksa, fakir ayılır.

Bir aletle çalışacak vaziyete olsa, fakat aleti olmazsa, fakirdir. İlim talebesi olup başka işte çalışmakla ilimden geri kalacaksa fakirdir. Böyle fakirlik az olur.

Ancak çocuklarda olur. BUNUN DA ÇARESİ, AİLESİ KLABALIK OLAN FAKİRİN ARANMASI VE FAKİRE VERİLECEK HİSSENİN ÇOCUKLAR TARAFINDAN ONA VERİLMESİDİR.(Hnefi mezhebine buna miskin denir.)

2- Miskinler;

Mühim ihtiyacından fazla bir şey’i olmayana miskin denir. Evi ve elbisesi olan fakat bir senelik ihtiyacına yetişmezse, veya kazandığı kendine yetmezse, ona bir senelik yetecek kadar vermek caizdir.

Evinde, yerde serili halı, kilim ve kullanılan kap kaçak ve kitablar olsa, yine miskin sayılır İhtiyaçtan fazl olursa, miskin sayılmaz. (Hanefi mezhebinde böyle olana fakir enir.)

3- Zekât toplayan ve fakirlere ulaştıranlar;

Bunların ücretini zekâttan vermelidir.

4- Müellefe;

Bu da, kendisine mal vermekle Müslüman olabileceği düşünülen ve onun Müslüman olmsıyle, diğerlerinin de Müslüman olmak isteyebilecekleri bilinen isim yapmış kimselerdir.

5- Mükâteb;

Bunlar, efendilerine belli bir miktar para verip kendilerini satın alan, yâni azad olan kölelerdir.

6- Günaha sarfetmeyen borçlu;

Fakir olsun, zengin olsun verilir. Fakat fitneye sebep olan bir şey için borçlu olmamalıdır.

7- Gaziler;

Kendisine devlet tarafından maaş verilmeyen muharibler, zengin bile olsa, yol masrafları zekât parasından verilir.

8- Yol azığı olmayan misafir;

Yolcu olur,yahut kendi şehrinden sefere çıkar. Yiyecek ve diğer masraflarına yetecek kadar verilir. Yalan söylediği anlaşılmadıktan sonra, fakirim yahut miskinim diyenin sözüne inanılarak vrilir.

Ama misafir (yolcu) ve gazi (muharip) sefere ve harbe gitmezlerse, zekâtı onlardan geri almak lazımdır. Diğer sınıflar, sözüne emniyet edilen kimselerin sözüyle anlaşılır.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 8

10 Kasım 2008

Geliye Şam’e ziyareti (Naval-a sipi)

Zekât vermenin hakikatı;

Namazın hakikatı ve sûreti olduğu gibi, zekâtın da bir hakikatı vardır. Zekâtın hakikatı ve esasi bilinmezse, zekât ruhsuz, hakikatsız bir sûret olur.

Zekâtın hakikatı üç derecedir;

BİRİNCİ DERECE;

İnsanların Allah-u Teâlâ (c.c.) yı sevmek ve onu dost tutmakla emredilmiş olmalıdır.
Allah ü teâlâ’yı sevmiyorum diyen bir mümin yoktur. Hatta, hiçbir şeyi Allah u Teâlâ’dan çok sevmemekle memurdurlar.

Bahusus kuran-ı kerim de buyuruluyor:

-“Ya Muhammed onlara söyle: eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, akrabalarınız, uğruna kavga ettiğiniz mallarınız, iyi olmamasından korktuğunuz ticaretiniz, beğendiğiniz ve rahat olduğunuz evleriniz; Allah’dan, resulünden ve onun yolunda cihad etmekten, sizin için daha kıymetli ise, gözünüz Allah-u Teâlâ’dan gelecek emir için yolda olsun. Allah haddi aşanlara kıymet vermez.” Tevbe suresi ayet- 24

Allah-u Teâlâ’yı her şeyden çok seviyorum demeyen bir mümin yoktur. Hakikaten öyle olduğunu zanneder. O halde, bir kimsenin elinde bulunmayan kuru bir iddia ile gururlanmaması için bir izahda bulunmak ve bir nişan vermek icabediyor.

Mal, insanın sevdiği şeylerden biridir. Allah-u Teâlâ insanı bununla imtihan ediyor ve buyuruyor ki:

-“Eğer iddianda haklı isen, aşığı olduğun bu malı feda eyle ve bizi sevmekteki dereceni anla.”

Bunu anlayanlar üç kısımdır:

1-SIDDIKLAR:

Onlar her şeyini feda eylediler. “ iki yüz dirhemden beş dirhem vermek, bahillerin işidir. Bize lazım olan, sevdiğimizin sevgisi için iki yüz dirhemi de vermektir.” Dediler. Hususan ebu bekris sıdık (r.a) bütün malını verdi.

Resulullah (s.a.v..) buyurdu ki :

-“Evdekilere ne bıraktın?”

Cevabında

-“Allah ı ve resulü bıraktım.” Dedi.

Hz ömer (r.a.) malının yarısını verdi.

Ona da,

-“Evdekilere ne bıraktın?” diye sordu.

-“Yarısını bıraktım”diye cevap verdi.

Peygamber efendimiz (s.a.v.)

-“Aranızdaki fark, sözlerinizdeki fark gibidir.”Buyurdu.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 9

10 Kasım 2008

Kasyan ziyareti (Navala sipi)

2-SALİHLER:

Salihler, Allah u Teala nın iyi kulları, malı bir defada elden çıkarmadılar ve ona güvenmediler. Yanlarında saklayıp, fakirlerin ihtiyaçlarını ve iyilik yapmak, hayır işlemek yollarını gözettiler. Kendilerini fakirlerle bir tuttular. Zekat miktarı vermekle yetinmediler. Yanlarına fakir fukara gelince, onları kendi ev halkından saydılar.

3-İYİ İNSANLAR:

Bunlar, ikiyüz dirhemden; beş dirhemden başka veremediler. Farzı yapmakla yetindiler. Emri severek, beğenerek ve vaktinde yerine getirdiler. Fakirlere hiç minnet etmediler. Bu ise en aşağı derecedir.
Çünkü, Allah u Teâlâ’nın kendisine verdiği ikiyüz dirhem gümüşten, yine onun emri ile beş dirhemi vemeyenin Allah-u Teâlâ’yı sevmekten nasibi yoktur. Beş dirhemden fazla vermeyenin sevgisi gayet basit olup bahil dostlardan sayılır.

İKİNCİ DERECE:

Kalbi bahilliğin, cimriliğn bulaşığından ve pisliğinden temizlemektir.

Çünkü kalpteki bahillik, Allah-u Teâlâ’ya yakınlığa layık olmayan bir pislik gibidir. Bahusus zahirdeki necaset, pislik; insanın namazdan uzak olmasına sebep oluyor. Bahillik pisliği, mal vermedikçe temizlenmez.

Bunun için, bahillik pisliğni silip temizleyen zekat, içerisinde necaset yıkanan bir dere gibidir. Ve yine bunun içindir ki, peygamber efendimiz (S.A.V) ve ehli beytine zekat vermek haramdır. Onun mansabını insanların mallarının kirliliğinden korumuşlardır.

ÜÇÜNCÜ DERECE:

Nimete şükür etmektir. Mal bir nimettir. Çünkü dünyada ve ahrette müminlerin rahat etmesine sebep oluyor. O halde, namaz, hac ve oruç beden nimetin şükrü olduğu gibi; zekat da, mal nimetinin şükrüdür.
Bu nimet sebebiyle kendisinin kimseye muhtaç olmadığını, fakat kendisi gibi zavallı bir Müslümanın zavallı ve muhtaç olduğunu görünce kendi kendine,

-“O da benim gibi Allah-u Teâlâ’nın bir kuludur. Beni ona muhtaç etmeyen ve onu bana muhtaç edene şükür etmeliyim. Onu sevmeliyim. Olmaya ki bu mal benden bir gecede alınır. Şayet kusur edersem, beni onun gibi, onu da benim gibi yaparlar.” Demelidir.

Bu hakikatleri bilenin ibadeti, manasız bir suret olmaktan kurtulur.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekat- 10

10 Kasım 2008

Galiye Şam-e mevki-i (Nusaybin)

Zekat vermenin edeb ve incelikleri;

İbadetinin devamını, ruhsuz olamazını ce çok sevaba kavuşmasını isteyenin “yedi vazifeye” dikkat etmesi lazımdır.

BİRİNCİ VAZİFE;

Zekat vermekte acele etmelidir. Bir sene içinde farz olmadanyâni sene dolmadan önce vermelidir. Bunda üç fayda vardır:

1-İbadete rağbeti artar. Çünkü farz olduktan sonra vermek zaruridir. Vermezse ceza’ya müstehak olur. O halde sonra vermek sevgiden değil korkudandır.

2- Fakirlerin kalbını erkenden sevindirmiş olur. Beklenmedik anda sevindirdikleri için o kimseye daha halis “dua” ederler. Onların “dua’sı” bütün afetlere engel olur.

3- Zamanın engellerinden emin olur. Çünkü geciktirmede zararlar çoktur. Hatta bir engel olur da bu iyi işten bile geri kalabilir.

Kalb’de bir şey’e rağbet meydana gelirse bunu kazanç bilmelidir. Çünkü bu rağbetin, bu görüşün iki tarafı olur ve şeytanın ise karışması hemen olabilir.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) hadis-i şeriflerinde;

-“Elbette ki mü’minin kalbi, rahmân’ın iki parmağı (kudret- kuvveti) arasındadır.” Buyuruldu.

Büyüklerden birinin helâda iken kalbine, gömleğini bir fakire vermek geldi. Bitr müridini çağırdı. Hemen orada gömleğini çıkarıp müride verdi.

Müridi;

-“Efendim dışarı çıkıncaya kadar niye sabretmediniz?” deyince,

-“Aklıma beni bu işten men edecek bir düşüncenin gelmesinden korktum.” Dedi.

İKİNCİ VAZİFE:

Eğer bir miktar zekat verecekse, Muharrem ayında vermelidir. Çünkü senenin ilk ayıdır ve muhteremdir.
Yahut da Ramazan ayında vermelidir. Çünkü vakit ne kadar kiymetli ise, sevab da o nisbette çok olur.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) insanların en cömerdi idi. Nesi olsa verirdi. Ramazanda yanında bir şey saklamaz, tasadduk ederdi.

ÜÇÜNCÜ VAZİFE:

Zekâtı gizli verip, açıkta vermemelidir. Riyaden, gösterişten uzak, ihlasa yakın olur. Çünkü gizli sadaka, Allah-u Teâlâ’nın gazabını, kızgınlığını söndürür.

Hadisi şerifte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) buyuruldu ki;

-“Yedi kişi kıyamette arşın gölgesinde bulunur; Biri, Adaletle iş yapan devlet reisi biri sağ eli ile verdiği sadakayı sol eli görmeyen kimsedir. (Adaletle iş yapan bir devlet reisnin işiyle ayni derecede olmasına dikkat buyurun.

Hadis-i şerifte;

-“Gizli sadaka verenin sevabı gizliyazılır, aşikare sadaka verenin sevabı aşikare yazxılır. Eğer, ben böyle bir iş yaptım dese, her iki amel defterinden de silinir, riya defterineyazılır.” Buyuruldu.

Bu yüzden geçmiş büyükler sadakayı gizlemekte o kadar ileri gitmişlerdir ki, dilenen bir körün eline parayı koyar ve tanınmaması için konuşmazlardı.

Öyleleri vardı ki dilenirken uyumuş olan fakirin eline parayı koyar, yahut elbisesine bağlardı. Ta ki uyanıp kimin verdiğini anlamasın.

Bazıları fakirin geçtiği yola atardı. Bazıları vekiline verip, fakire vermesini söylerdi. Bütün bunlar fakirin vereni tanımaması için idi. Fakat bir başkasından gizlemeyi daha ehemmiyetli tutarlardı. Çünkü kalabalıkta verirse kalbinde riya belireceğinden korkardı.

Kalabalıkta vermekle cimrilik kalbinden silinirse de,riya meydana çıkabilir. Bunlar insanı helaka götüren sıfatlardır. Fakat cimrilik akrebe; riya, gösteriş de yılana benzer.

Yılan akrepten kuvvetlidir. Akrep yılanın kuvvetinde olunca, hatta daha kuvvetli olunca, tehlikenin birinden kurtulursa, daha korkunç olana düşer.

Bu sıfatların kalbdeki yarası ce acısı, Müslümanlık ünvanında anlattığımız gibi, mezardaki akret ve yılanın sokması gibi olur. O halde kalabalıkta sadaka vermenin zararı faydasından çoktur.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 11

10 Kasım 2008

Kasyan şelalesi (Naval-a sipi)

DÖRDÜNCÜ VAZİFE:

Zahirde riyadan emin ise ve kalbini riyadan temizlemiş ise, kalabalıkta verdiği zaman başkalarının da vereceğini ve severek vereceklerini biliyorsa, bu kimsenin böyle yapması daha iyidir.

Bu insanların kendini medhetmesini ve kötülemesini aynı tutan kimsedir. İşlerini Allah-u Teâlâ’nın bilmesini kafi gören insandır.

BEŞİNCİ VAZİFE:

Başına kakmak ve kızmak ile verdiği sadakayı yok etmemelidir.

Allah-u Teâlâ buyuruyor ki;

-“Sadakalarınızı minnet ve incitme ile yok etmeyiniz.” Bakara suresi 264 ci ayet-i kerimdeki eza’nın manası, fakiri incitmektir.

Mesela sadaka verirken yüzünü ekşitmek, alnını buruşturmak, kötü söz söylemek, fakirlik ve dilenme sebebiyle onu aşağı görmek ve ona hakaret edercesine bakmak gibi bu da, cahilikten ve ahmaklıktan meydana gelir.

Bu cahilliklerden biri, mal vermeni kendisine zor gelmesidir. Bunun için canı sıkılır ve dokunaklı söz söyler. Bir kimseye bir gümuş verip, bin gümüş almak zor geliyorsa.

Elbette cahildir. O, bu zekat ile Firdevs-i a’layı ve Allah Teâlâ’nın rızası kazanacaktır. Kendisini cehennemden kurtaracaktır. Buna inanıyorsa, ona nasıl zor gelir?

Ahmaklığı da şudur ki, kendinin zengin olmakla, fakirden üstün olduğunu zanneder. Halbuki kendisinden beşyüz yıl önce cennete gidecek olanı, o fakir olduğunu bilmez.

Derecesinin daha yüksek olduğunu, Allah u Teâlâ’nın katında şeref ve iftiharın zengine değil, fakire verildiğini anlamaz.

Onun bu dünyada şerefli olmasını nişanı, Allah u Teâlâ’nın zengini, dünya sıkıntıları ve mezgaleleri, dünya yükü ve mesuliyeti ile meşgul edip, ihtiyacından fazla nasip etmemesi ve ihtiyacı kadar fakirlere vermesini ona farz kılmasıdır.

O halde, hakikikate zengin, bu dünyada fakir için çalışmaktadır. Öbür dünyada da fakir zenginden beşyüz yıl önce cennete girecektir.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sadaka veren Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekât- 12

10 Kasım 2008

geliye Şam-e Ziyareti (Nusaybin)

ALTINCI VAZİFE:

Minnet etmemelidir. Yani yaptığı iğiliğe karşılık beklememelidir. Minnetin aslı cahillikten
Fakire iyilik ettiğini, ona bir nimet verdiğini, fakirin kendi eli altında olduğunu zanneder.

Böyle sanmasının alameti, fakirin kendisine fazla hizmet yapmasını, işini görmesini, önce selam vermesini ve her şeyde daha çok hürmet etmesini beklemesidir.

Eğer bir kusur ederse ona önceden yaptığı iyiliği çok görüp ve hatta,

-“Ben ona şöyle iyilikte bulundum,”der. Buda cahilliktendir. Hakikatte ise fakir ondan zekat kabul etmekle ona iyilik etmiştir.

Kalbini cimrilik pisliğinden temizlemiştir. Eğer hekim kendisini bedava tedavi etse, ona minnet eder.

Çünkü o para vermek istemiyor ve helakini istiyor. Elindeki zekat malı da haelakıia ve kötülüğüne sebep olur.

Bir fakir sebebiyle temizlenip kurtulunca, ona yalvararak zekat vermesi icap eder.

Bir diğeri de, peygamber efendimiz (sallalahü aleyhi ve sellem) buyuruyor:

-“Sadaka önce Alahü Teâlâ’nın lütuf eline, sonra fakirin eline düşer.’’

Demek ki, zekâtı hakikatte Allahu Teâlâ’ya veriyor ve fakir bunu almakla Allah-u Teâlâ‘nın vekili oluyor. O halde yalvararak fakire vermelidir, başına kakarak değil. Zekatın hakikati hakkında üç sırrı öğrendikten sonra başa kakmanın cahillik olduğu anlaşılır.

Minnetten, başa kakmaktan kaçmak, kurtulmak için geçmiş büyükler o kadar illeri gitmişlerdir ki, fakirin huzurunda ayakta durup, tevazu ederek. Büzülerek ona zekatı takdim etmişlerdir.

Sonra da,

-“Bunu benden kabul et.” diye yalvarmışlardır. Bazılarıda elini alttan tutup, para yukarı gelmek üzere fakire uzatmışlar ve fakirin elinin üstte kalmasını etmişlerdir. Çünkü,’’Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır.’’, buyurulmuştur.

Zekatı yalvararak vermek yakışır. Hazret-i Aişe ve ümmü seleme (Radıyallahü anhüma) bir fakire bir şey gönderdiler ve

-‘’Nasıl dua edeceğini unutma’’, diye gönderdikleri kimseye tenbih ettiler.

Çünkü her duaya bir duaya karşılık vermeliler ki, karşılık akım kalsın ve sadaka hâlis olsun. Fakirden dua istemeye uğraşmazlardı ki, bir iyilik temin ettim diye akıllarına gelmesin. Hakikatte iylik yapan fakir olmuştur. Çünkü, seni bu yükten, bu düşüncelerden kurtardı.

YEDİNCİ VAZİFE:

Malından iyi, güzel ve helal olmanı vermelidir. Çünkü şübheli olan ibadete layık olmaz. Allah-u teâlâ temizdir, ancak temizi kabûl eder.

Allah-u Teâlâ buyurdu;

-“Alçak ve aşağı şeyden nafaka vermediği kasd etmeyin. O aşağı şey’i size verseler almazsınız.

Kendinizin göz yummandan alıcısı olmadığınız âdi şeyleri sadaka olarak vermeyiniz.” Bakara suresi Ayet- 267

Bir kimse misafirin önüne kötü bi,r şey koyarsa, onunla alay etmiş veya ehemmiyet vermemiş olur. Ya en fenasını Allah-u Teâlâ’ya vermek ve en iyisini O’nun kullarına vermek nasıl caiz olur? En kötü vermenin işareti, kötülükle vermeleridir.

Kalbe iyi gelmeden verilen sadakanın kabul olmayacağından korkulur.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuryor ki;

-“Bir dirhem gümüş sadaka verir ve binlerce dirhemden kıymetli olur. Bu da, en iyisini vermek ve seve seve vermekle olur.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sadaka veren Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zekat- 13

10 Kasım 2008

Kasyan şelalesi (Nusaybin)

Sadaka vermenin Fazileti;

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu ki;

-“Bir hurma bile olsa sadaka veriniz. Çünkü fakiri canlandırır ve suyun ateşi söndürüp yok ettiği gibi günahları yok eder.”

İsa Aleyhis selam buyurdu;

-“Dilenciyi ümidsiz eden, yahut kapısından kovanın evine, melekler yedi gün uğramaz.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) iki işe kimseye bırakmaz, kendi eliyle yapardı. Fakire sadakayı kendi eliyle verirdi. Gece abdest suyunu kendi koyardı ve üzerini örterdi.

Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve selem Buyurdu ki;

-“Bir müslümana elbise yapan, o elbise onun sırtında durduğu müddetçe, Allah-u Tâlâ’nın hıfzında (korumasında) olur.

Hazreti Aişe anamız (radiyallahu anha) elli bin altın sadaka verdi ve eski gömleği yamalayıp giydi.

İbni Mesud (r.a.) buyuruyor ki;

-“Bir kimse yetmiş sene ibadet etti. Sonra öyle bir günah işledi ki, ibadetleri yok oldu. Sonra bir fakire uğradı ve ona bir dilim ekmek verdi. Onun o günahı afv edildi ve yetmiş senelik ameli de kendisine verildi.”

Lokman Hekim (a.s.) oğluna;

-“He ne zaman bir günah işlersen, arkasından sadaka ver ve tevbe et.” Derdi

Abdullah Bin Ömer (r.a.) sadaka olarak şeker verirdi ve derdi ki;

-“Allah-u teâlâ buyuruyor: Sevdiğiniz (mal) den infak etmedikçe iyilerden olamazsınız.” Ali-i İmran Suresi ayet- 92 ‘Allah-u Teâlâ biliyor ki, ben şekeri çok seviyorum.”

Hasan-i Basri (r.a.) bir köle satıcısını güzel bir cariye ile gördü, Buyurdu ki;

-“iki dirheme satarmısın?”

Satıcı;

-“Hayır .” dedi.

Hasan-i Basri (r.a.) buyurdu ki;

-“Allah-u Teâlâ, bu cariyeden çok daha güzel olan Cennet hurilerini iki hurma tanesine satıyor.” Yani sadaka verene veriyor.

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri sadaka veren Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu